Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
26 Ağustos 2000 Medine Sohbeti
-------------------------
AMAN İSLAM'I BIRAKMAYIN!
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn...
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah cümlenizi dünya ve ahirette sevindirsin, aziz ve bahtiyar eylesin... Ziyaretlerinizi kabul eylesin... Peygamber Efendimiz'in şefaatine erdirsin... Umrelerinizi de kabul eylesin... Tekrar tekrar gelmek nasib eylesin... Çünkü buluşulacak en güzel yer, muhakkak ki burası...
Peygamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifinde, bir hadis-i kudsînin bir cümlesinde Cenâb-ı Hak buyuruyor ki... Bu bilgiyi Peygamber Efendimiz bildiriyor bize:
(Hakkat mahabbetî lil-mütezâvirîne fiyye) "Benim için birbirlerini ziyaret edenlere, ziyaretleşenlere benim muhabbetim hak olur." Yâni, bir müslüman bir müslümanı Allah için ziyaret ederse, Allah'ın muhabbeti o ziyaret edene hak oluyor. Ne demek?.. "Allah muhakkak, kesin olarak o kulu sever!" demek.
Şimdi siz birkaç kat ziyaret yaptınız. Bir, ülkeler arası uçakla gelinen mesafeden buraya geldiniz. Bir de ayrıca o otelden, bu otelden, veya falanca yerden bizi görmeğe geldiniz. Yâni ziyaret içinde ziyaret, nimet içinde nimet, sevap içinde sevap oluyor, elhamdü lillâh... Allah sizleri ve bizleri sevdiği kul eylesin...
a. Hz. İsâ'nın Bebekken Konuşması
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde anlatmış eski ümmetlerin hadiselerinden, olaylarından. Riyâzus-Sàlihîn'de mevcut bir hadis-i şerif. Ben şöyle ana metnini okumadan kısaca anlatayım:
"Üç bebek beşikte iken konuştu." diyor Peygamber Efendimiz. Bu nedir?.. Olağanüstü bir durumdur, olağan durum değildir. Peygamberlerin mucizesidir, ya da evliyâullahın kerametidir. Keramet de, Allah'ın ikramı demek. Evliyâyı Allah seviyor da, ikram ediyor. Yoksa, kerametin de kaynağı Cenâb-ı Hak'tır. Cenâb-ı Hak ikram ediyor. Arapçada keramet, ikram; sunulan, ikram edilen şey mânâsına geliyor.
Konuşanlardan bir tanesi, Kur'an-ı Kerim'den de biliyoruz, Hazret-i İsâ AS'dır. Meryem Vâlidemiz'e hakaretler, töhmetler, kınamalar yapılıp, ağır sözler söylenirken, Meryem Vâlidemiz cevap vermedi;
(Feeşârat ileyhi) "İsâ AS'ı gösterdi. (Kàlû men kâne fil-mehdi sabiyyâ.) Dediler ki: Beşikte sabî, küçük çocuk olan bir kimseyi gösteriyorsun bize, ona sorun der gibi; biz onunla nasıl konuşalım?.."
Sen konuşamazsın ama, Allah konuşturursa konuşulur. Cenâb-ı Hak her şeye kàdir. O zaman İsâ AS beşikte bebek iken dedi ki:
(Kàle innî abdullàh, etâniyel-kitâbe ve cealenî nebiyyâ.) "Ben Allah'ın kuluyum!" Bu hepimiz için çok önemli bir söz. Bizim de ayrıca cihan halkına söylememiz gereken bir söz. Nedir bu sözün önemi?.. (İnnî abdullàh) "Ben Allah'ın kuluyum!" dedi.
--Gàyet tabii...
Gàyet tabii ama, gel de bunu Amerikalılara, Avrupalılara, Vatikan'a anlat!..
--Onlar ne diyorlar?..
Onlar tanrılık izâfe ediyorlar, "Allah'ın oğlu" diyorlar, "Tanrı" diyorlar. "God" diye söyledikleri zaman kimi kasdediyorlar?.. Jesus'u, yâni Hazret-i İsâ'yı kasdediyorlar. Yanlış!..
Bu yanlışı da bizim anlatmamız lâzım! Çünkü, bir kere içinde bulunduğumuz yıl tevhid yılı, İkibin yılı Tevhid yılı... Boşa başkaları heveslenmesinler! Cihana hristiyanlık hakim olacakmış da, yahudilik hakim olacakmış da... Öyle şey olmayacak, cihana tevhid hakim olacak!.. Lâ ilâhe illallah hakim olacak, eninde sonunda... Çalışan çalışır, sevabını alır. Çalışmayan, mahrum kalır. Ama eninde sonunda Lâ ilâhe illallah gàlip gelecek.
