29 Şubat 2000 AKRA FM Tefsir Sohbeti

Prof Dr. Mahmud Es'ad Coşan 

İSLAM BÜTÜN İNSANLARI KUCAKLAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Size Malezya'nın Kuala-lumpur şehrinden bu sohbetimi yapıyorum. Kuala-lumpur hakkında önce birkaç cümle ile bilgi vermek isterim.

Malezya hızlı gelişen İslâm ülkelerinden birisi. 21 Milyon nüfusu var, yâni bizim nüfusumuzun üçtebiri gibi. Petrol ve palm yağı (palm-oil) ihracı gibi şeylerle, ticaret ve iş merkezi olması sebebiyle çok hızla gelişen küçükten bir ülke.

Sanıyorum bizim yetkililer, sadece tek yöne, batıya bakanlar, doğudaki bu gelişmeleri göremiyorlar. Doğuda Japonya, Çin, Malezya hızla kalkınan ülkelerden. Endonezya'nın da kalkınma hızı güzeldi ama, karışıklıklar onu biraz sarstı. Doğu Asya'nın Kaplanları deniliyordu Malezya'nın da dahil olduğu bazı ülkelere... Onlar da bir uluslarası iktisâdî dalgalanmadan dolayı biraz sarsıntı geçirdiler ama, benim bir önceki gelişime göre burası çok daha gelişmiş, şimdi çok farklı gördüm.

Şimdi şehrin merkezinde bir oteldeyiz. Karşımızda çok yüksek bir bina var. Dünyanın en yüksek binâlarından, Amerika'dakinden de yüksek imiş. Üstteki direk boy olarak sayılırsa, iddialılar. Amerikalılar kat olarak daha yükseklermiş, bunlar metre olarak daha yükseklermiş. Yâni hızla kalkınan ve büyük gelişmeler gösteren bir ülke. Türkiye'nin ihmal etmemesi lâzım!

Türkiye'nin halkı ve yöneticileri buraları görmeli ve buralarla ileriye dönük çalışmalar yapmalı diye düşünüyorum. Halkımız buralarla ilgilenmeli; ticârî yönden, eğitim yönünden çok faydalanılabilir.

Bugün buradaki Uluslarası İslâm Üniversitesi'ne gittim. Burada yıllarca tanıdığımız, sevdiğimiz bazı Türk üniversite hocaları belli zamanlarda, birer yıl, ikişer yıl veya daha fazla görev yapmışlardır. Ben görmemiştim, yeni taşındığı yere bugün gittim. Fevkalâde güzel!

Rahmetli, merhum, Amerika'daki meşhur profesör İsmâil Farukî'nin ortaya koyduğu Bilginin İslâmlaştırılması, yâni bilgilerdeki İslâm'a aykırı olan komploların ayıklanması ve İslâmca güzel ve doğru bilgilerin düzeltilerek insanlara öğretilmesi diye bir konu var, bizler için çok önemli; o zihniyetle kurulmuş bir üniversite... İlkönce çok büyük destekler görmüş, şimdi biraz destekçiler desteklerini çekmişler ama, çok geniş, tabiatı, manzarası çok güzel bir alanda, çok geniş imkânlarla kurulmuş.

Bir hayli de öğrenci var. Sanıyorum %20 kadar öğrenci dışarıdan, % 80'i buradan. Ülke için çok büyük bir kazanç... Burada ilim okuyanlar da, dünyanın muhtelif yerlerinden gelmiş renkli medeniyetlere ve anlayışlara sahip insanları tanıma imkânını buluyorlar.

Artık devlet olarak, millet olarak, siyaset olarak böyle gözümüzü dünyanın her tarafına açmalıyız diye düşünüyorum. Kültür olarak, ilim irfan bakımından bunları çok önemli gördüğüm için, sohbetimin başında hatırlatmak istedim.

