04. 07. 2000 AKRA TEFSİR SOHBETİ

(Bakara: 178 - 179)

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

Hazırlayan: ERKAYALAR

-------------------------

KISASTA HAYAT VARDIR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler. Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi dünyada ahirette üzerinize olsun.

a. Kısasın Farz Oluşu

Bakara Sûre-i Şerifesi'nin 178 ve 179. ayet-i kerimelerine geldik. Bu ayet-i kerimeler kısas ayetleridir, kısasla ilgilidir. Önce mübarek metinlerini okuyalım. Buyuruyor ki Rabbimiz Tebâreke ve Teàlâ, ezü billâhi mineş-şeytânir-racîm, bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümül-kısâsü fil-katlâ, el-hürru bil-hürri vel-abdü bil-abdi vel-ünsâ bil-ünsâ, femen ufiye lehû min ahîhi şey'un fettibâun bil-ma'rûfi ve edâun ileyhi biihsân, zâlike tahfîfun min rabbiküm ve rahmeh, femeni'tedâ ba'de zâlike felehû azâbün elîm.)(Bakara: 178)

(Ve leküm fîl-kısàsi hayâtün yâ ülil-elbâbi lealleküm tettekn.) (Bakara: 179) Sadakallàhül-azîm.

Önce kısaca meâlini Türkçe olarak ifade etmeye çalışayım:

(Yâ eyyühellezîne âmenû) "Ey iman edenler!" Ellezîne, o kimseler ki demek. Aslında harfiyyen tercümesi: "Ey o kimseler ki iman etmişlerdir, iman ettiler; yâni iman edenler! (Kütibe aleykümül-kısâs) Sizin üzerinize kısas yazıldı. (Fil-katlâ) Ölüler, öldürülenler, maktüller hakkında, konusunda kısas yapmak yazıldı üzerinize. (El-hurru bil-hürri) Hür mukabilinde hür, (vel-abdü bil-abdi) köle mukabilinde köle, (vel-ünsâ bil-ünsâ) kadın mukabilinde kadına kısas yapılması yazıldı."

(Femen ufiye lehû min ahîhi şey'ün) "Karşı taraftaki müslüman kardeşinden, öldürülenin tarafından kime aftan bir şey bağışlanmışsa, bir kapı açılmışsa; kardeşinden kendisi için bir şey affolunmuşsa, cezâda bir af düşünülmüşse; (fettibâun bil-ma'rûfi) ma'ruf ile ona ittibâ etmesi boynunun borcu olur, (ve edâün ileyhi biihsân) ve iyilikle ona ödemesi gerekir. (Zâlike tahfîfün min rabbiküm) Bu hüküm Rabbinizden size bir hafifletmedir, kolaylıktır, kolaylaştırmadır; (ve rahmetün) ve acımadır, rahmettir. (Femeni'tedâ ba'de zâlike) Bu hükme rağmen, bundan sonra kim haddi tecavüz eder, sınırı aşar, hükmü çiğner, sözünü tutmazsa; (felehû azâbün-elîm) ona çok elem verici bir azab vardır."

Bu 178. âyet-i kerime. 179. da şöyle:

(Ve leküm fîl-kısàsi hayâtün) "Sizin için kısas yapmakta hayat vardır, (yâ ulil-elbâbi) ey akıl sahipleri! (Lealleküm tettekn) Tâ ki bu hükümlere uyup, korunmuş olasınız, korunasınız."

Şimdi tabii bu sözlerin böyle kısaca anlatılıp söylenivermesinden böyle bir derin hukuk meselesinin hemen kavranılması mümkün değil. Bunun üzerinde haftalarca, aylarca dersler yapar hukuk fakültelerinde hukukçular... Hocalar, talebelere bunu uzun uzun anlatırlar. Böyle çerçeveyi söyledikten sonra, biz de açıklamaları yapalım:

Konu, görüyorsunuz bir öldürme, katletme olayı olduğu zaman, katletmede kısasın müslümanlara bir vecibe olarak, bir mecburiyet olarak, uyulması gereken bir hüküm olarak boyunlarına yazıldığı, müslümanlara emredildiği anlaşılıyor. Kısas yapılacak. Hüre hür, köleye köle, dişiye dişi... Kim karşı taraftan, kendisi suçlu olmasına rağmen bir affa mazhar olursa, o affedilmesi neye dayanıyorsa, o zaman ona böyle iyilikle ittibâ etmesi onun boynunun borcudur. Kendisinden diyet taleb ediliyorsa, onu da güzellikle ödemesi gerekir.

