08. 12. 1998 AKRA TEFSİR SOHBETİ

(Bakara: 1)

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Rh.A

Hazırlayan: ERKAYALAR

------------------

HURÛF-U MUKATTAA

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyicileri! Allah'ın rahmeti, bereketi, selâmı, ihsânı, ikrâmı, her türlü güzel şeyler üzerinize olsun... Allah sizlere nasîb eylesin...

Bugün tefsirine başlayacağımız Bakara Sûresi Kur'an-ı Kerim'in ikinci sûresi... Peygamber SAS Medine-i Münevvere'ye hicret ettiği zaman ilk inen sûre... Medine'de ilk inen sûre olmakla beraber, içinde en son inen ayet de mevcut... Kur'an-ı Kerim'in zirvesi, çok mühim bir sûre... Kûfiyyûna göre, Kûfeli İslâm alimlerinin, mütehassıslarının kanaatine göre 286 ayet olan; çok nurları ihtiva etmesi dolayısıyla en nurlu mânâsına gelen Ez-Zehrâ ismiyle isimlendirilen ve Benî İsrâil'in, yahudilerin kesmeleri gereken kurbanı kesmekte nasıl tereddütler geçirdiklerini anlatan kıssa da olduğundan, o kıssa sebebiyle el-Bakara ismi verilen; veyahut da, içinde Ayetel-Kürsî olduğundan, o da çok mühim bir ayet-i kerime olduğundan, El-Kürsî Sûresi denilen sûrenin birinci ayetine, Allah'ın lütfuyla, izniyle, Allah'a sığınarak, Allah'ın ismiyle, Allah'tan yardım dileyerek başlıyoruz.

Alimlerin çoğunun kanaatine göre, bu mübarek sûrenin birinci ayet-i kerimesi:

Bakara: 1

(Elif, lâm, mîm.)'dir. Elif, lâm, mîm... Bu kadar. Yâni bir elif harfi, bir lâm harfi, bir mim harfi; bu bir ayet-i kerimedir. Böylece üç harf yapışık olarak, bitişik olarak bulunduğu halde, bir kelime gibi yazıldığı halde, ayrı ayrı okunur; bir kelime gibi okunmaz. Tek tek okunduğu için, buna kat' edilerek okunan, kesik kesik kesik okunan mânâsına, "huruf-u mukattaa" denilir.

Bu gibi harfler, Kur'an-ı Kerim'in 29 sûresinin başında vardır. Misal verelim: İşte bu (Elif, lâm, mîm), sonra, (Elif, lâm, mîm, râ), (Elif, lâm, mîm, sàd), (Hà, mîm), (Hà, mîm, ayn, sîn, kàf), (Kâf, hâ, yâ ayn, sàd), (Kàf), (Sàd), (Nûn), (Tà, sîn, mîm) gibi şekillerde geçer.

Bazı sûrelerde bunlar başlı başına ayettir. Bazılarında da, birinci ayetin ilk parçasıdır, başlıbaşına ayet değildir.

a. Hurûf-u Mukattaa'nın Anlamı

Bu hurûf-u mukattaa acaba ne anlama geliyor?.. Bu hususta müfessirler, Kur'an-ı Kerim'in açıklamasını yapan mübarek alimler, takvâ ehli, titiz, mübarek din büyüklerimiz çeşitli davranışlar sergilemişlerdir, çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bir kısmı demiştir ki: "Bunlar Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bildiği, Allah bilir deyip de bizim de susmamız gereken, remizli işaretlerdir. Biz bu konuda bir şey söylememeyi tercih ederiz." demişlerdir. Bir şey söylemek tehlikeli olabilir diye, bir şey söylememeyi, tefsir etmemeyi tercih etmişlerdir.

Bazıları da tefsir etmişlerdir, bazı açıklamaları ileri sürmüşler, söylemişlerdir. Bu ileri sürülen açıklamaların bir kısmı, kendilerine gelen rivayetlerden, hadislerden kaynaklanmıştır. Bir kısmı da kendilerinin bu husustaki tahmin ve görüşlerinden kaynaklanmıştır.

