YENİ DÖNEMDE YENİ GÖREVLER
Allah hepinizden razı olsun... Gücünüzü, kuvvetinizi ziyade eylesin...
Sabahleyin bizim "İlim ve Sanat" ın son sayısını biraz inceledim... Türkiye'nin yeni dış siyaseti üzerine Nevzat Yalçıntaş, bir takım elçiler ve bakanlık yapmış kimseler, Kâmuran İnan vs. ile görüşmüşler, güzel yazılar toplamışlar. Epeyce okudum ama, hepsini de tamamlayamadım.
Şimdi sizler aşağı-yukarı artık hayata atılmaya yakın noktalara gelmişsiniz. Birkaç sene içinde, herbiriniz bir mesleğe girecek ve çalışmaya başlayacaksınız... Çevremiz ciddi değişikliklere maruz... Dost bildiğimiz ve aralarına katılmak için müracaat ettiğimiz Avrupa, bize dost değil, rakip!.. Biz bunu eskiden beri söylüyorduk ama, şimdi devlet politikası da bunu galiba yavaş yavaş anlama durumunda. Çünkü elçilerden, bakanlardan, vs. den "AT'a icabında hayır diyebilecek durumdayız!" diye sözler söyleyebilenler çıktığına göre, demek ki onlar da anlamış durumda... Fransa'nın düşmanlığını, Almanya'nın husumetini, kilisenin sinsiliğini görmeyen, artık kör demektir.
Şimdi onlar çok büyük projeler peşindeler. Arkalarında hristiyan kilisesi var. Yani Katolik Kilisesi, Papalık var. Ve büyük bir hristiyan imparatorluğu kurma hevesleri çok net olarak görülüyor. Zaten içten içe, ekonomik bakımdan, dinî bakımdan, sosyal bakımdan, hizmetler bakımından her tarafa sızmış ve girmiş durumdalar. Fakat şimdi de fiilen askeri bir birlik, siyasi bir birlik kurma hevesinde oldukları çok net olarak görülüyor... Güçlü oldukları da görülüyor; çünkü Doğu Almanya'yı kurtardılar, Polonya'yı kurtardılar... Estonya'yı, Letonya'yı, Litvanya'yı kurtardılar. Yani dikkat edilirse hep hristiyanları kurtarıyorlar. Rusya'yı da çalkalandırdılar, sütü çalkalandırıp kaymağını alıp suyunu bırakmak gibi. Kaymaklı tarafı Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya Federasyonu... Hristiyan olanları ayırıyorlar. Yani, kendileri icabında birleşmek için... Ve onlar da AT'a müracaat çalışması içindeler.
Hatta hatta hayretler içinde kaldım: Adı güzel bir Nur Sultan Nazarbayev var. Adı güzel, hoşuma gidiyor; Nur var, Sultan var vs. Ama, ne biçim adam olduğunu bilmiyorum "Bizi AT'a alın!" diye o da Kazakistan namına müracaat ediyor... Böylece İngiltere'den taa Urallar'ın öbür tarafında Kazakistan'a kadar, hristiyanlık temeline dayalı; ve bizim devlet adamlarını, kapıda durup da "Ne olur bizi de içeri alın!" deyip yalvardığı halde, "Yok siz müslümansınız, sizin bizim aramızda ne işiniz var?" deyip bekleten; hristiyan temelli, müslümanlara düşman ve kötü bir takım komplolar düşünen, bir büyük güç oluşuyor kuzeyimizde!.. İstesek de istemesek de...
Ekonomik sebepler tahrik edilerek bu işi sağladılar. Comecon ve Varşova paktını çökerttiler ve Rusya'yı Avrupa'ya müttefik hale getirdiler. İki taraf birbirine silah çekmişken silahları bıraktılar. Şimdi silahlar kime doğru dönük olacak önümüzdeki yıllarda?.. Allah şerlerinden korusun, bize dönük... Yani başta İslâm Alemi'nde önemli bir ülke olarak Türkiye; ondan sonra da bütün müslüman ülkeler olarak biz tehlike karşısındayız. Ben bunu size net olarak aktarmak vazifesindeyim. Bu büyük tehlike, kara bulutlu bir büyük oluşum bizi düşündürüyor.
Tabi müslüman hiçbir şeyden korkmaz; sadece Allah'ın rızasını düşünür, Allah'ın rızasını kaybetmekten korkar. Ölümden de korkmaz. Bu bizim için birşey değil... "Vatan için ölmek de var; fakat, borcun yaşamaktır!" diyor şair. Ölmek birşey değil, iş başarmak önemli. Ölürsen kolay; gidersin Azerbeycan'a, Ermenistan cephesinde carpışırken ölürsün. Yani ölmek çok kolay; gayet kolay bir şey... Fakat ölmeyip yaşamak ve İslâm Alemi'ni kurtarmak vazifesi kimin omuzunda olacak ?.. Kalifiye bir eleman olarak sen öldüğün zaman, "Arkanda kim bu işi yapacak? " diye düşünmek zorundayız. O bakımdan bu büyük oluşuma dikkatinizi çekiyorum.