Sohbetimi Bakara Sûre-i Şerîfesi'nin 136, 137 ve 138. ayetleri üzerinde olacak inşaallah. Önce ayetlerin mübarek metinlerini okuyalım, sonra mealini ve açıklamalarını yaparız.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Kàlû âmennâ billâhi ve mâ ünzile ileynâ ve mâ ünzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishàka ve ya'kùbe vel-esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen-nebiyyûne min rabbihim, lâ nüferriku beyne ehadin minhüm, ve nahnü lehû müslimûn.) (Bakara: 136)

(Fein âmenû bimisli mâ âmentüm bihî fekadihtedev, ve in tevellev feinnemâ hüm fî şikàk, feseyekfîkehümüllàh, ve hüves-semîul-alîm.) (Bakara: 137)

(Sıbgatallàh, ve men ahsenü minallàhi sıbgah, ve nahnü lehû àbidûn.) (Bakara: 138)

Bu ayet-i kerimeler bütün insanlık için çok önemli! Yirmibirinci Yüzyıl'ın insanına, hakkı arayan, hakîkatı arayan, doğru imanı arayan tüm insanlara; Avrupalılara, Amerikalılara, Asyalılara, kuzeydekilere, güneydekilere... herkese çok önemli bir yol gösteriyor. Rabbimiz Tebâreke ve Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Kàlû) "Ey mü'minler, ey insanlar, deyiniz ki..." Daha ziyade biz mü'minlere, başka dinlere mensub insanlara karşı ne söylememiz gerektiğini emrediyor, tarif buyuruyor Rabbimiz. (Âmennâ billâhi) "Biz müslümanlar Allah'a inandık, Allah'a iman etmişiz. (Ve mâ ünzile ileynâ) Allah'ın bize Muhammed Mustafâ'sı vasıtasıyla indirmiş olduğu Kur'an-ı Kerim'e, emirlere, yasaklara, dine, İslâm'a da inandık.

Ayrıca, (ve mâ ünzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishàka ve ya'kùbe vel-esbât) İbrâhim AS'a, oğlu İsmâil AS'a, oğlu İshak AS'a, torunu Ya'kub AS'a ve Esbât denilen Benî İsrâil kabilelerine indirilenlere; (ve mâ ûtiye mûsâ) Mûsâ AS'a ilâhî hükümler ve ahkâm olarak verilenlere; (ve îsâ) İsâ AS'a verilene; (ve mâ ûtiyen-nebiyyûne min rabbihim) Rablerinden insanlara bilgi getiren, vahiy getiren bütün peygamberlere verilenlere inandık deyiniz. (Lâ nüferriku beyne ehadin minhüm) Hepsi Allah'ın vazifelendirdiği peygamberler oldukları için, biz onların hiçbirisinin arasını açmayız, birbirinden hiç ayırmayız, seçme yapmayız, reddetme yapmayız; hepsini kabul ederiz. (Ve nahnü lehû müslimûn.) Biz alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olmuş, müslüman olmuş kimseleriz deyin!" diye Rabbimiz emrediyor.

Muhterem kardeşlerim! Muhterem izleyiciler ve dinleyiciler! Dünyada insanları böyle toplayıcı, böyle güzel hitabı yapan bir başka din sâlikleri, bir başka ümmet yok; sadece müslümanlar var! Bakın, ne kadar bütün insanlığı kucaklayacak, ne kadar güzel, ne kadar barıştırıcı, uzlaştırıcı, insanları derleyen, toplayan, aynı noktaya getiren, kardeş haline getiren ne güzel bir din İslâm!.. Nasıl geniş bir görüş!.. Rabbimizin bize emrettiği iman ne kadar güzel!..

Şimdi biz önce, öncelikle, bütün hakîkatlerin kaynağı olduğu için, bunları da onun vasıtasıyla öğrendiğimiz için Peygamberimiz, ahir zaman peygamberi, Tevrat'ta, İncil'de geleceği bildirilmiş, müjdelenmiş olan Muhammed-i Mustafâ SAS'e inandık. Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bu ayetle bize tavsiye buyurduğu ilk önemli madde bu.

Ey insanlar, ey eski kitapların mensubları, sizlere sesleniyoruz: Biz ahir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ'ya inandık. Ona indirilen Kur'an-ı Kerim'e inanmış bulunuyoruz, biz ona bağlıyız. Allah'a bağlıyız, alemlerin Rabbine bağlıyız; onun indirdiği Kur'an-ı Kerim'e, Kur'an-ı Kerim kendisine indirilmiş olan Muhammed-i Mustafâ'ya bağlıyız. Adem AS'dan beri bütün peygamberlerin, "Ahir zaman peygamberi diye bir zat gelecek!" diye sevdikleri, özledikleri, ümmeti olmaya can attıkları o mübarek kimseye inandık.

En doğru bilgi, en bozulmamış, hiç karanlık, açıklanmamış tarafı kalmamış olan ve tebliğ edildiği insanlarca çok titizlikle, anında tesbit edilip bize kadar gelmiş olan bir iman...