Mânâsı hakkında fikir söyleyenlerden bir kısmı, "Bunlar sûrelerin isimleridir." demişler. Niteakim Bakara Sûresi'ne, bizim Türkiyemiz'de "Büyük Elif lâm mîm" derler. Hàmîm Sûresi derler, Yâsîn Sûresi diyoruz. Bunlar sûrelerin isimleridir diyenler var. Evet, böyle başladıkları için, gerçekten de isim gibi kullanılmıştır.

Bazıları da demişlerdir ki: "Bunlar Cenâb-ı Mevlâ'nın Esmâ-i Hüsnâsından bazılarıdır." demişler.

İbn-i Abbas RA'dan rivayet edildiğine göre, Süddî isimli alim, İbn-i Abbas RA'a, "(Hà, mîm) ne demek; (Tà, sîn) ne demek, (Elif, lâm, mîm) ne demek?" diye sormuş. İbn-i Abbas RA buyurmuş ki: (Hiye ismullàhul-a'zam) "Bunlar Allah'ın en büyük isimleridir."

Bir kısmı demişler ki: "Bunlar kasemdir, yemindir."

Bir kısmı demişlerdir ki, meselâ Ebüd-Duhà İbn-i Abbas'tan rivayet etmiş bunu: "Elif, lâm, mîm; (Enellàhu a'lemu) 'Ben bu Kur'an-ı Kerim'i vahyeden, gönderen Allah'ım, a'lemim, her şeyi en iyi, tam mânâsıyla bilirim.' mânâsını ifade eder." demiş.

--Olur mu böyle; elif (ene) ben demek, lâm (a'lem) demek, böyle kısa yazmak?..

Evet, Arapların adetleri içinde vardır. Bazan bir tek harfi bir cümlenin, bir kelimenin, bir mânânın ifadesi olarak kullanmışlardır. Arap şairleri, cahiliye devrinde şiir yazan insanlar, Kur'an-ı Kerim'den önce öyle kullanmışlardır. Meselâ, elif Ahmed'e delâlet eder. Kullanılan bir şey...

İbn-i Abbas RA'ın böyle söylemesinin, bir görgüye, bilgiye, çevredeki kullanışa dayandığı muhakkak. Zâten bu 14 cins harf olan, 29 sûrenin başında bulunan bu hurûf-u mukattaatın, her birinin hangi kelimeye dalâlet ettiğini söyleyen alimler de çıkmıştır. "Araplar bunu şurda kullanıyor, bu şu demektir." gibi söyleyenler olmuştur.

Bir kısmı demişlerdir ki: "Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın Esmâül-Hüsnâ'sından bazılarının, bir harfle ifadesidir. Meselâ: "Elif, Allah sözüne delâlet eder. Lâm, Latîf ismine delâlet eder. Mîm, Mecîd ismine delâlet eder." gibi açıklamalar yapılmıştır.

Ayrıca, "Elif (a'lâullah)'a, yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin lütuf ve ikrâmâtına; lâm, (lütfullàh)'a, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin lütfuna, kullarına lütfen verdiği şeylere; mim (mecdullàh)'a, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin mecd ü azametine, şânına delâlet eder." diye izah etmişlerdir.

Bu hurûf-u mukattaatın, böyle tek tek kullanılmasının sebebi hakkında da bazıları demişlerdir ki: "Bunlar bir sûreyi öteki sûreden ayırmak için kullanılmıştır." demişlerdir. Ama sûreleri birbirinden ayırmak için, zâten (Bismillâhir-rahmânir-rahîm) diye başlık konuluyor. Her sûrenin başında da yok. Demek ki, bu çok kabul görmüş bir izah tarzı değil.

Bir kısmı da, "Dikkati çekip, merakı uyandırmak için, böyle bir başlangıçla Cenâb-ı Hak başlamıştır ki, dinleyenler pürdikkat, 'Ne diyor, anlamı nedir?' diye zihinlerini derlesinler, toplasınlar." gibi bir şekilde düşünmüşlerdir.