Bu böyle olması ümmet-i Muhammed için bir hafifletme ve bir rahmettir, acımadır. Bütün bunlara rağmen bu konuda, öldürmede ve öldürdükten sonraki davranışlarında kim sınırı aşar, geçer, dikbaşlık eder, dinlemezlik yaparsa; ona elim bir azap vardır. Hem bu kısas denilen hukukî muamelede, ey akıl sahipleri sizin için hayat vardır! Bunu yaptığınız zaman, nelerden nelerden korunmuş olacaksınız, denmiş oluyor.

Bir insanın, bir insanı öldürmemesi lâzım. Çünkü hayat muhterem. Canı Allah veriyor. Kalkıp da birisinin bu canı almağa, cana kasdetmeye, can sahibi, ruh sahibi bir kimsenin hayatına son vermeye, yâni Türkçesi, onu öldürmeye dînen hiçbir hakkı yok. Mâsum bir insanın, suçsuz bir insanın böyle öldürülmesine hiç bir müsaade yok.

Pekiyi, fiilen bu olmuşsa, yâni birisi birisini öldürmüşse; işte Türkiye, işte tarih, işte başka ülkeler, dünyanın her yerinde işte olaylar, işte gazeteler, televizyonlar... Yâni evet hayat muhterem, insanlar kardeş kardeş geçinseler ne iyi olur. Kimse kimseye haksızlık yapmasa. Haksızlığın en kötüsü, en fenâsı, telâfisi en zor olanı, mümkün olmayanı, artık ölenin hayatını geri getirmek mümkün olmuyor, en kötüsü de adam öldürmek.

--Pekiyi bu olunca ne olacak?

Tabii öldürülenin taraftarları var. Meselâ Allah etmesin, onlar nânıma şöyle bir düşünün! Kendinizi onların yerine koyun demiyorum, onların ne düşündüğünü anlamaya çalışın. Babası, kardeşi, neyse kocası, birisi öldürülmüş. Ne yapar?.. İntikam hissi duyar, katili eline geçirse parçalamak ister, öldürmek ister, yok etmek ister. Yâni, "Mâdem o benim sevdiğim falanca insanı öldürdü, o halde ben de onu öldüreyim!" der. Bu bir şey.

--Pekiyi affetsek... O zaman affetsek, yâni öldürene hiç cezâ vermesek, yâni bu öldürülen tarafın bu kızgınlığı iyi değil. Tamam, ölen ölmüş, bari bir kişi daha ölmesin, affetsek...

Bu cezâların nesi vardır? Cezâların caydırıcı özelliği vardır, caydırıcılığı vardır. Yâni cezâlar niçin oluyor?.. Cezânın mantığı nedir, sebebi nedir, mevcut olmasının sebebi nedir?.. Cezâlar suçların azaltılması içindir. Suçlunun cezâlandırılması, başkasına ibret olsun, başkası o cezâdan korksun, onu yapmasın diyedir. Demek ki cezâsız bırakmak da insafa, adalete uygun değil. Ne yapmak lâzım?.. İşte en güzel olan şey kısastır.

Şimdi bu kısasın ne olduğunu açıklayalım ama, bu öldürülenin duygularını anlatmak bakımından tefsir kitaplarında yazılıyor ki:

Eşraftan bir kimsenin bir yakını öldürülmüş. Tabii öldüren taraf bir kabile, öldürülen taraf bir kabile. Şimdi bir kişinin öldürülmesi dolayısıyla iki kabile harp mi edecek? Olan olmuş, öldürmüş. Yâni kavgada öldürülüyor, sarhoşken öldürülüyor vs. Ne olacak? Öldüren taraf gelmiş. "Yâ biz bu işten çok pişmanız." demek istediler herhalde, gelmişler, demişler ki:

"--Yâni ne yapalım. ne istersin? Nasıl telâfi edebiliriz bu işi?" diye sormuşlar öldürülenin yakınına, akrabasına.

Şimdi onun cevaba bakın! Demiş ki:

"--Üç şeyden birisini isterim, üç şey söyleyeceğim, ya onu yapın, ya onu yapın, ya onu yapın!"

"--Nedir bu üç şey?" diye heveslenmişler.

Demiş ki:

"--Birincisi, öldürülen oğlumu geri getirin!"

