G. YUNUS ALEVÎ DEĞİLDİR
--Yunus böyle de, acaba Yunus çizgiden çıkmış bir insan mı?..
--Hayır!..--İddialı olduğuna göre, yoksa alevî mi bu adamcağız?..
--Alevî değil!.. Bilimsel olarak onu da söylemek bizim vazifemiz... Nerden isbat edebiliriz?.. Meselâ televizyonda çıkacak karşımıza alevî babaları, dedeleri; "Yunus alevî idi." diyecekler. "Ahmed Yesevî alevî idi" diyorlar. Tamam, o zaman Hazret-i Ali de alevî idi. Kendisi netice itibariyle ama, senin bildiğin alevî değil... Alevîlik Hazret-i Ali'yi sevmekse, biz de alevîyiz. Hepimiz seviyoruz ama, yaşantın nasıl?..
Şimdi, şurda bir sözü var eski Yunus'un:
Namaz kılmayana sen,
Müselmandır demegil,
Hergiz müselman olmaz,
Bağrı dönmüştür taşa...
Namaz kılmayana müslüman demiyor eski Yunus... Sinirli ya, asabî meşrebli adamcağız... Namaz kılmadı mı, siliyor defterden... Hani, kalb yıkanı defterden sildiği gibi, namaz kılmayanı da siliyor. Namaz kılmayanlar yandı... Yunus kovalayacak sopayla... (Hergiz müselman olmaz; bağrı dönmüştür taşa...) Hergiz, aslâ demek...
Alevî kardeşlerimiz sahabenin arasında ayırım yaparlar; biz ayırım yapmayız.
(Ashâbî ken nücûmi) "Benim ashabım yıldızlar gibidir." buyurmuş Peygamber Efendimiz... (bi eyyihim iktedeytüm ihtedeytüm.) "Hangisine sarılsanız, hak yola, cennete gidersiniz." buyurmuş. Biz ashaba dil uzatmıyoruz. "Ashaba dil uzatarak benim canımı sıkmayın! Ashabım konusunda ileri geri konuşup da, beni üzmeyin!" buyuruyor. Biz ashabın kendi aralarındaki meseleleri bahis konusu etmiyoruz.
Ama onlarda tevellâ ve teberrâ var... Yâni, Hazret-i Ali Efendimiz'in dostlarını sevmek var, düşmanlarına düşman olmak var... Bir takım sahabeyi defterden silmek var, aleyhinde konuşmak var... Eski Yunus'ta bunlar yok...
Bunları niçin anlatıyorum?.. Yunus'un gerçek çehresini herkes bilsin diye anlatıyorum. Onu da şurda, misaliyle işaretledim. Onu da okuyayım da delilli olsun:
Işksız adem dünyada,
Belli bilün yokdurur.
Her biri bir nesneye,
Sevgüsi var âşıkdur.
Çalab'un dünyasında,
Yüzbin türlü sevgü var.
Kabul et kendözüne
Gör kangısı lâyıktır.
"Dünyada herkes bir şeyi sever. Binbir türlü sevgi var dünyada... Ama sen, bu sevgileri şöyle bir göz önüne getir. Bunların hangisi sana lâyıktır; seçme yap!" diyor.
Yâni, "Rahman'ı mı sevmek lâzım, şeytanı mı sevmek lâzım?.. İmanı mı sevmek lâzım, şirki küfrü mü sevmek lâzım?.. Zulmü mü sevmek lâzım, adaleti mi sevmek lâzım?.. Herkes bir şey seviyor ama, sen kendine lâyık olanı seç!" diyor.
Biri Rahmânir Rahîm,
Biri şeytânir racîm.
Anun yazuğımuz di,
Sevgüye taallukdur.
Dünyada Peygamberün,
Başına geldi bu ışk.
Tercemânı Cebrâil,
Ma'şûkası Hàlik'dur.
Yâni, "Bu sevgi dediğimiz şey Hazret-i Muhammed'in de başına geldi. Bu aşkın tercümanı Cebrâil AS'dır. Rasûlüllah'ın sevgilisi de Allah'tır." diyor.
