11. 07. 2000 AKRA TEFSİR SOHBETİ
(Bakara: 180 - 182)
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayan: ERKAYALAR
----------
VASİYET ETMEK
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...
Bir tefsir sohbetinde karşı karşıya bulunuyoruz, Cenâb-ı Hak yardımcımız olsun. Söylediklerimizden, dinlediklerimizden istifade edip, faydalanıp, rızasını kazanmayı cümlemize nasip eylesin.
a. Vasiyet Etmenin Farz Kılınması
Bakara Sûre-i Şerifesi'nin 180, 181 ve 182. ayet-i kerimeleri üzerinde sohbetimi yapmak istiyorum. Bu ayet-i kerimeler, vefat edecek olan bir kimsenin vasiyet yazması, vasiyet etmesiyle ilgili ayet-i kerimeler. Önce mübarek metinlerini eûzü besmele çekerek okuyalım.
Eûzü billâhi mineş-şeytânir-racîm. Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Kütibe aleyküm izâ hadara ehadekümül-mevtü in tereke hayrâ, elvasiyyetü lil-vâlideyni vel-akrabîne bil-ma'rûfi hakkan alel-müttakîn.) (Bakara: 180)
(Femen beddelehû ba'de mâ semiahû feinnemâ ismühû alellezîne yübeddilûnehû, innallàhe semîun alîm.) (Bakara: 181)
(Femen hâfe min mûsin cenefen ev ismen feasleha beynehüm felâ isme aleyh, innallâhe gafûrun rahîm.) (Bakara 182) Sadakallàhul-azîm.
Bu ayet-i kerimelerde şöyle buyuruluyor. İlk önce kısaca mealini verelim, sonra kelimelerin izahını yapmaya çalışalım:
(Kütibe aleyküm) "Ey müslümanlar sizin üzerinize yazıldı." Yazıldı demek; yâni vazife kılındı, vecibe kılındı, yapmanız gerekli bir ödev emrolundu demektir.
Ne vazife kılınmış, ne zaman vazife kılınmış?.. (İzâ hadara ehadekümül-mevt) "Sizden birinize vefat, ölüm geldiği zaman," Hadara; gelmek demek. Mevt; ölüm demek. "Sizden birinize ölüm geldiği zaman; yâni ölüm yaklaştığı, vefatınızın zamanı yaklaştığı, emâreler belirdiği, âhirete irtihal belirginleştiği zaman..." Hasta yatakta yatıyor, artık son nefeste gibi...
(İn tereke hayrân) "Eğer geriye bir hayır terkediyorsa, bırakıyorsa, bıraktıysa; yâni vasiyet edecek bir malı mülkü varsa, ölüm geldiği zaman vazife olarak yazıldı." Ne yazıldı?.. (Elvasiyyetü) "Vasiyyet etmek yazıldı."
Kimlere?.. (Lil-vâlideyni vel-akrabîne) "Anne, babaya ve en yakın akrabalara vasiyet etmek; 'Şuna şu kadar verilsin, şuna şu kadar verilsin...' demek, malın taksimi hakkında bir takım tavsiyelerde bulunmak, bir vazife olarak yazıldı. (Bil-ma'ruf) Güzel bir şekilde, iyi bir şekilde akla, mantığa, şeriate, insafa uygun bir şekilde vasiyet yapmak yazıldı, vazife kılındı."
(Hakkan alel-müttakîn.) "Müttakiler için, yâni Allah'tan korkan, azabdan, günahtan sakınan insanlar için bu icraatın yapılması, ifâ edilmesi gerekli bir ödev, bir gerekli hak olarak bu vasiyet yapmak yazıldı."
(Femen beddelehû) "Kim bu vasiyeti, bu tavsiyeleri, bu dağıtımı değiştirirse; (ba'de mâ semiahû) vasiyeti yapan kişiden bunu duyduktan sonra, 'Nasıl olsa o öldü artık, takip edemez!' diye bu işittiği vasiyetin hükümlerini, şartlarını değiştirirse, susarsa, söylemezse; (fe innemâ ismühû alellezîne yübeddilûnehû) bu işin vebâli, günahı bunu değiştirenlerin üzerinedir."
Yâni vasiyeti yapan vazifesini yapmıştır. Ötekiler yerine getirmediler, değiştirdiler. O beraat eder, öteki bozgunculuk yapanlar, değiştirenler cezayı çeker.
(İnnallàhe semîun alîm.) "Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi işiten, her şeyi bilen Rabbül-àlemîn'dir." Hem vasiyet edenin vasiyetlerini duydu, konuşmalarını biliyor; hem de ondan sonraki insanların fitnelerini, fesatlarını, değiştirmelerini biliyor. Onlara göre cezasını verir.