Dünyanın başında bir tek süper güç kalmış gibi görünen Amerika var. Fakat, Amerika'yla Avrupa menfaat bakımından çatışacaklar... Şimdi zaten Avrupa'nın ilk adımı, ortaya çıkışı, Amerika'nın hegomanyasından kurtulmak içindir. Fransa Nato'nun merkezini kendi ülkesinden savurdu attı, "Nereye giderse gitsin?" diye bir rest çekti. Tabii onlar netice itibariyle, menfaatleri dolayısıyla çarpışacaklar birbirleriyle... Fakat menfaatleri dolayısıyla çarpışmalarının acı faturalarını I. ve II. Cihan Harplerinde ödedikleri için şimdi çok akıllı hareket ediyorlar.
I. ve II. Cihan Harplerinde, onlar birbirleriyle çarpıştılar. Biz de kıyıdan, köşeden kavgaya bulaşmış olduk. Ama, onlar çok büyük hasar gördüler. Yani, iki cihan harbi Avrupa'nın kafasında patladı. Ve sosyal ve ekonomik bakımdan ülkelerini kendileri harab ettiler, mahvettiler. Şimdi onlar hesaplarla, harbetmeden zararları defetmek ve faydaları paylaşmak gibi anlaşmalar yapabiliyorlar. Nitekim Almanya ile Fransa savaşmışken, şimdi birlik ve beraberlik içinde olabiliyorlar. İngiltere ile Fransa hasımken, şimdi aynı topluluk içinde olabiliyorlar. Menfaatleri çatıştığı zaman, menfaati bir pazarlıkla bölüşerek yine uzlaşabiliyorlar.
Onun için tehlike bizim için büyüktür! Birbirleriyle çatışsalar bile Amerika da olsa, Avrupa Topluluğu da olsa biz müslümanlar için tehlikedir. Bu tehlikeyi önlemek için ne yapabiliriz?.. İki büyük iş yapmamız lâzım: Birincisi İslâm Alemi'ni bu tehlikenin karşısında güçlendirmemiz gerekiyor. Birleştirmemiz ve güçlendirmemiz gerekiyor. Bir vazife bu...Yani siz İran'ı, Irak'ı, Suud'u, Pakistan'ı, Mısır'ı, Cezayir'i, Tunus'u vs.yi bir birlik halinde toplama çalışması yapmakla görevli kadrolar olacaksınız ileride. Kısaca söylemek gerekirse biraz da böyle herkesin anlayacağı bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmak zorundasınız.
Sizin göreviniz Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden kurmak!.. Çünkü karşı taraf Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu kurdu diyebiliriz. Şarlman İmparatorluğu'nu, Roma İmparatorluğu'nu --zaman bakımından aynı olmamakla beraber--kurdu diyebiliriz. Sizin vazifeniz Osmanlı İmparatorluğu'nu modern bir imparatorluk olarak yeniden kurmak, yâni tekniğiyle, kültürüyle, ideolojisiyle, herşeyiyle siz şimdi Osmanlıyı kurmak zorundasınız. İnşallah ben önümüzdeki İslâm mecmuasında yazacağım: Bu İran'la da ilişkileri bir hale yola koymamız lâzım... Avantajları var elimizde halletmenin. Çünkü orada bir sürü Türk var, nüfusun yarısı Türk... Sadece şiîler değil, sünnîler var... Sünnîlerle işbirliği yaparak, şiîleri de biraz bu dış güçlerin karşısında ikaz ederek, bu işi halletmek zorundayız. Bu, İslâm Alemi'ni toparlama çalışmasıdır.
Bunun için T.C. de göstermelik çalışmalar yapıyor. İSEDAK'lar filan var. İslâm ülkeleri arasında ekonomik işbirliği çalışmaları vs... Türkiye, bu işin patronu olarak öteki İslâm ülkelerini derliyor, topluyor. Tabii bu resmî bir atılım. Bunu bizim halk olarak güçlendirmemiz lâzım. Yapmacık olarak yapıyor onlar. Hatta şeklen kurmuşlar ama, çalışmaması için sabotaj yapanlar da var içinde; biliyoruz bunları... Ama biz bunu, sıhhatli çalıştıracak şekilde kendimizi yetiştirmeliyiz. Siyasi açıdan hukukçu arkadaşlarımıza düşen bir görev... İslâm ülkeleri arasındaki her türlü işbirliğini geliştirmeliyiz, bir.
İkincisi, ben ticareti çok önemli görmeye başladım. Yani ideolojimiz bakımdan İslâm bakımından çok önemli görüyorum ticareti... Onun için mutlaka hepinizi şirketleşmeye ve büyük dev ticari kuruluşlar teşkil etmeye davet ediyorum. Tek tek böyle memuriyetler alacağınıza birleşin, büyük müesseseler kurun!.. Demin bir arkadaşınız geldi, "Ben veterinerim" dedi. "Biz bir besi ve gıda şirketi kurmaya karar verdik, ismi ne olsun?" filan diye sordu. Çok hoşuma gitti. Yani on tane veteriner arkadaş birleşmeli bir güçlü kuruluş kurmalı. Biz de Koç'un Maret'inden, Pınar'ın bilmem ne sucuğundan yemekten kurtulmalıyız. Çünkü biz bunların ne olduğunu biliyoruz.
