Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

27 Ağustos 2000 Medine Sohbeti

-------------------------

BELÂ VE DUA

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn... Emmâ ba'd.

a. En Sevaplı İş: İlim Öğrenmek

Müslümanın sevap kazanması için yapacağı işlerin en başında ilim öğrenmek gelir. Hatta bir büyük mübarek alime sormuşlar ki:

"--Ömründen bir gün kalsa, bir gün kalsa, ertesi gün öleceğin sana bildirilse, mâlum olsa; o bir günü neyle geçirirdin?.."

Anlamak istemişler yâni, "Bu mübarek âlim en son gününde ne ile meşgul olacak? Artık dünyadan ayrılma zamanında en sevaplı işlere sarılır muhakkak, bakalım neler yapacak, hangi duaları edecek?.." filân gibi merak etmişler demek ki, "Ne yapardın?" diye sormuşlar

"--İlim öğrenirdim." demiş.

Halbuki ilim amel etmek içindir. Bir gün ömrü var, ilim öğrenecek, ondan sonra ölecek. Uygulama zamanı yok ama, uygulama zamanı olmasa bile, ilim öğrenmenin en sevaplı iş olduğu buradan anlaşılıyor.

O bakımdan tabii müslümanın müslümanı ziyareti, konuşması, buluşması, sohbeti güzeldir. Ama sohbetin dînî bir sohbet olması daha da çok kazanç vesilesidir. Yâni otursak, "Nasılsın, iyi misin?.." desek, "Tarla nasıl, bahçe nasıl, mahsül nasıl?.." desek, muhabbet ya, dostluk, ahbaplık ya, ordan gene sevap alır insan... Çünkü müslümanın müslümanı sevmesi sevap kaynağıdır. Kardeş olması, derece kaynağıdır, yâni üstün derece almasına sebeptir. Ama bir de böyle ilim olursa, daha iyi olur, kazancı daha çok olur.

Bir de insan dünya kelâmı konuşurken, hatası çok oluyor. Çok gülüyor, çok şaka yapıyor insan, belki doğru söz çıkıyor ağzından, belki yanlış söz çıkıyor...

Onun için, ben bu toplantımız da böyle sevaplı, hayırlı, feyizli geçsin diye; sözlerin en güzeli Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şerifler olduğu için, bana hediye edilen kitaptan bir sayfa açtım, ne gelirse onu okuyayım diye. Doğrusu ben bunu okumak istemezdim size, ama bu sayfa çıktı. Onun için burdan hadis-i şerifleri okuyorum. Kur'a ile açayım da ne çıkarsa onu okuyayım dediğim için, çıkanı okuyorum. Ne yapayım, artık okuyacağız onu.

Ama düşündüm sonradan da, herhalde siz burdan bazı dersleri alasınız diye, Cenâb-ı Hak bunu çektirtti diye düşünüyorum.

b. Kula Belâların Gelmesi

İbn-i Ebid-Dünyâ isimli hadis alimi (Rh.A), Enes RA'den rivayet etmiş ki, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:

(İzâ ehabballàhu abden ev erâde en yusàfiyehû sabbe aleyhil-belâe sabbâ, ve seccehû aleyhi seccâ. Feizâ deal-abdü kàle: Yâ rabbâhu! Kàlellàhu: Lebbeyke abdî, lâ tes'elnî şey'en illâ a'teytüke immâ en uaccilehû leke ve immâ en eddahirahû leke) Sadaka rasûlüllàh.

Burda bir kaç türlü ferahlatıcı, sevindirici, müjdeci bilgi var. Enes RA'den rivayet olunduğuna göre Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:

(İzâ ehabballàhu abden) "Allah bir kulu sevdi mi, Allah bir kulu sevince; (ev) yahut, (erâde en yusàfiyehû) onu sâfîleştirmek isteyince..." Saf değil, katışığı var; tertemiz değil, kiri, pası var... Kirlerden, katışıklardan temizleyecek, tertemiz olacak, sâfîleştirecek. "Sâfîleştirmek istediği zaman, (sabbe aleyhil-belâe sabbâ) onun üzerine belâyı sağnak gibi yağdırır."

Sabbe, dökmek demek. Meselâ bardağı alıp dökmek. Nehir şarıl şarıl akar böyle, dökülür. Munsab denir nehrin ağzına, deltasına... Yâni suyun, herhangi bir şeyin bol bol dökülmesi mânâsına.

"Allah belâyı onun üzerine bol miktarda döker, döker de döker." Neden?.. "Sevdiği zaman, yahut da sâfîleştirmek istediği zaman. Melekleştirecek, berraklaştıracak, tertemiz edecek, billur gibi yapacak, saf altın gibi yapacak... Öyle yapmak istediği zaman, belâyı üzerine döker."