(Femen hâfe min mûsin cenefen ev ismen) Cenef, hata demek. "Ama, kim vasiyet eden kimseden bir hata çıkmasından korkuyorsa; (ev ismen) veyahut bir günah, Allah'ın emrine aykırı bir vaziyet, böylece günah çıkmasından korkuyorsa; yâni bir yanlış vasiyet yapılmışsa; (feasleha beynehüm) bu vasiyeti yapana nasihat ederek, vasiyetin muhatabı olan kimselere nasihat ederek, 'Bu haksızlıktır, bunu almak doğru değil. Sen bunu haksız olarak böyle dağıtıyorsun, bu dine aykırıdır, Allah'ın rızasına aykırıdır.' gibi sözlerle arayı kim islah ederse, (feaslaha beynehüm) bunların aralarını düzelten kimse; doğruyu biliyor, âlim, fazıl kimse, ya haberleri varken, ya da haberleri yokken yanlışlığı engelliyorsa; (felâ isme aleyhi) ona hiç bir günah yazılmaz." Çünkü haksızlığı düzeltiyor.
(İnnallàhe gafûrun rahîm.) "Hiç şüphe yok ki Allah-u Teàlâ Hazretleri çok mağfiret edicidir, çok rahmet sahibidir, merhamet edicidir, rahmeti çok geniştir, erhamür-râhimîndir."
Bu ayet-i kerime, vefat edecek kimselerin vasiyet etmelerini emrediyor. Ölümü anlaşıldığı, ölümü yakın geldiği belli olduğu, emareleri belirdiği bir zamanda, (İn tereke hayran) "Eğer bir hayır bırakmışsa, yâni mal mülk cinsinden birilerinin hayrına yarayacak bir şey metrûkâtı varsa, mirası varsa; (elvasiyyetü) vasiyet etmek onun boynuna bir vazife olur."
Tabii hiç mal mülk bırakmamışsa ne vasiyet edecek?.. O zaman da, "Benden sonra dinden imandan ayrılmayın, Allah'dan korkun, Kur'an'a sarılın!" vs. diyebilir.
Kimler için vasiyet edecek?.. (Lilvâlideyni vel-akrabîne) Akrab; ism-i tafdil, yâni daha yakın, çok uzak değil demek. "Anne babaya ve akrabalara vasiyet etmek, yâni 'Anneme, babama şu kadar verin, yakın akrabalarıma şunlara şunlara şu kadar verin demesi; (bil-ma'ruf) yâni örfün, adetin, aklın, mantığın, dinin, şeriatin hoş karşılayacağı, güzel bir şekilde, iyi bir tarzda vasiyet etmesi vazifedir."
"Vasiyet yapıldıktan sonra, bunun icrâ edilmesi, îfâ edilmesi, vasiyetin yerine getirilmesi de, (hakkan alel-müttakîn.) müttakîlerin üzerine bir görevdir, o da bir vecîbedir." Yâni geride kalanların üzerine bir görevdir. Bu vasiyeti yapmak da, malın sahibi üzerine bir vecîbedir.
b. Miras Ayetleri ve Vasiyet
Bu ayet-i kerime bütün müfessirlerin ittifakıyla, ihtilaf etmeden, kesin olarak beyan etmek üzere miras âyetlerinden önce; yâni mirasın kimlere verileceği ve ne miktarda verileceğini beyan eden ayet-i kerimelerden önce gelmiş olan bir ayet-i kerimedir. Yâni tarih bakımından bu önce.
Vasiyyet nedir? Vasiyyet; tavsiye etmek, öğütlemek, ricâ etmek, kendisinin vefatından sonra veya hayatında bir yere gideceği zaman kendisi olmadığı bir zamanda başkalarına, "Ben yokken şunu yapın, bunu yapın ne olur..." diye bir şeylerin yapılmasını söylemektir. Buna havale etmek, ısmarlamak diye Türkçe'de tâbir ediliyor. Kendisi meselâ pazara gitmiyor, pazara giden arkadaşına, "Bana iki kilo şundan alır mısın?" diyor, ısmarlıyor. Yâni havale ediyor, vasiyet ediyor, rica ediyor, söylüyor. Öyle bir şey, o mânâyadır bu vasiyet.
Yâni kendisi vefat etttiği için yok... Ama hayatta da olsa, meselâ uzak bir yere gitse, harbe gidiyor; yine vasiyet eder arkasındakilere... Seyahate gidiyor, yine vasiyet eder. Yâni kendisinin gerek ölüm dolayısıyla, gerek seyehat ve başka bir sebep dolayısıyla, bulunamayacağı yerdekilere bir şeylerin yapılmasını söylemeye vasiyet deniliyor. Bunu anlıyoruz, her halde anlaşılmasında bir zorluk yok.