Öteki peygamberlere de Allah-u Teàlâ Hazretleri vahyetmiş ama, o vahyedilen bilgilerin elimizde asılları yok. Kur'an-ı Kerim var!.. Peygamber Efendimizin hayatı, her safhasıyla biliniyor. Ailevî hayatı, dînî hayatı, savaşları, mücadeleleri, mazlûmiyeti, uğradığı haksızlıklar... Her şey biliniyor ve günü güne her sözü tesbit edilmiş. Kendisine indirilen ayetler o anda, hemen, ayet indiği zaman vahiy katipleri tarafından yazılmış. Böyle hiç bozulmamış, hiçbir şeyi karanlıkta kalmamış, unutulmamış bir sağlam bilgiye inandık. Dünyada başka bu kadar sağlam, güvenilir hiçbir ilâhî bilgi yok.

Öteki bilgiler, o bilgilere inanmış olan papazların, hahamların, din adamlarının, rahiblerin de bildirdiği gibi, şâibeli... Zâten tesbitlerin de çok çeşitli olması, meselâ İncillerin pek çok olması gibi sebeplerle de, fiilen ihtilaflı olduğu, iyi tesbit edilemediği ortada.

Şimdi biz buna inandık. Ama Rabbimiz buyuruyor ki: (Ve mâ ünzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishàka ve ya'kùb) "İbrâhim AS'a da inandık deyin! İsmâil AS'a da, ona indirilene de inandık deyin! İshak AS'a indirilene de inandık deyin!" diyor. Bütün peygamberlerin ismini saymıyor, bazılarının ki, muhatabı olan yahudiler ve hristiyanlarca mübarek bilinen, saygı duyulan isimler... Onları isim isim açıklıyor, ondan sonra da Mûsâ AS diyor, İsâ AS diyor, özellikle isim olarak veriyor. Ama genel bir bilgi olarak da arkasından, (Ve mâ ûtiyen-nebiyyûne min rabbihim) "Allah tarafından insanlara haber getiren bütün peygamberlerin hepsine indirilenlere inandık deyin!" buyuruyor.

Bu çok önemli!.. Yâni dünyadaki bütün insanları kucaklayan çok muazzam, çok muhteşem, çok güzel, çok alkışlanacak, çok beğenilecek bir şey.

Şimdi burada, Allah-u Teàlâ Hazretleri bütün peygamberlere inanmayı bize emrediyor. Biz de Hazret-i Adem Atamız'dan ahir zaman peygamberi Muhammed AS'a kadar insanlığa Allah'ın emirlerini getirmiş peygamber, enbiyâ ve mürselînin, bu mübarek zâtların hepsine inandık, hàlen de inanıyoruz. Bu ayet-i kerimede bildirilen şeye biz sahibiz, biz bu yol üzerindeyiz, bu emri tutmuşuz, bütün hepsine inanıyoruz.

İsâ AS'ın gönlümüzde yeri var, göğsümüzde yeri var; Mûsâ AS'ın kalbimizin üzerinde yeri var... Her peygamberin içimizde, gönlümüzde muazzam mekânı var. Hepsini seviyoruz, hepsine bağlıyız. Var mı bizim gibi bu kadar toplayıcı, bu kadar güze bir kuşatıcılıkla, herkese böyle sevgi ile bakan?.. Çok çok güzel bir durum.

Ve, (Lâ nüferriku beyne ehadin minhüm) deyin diye bir de te'kid buyuruyor Rabbül-àlemîn. Yâni, "Biz peygamberlerin hiçbirisini ötekisinden ayırmayız, seçim yapmayız; 'Şuna inandık, buna inanmadık!' demeyiz. (Ve nahnü lehû müslimûn) Biz Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne teslim olmuşuz." Yâni, "Allah ne emretmişse, onu yapacağız; neyi yasaklamışsa, ondan kendimizi çekeceğiz. Günahlardan, haramlardan uzak duracağız; sevaplı, faydalı, hayırlı işleri yapacağız!" diye söz vermişiz, Allah'a teslim olmuşuz.

Ne kadar güzel, ne kadar hoş! Ne kadar tatlı bir durum, ne kadar güzel bir ifade!..