Tabii onu yapmaya imkânı yok öldürenlerin. İşte işin en kötü tarafı bu zâten, telâfisi mümkün olmayan bir şey. Haksız yere birisi öldürüldü mü, ölen haksız yere gitmiş oluyor ve hayat geri gelmiyor. Tamam, onu yapamayacaklar, onu çizmişler, olmayacağını anlamışlar.

Sonra:

"--Ya da evimi semânın yıldızlarıyla doldurun!"

Yıldızları bu evin içine doldurmak beşerin imkânı dışında olan bir şey... Öyle bir şey demese de meselâ, "Evimi altın gümüş doldurun!" deseydi, onu bile yapamazlardı. E onu da yapamayacaklar.

Sonra, üçüncü olarak demiş ki:

"--Bütün kavminizi bana teslim edersiniz, ben sonra hepsini öldürürüm. Öldürdükten sonra da oğlumun intikamını almış sayılmam. Oğlumun dengi olmaz yâni... Hepsini öldürmek bile, oğlumun acısının veyahut kadr ü kıymetinin karşılığını sağlamaz." demiş.

İşte öldürülenin taraftarlarının --babası, annesi, neyse-- arzuları bu.

Araplardan bazıları, bu öldürme konularında şöyle uygulama yaparlarmış. Öldürenin kim olduğuna bakarlarmış. Eşraftansa durum başka, köleyse durum başka... Öldürülenin durumuna bakarlarmış, yâni köle mi, eşraftan mı, erkek mi, kadın mı?.. Derlermiş ki:

"--Biz sizden daha şerefliyiz, daha üstünüz. Siz bizim bir kölemizi, hizmetçimizi öldürdüyseniz; o zaman sizden bir hür kimseyi öldüreceğiz. Çünkü biz sizden daha şerefliyiz. Onu öldürmemiz lâzım ki, karşılık olsun. Siz bizim kadınlardan birisini öldürürseniz, --tabii erkekler daha kıymetli, savaşıyor vs. onların mantıklarına göre-- o zaman bir erkek öldürmemiz lâzım." derlermiş.

Bazıları da "Öldürülenin yerine iki tane, üç tane, beş tane adam öldürülürse ancak gönlümüz rahatlar, karşılık olarak kabul ederiz." derlermiş.

Tabii karşı taraf bunu yapmaya kuzu kuzu razı olmayınca, bu sefer kabileler arasında savaş başlıyor; o onu öldürüyor, o onu öldürüyor...

Türkiye'de de işte Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da duyuyoruz, Allah akıl fikir versin, kurtarsın... Köyler kabileler, aşiretler birbirine giriyor, yüzlerce veya onlarca veya müteaddit insan ölüyor. Neden? Bu o kabileden, bu o kabileden...

--Şimdi sen bunu öldürdün, niye öldürdün?

--Öbür kabileden birileri, bizden birisini öldürmüşlerdi.

--Canım, katili bul, onu öldür! Yâni bunu niye öldürdün?

--Olsun! Bu karşı kabileden ya, işte kim olursa olsun... Katili yakalayamadım, ben de bunlardan bir tanesini yakaladım, öldürdüm.

Tabii bu İslâm'da hiç yeri olmayan bir şey. Yâni bu şahıs hiç suçsuz bir kimseyse; kendi halinde, iyi huylu, tatlı dilli bir kimseyse; sırf bu kabileden olduğu için veya sırf o aileden olduğu için öldürülür mü?.. Meselâ beş tane kardeş olur, hepsinin huyları, halleri başka türlü olur. Kimisi ayyaş, serseri, haydut olur; kimisi âlim, fâzıl, kâmil olur. Suçlunun yerine başkasını öldürmenin anlamı yok.

Onun için hukukta suçun şahsîliği vardır. Yâni suçlu olan cezalandırılır. Suçlu yerine karısı, veya çocuğu, veya babası, veya akrabası, veya kabilesinden bir kimse cezâlandırılmaz. Yâni insafa uyan, sığan bu oluyor tabii.

Şimdi öldüren, öldürülenin yerine kısas edilecek. Yâni bu taraf öldürülsün derse; cana can, katil öldürülecek. Başka âyet-i kerimede de geçiyor, önümüzdeki Sûre-i Mâide'de gelecek. Burada kadın-erkek, hür-köle, diye geçmiş; ileriki âyet-i kerimede hepsini içine alan kelime kullanılıyor:

(En-nefse bin-nefsi) "Cana can..." demek. Bir cana kim kıymışsa, onun da canına kıyılır. Yâni "Çalma kapısını, çalarlar kapını!", "Rüzgâr eken fırtına biçer." Kim ne yapmışsa ettiğini bulur. Öldüren de öldürülür.