Bu evsâ-yûsî-îsâ; sad ile yazılıyor. İki harf-i cerle kullanılır: Bi harf-i ceriyle kullanıldığı zaman, "Şuna şuna, malımdan şu kadar, şu kadar, mirasımdan şunlar şunlar verilsin!" mânâsına gelir.
İlâ ile kullanıldığı zaman da, vasiyetin yapılmasını birisine havale etmek mânâsına gelir. Meselâ diyebilir ki falancaya: "Sen bu işleri benim namıma yapıver! Sana güveniyorum, inanıyorum.", ona mûsâ ileyhi derler. Yâni kendisine tavsiyeler söylenilip, bunu yapıver denilen kimse.
Bir de li ile kullanılırsa; (mûsa ileyhi li fulani, li fulani, li fulan) "Falanca icin, filanca için şunları, şunları yapsın" diye ısmarlamak mânâsına. Yâni li ile kullanılınca mal taksimi anlaşılıyor, filancalara verileceği anlaşılıyor.
Burada (elvasiyyetü lil-vâlideyni vel-akrabîn), li ile kullanılmış. Demek ki, onlara mal verilecek mânâsına kullanıldığı kesin olarak anlaşılıyor.
(İn tereke hayrân) Şart var burada. "Eğer bir hayır terkederse arkaya, o zaman vasiyet edecek." Hayır; iyilik demek. Burada ne mânâya kullanılıyor? Mal mânâsına kullanılıyor. Yâni, "Arkasında taksim edilebilecek, ona buna verilip, bölüştürülüp dağıtılabilecek mal bırakırsa..." O dağıtıldığı zaman hayır oluyor, dua ediyorlar, "Allah razı olsun... Bize bunları verdi falanca zât, nur içinde yatsın." filan deniliyor, bir bakıma hayır olduğundan, mal, mülk kastediliyor bu hayırdan. Bunda da bir tereddüt yok.
Kur'an-ı Kerim'de bu mal mânâsına, mal, mülk, maddî varlık mânâsına, başka ayetlerde de geçmiş. Mûsâ AS'ın dilinden:
(Rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr) "Yâ Rabbi senin benim üzerime hayırdan indirdiğin şeyler bakımından ihtiyaç halindeyim, onlara ihtiyacım var!" dediği gibi mal için kullanılıyor.
Bu mal az veya çok olsa olur mu? Yâni onlara taksim edilecek mi konusunda ihtilaf edilmiş. Yâni az olsa da taksim edilecek mi, yoksa çok mal olduğu zaman mı taksim edilecek?.. Bazı âlimler: "Mal taksim edilebilecek kadar çok olmalı ki, vasiyet gereksin." diye düşünmüşler, o fikri beyan etmişlerdir. Nitekim Hazreti Ali Efendimiz bu kanaattedir.
İbn-i Abbas RA'da: "800 dirheme kadar olan maddi varlıklar, vasiyet edilme mecburiyetinin altındadır, yâni vasiyet etmeye lüzum yoktur." diye düşünmüş, fikrini beyan etmiş.
Hazreti Aişe-i Sıddıka Vâlidemiz de, ashabın hanımlarının àlimelerinden idi. O da vasiyet etmek isteyen kimseyi sormuş:
"--Kaç çocuğu, ne kadar malı var?"
Demişler ki:
"--Dört çocuğu var, üçbin dirhem malı var.",
"--Bu malda bir fazlalık yok; binâen aleyh ayrıca vasiyet etmesi icab etmez!" diye bir sınır, bir baraj, bir üst çizgi, veya bir alt çizgi olduğunu beyan etmişler.
Demek ki geride belli bir miktar, böyle hatırı sayılır bir varlık bırakmışsa, vasiyet edecek.
--Pekiyi bu ayet-i kerime neden nâzil olmuş?
"Eskiden, İslâm gelmeden önce, miras evlatlar tarafından hemen taksim ediliyordu. Vefat edenin anne babasına bir şey verilmiyordu. Yakın akrabalarına da bir şey verilmiyordu. Onların hakkının da olduğunu beyan için, onlara da bir şeyler verilmesini beyan etmek babından, bu ayet-i kerime inmiştir." diye rivayet ediliyor.
Fakat ondan sonra da, Nisâ Sûresi'nde --önümüzdeki zamanda inşâallah yaşarsak, nasib olursa o ayetleri okuduğumuz zaman göreceğiz-- miras ayetleri beyan ediliyor. Kime ne kadar verileceği belirtiliyor. Geride bırakılan mirasın taksim şekli, böylece daha açıklık kazanmış oluyor.