Kur'an-ı Kerim'deki bu ayet-i kerime son derece önemli! Başka ayet-i kerimelerde de aynı mânâ ifâde buyrulmuş. Eski milletler, eski ümmetler, bizden başka, müslümanlardan başka milletler böyle demedikleri için, Allah-u Teàlâ Hazretleri bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:

(Yürîdûne en yüferrikù beynallàhi ve rusülihî) "Bu kâfirler, bu eski dinlerin mensupları olanlar, taassuplarından, hasedlerinden istiyorlar ki, peygamberler ile Allah'ın arasını ayırsınlar, ayırma yapsınlar. (Ve yekùlûne nü'minü biba'dın ve nekfuru biba'd) 'Biz bunların bir kısmına inanırız, bir kısmını reddederiz.' diyorlar. (Ve yürîdûne en yettahizû ve kezâlike sebîlâ) İşte böyle bu arada bir yolu tutturmak istiyorlar. (Ülâike hümül-kâfirûne hakkà) Bunlar hakîkaten kâfirlerin tâ kendileridir." (Nisa: 150-151) diye, kâfir olduklarını Allah-u Teàlâ Hazretleri, yaratan Rabbül-àlemîn bildiriyor.

Evet, bu ayet-i kerime son derece önemli! Bunu ezberleyelim, bilelim ve bu şuura sahip olalım!..

Ebû Hüreyre RA'dan İmam Buhàrî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle bir açıklama var. Bu açıklama bu ayet-i kerimenin niye indiğine dair sebe-i nüzûlü bildirmiş oluyor. Ebû Hüreyre RA diyor ki:

(Kâne ehlül-kitâbi yakraûnet-tevrâte bil-ibrâniyyeh, ve yüfessirûnehâ bil-arabiyyeh, liehlil-islâm.) Peygamber Afendimiz'in asrında Medine-i Münevvere'de, Hicaz bölgesinde olan hahamlar, yahudilerden bilgisi olanlar Tevrat'ı İbrânice olarak okuyorlardı, "İşte şöyle diyor Tevrat'ta" diye, Arapça olarak müslümanlara açıklama yapıyorlardı. onun üzerine Peygamber SAS buyurdu ki:

(Lâ tüsaddikù ehlel-kitâbi ve lâ tükezzibûhüm.) "Ehl-i kitap size böyle bir şeyler söyledikleri zaman, susun; ne tasdik edin, Çünkü belki kendi akıllarından yalan yanlış şeyler söylemişlerdir, yanlış bir şeyi tasdik etmiş olursunuz. Ne de tekzib edin; çünkü belki o sırada o cümleleri doğru olmuş olabilir." diyor.

Onlar böyle yaptıkları için Allah-u Teàlâ Hazretleri bu ayet-i kerimeyi indirmiş: "Ey mü'minler siz deyin ki: 'Rabbimizin bize indirdiğine inandık; İbrâhim'e, İsâil'e, İshàk'a, Ya'kûb'a indirilenlere de inandık; benî İsrâilin kabilelerinden yetişmiş hak peygamberlere indirilenlere de inandık; Mûsâ AS'a ve İsâ AS'a da indirilene inandık. Hak olarak, bozulmamış, tam indirilene inandık. Sayısını Allah'ın bildiği, yüzyirmidört bin denilen eski peygamberlerin hepsine inidirilene inandık. Ayırım yapmayız, hepsini severiz ve Rabbimize teslim olmuşuz." deyin diye bu ayet-i kerimeyi onun üzerine indirmiş.

"Biz ayırım yapmıyoruz, siz de yapmayın!" diye biz de lisân-ı hal ile onlara söylemiş oluyoruz.

İbrâhim AS'a indirilenler, tamam; İsmâil AS'a vahyedilenler, tamam... İshak AS da İbrâhim AS'ın oğlu, ona da indirilenlere inanıyoruz. Ya'kub AS da, şu Mısır'da Zeliha validemizle sonradan evlenen, Mısır'a tarım bakanı olan, yeryüzünün bitkilerinin mahsûlâtının bakımına memur olan Yusuf AS'ın babası. Hani kardeşleri kuyuya atmışlar, Ya'kub AS'ın ağlamaktan gözlerine ak inmiş, görmez olmuş ya, işte o Ya'kub AS... Ya'kub AS'ı, Yusuf AS'ı seviyoruz, çocuklarımıza isimlerini vermemizden belli.