Şiirin beşinci dörtlüğünde:
Ömer ü Osman Ali,
Mustafâ yâranleri.
Bu dördünün ulusı,
Ebû Bekr-i Sıddîk'dur.
Alevî der mi böyle?.. Demez. Tanıyoruz; dostlarımız var, tanıdıklarımız var... Bildiğimiz kimseler var... Hacı Bektaş'a gittik, gördük. Ebû Bekir, Ömer, Osman deyince; dişlerini gıcırdatırlar. "Adın ne?" diye sorsalar; "Ömer" dese kızarlar. Bak ne diyor:
Ömer ü Osman Ali,
Mustafâ yâranleri.
Bu dördünün ulusı,
Ebû Bekr-i Sıddîk'dur.
Ebûbekir Sıddîk'ın en yüksek olduğunu düşünmek de, ehl-i sünnet akîdesidir. Biliyorsunuz, ehl-i sünnet akîdesine göre, sahabe-i kirâmın efdali Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'dir. Hilâfet de, fazîlet sırasına göredir. Bizim kanaatimiz böyle... "Allah böyle takdir etmiş; demek ki, bunda bir sebep vardır." diye, biz böyle düşünüyoruz sünnî olarak...
Ama alevî kardeşlerimiz, "En üstünü Ali idi. Ötekiler haksızlık etti, gasb etti. Hazret-i Ali Efendimiz, Peygamber Efendimiz'in cenâze işleriyle meşgulken, orda politik entrikalarla kendilerini seçtirdiler." demeye getiriyorlar.
Yapmaz o insanlar!.. Diyelim ki, böyle haksızlık yaptı... Böyle insana Allah, Peygamber Efendimiz'in türbesinde yatmayı nasib etmez!.. Bu da benim özel delîlim...
Peygamber Efendimiz'in yanına herkes yatmadı; kabir arkadaşı iki kişi var... Kim?.. İki kayınpederi... Orda da zerâfet var; ikisinin de kızını aldı ya Peygamber Efendimiz... Birisi Ebûbekir Sıddîk, Hazret-i Aişe Anamız'ın babası; ötekisi Ömerül Faruk, Hazret-i Hafsa Validemiz'in babası... Yâni kayınpeder oluyor, baba oluyor. Allah onlara nasib etmiş, Peygamber Efendimiz'in türbesinde durmayı...
Efendimiz'in kabri şurda... Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'in kabri arkasında... Ömerül Faruk Efendimiz'in kabri yanında... Eskiden diyorlardı ki, "Turna dizilişi gibi, birer metre geriye, birer metre sağa kaymış durumdadır." Öyle değil...
Son yapılan kazılarda, türbenin duvarını yaparken; kıbleye arkamızı dönüp, türbeye doğru teveccüh ettiğimiz zaman, sağ tarafta kalan yan duvarın tamirini yaparken, tamir edenler iki tane ayak görmüşler. Hemen kapatmışlar ve çok üzülmüşler. "Eyvah! Acaba Rasûlüllah'ı mı rahatsız ettik?" diye... Sonradan tarih kitaplarını karıştırmışlar. Anlaşılmış ki, Hazret-i Ömer Efendimiz levent olduğu için, boylu poslu olduğu için sığmamış da, ayağı biraz uzamış oraya doğru... Hazret-i Ömer'in ayağı olduğu anlaşılmış.
Şimdi, böyle bir kötülüğü yapmış olsalardı, Allah onlara Peygamber Efendimiz'in yanında, türbesinde, aynı odada bulunma şerefine erdirmezdi. Benim görüşüme göre... Nasib etmezdi, koğardı onları bilmem nereye... Ne olursa olurlardı. Orada defnedilmek nasib olmuş; bu çok önemli bir şey...