Allah'tan başka ilah yok, tapınılacak mâbud yok, tapınmaya lâyık varlık yok... Lâ ilâhe illallah... Tevhid yılında biz bunu çeşitli vesilelerle anlatacaktık. Meselâ, triko yapıyorsa arkadaş, tevhid trikosu çıkaracaktı, "Allah'tan başka ilah yoktur!" yazacaktı, "Lâ ilâhe illallah" yazacaktı. Her mesleğin sahibi, bu sene onu işleyecekti. Süre azaldı, senenin yarısından çoğu geçti ama, unutmayın göreviniz var, görevimiz var!..
Zâten bütün cihana karşı görevimiz var. Biz Allah'ın görevlendirdiği bir ümmetiz. Biz belki farkında değiliz, "Kim görevlendirmiş, ne zaman olmuş?" diye ama, ayet-i kerimede:
(Küntüm hayra ümmetin uhricet lin-nâs) "Siz insanlar için çıkartılmış, özel, nümûne bir ümmetsiniz." buyruluyor.
Vazifemiz; Allah'ın bir olduğunu, yalnız Allah'a ibadet etmek gerektiğini insanlara öğretmek. Peygamber SAS Efendimiz'in hayatı boyunca yaptığı ve şirkin yaygın olduğu bir yerde şirkin kökünü çıkardığı çalışma... Lâ ilâhe illallah.
(İnnî abdullàh) "Ben Allah'ın kuluyum!" diye Hazret-i İsâ söyledi. Hem beşikte söyledi, hem de ahirette söyleyecek. Ahirette de soracağını bildiriyor Allah Kur'an-ı Kerim'de:
(Yâ îsebne meryeme e ente kulte lin-nâsittahizûnî ve ümmiye ilâheyni min dûnillâh) "Ey İsâ, sen mi söyledin 'Bana tapının, anneme tapının!' diye bu insanlara?.. Sen mi söyledin bunlara?.."
Hayır, o söylemedi. O sonradan çıkmış, sonradan hristiyanlığa girmiş yanlış bir inanç. Hem beşikte "Ben Allah'ın kuluyum!" dedi, hem de ahirette "Ben Allah'ın kuluyum!" diyecek.
(Mâ kultü lehüm illâ mâ emertenî bî) "Ben onlara öyle demedim. Sen bana ne emretti isen, onu söyledim. (Eni'budullàhe rabbî ve rabbeküm) 'Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin!' dedim. 'Bana ibadet edin!' demedim. Zâten ben yalan söylemiş olsam, sana mâlûmdur, sen bilirsin yâ Rabbi!" diyecek.
Zâten deseydi, Allah kahrederdi, mahvederdi. Çünkü:
(Velev tekavvele aleynâ ba'dal-ekàvîl. Leehaznâ minhü bil-yemîn. Sümme lekata'nâ minhül-vetîn.) Eğer Rasûlüllah kâfirlerin, müşriklerin dediği gibi yalancı olsaydı, kendiliğinden böyle bir şey uyduruyor olsaydı; Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki: "O zaman ben onun şah damarını kopartırdım, canını alırdım, söyletmezdim!"
İnsanlar söylenmeyen şeyi sonradan çıkartıyorlar.
Uzun bir hadistir ama, kısaca hatırlatmış olduk ki, İkibin yılı içindesiniz, hâlâ görevleriniz var. Lâ ilâhe illallah'ı herkese öğreteceksiniz. Türkiye içinde ve dışında...
Türkiye'den biliyor musunuz, bazı insanların dinlerini değiştirip boyunlarına haç taktığını?.. Ben yayınlarını Avustralya'dan okudum. Hem de, hiç tahmin etmeyeceğim bir sol yayında neşredildi bu bilgiler. Ben ordan internetten bilgiyi aldım, okudum.
İkibin yılındayız, Lâ ilâhe illallah'ı iyi öğreteceğiz. Müslümanlığı koruyacağız, müslümanları koruyacağız. İmanımızı koruyacağız, evlâtlarımızı koruyacağız. Diyarlarımızı, beldelerimizi koruyacağız...
Başkaları diyarlarımıza hristiyanlığı, küfrü, şirki hakim kılmağa çalışıyor. Hatta putperestliği, puta tapmayı hakim kılmağa çalışıyor.
Tabii tapınılacak şeylerin de, başkalarının bilmediği ama sizin bildiğiniz birtakım görünmeyenleri var. Meselâ, nefse tapmak... Nefsin arzusunu dinlemek nedir?.. O da nefse tapmaktır. Allah'ın emrini tutmayıp da nefsin arzusuna, hevesine, hevâ-yı nefse uymak nedir? O da nefse tapmaktır.
(Eferaayte menittehaze ilâhehû hevâhü) [Hevâ ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü?] diye, Kur'an-ı Kerim'de buna işaret buyruluyor bu ayet-i kerimede.