Onun için Peygamber SAS Efendimiz Haccetül-Vedâ hutbesinde buyurmuş ki:
(Elâ innallàhe a'tâ külle zî hakkın hakkahû felâ vasiyyete livâris.) buyurmuş. vedâ hutbesi de kendisinin çeşitli konularda bir vasiyeti gibi telakkî edilebilir. Nasihatleri var, vasiyetleri var: "Dikkat edin ki, muhakkak bilin ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri her hak sahibine hakkını tayin etmiştir, vermiştir. Artık varis için ayrıca bir vasiyet etme lüzûmu kalmamıştır." buyurmuş.
Bundan dolayı vasiyet etmese de, geride bırakılan mirasın anne babaya hangi şartlarda ne miktar verileceği, akrabaya hangi şartlarda ne miktar verileceği, çoluk çocuğa miras olarak nasıl dağıtılacağı beyan edilmiş.
Tabii vefat edenin de, bir miktar yine akrabalarından veya mirasa dahil olmayan insanlardan istediği bazılarına vasiyet etme hakkı var. Ama bunlar hakkında Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuş:
(Lâ yecûzu livârisin vasiyyetün illâ en yücîzehel-veresetü) "Varisin bir vasiyet etmesi caiz olmaz, uygun olmaz, ancak mirasa müstehak olan kimseler müsaade ederlerse..." buyurmuş. Bundan dolayı, "Bir insanın malının üçte biri, yâni geriye kalan mirasın üçte biri hakkında başkalarına vasiyet hakkı vardır." diye fıkıh kitapları kaydediyorlar.
c. Vasiyetle İlgili Görüşler
Şimdi bu ayet-i kerimede din alimlerimiz, fakihlerimiz çeşitli görüşler beyan etmişler. Bazı görüşleri şöyle özetlemek mümkün:
"Mirasla ilgili ayet-i kerimeler geldi. Binâen aleyh bu ayet-i kerimeye değil, o gelen ayet-i kerimelerdeki emirlere uygun olarak taksim edilir. Bu ayet-i kerime neshedilmiştir." demişler.
Bir kısmı da demişler ki: "Evet, o kimlere verileceği beyan edilen kimselere ashâbı ferâiz deniliyor. Yâni farîza olarak kendilerine malın belli miktarda verilmesi kimselerin dışındakilere vasiyet gene bâkìdir. Yâni nesih tamamen nesih değildir. Bütün bu ayet-i kerimenin tamamının hükmü öbür ayete bağlanmış değildir. Kısmendir, yâni miras hakkı olmayanlara da gene vasiyet olabilir. Bu da mendubdur. Yani muhtaçsa, onun da gönlü alınmış olur." diye beyan etmişler.
Bu ayet-i kerimede geçen el-akrabîn, karîb kelimesinin ism-i tafdilidir; daha yakın olanlar mânâsına geliyor. Tabii insanın pek çok akrabası, uzaktan yakından kimseler vardır. Anne-babaya, daha yakın olanlara vasiyet gerekiyor. Bu ayet-i kerimenin, daha yakın olan akrabaya kısmı mensuh değildir, hükmü devam etmektedir. Onlar için yazılabilir." diye beyan etmişlerdir.
Bir hadis-i şerif bu konuda rivayet ediliyor. Peygamber Efendimiz SAS buyurmuş ki:
(Mâ hakkumriin müslimin lehû şey'ün yûsî fîhi yebîte leyleteyni illâ vasiyyetühû mektûbetün indehû) "Malı mülkü olan bir insanın, bir müslümanın yanında vasiyeti --yastığının altında diyelim-- yanında vasiyeti yazılı olmadıkça iki gece yatması caiz değildir." diye buyurmuş.
Demek ki vasiyeti yazılı olacak, yanında bulunacak. Ölürse o vasiyetine bakacaklar. Bir vasiyet olması lâzım! Sahabeden bir zât-ı muhterem RA, "Bunu duyduktan sonra bir gece geçmedi, hemen vasiyetnâmemi yazdım, yanımda bulundurdum." diye beyan ediyor.
Şimdi bu miras var, mirasın taksimi var. Malın üçtebiri kadar kısmının başkalarına bırakılması, vasiyet edilmesi olabiliyor. Bu da mendubdur.
Burda nâsih-mensuh kelimesi bahis konusu ediliyor bu ayet-i kerime münasebetiyle. Kur'an-ı Kerim'de bazı ahkâm ayetlerinin hükümleri, daha sonra inen bir ayet-i kerimeyle neshedilmiştir. Nesheden ayete nâsih derler. Neshedilen ayete de mensuh derler. Ulemâ, sahabe-i kiram, sahabenin alimleri, müfessirleri bunu kabul etmişlerdir.