--Pekiyi elli kişi toplandı, birisini linç ettiler, öldürdüler. Asıl katil belli değil, hepsi katıldı?..

İslâm'da öldürenler tek kişi olsa da, müteaddit olsa da, bir kaç kişi olsa da, ne kadar olursa olsun, öldürme işine iştirak etmişse, hepsi kısas edilir. Yâni öldürülür.

b. Kısasın Diyete Çevrilmesi

--Olan olmuş, ölen ölmüş, hiç bir çare yok mu?.. Öldüren de pişman... Şu sebeple öldürdü. O geldi, vurdu, derken altına yatırdı, alt alta üst üste... İşte nefsini müdafa etmek... Öldürülen haksız gibi... Ama öldürmemesi lâzımdı. Yâni bir çare, herhangi bir başka kapı yok mu?..

Esas olan öldürenin öldürülmesi, kısas ama, İslâm çeşitli durumların karşısında bir güzel çare getiriyor, affetme hakkını getiriyor. Öldürülenin velisi, vârisi olan kimse, "Allah versin senin cezânı, ondan bul! Sen benim yakınımı öldürdün ama ben seni öldürmüyorum, cezânı Allah versin!" diye affedebiliyor, kısastan vaz geçebiliyor.

Yâni insanî olan, hukukta kapalı olan, duvar olan yere bir kapı koyuyor. Kilitli bir kapı ama icabında açılabilen bir kapı koyuyor. Sadece bir duvar koymuyor, ille öldürülecek demiyor.

--Hiç öldürülmeyecek denmesi de doğru mu?

Hayır! O zaman da, herkes önüne geleni öldürsün mânâsına geliyor. "Katiller öldürülmesin, trafik suçu işleyenler cezâ yemesin, vergi kaçıranlar cezâya çarptırılmasın, suç işleyenler cezâ görmesin..." desek olur mu?..

Cezâ hukukun bir parçasıdır. Cezâ ve mükâfat nizâm-ı âlemin önemli esaslarından birisidir. Cezâ olacak tabii toplumlarda. Hiç bir toplum cezâsız olmamıştır, mutlaka suçların bir cezâsı vardır.

Suçu affetmek, hele hele hatırlı, eşraftan olan kimselerin suçlarını affetmek, çok büyük adâletsizliktir. Aşağı takım, kimsesiz, yoksul, güçsüz, mevkisiz, makamsız insanlar cezâya uğratılıp, ötekilerin cezâya uğratılmaması, daha büyük adâletsizlik, daha korkunç bir şey. Şairin dediği gibi:

Milyonla çalan mesned-i izzetle serefrâz,
Bir kaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir.

"Milyonla çalan başlarda geziyor, yüksek mevkilerde oturuyor; bir kaç kuruşu çalan hapislerde şiddetli cezâlara çarptırılmış, kürek cezâsına çarptırılmış, cezâ çekiyor."

Eşrâfın suçlarının uygulanmaması, affedilmesi; zavallıların, masumların, ahâlinin cezâlandırılması; o da adâletsizlik. Kim olursa olsun cezâlandırılacak.

Cezâyı tam kaldırmak, yapılmasın demek de doğru değil. Tam uygulansın dediğiniz zaman da, hukukun önüne bir duvar örüyorsunuz. Meşrû sebepleri hiç o zaman nazar-ı dikkate almamış oluyorsunuz. O da doğru değil!

Kısas... Kısasın ilk adımı; "Öldürülsün! O benim yakınımı öldürdü, binâen aleyh cezâsını çeksin!" diyebilir. Bu bir.

İkincisi; "Öldürülmesin de, Allah cezâsını versin, ne yaparsa yapsın. O bir cinayet işledi, biz cana kıymıyoruz." dese, bu da olabilir. Bu da varislerinin bileceği bir şey. Tabii Allah affetmek konusunda mükâfatlar verecek. Suçlunun da cezâsını, âhirette ne ise verecek.

Üçüncü bir şekil de "Affederim ama şartlı affederim." derse. Yâni şu kadar mal versin, bu kadar diyet ödesin, şu kadar kan bedeli ödesin derse o zaman da olabilir. O da bir kısas. Bu sefer işlemin cezâsı bu hale getirilmiş oluyor.