Çok kimseler nefsine tapıyor. O zaman onlara da, "Bırakın nefis putuna tapmayı, Allah'a kulluk edin, Allah'a itaat eyleyin, Allah'ı dinleyin, Allah'ın emrini tutun!" demek vazifesi var yâni. İkibin yılının, Tevhid yılının görevleri arasında, nefsine tapanlara da "Tapmayın!" demek var. Allah'tan gayriye, haça, puta, ite, ata, oda tapınanlara da "Tapmayın!" demek var.
Od eski Türkçede ateş mânâsına. Odlara yanmak, ateşlere yanmak demek. Kimisi de ateşe tapıyor ya... Onlara da hakkı söyleyeceksiniz.
Bir de Allah'ı kabul edip de, "İşte bu Allah'ın oğludur, bu Allah'ın şusudur, busudur..." diye yine ona şirk koşanlar var. Onlara da söyleyeceksiniz.
Hazret-i İsâ öyle söylemedi; (Kàle innî abdullàh) "Ben Allah'ın kuluyum!" dedi. (Etâniyel-kitâbe ve cealenî nebiyyâ) "Allah bana bir kitap verecek ve ben Allah'ın peygamberi olacağım!" diye beşikte iken söyledi.
Beşikte konuşanlardan birisi Kur'an-ı Kerim'in bildirmesiyle, Hazret-i İsâ'dır. İkinci konuşan çocuğa gelince:
Abidin birisi bir iftiraya uğramış. Adamcağız mâsum iken, Allah'ın salih bir kulu iken, ibadet eden bir kulu iken, ona iftira atmışlar. O zaman bebek diyor ki:
"--Hayır ben bu abidden olma bir çocuk değilim, falanca çobandan olma bir çocuğuyum! yalan söylüyorlar, iftira atıyorlar." diyor.
Bir de o var. Eski ümmetlerde olan bir şey. Cenâb-ı Hak bir haksızlığın böylece önünü kesmiş, salih bir kulunu iftiradan korumuş.
b. Mü'minlerin Ateşe Atılması
Üçüncüsü... Üçüncüsünü anlatmak için ben zaten bu hadis-i şerifi seçtim:
Eski zalimlerden bir zalim hükümdar, kavminin dinini bırakıp da hak yola girenleri, Allah'ın hak peygamberine tabii olanları öldürtüyormuş. Öldürtmek için de derin hendekler açtırıyormuş. İçinde ateşler yaktırıyormuş. İnananları, mü'minleri ateşin yanına kadar getirip soruyormuş:
"--Vazgeçecek misin imanından, vazgeçmeyecek misin?.. Gelecek misin bizim inancımıza, gelmeyecek misin?.."
"--Gelmeyeceğim!" derse, ittirtiyormuş ateşe, yaktırtıyormuş.
Kur'an-ı Kerim'de bu Bürûc Sûresi'nde Ashàb-ı Uhdud diye geçiyor.
(Kutile ashàbül-uhdûd. Ennâri zâtil-vekd. İz hüm aleyhâ kud. Ve hüm alâ mâ yef'alûne bil-mü'minîne şühûd.) [Tutuşturucu malzeme ile dolu o ateş hendeklerinin sahipleri gebertilmişlerdir. O zaman onlar o ateşin etrafında oturucu idiler. Onlar iman edenlere yapacakları işkenceler hususunda hükümdarları nezdinde şahitlik edeceklerdi.]
İşte burda mü'minler ne yapılıyor?.. Ateşe itiliyor, yakılıyor. İmanını bırakmazsa, mü'min olarak kalmakta ısrar ederse, cezalandırılıyor. Dünyevî ceza... Atılıyor ateşe, yakılıyor.
Bir kadını da getirmişler, mü'min bir kadın, kucağında yavrusu var, bebeği var... Ateşin yanına ite kaka getirmişler. Demişler ki:
"--Bırak inancını, bizim tarafa geçtiğini itiraf et, söyle!.."
Kadın da mü'min ama, tereddüt etmiş:
"--Acaba ben sebat edip ateşe atılsam mı? Bu çocukcağız benim yüzümden yanacak, küçük bebek; yoksa onların dediğini söyleyip, çocuğun hayatını kurtarsam mı?.." diye.
Bunu anlatıyor Peygamber Efendimiz. Şimdi böyle bir durumda kaldığınız zaman, sizin ne yapacağınızı bir düşünün!.. Allah böyle kötü durumlara düşürmesin...
Şimdi İslâm'ın ahkâmını bozan çok büyük bir hastalık var: Ayetleri, hadisleri, dinin esaslarını yanlış taraflara yorumlama, çekme adeti var. Dini bozan bunlar.
"--Allah gafûrur-rahîmdir, affeder."