Bazıları da, "Bu harflerin böyle zikredilmesi, işte Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından birtakım esrâr-ı ilâhiyyeyi ihtivâ eden bir ilâhî kelam olarak indirilmesi dolayısıyla, işte böyle bazı işaretleri, esrarı vardır. 'Haydi bakalım, anlayabilirseniz anlayın da görelim!' diye Kur'an-ı Kerim'in îcâzını, belâğatını, vecizliğini ve i'câzını; yâni mûcize oluşunu, aciz bırakıcılığını, kimse tarafından taklid edilemezliğini, şânına yaklaşılamaz, derecesine çıkılamaz yükseklikte olduğunu gösteren bir başlangıçtır." diye izahlar yapmışlar.

b. Hurûf-u Mukattaa ile Başlayan Sûrelerin Özelliği

Bazı alimler dikkati çekmişler; böyle hurûf-u mukattaa ile başlanan bu 29 sûrenin genel özelliği, hepsinin başında Kur'an-ı Kerim'in, Allah'ın kelâmının önemi üzerinde durulması... Yâni bu hurûf-u mukattaatın arkasından, Allah kelâmının, Kur'an-ı Kerim'in, Peygamber SAS Efendimiz'e inen vahyin önemli olduğunu, hürmet ve dikket edilmesi gerektiğini gösteren ayetler geliyor. Bu da ilgi çekici bir şey... Yâni, "Kur'an-ı Kerim'le ilgili hususlarda bakın, ayağınızı denk alın, hürmetinizi takının! Bu Kur'an-ı Kerim bu kadar önemlidir." diye, o önemi vurgulayan bir başlangıç...

Hakîkaten de bu hurûf-u mukattaatla başlayan sûreleri düşünecek olursak; bu Bakara'da:

Bakara: 1-2

(Elîf, lâm, mîm. Zâlikel-kitâbü lâraybe fîh, hüden lil-müttakîn.) [Elîf, lâm, mîm. Bu (Kur'an), doğruluğu hiç şüphe götürmeyen ve müttakîler için yol gösterici bir kitaptır.] (Bakara: 1-2) diye devam ediyor. Kitap, yâni Kur'an-ı Kerim geçiyor. Başka yerde:

Âl-i İmran:1-3

(Elîf, lâm, mîm. Allàhu lâ ilâhe illâ hüvel-hayyül-kayyûm. Nezzele aleykel-kitâbe bil-hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi ve enzelet-tevrâte vel-incîl.) [Elîf, lâm, mîm. Hayy ve Kayyûm olan Allah'tan başka ilah yoktur. Rasûlüm, o sana kitabı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirdi. Önceden insanlara yol gösterici olarak Tevrat ve İncil'i de indirmişti.] (Âl-i İmran: 1-3) Burda da bakınız, yine kitap geçiyor.

Araf:1-2

(Elîf, lâm, mîm.sàd. Kitâbün ünzile ileyke felâ yekün fî sadrike haracün minhü litünzira bihî ve zikrâ lil-mü'minîn.) [Elîf, lâm, mîm, sàd. Bu kendisiyle insanları uyarman ve mü'minlere öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta kalbinde bir şüphe olmasın.] (A'raf: 1-2) Yine burada, (Elîf, lâm, mîm, sàd.) huruf-u mukattaasından sonra, kitap, yâni Kur'an-ı Kerim sözü geçiyor.

İbrahim: 1

(Elif, lâm, râ, kitâbün enzelnâhu ileyke lituhricen-nâse minez-zulümâti ilen-nûri biizni rabbihim ilâ sırâtil-azîzil-hamîd.) "Sana indirdiğimiz kitap, Rablerinin izniyle insanları zulmetlerden nûra kavuşturman, Azîz ve Hamîd olan Allah'ın yoluna çıkarman içindir." (İbrâhim: 1) diye yine kitap, Allah'ın kelâmı zikrediliyor.

Secde: 1-2

(Elîf, lâm, mîm. Tenzîlül-kitâbi lâ raybe fîhi min rabbil-àlemîn.) Yine hurûf-u mukattaattan sonra, "Kitabın indirilişi şeksiz, şüphesiz alemlerin Rabbindendir." (Secde: 1-2) diye bildiriliyor.

Mü'min: 1-2

(Hà, mîm. Tenzilül-kitâbi minallàhil-azîzil-alîm.) [Hà, mîm. Kitabın indirilmesi, Azîz ve Alîm olan Allah katındandır.] (Mü'min: 1-2)

Sûrâ: 1-3

(Hà, mîm. Ayn, sîn, kàf. Kezâlike yûhî ileyke ve ilellezîne min kablikellàhül-azîzül-hakîm.) "Hà, mîm. Ayn, sîn, kàf. İşte Azîz ve Hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere bu tarzda vahyetmiştir." (Şûrâ: 1-3) diye hep kutsal kitabımızdan, Kur'an-ı Kerim'den bahseden sûrelerin başında bu harfler var diye, bu harflerin mânâsını anlamak hususunda gayret sarfeden alimler, buna dikkati çekmişler.