Yalnız bir şahıs var bunu kabul etmeyen, Ebû Müslim el-İsfahânî denilen bir müfessir. Bu şahıs, "Hiç nâsih, mensuh yoktur." diyor ama, ne seleften, selef-i salihînden, ne kendisinden sonra böyle ilim erbâbı bunu söylediğini söylememiş. O, nâsih, mensuh olan her şeyin, "Nâsih değil, mensuh değil, aynen cârîdir!" diye her birisinin bir izahını yapmaya gayret etmiş. Binâen aleyh burda da nâsihlik, mensuhluk yok, mübhem olarak söylenmiş olan, genel olarak söylenmiş olan bir hüküm sonra tafsil ediliyor diye söylemiş.
Onun hakkında Ebû Bekr-i Cessas Razî Ahkâm-ı Kur'an isimli eserinde --o kıymetli eseridir, basılmıştır-- orada bu zâtın hatalı görüşlerini uzun uzun beyan ediyor. Sahabe-i kirama aykırı davrandığını, fikirlerinin onların fikrinden ayrı olduğunu; bunun da edebiyatı biliyor, tefsiri biliyor ama fıkhı bilmiyor, ondan kaynaklandığını söylüyor. Onun hakkında bir hadis-i şerifi kaydetmiş. Bunu, yâni Cessas'ın Ebû Müslim El-İsfahâni hakkında söylediklerini ben de size nakletmek istiyorum. Rahmetullàhi aleyhim ecmaìn, bu alimlerin hepsine Allah rahmet eylesin. Hep Allah rızası için konuşmuşlar.
Rasûlüllah SAS buyurmuşlar ki:
RE. 436/7 (Men kàle fil-kur'âni bire'yihî feesàbe fekad ahtaa) "Kim Kur'an-ı Kerim'de kendi fikriyle, kendi kanaatiyle, kendi görüşüyle bir söz söylerse, (feesâbe fekad ahtaa) isabet etse bile hata etmiş olur."
Neden?.. Kendi bildiğine söylemiş olur. Çünkü Allah'ın kelâmıdır. Kendi bildiğiyle, "Bana göre böyle.." demekle olmaz. Sağlam delil olması lâzım! Hadis-i şerifleri bilmesi lâzım! Sahabe-i Kiram'ı dinlemesi, kulak vermesi lâzım! Eski büyük alimleri, allâmeyi hesaba katması lâzım! Öyle onlara aykırı bir şey yaptığı zaman, işin yanlış olduğunu düşünmesi lâzım.
Tabii o, tarihte bir Ebû Müslim El-İsfahânî böyle, "Nâsih, mensuh yoktur." demiş. Ötekiler de olduğunu beyan ediyorlar. Ulûm-u Kur'an ile ilgili kitaplarda böyle buyruluyor. Bir de son zamanlarda bazıları, Mısır'da bazı kimseler ve Türkiye'de de bazı kimseler, tabii böyle nadir görüşleri vs.leri ele alıp, onlar da konuşuyorlar.
Ama Kur'an-ı Kerim, Allah kelâmı olduğundan, orada ileri geri, bilgisi tam olmadan, derin olmadan, takvası zayıf olan insanların, bu konuda böyle gelişigüzel konuşmaları uygun olmaz.
İşte böylece görüşleri yazdıktan sonra, demek ki miras hakkında zâten Kur'an-ı Kerim'in ayetleri var. O ayetlerin ahkâmına uygun olarak taksim edilecek. Ama bu ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi akrabaya, akrabadan bazılarına da malın üçte biri kadar vasiyet edilebilir. Bu böyle beyan edildikten sonra, (Hakkan alel-müttakîn) "Müttekìlere bu bir vazifedir. Bunu yerine getirmek, hakkıyla ifâ etmek bir ödevdir. Bir haktır, vazifedir. Bunu yapması lâzım!"