(Ve seccehû seccen) Secce, şoruldatmak demek, şoruldamak demek. Meselâ hacı kurbanı keser, şarr diye kanı akar, fışkırır. Fışkırmak demek, şoruldamak demek. Onun için, Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyurmuş ki:

(El-haccü accün ve seccün) Ne kadar güzel! Üç kelimeyle dünya kadar mânâyı ifade ediyor Peygamber Efendimiz: (El-haccü) "Hac yapmak, hac vazifesini yapmak, İslâm'ın beş şartından biri olan haccı yapmak..." Neden ibarettir? (Accun ve seccün)

Acc, bağırmak demek. Hacılar niye bağırıyor? "Lebbeyk allàhümme lebbeyk... Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk... İnnel-hamde ven-ni'mete leke vel-mülk... Lâ şerîke lek..." Herkes bağırıyor, kocaman bir ses oluyor, gök gürültüsü gibi uğulduyor. Hacılar tepeye çıktığı zaman, vadiye indiği zaman bağırıyor. (Accün) Bir, böyle yüksek sesle lebbeyk haykırması...

İkincisi de, (seccün); şoruldatmak demek. O da ne?.. Kurban kesmek. Hacc-ı temettü' yapıyor, hacc-ı kıran yapıyor; geliyor, hedyini sevkediyor, kurbanını kesiyor, kanı şoruldatıyor, akıttırıyor, Allah rızası için kurban etlerini dağıtıyor, sevapları kazanıyor.

Burda da o kelimeyi kullanmış Peygamber Efendimiz: "Belâyı döker, şoruldatarak, şaldır, şuldur döker." Yâni çok belâ gelir, tek tük değil, az değil, çok çok gelir.

Belâ ne demek?.. İnsanın başına, Allah'ın musallat ettiği üzücü olaya belâ derler. İbtilâ da derler. İbtelâhû demek, başına belâ sarmak demek. Allah onu mübtelâ kılar. "Ben mübtelâ oldum." derler ya, "derde mübtelâyım, giriftârım" derler.

Ama bu denemek için yapıldığından, belâ, yoklamak ve anlamak mânâsına geliyor. Kul belâya uğratılıyor; "Bakalım davranışı nasıl olacak? Bakalım cevabı ne olacak, soruya karşılığı ne olacak?.." diye.

Müslümanın sıkıcı bir olay karşısında cevabı ne olur?..

1. Sabır olur. Allah'tan geldiğini bilir, sabreder.

(İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin) "Biz Allah'ın kullarıyız, ona döneceğiz." der. "Bunlar imtihan, elbet böyle olur." der. "İnnâ lillâh, ve innâ ileyhi râcin" dedikçe, sevabı da çok olur zâten.

İtiraz etmez. Çünkü başına gelen olaya sabretmeyen, tahammül etmeyen, itiraz eden, Cenâb-ı Hakk'ın takdirâtına, mukadderâtına razı olmamış demek olur. O da yanlış bir şeydir. Cenâb-ı Hak takdir etmiş. Cenâb-ı Hak istemese, yaprak kıpırdamaz yerinden, çöp oynamaz, toz uçmaz. Her şey Cenâb-ı Hakk'ın takdiriyle oluyor, hikmetle oluyor, bir sebeple oluyor.

Biz Allah'tan hayır istiyoruz ama, her zaman da öğrenciye öğretmeni istediği soruyu sormaz. Başka yerden sorar, bilmeyeceğini anlar. Ummadığı yerden sorar. Çocuklar:

--Aaa, hocam, bu soruyu hiç beklemiyorduk!..

--Beklemiyordunuz tabii, ben sizin çalışkanlığınızı burdan anlayacağım. Çalışan belli olsun diye yapacağım!

Belâ imtihan demek yâni, bir bakıma. Allah-u Teàlâ Hazretleri imtihanları, üzücü olayları döker üstüne, hem de şaldır şaldır döker. Seccün, secce diye bildirmiş.

Şimdi bundan dolayı insan üzülebilir, "Eyvah!" der, iki arada bir derede kalır. Hem Allah'ın sevgisini ister kul, hem de belâyı istemez. Allah sevsin diye ister ama, hep de kaymaklı kadayıf ister. Kaymaksız olursa bile biraz hoşlanmaz, ille üstünde bir hâlis Afyon kaymağı olsun diye ister.