Bu harfler 14 tane harf. Kur'an-ı Kerim'de sûrelerin başında bulunan, tek tek okunan bu harfler, 14 cins harf. Alfabenin harflerinin yarısı kadar. Bu harflerin hangi harfler olduğu hatırda kalsın düşüncesiyle, bir arif zat bunları şöyle bir ibârede toplamış:

(Nassun hakîmin kàtiun lehû sirr.) Bu ibare hem 14 harfi içine alıyor, hem de biraz da tarif gibi oluyor. O bakımdan da güzel:

(Nassun hakîmin) "Hikmetli bir belge, (kàtiun) kesin, hikmetli hir hükm-ü ilâhi... (Lehû sirr) içinde bir sır var. O sırrı ihtivâ ettiği için böyle remizli olarak yazılmış." mânâsına da geliyor. Bu ibarede hem 14 harf yer alıyor, hem de hurûf-u mukattaatı bir bakıma bize güzel bir şekilde tarif ediyor. En güzel özeti bu cümleyle yapmış oluyor diye düşünüyorum.

Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın ibretli hükümleridir, hikmetlidir, kesindir ve sırrı vardır, remizleri vardır. Bu remizler üzerinde çeşitli alimler çeşitli çalışmalar yapmışlar, bunun üzerinde kitaplar yazmışlardır.

Hattâ ben hatırlıyorum, Ankara'da iken bir zât Fâtiha Sûresi ile, Kur'an-ı Kerim'in geriye kalan bütün öbür tarafının arasındaki esrârengiz ilişkiler üzerinde çalışıyordu. Bizi de evine davet etmiş ve bazı şeyler sormuştu. Yâni Fâtiha'nın her ayetinin, ta birinci ayetinden sonuna kadar Kur'an-ı Kerim'in ana şemasını gösterdiğini ve bir yerlerle ilişkisi olduğunu sezinlemiş ve onun üzerinde çalışıyordu. Bu ilişkileri de bu hurûf-u mukattaat remzediyor diye söylüyordu.

Hàsılı işte böyle esrarlı, hikmetli, ama içinde Cenâb-ı Hakk'ın esrâr-i ilâhiyyesi, remzi, şifresi olan harfler oluyor bu harfler.

c. Yahudilerin Hesapları ve Şaşırmaları

Bu hususta bir de hadis-i şeriflerden rivayet var, onu nakletmek istiyorum. Bu hadis-i şerife göre, Peygamber SAS'in zamanında Medine'de yaşayan Yahudiler, bu hurûf-u mukattaanın harf değerlerinin önemli olduğuna dair bir şeyler söylemişler. Peygamber Efendimiz'in de, onların bu hurûf-u mukattaanın harf değeri karşılığı, yâni ebced hesabına göre yorumlamalarına cevabı var. Bu hadis-i şerifi de okumak istiyorum bu konuda:

İbn-i Abbas'tan ve Câbir ibn-i Abdullah ibn-i Rebab'tan rivayet edildiğine göre, dedi ki:

(Kàle: Merra ebû yâsiribni ahtab fî ricâlin min yehûd birasûlillâh sallallàhu aleyhi ve sellem, ve hüve yetlû fâtihate sûretil-bakarah: Elîf, lâm, mîm. Zâlikel kitâbü lâ raybe fîh.) Yahudilerin hahamlarından, alimlerinden, Medine'deki kabilelerin birisine mensub olan Yâsir ibn-i Ahtab, yahudilerden bir grupla beraber, kalabalığın içinde geçiyordu. O sırada Peygamber SAS Efendimiz, (Elif, lâm, mîm. Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh) diye, bu şimdi başlamış olduğumuz Bakara Sûresi'nin baş tarafını okumaktaydı. Onlar da Peygamber Efendimiz'in neler söylediğini dinlediler.