Bu müttakîler kimler?.. Ya mal sahibi olup, vefat etmek üzere olup da, vasiyet yazması gereken kimselerdir. Onlar bu vasiyeti yapmalılar mânâsına... Ya da, bu vasiyeti duyup dinleyenler ve bunu yerine getirmek, icra etmek, vasiyeti ifâ etmek müttakîler için bir vazifedir. Yapmazlarsa suçlu olurlar mânâsına.
d. Vasiyeti Değiştirmenin Hükmü
Evet, böyle vefat eder, vasiyet etti, ötekiler dinledi, mal taksimi ona göre taksim edilecek. Ondan sonraki ayet-i kerimede de buyruluyor ki:
(Fe men beddelehû ba'de mâ semiahû) "Kim bu vasiyeti işittikten sonra... " Yâni kendisine vasiyet havale edilen kimse, yahut şahidler, veya vefatından sonraki işleri yürütmekle görevli görevliler, hukkâm, kadılar vs. neyse... "Kim bu vasiyeti işittikten sonra; ya bizzat işitir, ya da işitmiş gibi bildikten sonra bunu değiştirirse..." Çünkü şahidler vardır veya yazılıdır, o zaman da kesin olarak bildiği zaman, işitmiş gibi bilmiş olur. "Bunu değiştirirse, ifâ etmezse, tağyir ederse, değiştirirse, çarpıtırsa, saptırırsa; (feinnemâ ismehû) bu tebdil ü tahrifin, tağyirin günahı, vebâli, (alellezîne yübeddilûnehû) bunu tebdil edenlerin boynunadır."
(İnnallàhe semîun alîm) Semi', faìl vezninde, mübalağa sîgasıdır; yâni Cenâb-ı Hak son derece her şeyi iyi işitir. Alîm de yine mübalağa sîgasıyla; her şeyi iyi bilir. "Allah her şeyi hakkıyla, tam olarak, eksiksiz işiticidir, bilicidir."
Burda bir tabii tehdit var ayet-i kerimede: "Vasiyete çok dikkat edin ey ilgililer!" Kimse ilgili; ister mirasçılar olsun, ister mirası taksimle görevlendirilmiş kimseler olsun, ister hakimler olsun, onlara tehdit var. Değiştirmek olmaz. Vasiyet çok önemli işlerden biridir.
Bursa Ulu Camii'nde arka duvarında bir büyük levha vardır: (İttekl-vâvât) "Şu vavlardan sakının..." diye. Birisi bu işte vasiyet meselesidir. Vasiyet ciddi iştir, hukkî bir iştir. Hatta miras hukuku diye koca, kalın kitaplar vardır, hukuk fakültelerinde okurlar hukuk öğrencileri. Tabii İslâm'ın miras hukuku da Avrupa'nın miras hukundan ayrıdır, hükümleri farklıdır tabii.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bu değiştirenleri işitir ve bilir. Binâen aleyh, onları cezalandırır demek. Yâni titizlikle yerine getirmek lâzım. Asla adam kayırma veya düşmanlıkla, husûmetle işi değiştirme tarafına kaymamak lâzım!
Bu mal dolayısıyla insanlar çok kavgalar eder, hatta savaşlar eder. Dünya metaı için birbirlerine girerler. İki köy silahları alır, birbirleriyle çartışır. Ama Allah'tan korkmak lâzım; fânî dünyanın geçici malları, mülkleri, menfaatleri için günahlı, yalan yanlış, zulüm, haksızlık işlerini yapmamak lâzım!..
Bu önemli bir nasihattir bütün müslümanlara: Vasiyetleri hem yapmak, hem de yapılmış vasiyetleri yerine getirmek...
Hâl-i hayatında vasiyet yapmış olan insanları biliyoruz. Meselâ bizim vakfımıza bir zât, "Benim sadaka-i câriyem olsun." diye hâl-i hayatındayken bir bina vermiş. "Bu bina benim vakfım olsun, işte şu hayırlı işlerde kullanılsın. Ben de sevap kazanayım!" diye. Ondan sonra, Allah rahmet eylesin, eceli gelmiş, vadesi yetmiş, ömrü bitmiş, ahirete irtihal eylemiş. Allah rahmet eylesin, nûr içinde yatsın, Allah razı olsun... İnsan kendi malını istediği gibi kullanır. Mirasçılar şimdi bırakılan malları paylaşmak istiyorlar. Hem de hâl-i hayatında yaptığı hayrâtı hasenâtı geri almaya çalışıyorlar.
Tanığımız vardı meselâ, nur içinde yatsın... Hâl-i hayatında, sonradan bir haksızlık, yanlışlık olmasın diye kendisi hukukçulara danışarak, her türlü tedbiri alarak bütün mirasçılarına, --çocuğu yoktu-- hanımına vs.ye, hepsine malını güzelce hâl-i hayatında taksim etmiş. Vefat etti, nur içinde yatsın. Babası da salih bir kimseydi, kendisi de iyi bir kimseydi, Allah rahmet eylesin... Çok sevdiğimiz bir insandı.