(Vel-esbât) "Esbâta indirilene de inanıyoruz." Şimdi esbât kimlerdir?.. Alimler diyor ki: "Bunlar Yakub AS'ın evlâtlarıdır. Bu evlatlar oniki idi Bunların herbirinden birtakım insanlar türediler, çoğaldılar bunlara esbât denildi." diye bir açıklama var.

Bazı alimler de: "Esbât yahudi kabîleleridir, kabâil-i Benî İsrâildir. Çünkü bunların ataları Ya'kub AS'ın çocukları imiş. Her birisi onlardan gelmişler, ayrı kabile olmuşlar. Benî İsmâîl'in, İsmâil AS'ın evlâtlarından Arap kabilelerinin türediği gibi.

Keşşâf'ın yazarı Zemahşerî de, "Esbât Ya'kub AS'ın torunlarıydı, onların çocuklarının zürriyetleridir. Böylece oniki kabile olmuştu." diye aynı mânâyı ifade ediyor.

Bunların içinden Allah-u Teàlâ Hazretleri zaman zaman kendilerine doğru yolu gösteren peygamberler göndermişti. Nitekim ayet-i kerimede buyruluyor ki:

(Üzkürû ni'metallàhi aleyküm) "Ey yahudiler, tarihte sizin üzerinize Allah'ın gönderdiği nimetleri düşünün, hatırlayın! (İz ceale fîküm enbiyâ') Hani sizin içinizden peygamberler çıkarmıştı. (Ve cealeküm mülûkâ) Sizlere devlet de ihsân etmişti, içinizden hükümdarlar da yetişmişti, büyük bir devlet de kurmuşlardı."

Başka bir ayet-i kerimede:

(Ve katta'nâhümünsnetey aşrete esbâtan ümemâ) "Biz onları ayrı ayrı topluluklar halinde oniki kabile eylemiştik." buyruluyor. Netice itibariyle bunlar yahudilerin grupları olmuş oluyor.

Esbât kelimesi nerden geliyor? Sıbt kelimesinden geliyor. Bu peşpeşe gelmek demek. Böylece cemaat oldukları için, bu sıbt, o sıbt diye böyle isimlendirilmiştir.

Lugat alimleri diyorlar ki: Sebat kelimesi, ağaçlar demektir Kabileler olduğu için, ağaç gibi, orman gibi çok olduğundan esbât denmiş. Orman gibi, koru gibi, o mânâ düşünülerek söylenmiş.

İbn-i Abbas RA da bu konuda diyor ki: "Bizim Kur'an-ı Kerim'de ismini bildiğimiz peygamberlerden 10 tanesi hariç, hepsi bu İsrâiloğullarından gelmiştir. Hariçte olanlar: [Adem], Nuh, Hud, Sàlih, Şuayb, İbrâhim, İshak, Ya'kub, İsmâil ve Muhammed-i Mustafâ (aleyhimüs-salevâtü vet-teslîmât) Hazretleridir." diye bir açıklama yapıyor. Bu da hatırınızda kalırsa uygun olur.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bize onların arasından çıkan peygamberlere indirilene de inanmamızı emrediyor. Bütün peygamberlere ve onlara indirilen bütün kitaplara inanmamızı emrediyor; inanıyoruz.

Yalnız İbn-i Kesîr'in naklettiğine göre, Süleyman ibn-i Habib diyor ki: "Biz o peygamberlere onların zamanında doğru olarak indirilmiş ayetlere inanıyoruz, yoksa şimdikilere değil! Çünkü şimdikiler asılları değil, kalıntıları, izleri... Doğrular da var içlerinde, yanlışlar da var."

Bu çok önemli bir nokta... Onun için Peygamber Efendimiz, o kitapları okuyanları da yasaklamıştır. Ve bir hadis-i şerifte buyuruyor ki Peygamber SAS:

"Biz Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i kabul ediyoruz. Ama Kur'an-ı Kerim sizi sarsın, sadece Kur'an-ı Kerim size kâfî gelir, Kur'an-ı Kerim'le yetinin, Kur'an-ı Kerim'e sarılın!" diyor. Çünkü ötekilerde asıl Tevrat'ta, asıl İncil'de, asıl Zebur'da olmayan cümleler ve yorumlar olabileceği için, yanlışlık olmasın diye Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin hak kelâmı, bir harfi bile değiştirilmemiş Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılmayı, ona uymayı; ötekilerin aslına inanmakla beraber şimdi ortada dolaşanların çok güvenilir olmadığını ifade etmiş oluyor Peygamber Efendimiz. Bu önemli...