(Feetâ ehàhu huyeyibne ahtab, fî ricâlin minel-yehùd) Ondan sonra, yine böyle kalabalık halde kardeşi Huyey ibn-i Ahtab'ın yanına geldi. O da yahudi. (Ve kàle: Ta'lemûne vallàhi lekad semi'tü muhammeden yetlû fîmâ enzelellàhu teàlâ aleyhi: Elif, lâm, mîm. Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh.) "Biliyor musunuz, vallàhi ben bugün Muhammed'in Allah'ın kendisine indirdiği bu ayetleri okuduğunu duydum." diye yolda geçerken duyduğunu nakletti.

Yahudi bunlar. Kardeşine söylüyor. Ama kalabalık, yanında beraber gittikleri insanlar var. (Fekàle: Ente semi'tehû) O zaman Huyey Yâsir'e: "Sen duydun mu lafları?" dedi. (Kàle: Neam) O da, "Evet, duydum." dedi.

(Kàle: Femeşâ huyeyibni ahtab fî ülâiken-nefer minel-yehûd, ilâ rasûlillâh) Bu sefer Huyey ibn-i Ahtab isimli yahudi ümmetiyle, kalabalığıyla beraber Rasûlüllah'a geldi. Hepsi birden SAS'in yanına geldiler. Dediler ki:

(Yâ muhammed! E lem yüzker enneke tetlû fî mâ enzelellàhu aleyke elif, lâm, mîm. Zâlikel-kitâb...) "Sana Allah'ın indirdikleri ayetler arasında sen, (Elif, lâm, mîm.) diye bir şey okumuşsun, okudun mu?.." (Fekàle rasûlüllàh sallallàhu aleyhi ve sellem: Belâ.) "Evet, okudum." dedi Peygamber SAS.

(Fekàlû: Câeke bihâzâ cibrîlü min indillâh?) "Bu sözleri sana Allah tarafından Cebrâil mi getirdi?" diye tekrar soruyor o yahudi, Peygamber efendimiz'e. (Fekàle: Neam.) Peygamber SAS buyuruyor ki: "Evet Cebrail AS getirdi."

(Kàlû: lekad beasekellàhu kableke enbiyâe mâ na'lemühû beyyene linebiyyin minhüm mâ müddete mülkihî ve mâ ecelü ümmetihî gayrüke) "Biz biliyoruz ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri senden önce peygamberler indirdi ve onlardan her bir peygambere kendisinin ne kadar hüküm süreceğini ve ümmetinin müddetinin ne kadar olduğunu bildirdi." dedi.

(Fekàme huyeyübnü ahtab feakbele alâ men kâne meahû ve kàle lehüm) "Bu Huyey ibn-i Ahtab kalktı ve beraberinde geldiği kalabalık yahudilere dedi ki: (El-elifü vâhidetün, vel-lâmü selâsûn, vel-mîmü erba'ùn, fehâzihî ihdâ ve seb'ùne seneten. Efe tedhulûne fî dîni nebiyyin innemâ müddete mülkihî ve ecelü ümmetihî ihdâ ve seb'ûne seneh?)

Etrafındaki insanları caydırmağa çalışıyor. Dedi ki: "Burdaki, yâni elif, lâm, mîm'deki elif birdir, --ebced hesabına göre rakam değeri-- lâm otuzdur, mim de kırktır. Bunun toplamı 71 eder. Siz hükmü 71 sene sürecek olan, ümmeti 71 sene sürecek olan bir Peygamberin dinine mi gireceksiniz?" dedi.

Yâni, caydırmak istiyor. Burdan 71 rakamını çıkıyor. Kendisi yahudice, onların adetlerine göre ebced hesabıyla bir mânâ çıkartmağa çalışıyor. Böylece etrafındaki kalabalığı Peygamber Efendimiz'e inanıp tâbî olmaktan döndürmeğe çalışıyor.

(Sümme akbele alâ rasûlillâh sallallàhu aleyhi ve sellem, fekàle) Bu sözlerle yetinmedi, sonra Peygamber Efendimiz'e döndü: (Yâ muhammed, hel mea hâzâ gayruhû?) "Yâ Muhammed! Senin yanında, bu (Elif, lâm, mîm)'den başka, böyle indiğini söylediğin bir şeyler de var mı?.."

(Fekàle: Neam.) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Var!" (Kàle: Mâ zâke?) "Nedir o başkası?" dedi. (Fekàle) Buyurdu ki Peygamber Efendimiz: (Elif, lâm, mîm, sàd.)

