GIYBET VE İFTİRA, SÖYLEYENİ HELAK EDER
Halil Necatioğlu
İSLAM, OCAK 93
Yüce Rabbımız'ın her işinde nice harika hikmetler vardır, her akıl ermez; ama rıza ve teslimiyet göstermeli, olayları ibret gözüyle seyr eylemeli, sonunda, neylerse ne kadar güzel eylediğini görmeli!
O, hayatı yaratmış,kim daha güzel kulluk edecek diye imtihan etmek için! Karşımızda renkli ve karmaşık bir alem. Melek de var, şeytan da; salih kulları da var, âsî ve zâlimler de; sağlık da var, hastalık da; safâ da var, cefâ da var; iman da küfür de; hayır da var, şer de; akıl da var, delilik, divanelik de; fazilet de var, rezalet de; temizlik de var, pislik de; hüzün de var, kubuh da...
O, insanları irşad ve îkaz için sevgili kullar, peygamberler göndermiş, ama onların karşısına da azılı kâfirler, muannid münkirler dikilmiş. O mübarek Peygamberlere hârkulâde mûcizeler vermiş, pırıl pırıl vahiyler sahifeler, kitaplar indirmiş; dillerinden hikmet ve hakikat pınarları akıtmış, aklî deliller söyletmiş, halkın kimisi anlamış, imana gelmiş, hidayete ermiş; kimisi de küfürde inad etmiş, dalalete saplanmış, körlük, küfür ve nankörlükler içinde mahvolmuş.
Hani münkir Ad kavmi, âsî Semûd kavmi? Nerde Firavunlar, Hâmânlâr, Nemrud'lar, Şeddâdlar, kayzerler, kisrâlar, Ebû Lehebler, Ebû Cehiller?!!
* * *
Böyle cilve-i rabbaniler, zorlu manevî imtihanlar, hikmetli takdir-i ilâhîler en sevgili kurallara en çok gelmiş, onun için Hz. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem:
"Eşedd-ül-belâyâ alel-enbiyâ: Belâ ve musibetlerin en şiddetlileri peygamberlere gelir" buyurmuş.
Halkın ezâ ve cefâsı, Peygamberler gibi, Tarih boyunca salih kullara da çok olmuş; çünkü onlar, hevâ ve hevesi önlemeğe, acı da olsa hakkı söylemeğe, hayrı işlemeğe ve işletmeye gayret etmişler. Cenab-ı Hakk'ın yolunda kimseye aldırmamış, kimseden pervâ etmemiş, kınayanın kınamasına aldırmamış, zalimin zulmüne, sömürücü düzenlerin aldatıcı yalanlarına karşı çıkmışlar.
Düzenleri tehlikeye düşen ve menfaatleri zedelenenler de onlara karşı çare aramış, bu salih kulları susturmağa çalışmışlar. Önce para, pul, mevki, makam, iltifat, va'ad, rüşvet ile; bu sökmeyince dedikodu, karalama, kötüleme, gözden düşürme çalışmaları ile; bu da olmayınca işi daha şiddetlendirip zorbalık, kaba kuvvet, ceza, hapis, hatta idam ile... Allah şerlerinden cümlemizi ve cümle ümmeti Muhammed'i sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem korusun! İmam-ı A'zam efendimiz bu yüzden hapse atılmış, eza ve cefâ ile şehid olmuş; İmam-ı Rabbani hazretleri bu yüzden yöneticilerle ters düşmüş, yıllarca hapiste yatmış, Peygamber efendimizin mübarek sülalesi bu yüzden Emevîler, Abbasîler zamanında baskı ve takibat altında bunaltılmışlar; meşayıh-ı turuk-ı aliyemiz hayatları boyunca nice nice zorluklar, itirazlar, iftiralar ile karşı karşıya kalmışlar.
Herhalde bunun için Şemseddin-i Sivasî hazretleri:
"Bir acep sevdaya düşmüş Şemseddin-i nâdanı, gör
Hakka makbul olmak ister, halka menfûr olmadan" buyuruyor.
Yunus Emre, kuddise sirruh, cahil halkın anlayışsızlığından ve dedikodusundan bıkmış da:
"Yunus bu cezbe sözlerin sakın ağyâre söyleme!
Bilmez misin cahillerin nice geçer zamanesi?!" diyor.
Yani yukardan baskı, rakîpten haset, halktan dedikodu, çevreden kadir kıymet bilmezler... devam etmiş gitmiş. "Dost bî-perva, felek bî-rahm, devran bî-sükûn."
Ehlullah, evliyaullah, abidler, salihler, aşık-ı sadıklar bu durumdan yılmışlar mı?... Hayır! Hattâ: "Felek her türlü esbab-ı cefâsın toplasın gelsin, gene hak yoldan dönmeyiz" demişler.
Bir büyük veli kendisini çekiştiren, gıybet eden, aleyhinde atıp tutan birilerine, bir tabak nadîde güzel meyve göndermiş ve:
Duydum ki bizi giybet etmek suretiyle, kazandığınız kendi sevaplarınızı bizim tarafa geçirtiyor, yani bize gönderiyormuşsunuz, teşekkür ederim, ben de mukabilinde size bu hediyeyi gönderiyorum, buyurmuş.
Bir diger âlim de:
Gıybet edecek olsam, ana ve babamı gıybet ederdim, çünkü sevaplarımın ancak onlara verilmesine razı olabilirim, demiş.
Yani, dostu-düşmanı, doğruyu-eğriyi, iyiyi-kötüyü, hakkı-bâtılı, hayrı-şerri, haklıyı-haksızı ayırt edemeyip, bunca kâfir ve zalim varken onları bırakıp, müslümanları dillerine dolayan, onlar aleyhinde çalışan, dedikodu eden, gıybet yapan... ancak kendisine zarar verir.
"ab-ı pâke ne zarar vakvaka-i kurbağadan!"
İşte Nuh aleyhisselamın tufanda helak olan zalim kavmi, işte Ad ve Semûd, işte Fir'avn, Haman, Nemrud, işte kayserler kisrâlar, Ebu Leheb'ler, Ebu Cehiller...
Allah sözde müslüman olup da, İslâm'a hiç yakışmayan hale düşenleri nefse, şeytana ve düşmana aldanmaktan kurtarsın, islâh eylesin, hakkı göstersin, hayrı işletsin; çünkü kendilerine yazık ediyorlar ve çok çok ayıp oluyor.