Bundan sonraki ayet-i kerimede:

(Fein âmenû bimisli mâ âmentüm bihî fekadihtedev) Siz bu güzel jesti yapınca, davranışı yapınca, bu kucak açmayı yapınca bütün insanlara; onların da ne yapmaları gerekiyor?.. "Sizin inandığınız gibi ahir zaman peygamberi Muhammed-i Mustafâ SAS'i de kabul etmeleri, iman etmeleri gerekiyor." Çünkü ilk madde, (Âmennâ billâhi ve mâ ünzile ileynâ) "Biz Allah'a inandık ve Allah'ın bize indirdiğine inandık."; ilk adım bu.

"Onlar da böyle inanırlarsa, (fekadihtedev) doğru yolu bulmuş olurlar, hakkı yakalamış olurlar, doğru yola ayak basmış olurlar. (Ve in tevellev) Eğer haktan yüz çevirirlerse, bu gerçeğe katılmazlarsa, sırt dönerlerse, bâtıla yönelirlerse; bu kadar bu açıklamalar, deliller varken, hattâ kendi kitaplarından, kendi tarihlerinden bu kadar iknâ edici, münakaşayı kesici sağlam deliller söylendikten sonra, hâlâ sırt çevirirlerse, inad ederlerse; (feinnemâ hüm fî şikàk) o zaman onlar şikak içindedirler, ayrılık içindedirler, inat içindedirler, ihtilâf içindedirler; yanlış yola sapmışlardır, doğru yoldan ayrılmışlardır. O zaman kendileri hatâ etmiş olurlar."

(Feseyekfîkehümüllàh) "O zaman sana Allah yeter." Kimlere karşı?.. O iman etmeyen, inat eden, peygamberlerin bazısına inanıp bazısını inkâr eden; "Allah'ın şu peygamberine tâbîyiz, kitabına tâbîyiz!" deyip de, eski, asılları olmayanlara tâbî olup da, asıl yeni, tertemiz ve hiç katıksız olanı inkâr edenlere karşı, Allah sana kâfîdir.

(Ve hüves-semîul-alîm.) "Ve o Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi hakkıyla pekâlâ işitendir ve pekâlâ bilendir." Onların bu konudaki çeşitli abuk sabuk, aykırı sözlerini de işitiyor, davranışlarını da biliyor. Her şeyine vâkıftır. Tabii, vâkıf olduğu için de hesabını soracak, yanlış hareket edenlerin cezasını verecek.

Üçüncü ayet-i kerime:

(Sıbgatallàh, ve men ahsenü minallàhi sıbgaten ve nahnü lehû àbidûn.) (Bakara: 138)

(Sıbgatallàh) Bu, Allah'ın boyası demek. Ne demek bu?.. İbn-i Abbas RA, "Bunun anlamı dînullah demektir." Yâni, "Allah'ın dinine biz tâbîyiz." denmiş oluyor. "Allah'ın dinine sarılın!" diye teşvik sadedindedir bu. Harekete geçirme, uyarı sadedindedir. "Haydi bakalım uyuşuk durmayın, bu tarafa gelin, şunu yapalım!" mânâsına.

Başka ayet-i kerimelerde (fıtratallah) dendiği gibi, "Sizin üzerinize bu vazife olsun!" demek. Yâni, "Allah'ın bu dinine, boyasına, bu güzel renge, bu ilâhî renge, bu nurlu, ışıklı renge siz de yapışın! Buna sarılmak sizin göreviniz olsun!" demek. Onun için böyle üstünlü gelmiştir.

Bazıları bu üstünlü gelmesinin sebebini (sıbgatullah veya sıbgatilâh değil de, sıbgatallàh gelmesini) daha önce geçen (milleti ibrâhîme) "İbrâhim'in dinine" sözüne bağlandığı için, ondan bedel olduğu için, "O İbrâhim'in dini Allah'ın nurlu yoluydu, Allah'ın boyasıydı. Bu güzel ilâhî boya ile renklenin, bu dine girin, buna sahip olun!" mânâsına.

Bu konuda bir de İbn-i Abbas RA'dan rivayet edilen hadis-i şerif var. Peygamber Efendimiz onların eski devirlerindeki olaylarını müslümanlara anlatırken buyurdu:

(İnne benî isrâîle kàlû) Benî İsrâil Mûsâ AS'a dediler ki: (Yâ rasûlallah, hel yesbağu rabbüke?) "Rabbin sıbga kullanır mı, boya ile boyanır mı?.." diye soru sordular. (Fekàle: İttekullàh!) "Allah'tan korkun, bu ne biçim soru?) diye susturdu onları.