İşte orda bir şey var ama, insanın mânevî kemâliyle ilgili bir husustur. Manevî kemâliyle ilgil olduğundan, en yüksek şahıslar, Allah'ın atâ ve ikramını gelmesi kadar, belânın gelmesinden "Hadi bize kazanç kapısı açıldı." diye sevinirler. Onu da bir nimet olarak kabul ederler. Tabii bunu herkes anlayamaz. Âvam anlayamaz. "Aaa, bu ne biçim iş?" der, o anlayamaz ama, yukardaki esrarı bildiği için, kaderin cilvesini bildiği için ondan da memnun olur. Onu da okuyacağım, o hadis de var burda.

c. Kulun Duasının Kabul Edilmesi

(Feizâ deal-abdü) "Kul dua ettiği zaman..." Belâ geldi, kulun yapacağı şey; bir, sabretmektir; iki, dua etmektir. Kulun elinde iki tane iş var: Sabretmek, dua etmek. Her şey Allah'tan... Hem sabredecek, hem de dua edecek.

Dua ne oluyor? Dua ibadet oluyor. Dua sevap oluyor. Dua, Allah'ın sevdiği bir davranış oluyor. Dua ibadetin iliği, özü, esası oluyor, kaymağı oluyor. Millet duanın önemli olduğunu bilmiyor. Namazı ibadet olarak sanıyor da, ondan sonra duanın ibadet olduğunu bilmediği için, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah... Esselâmü aleyküm ve rahmetullàh..." deyince, pabucunu alıp gidiyor. Niçin dua etmedin?.. Olmasa da olur sanıyor.

A şaşkın kardeşim, dua da ibadet!.. Allah duayı sever. Kulunun tazarrusunu, niyazını sever Allah. Kul boynunu büküp de, gözünü kapayıp da dua etti mi, memnun olur.

Burada da buyuruyor ki: (Feizâ deal-abdü kàle yâ rabbâhu) "Kul dua edip de 'Aman yâ Rabbi, ey benim mevlâm!" dediği zaman..." Yâ Rabbâhu demek, ey benim mevlâm demek. Böyle dediği zaman, (Kàlallàhu teàlâ) Allah kuluna, (Lebbeyke abdî) "Söyle ey kulum, buyur!" der, (Lâ tes'elnî şey'en illâ a'teytüke) "Bir şey istedin mi mutlaka sana vereceğim! Madem öyle elini kaldırdın, duaya başladın; ister istemez istediğini verdim gitti. Vereceğim ey kulum!" demektir.

Amma bu verme nasıl olur?.. Bu verme iki şekilde olur: (İmmâ en uaccilehû) "Ya istediğini pat diye veririm dünyada." Bu dünyadayken verir. Araba mı istersin, al âlâsı, ev mi istedin al evin büyüğü... Çocuk mu istedin al sana nur topu gibi evlât... Para mı istedin, al sana para, iş, güç vs...

Ya dünyada verir, yâhut da, (ve immâ en eddahirahû leke) "Kabul ettim duanı, vereceğim, ahirette vereyim kulum." diye ahirette verir.

Neden ahirette?.. Cenâb-ı Hakk'ın hikmetlerini biz bilmeyiz ama, neden bazısını ahirette veriyor, bazısını dünyada veriyor bilmeyiz biz ama; bazen kul duasında olmayacak şey ister... Kendisi bir şey ister de, başka bir kul da başka bir şey ister. Meselâ; çömlekçi çömlekleri yaptığı zaman güneş ister, dışarıya çıkartıp kurusun diye. Öbür taraftaki komşusu da bahçede ziraat ekmiştir, o da "Yâ Rabi, yağmur ver!" der. İkisi de salih insan, ne olacak?.. Cenâb-ı Hak birisininkini ahirette mükâfat olarak verir. Öyle olabilir.

Yahut da kul der ki:

"--Yâ Rabbi bana şu ilâcı ver! Hastayım yâ Rabbi, şu ağrımı geçirmek için şu marka ilâcı bana gönder!"

Cenâb-ı Hak şöyle bir bakar, bilir; bu ilâcı o alırsa ölecek. Alıyor ama, o ilâç dokunacak. O zaman vermez ona... O istediğini vermez ama, dua etti diye ahirette mükâfâtını verir. Hem de ahirette mükâfat verince, insanlar o kadar çok sevineceklermiş ki, "Keşke dualarımızın hepsi ahirete tehir olsaymış." diyeceklermiş.

Bir insan: "Dua ettim de duam kabul olmadı." demeyecek. Bu edebe aykırıdır. İslâmî terbiyeye, irfana, ihlâsa aykırıdır.

--Cenâb-ı Hakk'a ben dua ettim, kabul etmedi duamı...

Ne biliyorsun sen, nereden biliyorsun? Belki ahirette verecek. Bu edepsizlik olur.

d. Allah'tan Afiyet İsteyin!