(Kàle: Hâzâ eskalü ve atvel) "Şimdi bu daha ağır oldu ve daha uzun oldu. Elif: 1, Lâm: 30, Mim: 40, Sad da: 90... (Fehâzihî ihdâ ve selâsûne vel-mieh) 131 sene eder bu." dedi. [Toplama hatası yapmış, hepsinin toplamı 161 yıl eder.]

Bu sefer ilk sözünü kendisi tekzib etmiş oldu.

(Hel mea hâzâ yâ muhammed, gayruhû) "Bundan başka da var mı?" diye bu sefer merakla başka şeyleri kurcalıyor, soruyor.

(Kàle: Neam) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Evet, daha da var." (Kàle: Mâ zâke) "Nedir o başkası?.."

(Kàle: Elif, lâm, râ...) "Bir de 'Elif, lâm, râ...' var." (Kàle: Hâzâ eskalü ve atvel) "Bu daha da ağır ve uzun oldu. Elif: 1, Lâm: 30, Râ da: 200... O zaman 231 sene eder." dedi.

(Fehel mea hâzâ yâ muhammed, gayruhû) "Bundan başka da var mı?" diye yine sordu.

(Kàle: Neam) "Evet, var." buyurdu Peygamber Efendimiz.

(Kàle: Mâ zâ?) "Ne var?.."

(Kàle: Elif, lâm, mîm, râ.) "'Elif, lâm, mîm, râ.' var." dedi.

(Kàle: Hâzihî eskalü ve atvel) "Bu daha da ağır ve uzun oldu." dedi. "Elif: 1, Lâm: 30, Mîm: 40, Râ da: 200... Hepsi 271 sene eder." dedi.

(Sümme kàle) Sonra da dedi ki: (Lekad lebise aleynâ emruke yâ muhammed!) "Kafamız karıştı, senin işini biz anlayamadık yâ Muhammed! (Hattâ mâ nedrî e kalîlen u'tîyte ev kesîrâ.) Sana müddet, devlet, şevket ve devam çok mu verildi, az mı verildi, anlayamadık." dedi.

(Sümme kàle: Kùmû anhüm) Yanındaki kalabalığa, "Haydi kalkın, burdan gidelim!" dedi. (Sümme kàle ebû yâsir liahîhi ve limen meahû minel-ahbâr) O ilk duyup da bu Huyey'e bilgiyi götüren Ebû Yâsir, kardeşi Huyey ibn-i Ahtab'a ve yahudi alimlerinden onun yanındaki insanlara dedi ki:

(Mâ yüdrîküm leallehû kad cemea hâzâ limuhammedin küllehû) "Belki bu Muhammed için, bütün bu rakamların hepsi birden verilmiştir." dedi. Bütün o evvelki rakamları saydı, (Fezâlike seb'imieh ve erbaa sinîn) "Yediyüz dört sene eder." dedi.

Rakam, ebced hesabı üzerinde meseleleri götürmeğe çalışıyorlar. Onların adetleri demek ki. (Fekàlû lekad teşâbehe aleynâ emruhû) "Bu Muhammed'in işine biz şaştık, aklımız karıştı, bir şey anlayamadık. Bu ayetlerden tam bir şey çıkartamadık." dediler.

d. Muhkem ve Müteşâbih Ayetler

Bu Bakara Sûresi'nden sonra gelecek bir sûre var, Âl-i İmran Sûresi. Orada ayet-i kerimede, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:

Âl-i İmran: 7

(Hüvellezî enzele aleykel-kitâbe minhü âyâtün muhkemâtün hünne ümmül-kitâbü ve üharu müteşâbihât) "O Allah ki, sana kitabı Kur'an'ı indirdi. Bu Kur'an-ı Kerim'in içinde bir kısmı muhkem ayetlerdir, onlar kitabın anasıdır, özüdür, aslıdır. Bir kısmı da böyle herkesin kafasının anlayamayacağı, esrârengiz, mânâsı kapalı, örtülü, şifreli ayetlerdir." (Âl-i İmran: 7)

Bu yahudiler, "Aklımız karıştı. Muhammedin işini az sanıyorduk, iş çoğaldı, çoğaldı; aklımış karıştı." dediler. Bu ayet, işte bunlar için indi.