Tabii, bu kapının açılması, (tahfîfun min rabbiküm) "Rabbinizden bir hafifletmedir. Hükmün ağırlığını hafifletmedir, kolaylaştırmadır. (Ve rahmetün) Ve tarafeyn için, her iki taraf için de bir rahmettir." Onun izahını yapacağız.

Şimdi bu kısas işte böyle bir şey. İlle cana can diye öldürmek değil; karşı tarafın dilediği takdirde affetmesi, dilediği takdirde diyet almak sûretiyle meseleyi kapatması.

(Yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümül-kısâsü fîl-katlâ) Katlâ kelimesi katîl kelimesinin çoğuludur Arapça'da. Katîl de, maktül demek. Biz "maktül" diye kullanıyoruz. Araplar "katîl" kelimesini kullanırlar, edebiyatlarında şiirlerinde geçer:

İnne biş-şi' billezî dûne salhin lekatîlâ.

"Salh ötesindeki vadide bir ölü var, maktül var." Böyle şiirlerinde geçer.

Katîl maktül mânâsına. (Faîl bima'nâ mef'l) derler buna; ism-i mef'l mânâsına, faîl sigasıyla kelime. Katîl'in çoğulu da katlâ geliyor. "Maktüller konusunda, öldürülen kişiler konusunda sizin üzerinize kısas yapmak görevi vazife olarak yazıldı. Kısas icrâ etmek boynunuza, omuzunuza vazife olarak yüklenildi. İnananlara, mü'minlere Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle buyuruyor.

Binâen aleyh kasden öldürünce, öldürülecek. Ama affederse, ya da sulh şartlarını ileri sürüp de, şöyle olursa affederim derse, o yapılacak.

(El-hürru bil-hürri vel-abdü bil-abdi vel-ünsâ bil-ünsâ) Hür; serbest kimse, esir olmayan demek. Abd de Arapça'da bir kaç mânâya gelir. Bir mânâsı erkek köle demek, köle mânâsına. Burada o mânâya kullanılıyor. Yâni hür olmayan, esir olan mânâsına.

Şimdi tabii İslâm'da esas itibariyle müslüman esir edilmez. Yâni müslüman tamamen hürdür. Ama savaşta ve sâirede esir edilmiş de, sonra müslüman olmuşsa, ayrı. Müslüman oldu diye esâreti kalkmıyor. Bağışlanırsa veya kendi mükâteb olursa, antlaşma yaparsa, esaretten kurtulma yolları gösteriliyor.

Buradaki abd köle demek. Hürriyet sahibi olan, hürriyet sahibi olan mukabilinde; köle, köle mukabilinde; kadın, kadın mukabilinde öldürülür.

Ünsâ kadın demek. Ünsâ elif-nun-peltek se ve ye ile yazılır. Zükûr ve inâs gibi, ünsâ kadınlar demek. Şimdi burada can esas olduğundan âlimlerimiz, hukukçularımız yâni fakihlerimiz, müctehidlerimiz. Dişi erkeği öldürmüşse dişi öldürür, erkek dişiyi öldürmüşse erkek öldürülür. Yâni her iki cins arasında can sahibi olmak bakımından bir fark yok.

Yalnız bazı İslâm hukuk mezheplerinde, İmam Mâlik ve İmam Şâfî bunu kabul etmekle beraber köle hürü öldürülürse kısas edilir de; hür, köleyi öldürürse zaten köledir. O zaman onun öldürülmesinde İmam-ı Âzâm'dan farklı düşünmüşler.

Sonra anlaşmalı, muâhed, kendisiyle ahdedilmiş de İslâm âleminde duran bir gayr-i müslim, müslümanı öldürürse kısas edilir; bir müslüman onu üldürürse bu hususta da ihtilaf etmiş mezhep sahipleri. Bunun sebebi olarak şunları saymışlar:

Bir adam kölesini öldürmüş, Resûlullah Efendimiz onu öldürtmemiş ve cezâlandırmış. Yâni sopa vurdurmak, nefyetmek sûretiyle ciezalandırmış ve kısas yapmamış. Sonra bazı hadis-i şerifler var, meselâ:

(Mines-sünneti en lâ yuktele müslimun biahdin ve lâ hürrin biabdin.) "Sünnettendir, müslümanın ahdli bir gayri müslim için öldürülmemesi, hürün bir köle için öldürülmemesi." diye.