Ondan sonra hanımı çok ayıp etti. Vasiyeti yerine getirmemek için, hayır olarak verdiği şeyleri geri almak için çiğ işler yaptı, yalan yanlış işler yaptı. Bu ayet-i kerimeler işte göz önünde bulundurulmalı!..
e. Yanlış Vasiyetin Düzeltilmesi
(Femen hàfe min mûsin cenefen ev ismen) Şimdi burada mûsin, muvassî, yâni tavsiye, vassâ-yuvassî-tavsiyen, o kökten geliyor diye öyle okuyan kıraat alimleri var. Ama bizde evsà-yûsî fiilinden mûsî, ism-i fâil. Min geldiğinden mûsîyyin denmesinden, ye düşüyor, mûsî oluyor.
"Vasiyet edenden bir yanlış hareket çıkmasından, bir yanlışlık yapılmasından kim korkarsa..." Kimdir bu? Vefat edecek insanın yanında bulunan, alim, fâzıl, bilgili, görgülü, tecrübeli olan zât. Şimdi nasıl olur bu korkulacak şey?..
Cenef ne demek? Hata demek. "Bir hatadan korkarsa, (ev ismen) yahut bir günah işlenmesinden, günah çıkmasından korkarsa..." Ne olur?.. Yâni hata olarak veya kasden haktan ayrılıyor, adaletten ayrılıyor, iylikten ayrılıyor, ma'ruf ifâ etmiyor. Halbuki (el-vasiyyetü bil-vâlideyni vel-akrabîn bil-ma'rûfi); ma'ruf ile yapılacaktı, iyilikle yapılacaktı, iyi niyetle yapılacaktı. Akla ve şeriate uygun olacaktı yaptığı şey. Öyle yapmaz da, aykırı yaparsa, meselâ yakın akrabayı bırakıp da, uzaktakileri kayırmaya kalkarsa; veya akrabayı bırakıp yabancılara mal kaydırmaya çalışırsa; veya kendisine verilenden fazlasını verdirmeye çalışırsa; veya vâristen mal kaçırmak gibi bir şey yapmaya kalkarsa... Tabii varisten mal kaçırmak da doğru değil.
İşte böyle bir takım yamuklukları sezdi mi bir salih, iyi insan, o zaman; (feaslaha beynehüm) bu malla alâkalı kimselerin aralarını islâh eder. Yâni konuşur: "Bak bu öyle vasiyet etti ama, malı buna çokça verdi ama, bak sen bunu çok alırsan, Allah'ın takdirine aykırı olarak almış olursun. Allah bunun hesabını sorar. O yanlış yaptı, bak buna bu kadar verilmesi gerekirdi." diye malı alanların arasını islâh eder.
Ya da vasiyeti yapanı ikaz eder. Ama burada (felâ isme aleyhi) "Bu iyi işi yapana bir vebal yoktur." deniliyor. Yâni adam öldükten, iş olduktan sonra kendi elinde imkân varsa, böyle işi düzeltirse; öyle vasiyet etmemişti ama, yanlış bir şey vasiyet etmişti ama doğrultarak yaparsa; o zaman ona bir günah yoktur.
Ama bu çok kolay bir şey değildir, bu ince bir meseledir. İbn-i Abbas RA'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah SAS buyuruyor ki:
RE. 220/3 (Ed-dırâru fil-vasiyyeti minel-kebâir) "Vasiyette zarar verici vasiyet yapmak, birileri mağdur edici vasiyet yapmak, büyük günahlardandır."
(Tilke hudûdullàhi felâ ta'tedûhâ) "Allah'ın ahkâmı bunlardır, bunları çiğnemeyin, bunları aşmayın, taşkınlık, azgınlık yapmayın!" diye ayet-i kerimeler var.
Onun için çok dikkat etmek lâzım. İslâh edeceğim derken, haksızlık yapmamağa dikkat etmek lâzım. Haksızlığı da vasiyeti yerine getirceğim diye, pat diye yanlış olarak da yapmamak lâzım! Görüyorsunuz, bu vasiyetle ilgili herkes çok sorumluluklar üstleniyor.
Ebû Hüreyre RA'den bir hadis-i şerif rivayet olunmuş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
(İnner-racüle leya'melü biameli ehlil-cenneti seb'îne seneten feizâ evsà hâfe bivasiyyetihî feyuhtemu lehû bişerri amelihî feyedhulün-nâr, ve inner-racüle leya'melü biameli ehlin-nâri seb'ìne seneten feya'dilü fî vasiyyetihî, feyuhtemu lehû bihayri amelihî, ve yedhulül-cenneh.) diye bir hadis-i şerif rivayet edilmiş. İbn-i Kesir'de ravileri var.