(Ve nâdâhu rabbühû) Allah-u Teàlâ Hazretleri ona vahiy buyurdu ki: (Yâ mûsâ, seelûke hel yesbağu rabbüke?) "Rabbin boya ile boyanır mı, diye mi sordular yâ Musâ?" (Fekàle: Neam.) "Evet, öyle sordular yâ Rabbi!" demiş.

Onun üzerine Allah-u Teàlâ Hazretleri: (Ene esbagu el-elvân) "Ben çeşitli boyalarla kullarımı boyarım. (El'ahmera vel-ebyada vel-esvede vel-elvâne küllühâ min sıbğà.) Bu renkler benim boyalarımdandır, kulları bu boyalarla çeşitli renklerle türlü türlü boyarım." buyurmuş.

Bizim Peygamberimiz'e de bu üslubdan, "İşte Allah'ın boyası, siz de bu boya ile boyanın, bu renge girin! Bu güzel nurlu şeye yapışın! (Ve men ahsenü minallàhi sıbgaten) Böyle Cenâb-ı Hakk'ın verdiği renkler bakımından, seçtiği, gösterdiği yol bakımından daha güzel hangi renk vardır, hangi yol vardır, hangi din vardır?.. (Ve nahnü lehû àbidûn) Ve biz işte o Rabbimize ibadet edicileriz." diye müslümanlar böyle söylerler.

Her milletin davranışı, yürüyüşü, hayat tarzı bir çeşit renktir Bir renge boyalı bir tarzda gidiyorlar. Bizim rengimiz de budur. Allah'ın beğendiği, Allah'ın boyadığı, Allah'ın gösterdiği renk, yol...

Cenâb-ı Hak bizi sevdiği yoldan, renkten, nurlu yoldan ayırmasın... Böyle insanları kuşatan, insanları birleştiren, kardeş olduğunu hatırlatan, Allah'ın kulu olduğunu gösteren, yanlış inançlardan çeken, doğru yola çağıran bu güzel inanç, bizim iftihar ettiğimiz çok güzel bir tarafımızdır. İslâm'ın muazzam güzelliklerinden, en büyük güzelliklerinden biridir.

Biz bunu böyle telefonla vaaz olarak size bildirirken, bir taraftan da tabii radyo ile, televizyonla fezalara bu bilgi yayılıyor. Siz de çevrenize bu bilgiyi yayın! Herkesi İslâm'a çağırın, doğru yola çağırın! Yanlış istikamette kimse kalmasın, putlara, yanlış varlıklara, yaratıklara yanlış olarak kimse yönelmesin; yanlış dinler tutturmasın, yanlış yollarda yürümesin, àkıbetleri husran olmasın... Cenâb-ı Hakk'ın gadabını çekecek yanlışlıklar yapmasınlar...

Çünkü yazıktır, hemcinsimizdir, Adem AS'dan kardeşlerimizdir bütün insanlar... Hepsinin iyiliğini istiyoruz. (Ves-selâmü alâ menittebeal-hüdâ) Bu iyilikleri anlayıp hidâyete tâbî olanlara selâm olsun... Ötekiler kendi sorumluluklarını kendileri yüklenmiş oluyorlar. Biz onlardan, onlar bizden berîyiz. Biz vazifemizi yapmış oluyoruz. Ahirette, mahkeme-i kübrâda suçlandıkları zaman, kendileri tabii cevap veremeyecekler. O duruma düşmesinler.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi ve evlâtlarımızı yolundan ayırmasın, İslâm'dan ayırmasın... Müslüman olarak doğup, müslüman olarak yaşayıp, imân-ı kâmil ile, mü'min-i kâmil olarak, tam müslüman olarak emanetini teslim edip, ahirete varmayı, Rabbimizin rızasına ermeyi, cennetine girmeyi, cemâlini görmeyi nasîb eylesin...

Bi-hürmetismihil-a'zâm, ve bi-hürmeti nebiyyihil-ekrem, ve bihürmeti esrâr-ı sûretil-fâtihah...

29. 02. 2000 - Kuala-lumpur / MALEZYA

(Hazırlayan: Dr. Metin Erkaya)