Hazret-i Ebûbekr-i Sıddık ve Ömerül-Fâruk Efendimiz RA da hilafetleri zamanında böyle uygulamışlar. Ve ashab da itiraz etmemiş. Yâni onların uygulamaları da böyle.

Demek ki köle meselesinde ve gayri müslim mukabilinde müslümanın öldürülmesi meselesinde ihtilaf olmuş. Fakihler arasında farklı kanaatler var.

Müteaddit kimseler bir kişiyi öldürdüyse; öldürenler, katiller müteaddit olunca bir tanesini öldürülmez, hepsinin öldürüleceği, bu da kesin bir hüküm.

Dâr-ı İslâm'da, müslümanların ve ahd ile orada duran gayri müslimlerin hakk-ı hayatları muhterem ve canları tecavüzden eşit olarak mahfuz ve masnun ve mâsum olduğundan, bizim Hanefî mezhebine göre hiç birisi farketmeden aynen icrâ olunurdu.

(Femen ufiye lehû min ahîhi şey'ün) "Ama, kim kardeşinden kendisine bir şey affolunmuş ise..." Buradaki kardeşinden maksat, karşı taraftaki müslüman kardeşi demek. Yâni maktulün tarafındakiler, bu taraftan cüz'ì de olsa af cinsinden bir şey, tavır göstermişlerse; (fettibâun bil-ma'ruf) o zaman, "Bu affetme temayülü var madem, o halde öldürülmesin!" diye, ona ittiba etmek lâzım, affı uygulamak lâzım! Katili öldürmek o zaman yapılmaz. İyiliğe ittibâ etmek uygun olmuş olur.

(Ve edâun ileyhi bi ihsân) "Bu kendisi affa mazhar olmuş kimsenin üzerine düşen, karşı tarafın kendisinden istediği şartları güzellikle yerine getirmek ve istediğini vermektir." Bu hususta herhangi bir şey, uyuşmazlık yapmaması ve tamamen onu yerine getirmesi esastır.

(Zâlike tahfifün min rabbiküm) "Bu Rabbinizden hükümde bir açık kapıdır. Bir hafifletmedir, bir rahmettir. Binâen aleyh, (femeni'tedâ ba'de zâlike) bundan sonra her kim bu hükümlere riayet etmez de taşkınlık yaparsa; (felehû azâbün elîm) o zaman, şartlara uymadığı için dünyada kısas uygulanır. Ahirette de cehenneme atılır, yaptığının cezâsını bulur."

Şimdi bir de doğrudan doğruya af söylenmiyor, âyet-i kerimenin inceliği... Önce kısasın şart olduğu, hak olduğu, yapılabileceği belirtiliyor. Ama sonra, bir kapı olarak affedilebileceğine işaret ediliyor.

İlk önce kısası söylüyor ki, af genişletilip de, öldürme işi teşvik edilir gibi bir durum olmasın diye. Ondan sonra af ışığı belirirse, o zaman da affetmeyi teşvik ediyor. Çünkü şer'i cezâlar böyle bir takım fırsatlar olduğu zaman, mümkün olduğu kadar icrâ edilmez. Çünkü cezâda hata etmek, mâsum bir insanı cezâlandırmaktan daha ehvendir. Varsın cezâda bir hata edilmiş olsun ama, mâsumu cezâlandırmak söz konusu olmasın...

RE. 21/11 (İdreül-hudûde biş-şübühât) [Şüpheli durumlarda hadleri kaldırın!] diye hadis-i şerifte geçmiştir. İslâm hukukunda, şüpheli durum varsa hadd-i şer'î uygulanmaz. Çünkü cezâda hataya göre, cezâlandırılacak kimseyi bir hukuk yanlışı yaparak cezâlandırmamak, daha hafif bir şeydir. Mâsum bir kimseyi yanlışlıkla cezâlandırmak, telâfisi olmayan daha kötü bir şeydir.

Onun için ortada böyle şeyler olduğu zaman affetme tarafı ve cezâyı o sebepten dolayı uygulamamak tavsiye olunmuştur. Hukukun inceliklerindendir bu.