Demek ki, bu hadis-i şerifi göz önünde bulunduracak olursak, bu hurûf-u mukattaaya, sûrelerin başındaki tek tek okunan harflere, rakam değeri olarak değer veren ve bundan da belirli zamanlarda vukùbulacak bazı olayların senesini düşünen insanlar da olmuş. Hattâ Peygamber SAS Efendimiz'in devrinde, onun karşısına gelmişler, Peygamber Efendimiz'e rakamları söylemişler. Peygamber Efendimiz de, "O kadar değil; şu da var, bu da var..." demiş.

Demek ki, böyle bir şeyi red de etmiyor Peygamber Efendimiz. Belki hakîkaten rakam değeri de olabilir. Ama şu da var, şu da var deyince, "Ümmet-i Muhammed'in müddeti sizin sandığınız kadar az değil. Bunların hepsi toplandığı zaman çok büyük rakamlar ediyor." diye ifade etmiş oluyor.

Demek ki, sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, Bakara Sûresi'nin, Kûfiyyûna göre birinci ayeti, (Elif, lâm, mîm.)'dir.

Şimdi bu ayetlerle ilgili çalışmaları yapan alimlerin bir kısmı Kûfiyyûn, Kûfe şehrinde oturan alimler; bir kısmı Basriyyûn, Basra'da oturanlar; bir kısmı Şâmiyyûn, Şam cihetinde oturanlar; bir kısmı Hicâziyyûn, Hicaz cihetinde oturanlar... Tabii hepsi güzel güzel çalışmalar yapmışlar, görüşlerini, kanaatlerini ortaya koymuşlar. Kur'an-ı Kerim üzerinde tefsir kitapları yazmışlar, ayetler üzerinde fikirlerini beyan etmişler.

Onların görüşleri arasında tabii, farklar da olabiliyor. Çünkü incelemelerden başka başka sonuçlara ulaşmış olabiliyorlar.

Kûfiyyûn'un, Kûfeli olan alimlerin kanaatine göre Bakara Sûresi'nin birinci ayeti, (Elif, lâm, mîm.)'dir. Bu birinci ayet işte bu kadar böyle esrar-ı ilâhiyyeyi ihtiva ediyor. Nice nice mânâlara kapı açma durumunda... Nice nice remiz ve işaretleri taşıyor.

Bunu böyle (Elif, lâm, mîm.) diye buyurduktan sonra, ister bu İbn-i Abbas RA'ın dediği gibi, bu ayetlerin herbirisi bir kelimeye delâlet etmiş ve "Ben her şeyi bilen Allahım!" diye başlamış olsun; ister Esmâ-i Hüsnâ'ya delâlet etsin; birinci ayet-i kerime böyle başlıyor.

Bu huruf-u mukattaa ile başlayan bütün sûrelerde de, bu ayetlerin arkasından Kur'an-ı Kerim'in azametini, önemini ifade eden ibareler, mânâlar geliyor.

Şimdi böylece, bugünkü konuşmamızda hurûf-u mukattaayı (Elif, lâm, mîm.)'le anlatmış olduk. Bundan sonraki dersimizde inşaallah mütebâkî, geride kalan ayetleri izaha geçeceğiz. (Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh, hüden lil-müttakîn) üzerinde inşaallah konuşacağız.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi hayırlı ilimlerle mücehhez eylesin... Kur'an-ı Kerim'i sevip, Kur'an-ı Kerim'i öğrenip, derinliğini anlayıp, ona göre yaşayan, Kur'an-ı Kerim'in emirlerini tutan kullarından eylesin...

Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin, Âl-i İmran Sûresi'nin başında demin okuduğum ayetinde de belirttiği gibi, Kur'an-ı Kerim'in anasını, temelini teşkil eden muhkem ayetler var; arada da böyle bizim bilmediğimiz, belki bizden önceki, bizden sonraki asırlara işaretler veren, belki daha başka şifreler taşıyan, ince mânâlar var.

İşte bütün bunlar gösteriyor ki, Kur'an-ı Kerim esrârengiz, nice nice olayları, mânâları ihtiva eden, Allah'ın hak kelâmıdır.

Allah-u Teàlâ Hazretleri nazm-ı celîlinin esrârına cümlemizi âşinâ eyleyip, Kur'an-ı Kerim'in mânâsını anlayıp, ona uymayı nasîb eylesin... İnşâallah mütebâkî derslerimizde öbür ayetlerin izahına devam ederiz.

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

08. 12. 1998 - AVUSTRALYA