Bir de Hazret-i Aişe Validemiz'in rüyası vardır. Hazret-i Aişe Validemiz bir rüya görmüş. Ebûbekir Efendimiz de rüya yorumlamayı seviyor. Biraz o hususta mahareti tanınmış. Babasına diyor ki:
"--Babacığım, bir rüya gördüm. Gökten üç tane kamer, ay yere indi. Benim hücreme geldiler, toprağa daldılar. Acaba bunun yorumu ne?.."
"--Kızım! Senin odana üç kişi defnedilecek. Bunlar yeryüzünün en hayırlı insanlarıdır." diyor.
Peygamber Efendimiz vefat edince de kızına yanaşıyor, diyor ki:
"--Kızım, hani sen bir zaman bir rüya görmüştün ya, işte senin üç kamerinden bir tanesi budur ve en hayırlısı budur." diyor.
Peygamber Efendimiz oraya gömüldü. İkincisi kim?.. Ebûbekir Efendimiz... Üçüncüsü kim?.. Ömer Efendimiz...
Evet, Ömer Efendimiz sinirli bir insandı, eli kırbaçlıydı. Çarşıya pazara çıkardı, belediye reisliği vardı. Esnafı kontrol ederdi. Kamçıyı kafasına indirirdi. Ama Allah için yapardı, adaletliydi. Sevmeyen olabilir, kızan olabilir ama Allah sevdi mi, başkasının hiç önemi yok...
Peygamber Efendimiz'e de bazı konularda, "Yâ Rasûlallah, öyle yapmayalım!" demiş ve Hazret-i Ömer'in itiraz ettiği şekilde vahiy inmiş sonra... Samimiyetle kanaatini söyleyen insan... Doğruyu sevmek lâzım!..
Bizim burda anlatmak istediğimiz bilimsel bir gerçektir, bir yanlışlığı düzeltmektir. Yunus Emre'lerin hiç birisi --Bursalısı zâten değildir de, birinci Yunus da öyle-- şeyhayna, yhani Ebûbekir ve Ömer Efendilerimize söven bir insan değildir. Tevellâcı ve teberrâcı değildir. Alevî değildir, sünnî akidesindedir. Çok net... Bu şiiri onun için buraya koydum. İki dörtlüğü daha var:
Alem fahri Muhammed,
Mi'râca ağduğunda,
Çalab'dan dilediği,
Ümmetine azıkdur.
Yunus senin aybını,
Gözlegil ayruğı ko,
Kimesnenin aybına,
Sen bakmagıl yazıkdur.
Sonunda da ahlâkî bir şey söylüyor: "Ey Yunus!" diyor kendisine... "Senin ayıbını gözle sen! Kendi ayıbına bak, kendini düzeltmeğe çalış!.. Ayruğı ko; yâni başkasının ayıbını araştırmakla meşgul olma, bırak o işi!.. Kimsenin ayıbına bakma; günahtır." diyor.
Yazık, günah demek... Eski Türkçe'de kelimeler bugünkü mânâsından farklı mânâlarda olabilir. Biz bugün yazık deyince, acıyoruz. "Yapma yazıktır, kediye eziyet etme!.. Kuşa eziyet etme, yazıktır!" diyoruz. Bunu acıma kelimesi olarak kullanıyoruz. "Yazık, vah vah, zavallı... Adamcağız ölmüş de, çocukları kalmış; yazık!" diyoruz. Burda acıma hissi olarak doğru da, eski Türkçe'de yazık, günah demek... Burda günah yok ki; adamcağız ölmüş zâten, yetimler kalmış. "Yazık, vah vah!.." diyoruz. Yazık yok orda... Yâni, kelimelerin farklı mânâsı var. "Sen başkasının ayıbına bakma; yazıkdur." dediği, "Günahtır, bakma, sen kendinle meşgul ol!" diyor.
Yunus Emre bir kere akide olarak isbat etmiş oluyoruz, namazlı niyazlı bir insandı. Sonra sahabe-i kirama hürmet eden bir insandı. Ayet-i kerimeleri bilen bir insandı. Alevî kardeşlerimiz de bu çizgiye gelsinler, bunun başka çaresi yoktur; çünkü, hak budur.