Tabii bu öldüren kimse için bir hafifletmedir. Ölen kimse de karşı tarafı öldürse sadece nefsinin bir arzusunu tatmin etmiş olacak. Hiç olmazsa diyet ve şeyler olursa maktülün çoluğu, çocuğu ve sâiresi mağdur edilmemiş olur. Bu da onlar için bir bakıma rahmettir. Çünkü ötekisinin ölmesinden, bunlara bir başka fayda gelmiyor. Ama affedilip de şartlarla, antlaşmalarla bunun bir şey kazanması, onların da lehine olmuş oluyor.

c. Kısasta Sizin İçin Hayat Vardır

(Ve leküm fil-kısasi hayatün yâ ülil-elbâb) Şimdi bu kısas işleminin böylece yapılması yazılmıştır. Müslümanların bunu yapması lâzım. "Çünkü ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır."

Evet kısas yerine göre adam öldürmektir ama niye hayat vardır?.. Çünkü cezâdır, caydırıcıdır. Katil sonunda kendisinin de kısasen öldürüleceğini bildiği için, öldürme işlemini yapmaktan geri durur. Ya da başkaları, o cezânın şiddetinden dolayı, bu çeşit şeylere yanaşmazlar.

Meselâ, benim bu seyahatlerimde gördüğüm bir durum: Suudi Arabistan'da hiç bizim Türkiye'deki gibi kanlı bıçaklı kavgalar olmuyor. Ya da nisbet olarak, binde bir oluyor. Halkın terbiyesi, esas itibariyle halkın temayülü sadece bağırıp çağırıp, karşısına bir şeyler söylemek... Ama yumruk patlamak, döğüşmek olmuyor. Neden?.. Kısas onlarda da var. Yâni yumruğa yumruk, dişe diş olduğundan ve bunda hiç müsamaha yapılmayıp uygulandığından, ağız dalaşmasından öteye bir şey olmuyor.

Bekliyorlar. Hükmü, yâni cezâyı bizzat kendisi vermeye kalkmıyor; hâkimi bekliyor, kanunu bekliyor, yargıyı bekliyor. Bu önemli bir nokta... Bu kısasın şiddetinden dolayı, bir kişi kısas edilip ölebilir ama, öteki insanlar, toplum, böyle bir öldürme işinden uzak duruyor.

Meselâ, medenî bildiğimiz Avrupa ülkelerini istatistiklerle, sayımlarla, rakamlarla inceleyenler söylüyorlar; meselâ İsveç'de suçluluk oranı çok fazlaymış, intiharlar çok fazlaymış. İsveç'in emniyet müdürü Türkiye'ye gelmiş:

"--Sizde niye intihar az oluyor, suçlar az oluyor?.. Bizde haklar verilmiş. İşsiz olduğu zaman, devlet para veriyor. İnsanların her türlü aslî ihtiyaçları karşılanıyor. Bizde niye böyle, sizde niye böyle?" diye araştırma yapmışlar.

Türkiye'de insanlar daha yoksul olduğu halde, daha çok sefalet çektiği halde intihar olmuyor. Bunun sebebini araştırmışlar.

Tabii İslâm'dan... İslâm'da intihar etmek haram olduğundan... Öbür tarafta adam karısına kızıyor, şakağına tabancasını dayıyor, intihar ediyor... Kocasına kızıyor kadın, atıyor kendisini trenin altına; intihar ediyor. Veyahut yutuyor yirmi tane hapı, intihar ediyor... Bunu İslâm ülkelerinde, imanı kuvvetli insanlar yapmıyor. Neden?.. Çünkü İslâm'da intihar çok büyük günah, ölen cehenneme gidecek. Onun için yapmıyorlar.

--Efendim, Türkiye'de de intiharlar var...

Tamam, dînî duygu zayıflayınca, o zaman Avrupalılar gibi, başka insanlar gibi düşünüp intihar eder. Ama intihar edenlerin dindarlık durumları incelenirse, neden intihar ettikleri araştırılırsa ve İslâm ülkelerindeki intiharlarla, Avrupa ülkelerindeki intiharların sayısı karşılaştırılırsa, o zaman iş ortaya çıkıyor.

Bu kısas da öyle... Yâni acı bir ceza ama, suç daha acı... Acı suçun bir karşılığı bu. Bu Böyle yapıldığı zaman, toplum daha büyük bâdirelerden kurtulduğu için hayat var.

Sonra ceza çok büyük olduğundan, insan hayatının kıymeti gösterilmiş oluyor. İnsanın eşref-i mahlûkat olduğu, hayatının çok kıymetli olduğu, zihinlere iyice yerleştirilmiş oluyor.