Bunun mânâsını söyleyelim, çok önemli! Çok dikkatle dinlemenizi rica ediyorum. Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:
(İnner-racüle) "Bir kişi, bir adam..." Tabii kadın da olsa, onun için de cârîdir. Mükellef olan herkes bunun içine girer, bu hükmün altındadır yâni: (İnner-racüle leya'melü biameli ehlil-cenneh) "Bir kişi cennetlik insanların, cennet ehlinini icraatı gibi icraatı icrâ eder..." Ne kadar? (Seb'îne seneh) "Yetmiş sene cennetlik insanların amellerini yapar. Namaz kılar, oruç tutar, tesbih çeker, hayır yapar vs. vs. (Feizâ evsà) Tam vasiyet edeceği zaman gelince..." (Hâfe) Bu noktasız hâ ile, hâfe-yahîfu-hayfen; haksızlık yapmak demek. "Haksızlık yapar (bivasiyyetihî) vasiyetinde, (feyuhtemu lehû bişerri amelihî) böylece kötü bir amel işlemiş olarak vefat eder. Tam hayatının en son icraatı, kötü bir iş işlerken canı çıkmış, ruhunu teslim etmiş olur; (feyedhulün-nâr) cehenneme girer.
(Ve inner-racüle) "Buna mukabil bir başka adam da, bir başka kişi de, kadın veya başka bir kimse, yâni herkes; (feya'melü biameli ehlin-nâr) cehennemliklerin işini yapar durur, ihmâl, kusur, cahillik, günah yapar yapar (seb'ìne seneh) yetmiş sene... (Feya'dilü fî vasiyyetihî) Sonunda vasiyetinde haksızlık olmayan, àdilâne bir vasiyet yapar; (feyuhtemu lehu bihayri amelihî) en son güzel ameli işleyerek böyle güzel amelle ruhunu teslim eder, (ve yedhulül-cennete) o ruh haliyle cennete girer."
Demek ki vasiyet çok önemli. Vasiyette çok dikkat etmek lâzım. Vasiyet edenin de vasiyeti dinleyenlerin de, uygulayanların da, malı, mirası alanların da çok dikkat etmesi lâzım!
(İnnallàhe gafûrun rahîm) İşte böyle haksızlık yapanların haksızlığını anlayıp da vasiyeti nasihatle veya fiilen müdahale ederek düzeltenlerin günahı yoktur. Bunların herhangi bir vebâli yoktur, müsterih olsunlar. "Acaba aynen vasiyeti uygulasa mıydım. 'Vasiyeti yapan o, vebâl onundur. Bana ne?' mi deseydim. Yoksa düzeltmem mi iyi oldu?.." diye düşünmesin! Düzeltmesi iyi oldu. (Felâ isme aleyhi) "Endişe etmesin; bir korku, günah, vebal yoktur onun için. (İnnallàhe gafûrun rahîm) Cenâb-ı Hak çok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir, afv ü mağfiret eder." buyuruyor.
Bazı şeyler iyi niyetlerle yapıldığı zaman, Cenâb-ı Hak, günah yazmaz. Meselâ İslâm'da yalan yasaktır, günahtır. Müslüman mutlaka doğru sözü söyler. Doğru, evet öyle, amma savaşta yalan söylenir. Düşman yakaladı:
"--Birlikleriniz nerde, toplarınız nerde, askerleriniz ne kadar, mühimmâtınız ne kadar, kuvvetli misiniz, zayıf mısınız?.." diye sordu.
O zaman doğru söylenir mi? Söylenmez.
"--Dosdoğru, dobra dobra söyleyeyim mi?.."
Hayır, söylenmez!
"--Neden?.."
Savaş, harb hud'adır.
İki arkadaşın dargınlığını barıştırmak için, "İşte o seni seviyor... Bu da pişman olduğunu söylüyor, seninle barışmak istiyordu..." filân. Bu da caiz olur.
Bir de, bey ile hanım arasında caiz olur. Hangi konuda?.. Yâni aile muhabbeti bâbındaki mübalağalı sözler, yâni o da dosdoğru söyleyeceğim diye, "Nasılsın kör kadı?" gibi bir lâf söylenmez. Tatlı tatlı iltifatlar filân olabilir, hilâf-ı hakikat olsa bile söylenir. O zaman olabilir.
Demek ki, işlerde niyet çok önemli olduğundan böyle oluyor. Niyet iyi olunca, sevap oluyor. Niyet kötü olunca, günah oluyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi hep iyi niyetlerle, güzel işler yapmaya muvaffak eylesin... Her işimizi adaletle, rızasına uygun yapamaya muvaffak eylesin... Ömrümüzü rızasına uygun geçirip, huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasib eylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi, cümlemizi müşerref eylesin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
11. 07. 2000 - AVUSTRALYA