Herkesi affetmez. Cehennemi neden yarattı?.. Affetmeyip de cezasını verecekleri de var.
"--Güzele bakmak sevap..."
"--Şu kadar içki içersen, orda alkol miktarı az, zarar etmez."
Yalan, te'vil, bilmem ne... "Ne yapalım, işte şöyle oldu da, ondan yaptık..." filân.
O hanımın yerinde biz olsaydık, "Şu bebeğin hayatını kurtaralım!" derdik. Ama Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde anlatıyor ve Peygamber Efendimiz'in bizim düşündüğümüz gibi düşünmediğini biz ordan anlıyoruz.
Çocuk dile geliyor. Konuşan çocuklardan üçüncüsü de bu... Kucaktaki bebek dile geliyor:
"--Aman anneciğim, imanı bırakma!" diyor.
O da Allah'ın bir konuşturması. Olağan durum değil olağanüstü durum...
Şimdi muhterem kardeşlerim! Ateşin kenarına kadar getirilip öldürülmek üzere olan bir insan... Bir de mazereti uydurmak için bir gerekçe daha var, kucağındada bir çocuk... O çocuğun bile dile gelip, konuşup, "Aman anne imanından vazgeçme!" demesi, yâni "Ölsen bile imanından vazgeçme!" demesi ve bunu Peygamber Efendimiz'in anlatması ne kadar önemli!.. Bunun üzerinde çok derin olarak düşünmenizi istiyorum. Düşünmemiz lâzım!... Bu noktayı kaçırmamak lâzım!..
Hayat efsanedir, hayaldir, rüzgar gibidir, yel gibidir, geçer, geçiyor. Ben yaşımı söylesem, dilinizi yutarsanız, hayretten dudağınızı ısırırsınız. Halbuki ben kendimi hâlâ ortaokul çocuğu gibi görüyorum, hatta ilkokul çocuğu gibi... Uzun yıllar yaşadık ama, nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Rüzgar gibi geçiyor, çok çabuk geçiyor. Bu hayat bitiyor.
Peygamber Efendimiz'in bize verdiği bir ilâhî teminat var, garanti var. Diyor ki:
"--Emr-i ma'ruf, nehy-i münker eceli yaklaştırmaz."
Yâni, "Sen doğruyu söyledin diye seni öldüremezler!" diyor Peygamber Efendimiz. Ama biz öldürebilirler sanıyoruz. Bizim imanımızda eksiklik var. Öyle sanıyorsak, imanımız Peygamber Efendimiz'in öğrettiği iman değil.
Türkiye'de maalesef arkadaşların arasında konuşuluyor, herkes: "Aman ihtiyat edelim, bilmem ne yapalım!.." diye düşünüyor. Peygamber Efendimiz de diyor ki:
"--Cihadın en üstünü zâlim hükümdara karşı hak sözü söylemektir."
"--Emr-i ma'ruf nehy-i münker yapın! Emr-i ma'ruf nehy-i münker insanın ömrünü kısaltmaz, eceli öne getirtmez." diyor.
Demek ki, doğru sözü söyleyeceğiz. Demek ki haktan, imandan asla ayrılmayacağız!
Ama hep te'vil ve ayrılma yolunda millet... Demek ki, büyük bir hastalık var. Dinin kökeninde olmayan, aslında olmayan, yanlış bir zihniyet kazanmışız. İslâm'ın ruhuna, köküne, özüne aykırı olan bir zihniyet kazanmışız.
Her yerde hakkı söyleyeceğiz! "Hakkı söylemeyip, susup hesap yapan dilsiz şeytandır." diyor Peygamber Efendimiz. Demek ki, hakkın söyleneceği yerde söylememe durumu, şeytânî bir davranıştır.
Onun için, burada dua yerinde, dua zamanında, duaların kabul olduğu bir ibadeti, umre seyahatini yaparken Cenâb-ı Hakk'a dua edelim ki, Cenâb-ı Hak bize takatimizden fazla yükler yükleyip, yapamayacağımız mükellefiyetlerle bizi başarısız duruma düşürmesin... Biz zayıf kullarını zorlamasın Cenâb-ı Hak; bir...
İkincisi: Cenâb-ı Hak bir şey takdir eylemişse, başımıza bir imtihan gelmişse de, o imtihanda bizim ayağımızı kaydırmasın... Bizi şaşırtmasın...
Hakkı söylemeyi, güzel güzel söylemeyi, sakin sakin söylemeyi, ama hakkı söylemeyi, imanı bırakmamayı, İslâm'ı bırakmamayı nasîb etsin... Allah cümlemize dinde sebat ihsân etsin... Sabit kadem olmayı, vefalı olmayı nasib eylesin...
Allah hepinizden razı olsun...
Elfâtihah...
26. 08. 2000 - Medine