İctimaî ruhun, toplumsal ruhun, terbiyenin üzerinde daha pek çok etkileri var kısasın... Bu çok önemli ve çok büyük bir vecize, çok güzel bir hukuk kuralı.

Araplar eskiden buna benzer bazı sözler de söylemişler. Meselâ, aynı kapıya bezen çıkıyor ama, bu o kadar güzel değil.

Katlül-ba'dı ihyâu lil-cemi'

Yâni, "Bir kaç kişinin öldürülmesi toplumun diriltilmesidir."

Veyahut:

Eksirul-katle liyakıllel-katl.

"[Kısas olarak] öldürmeyi çok yapın ki, öldürme azalsın." demişler. Bunlar tabii cahiliye devrinin atasözleri... Yâni millet korksun, toplumlar korksun, yapmasın mânâsına.

Yahut da:

El-katlü enfâ bil-katli.

Enfâ burada nefyedici mânâsına. Elif-nun-fe-ye ile. Yâni menfaatten, nefi'den gelmiyor, nefy etmekten geliyor; ayın'lı değil, ye'li. Yâni, "Kısas, öldürmeyi toplumdan en çok uzaklaştıran, yâni katil işini en çok azaltan çaredir."

Evet kısas böyle bir hayat sağlıyor, toplumu terbiye ediyor. Ve insanların zihnini yanlış yerlere kaymaktan koruyor.

Tabii kısas tamamen öldürmek değil, öldürmekten daha geniş. Meselâ yaralamanın karşılığında da kısas var. Ve her öldürmeye de kısas denilmiyor. Bu bakımdan aralarında farklar var. Bu kısasta hayat olduğundan, bu kelimelerle neyi anlıyoruz? Kısası uygulamak gerektiğini anlıyoruz. Böyle yapıldığı zaman çok maddî, manevî, uhrevî faydalar olacağını anlıyoruz.

(Lealleküm tettekn) "Tâ ki korunasınız." Bu tabii ki (Lealleküm tettekn) bir çok âyet-i kerimelerde geliyor. "Tâ ki korunabilesiniz." demek. Ama nasıl korunmak? Yâni kısas yapın ki, öldürme işlerinden korunabilesiniz. Veyahut "Kısası yapın ki, bir kısası ihmal ettiğiniz zaman, yapmadığınız zaman hayat hakkınızı, hayatınızı koruyabilesiniz."

Tettekn'un mânâsı, hayatınızı koruyabilesiniz olabilir. Bu, "Toplumun herc ü mercinden korunmuş olasınız." mânâsına olabilir.

Bir de (lealleküm tettekn), daha ziyâde "Ahirette bunu yapmadığınızdan dolayı, Allah'ın emirlerini uygulamadığınızdan dolayı cezaya uğramazsınız. Cehenneme düşmezsiniz, cehennemden korunursunuz, âhiret hayatında felah bulursunuz."

Yâni hem dünyada rahat, huzur olur, hem de âhirette Cenâb-ı Hakkın cezâsına uğramazsınız, felâh bulursunuz mânâsına. Tâ ki korunasınız. Yâni böyle yaparsanız hem dünyevî hem de uhrevî sevaplara nâil olursunuz mânâsına geliyor.

Kur'an-ı Kerim'deki kısas âyet-i kerimelerinden iki tanesi, burada böyle kısası anlatıyor. Önümüzdeki sûrelerde de, Allah nasib ederse gelecek.

Bundan sonraki 180. âyet-i kerime daha başka bir konuya geçtiği için, vasiyetle ilgili konuya geçiyor. O da bir hukukî bir konu. İnşallah önümüzdeki hafta onu anlatırız.

Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimize hayatın kıymetini bilmeyi, cana kasdetmemeyi; kendi canımızı da başkalarının canını da aziz bilmeyi; medenî, merhametli, şefkatli, hayırhah insanlar olarak yaşamayı; çoluk çocuğumuzu da öyle yetiştirmeyi nasib eylesin...

Toplumlarımızı, cemiyetlerimizi böyle öldürmeden, kan davalarından, kötü, cezalara uğrayan suçlu insanların çoğalmasından korusun... Toplumsal olarak, kişisel olarak, ailevî olarak her yönden tertemiz, mutlu, bahtiyar olmamızı, dünyada âhirette saadete ermemizi, Allah cümlemize nasib eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

04. 07. 2000 - AVUSTRALYA