Muhterem kardeşlerim, bu biraz böyle acem kılıcı gibi, iki tarafı keskin bir hadis-i şerif. Üzülebilir bir insan, endişe de edebilir. Sevinçli tarafları da var. "Kulum lebbeyk, buyur!" diyor. Lebbeyk ne demek? "Kat kat, katmerli emrindeyim!" demek. Lebbeyk, tesniye sîgasıdır, ikil sîgadır. "Bir defâ emrinde değilim, çift kat emrindeyim, katmerli emrindeyim!" demek. Yâni Cenâb-ı Hak lütfediyor.

Onun için, başınıza üzücü olaylar gelirse, baskılar, sıkıntılar, dertler, tasalar, hastalıklar, gamlar, kederler; ailesinde, malında, dükkânında, işinde, çoluğunda, çocuğunda, torununda, damadında, kızında bir şeyler olursa; sabretmek, dua etmek lâzım! Duanın da kabul olmadığı zannına düşmemek lâzım! Çünkü seviyor Allah. Seviyor dua etmesini, "İmtihanı kazansın da, sevap vereyim!" diye sevdiğinden veriyor o belâyı. Bir de sâfîleştirmek istiyor, kulun sâfî olmasını istiyor, ondan veriyor.

--Pekiyi hocam, belâ isteyebilir miyiz? Verir mi acaba? Mâdem belânın arkasında bu kadar kâr oluyormuş; ben biraz fedakârlık yapayım, babayiğitlik yapayım, belâ isteyeyim...

Belâ istemek yok!.. Ne var?.. Afiyet istemek var. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:

"--Allah'tan bir şey istediğiniz zaman, istediğiniz şeylerin en iyisi afiyettir. Afiyeti isteyin!"

Afiyet ne demek?.. Maddî sıkıntılardan, zararlardan, hastalıklardan uzak olmak; iki, mânevî gamlardan, kederlerden, üzücü şeylerden uzak olmak demek. Çok derli toplu bir kelime...

Peygamber Efendimiz'in öğrettiği bir dua var, afiyet duası:

(Allàhümme innî es'elüke) "Yâ Rabbi ben senden istiyorum; (el-afve) affolunmayı, (vel-àfiyete) ve esen olmayı, (ve muàfâted-dâimete) ve daimi bir esenliği, hoşluğu, iyiliği istiyorum; (fid-dîni) dini konularımda, (ved-dünya) şu hayatımda, (vel-ahireh) ahirette..."

Şimdi, bir insanın dininde afiyet dışı, afiyete aykırı durum ne olur?.. Namaz kılmamaya başlar, gevşemeye başlar, harama bakmaya başlar, yamulmaya başlar, ayağı kaymağa başlar... Dini zarara uğruyor, dini gidiyor, yazık oluyor adama!.. Aman dinimizde böyle hasar, zarar, ziyan olmasın...

(Ved-dünya) Dünya demek; şimdiki hayat demek. Dünya demek, yerküre demek değil... 90 kuzey enlem, 90 güney enlem, 180 doğu meridyen, 180 batı meridyen, böyle çizgi çizgi yerküre demek değil dünya... Bütün ayetlerde ve hadis-i şeriflerde dünya kelimesi geçtiği zaman, kesinlikle bu mânâya değil. Ne mânâya?.. Şu yaşadığımız hayat mânâsına. Şimdi neredeyiz? Dünyadayız. Ne demek?.. Ahirete göçmedik, şimdiki hayattayız demek.

Ahiret ne demek?.. Bu hayattan sonraki öteki hayat demek. Dâr-ı dünya, bu şimdiki hayatımızın mekânı; dâr-ı ahiret öldükten sonraki öbür hayatın mekânı... Dünya yurdu, ahiret yurdu.

Bizim anladığımız, şimdi dünya dediğimiz zaman; işte dünyanın altı kıtası var, şu kadar okyanusu var, kutupları var vs. Ona Araplar ard [arz] derler. Yâni ayrı kelimesi var. (Semâvâti vel-ard) "Semâlar, yâni gökler ve yeryüzü." Ayrı kelimeler. Dünya deyince, şimdiki hayatımız demek.

"Dünyayı tercih ediyor bu adam, ahireti tercih etmiyor." Ne demek? Bu hayatı yaşamaya koyulmuş, öteki hayatı düşünmüyor demek. Bu dünyada işi iş, keyfi tıkırında, aklı fikri dünya ile... Ne demek?.. Sadece bu dünya için çalışıyor demek. Aklında iş, toplantı, almak, vermek, senet, sepet, protesto, mahkeme, kâr, zarar, ziyan, vergi kaçırma vs. aklı hep onlarla meşgul.

.....................

28. 08. 2000 - Medine