O bakımdan hem yurt içinde ve hem yurt dışında elle tutulup gözle görülür mühim iş sahalarında birlik ve beraberlik içinde çalışacaksınız ve yabancı malı kullanmayacaksınız!.. Mümkün olduğu kadar kullanmayacaksınız... Yabancı malı dediğimiz ne? Türkiye içinde üretilse bile, müslümanın üretmediği malı kullanmayacaksın!.. Bu, büyük bir savaştır. Bu, savaşın önemli şartlarından birisidir. Çünkü sen onun malını aldığın zaman ona bir kazanç sağlıyorsun, onu güçlendiriyorsun, başına bela alıyorsun. Malını almakla başına bela almış oluyorsun. Bu bakımdan ne Japon'un malını, ne Alman'ın malını, ne Fransız'ın malını, ne Rus'un malını almamalıyız!..
Ruslar şimdi Karadeniz'i kadınlarıyla istila durumundadır. Bizim erkeklerimizi mahvetme, yuvalarını yıkma durumundadır. Bunlara dikkat edeceğiz, var gücümüzle çalışacağız. Din adamlarımızın görevi fevkalade mühim. Onlar İslâm'ın yüce ideallerini halkımıza aşılayacak ve yurt dışında da hizmet verecekler.
Yurt dışında da büyük hizmetler var. İşçilerimizin olduğu yerlerde, yurt dışlarında muhtelif odaklar, koloniler kurmamız lâzım. İran'a gittiğimiz zaman misafir olacağımız yerler olmalı. Pakistan'da olmalı, Singapur'da olmalı, Endonezya'da olmalı, Avusturalya'da olmalı... Afrika'da da olmalı, Sudan'da da olmalı... Bilmem Nijerya'da olmalı, Güney Afrika'da olmalı... Müslümanların olduğu her yerde yavaş yavaş bir şeyler yapmalıyız, olmadığı yerlere de gitmeliyiz. Bu bir...
İkincisi; oluşan bu büyük dev kuruluşların içine de girmemiz lâzım!.. Yani AT'ın içine ve Amerika'nın içine ve Rusya'nın içine de girmemiz lâzım. Bir çalışma da bu. Zaten Avrupa'nın içine girmiş olan işçi kardeşlerimiz var. Orada işçi kardeşlerimizi organize etmeliyiz. Yani onları işçi olmaktan patron olmaya, tek tek çalışmaktan grup halinde şirket kurup çalışmaya, büyük güç noktaları haline, kuvvet noktaları haline gelmeye sevketmeliyiz. Teşvik etmeliyiz.
Avrupa'nın içinde de çalışmamız olmalı!.. Fransa'da 4 milyon müslüman var, biliyoruz. Almanya'da 2 milyon Türk var, biliyoruz... Belçika'da var... Geçen gün Hollanda'da bulunan bir din görevlisi ile burda konuştuk. Hollanda'da işçi kardeşlerimiz var ve teşkilatları var... İspanya henüz sığ bir yer bizim için ama, eski Endülüs'ümüz; orayla ilgilenmeliyiz... İtalya'da müslüman olan İtalyanlar var. Vatikan'ın karşısında Roma'da cami yapma çalışmaları var... Avusturya'ya, Yugoslavya'ya, Balkanlara, o tarafa doğru da uzanmamız lâzım!.. Yani, bir gayret göstermemiz lâzım.
Önemli bir husus da Amerika'da çalışmak!.. Ben onun için üç sene önce, "Orada kalıp çalışabilirmiyim?" diye Amerika'ya gittim. Baktım şumüllü çalışacak imkânlar yok... Yani tüm Amerika'ya hitabeden bir çalışma imkânım olsaydı, orada kalacaktım. Baktım ki, buradaki çalışmalar daha önemli; döndüm. Fakat Amerika'da kalıcı, önemli çalışmalar yapmamız lâzım. Yani Amerika'ya içinden İslâm'ı tanıtmak, İslâm'a yaklaştırmak da gerekli.
Yahudilerden müslüman olanlar var... Amerikalılardan müslüman olanlar var... Demek ki, çalışıldığı zaman birşeyler yapılabiliyor. Almanlardan, Fransızlardan müslüman olanlar var... Bir Fransız doktor biliyorum; yıllık izinlerini hep Afganistan'da geçiriyordu. Yani Allah rızası için orda mücahidleri tedavi etmek için... Hiç boş vakit geçirmiyordu. Evinde böyle çok büyük mobilya da bulundurmuyormuş. Yani sade bir ev... Böylelerini duyuyoruz. Demek ki İslâm'ı yayma çalışması yaparsak onların içinden insan kazanabiliriz. Onların kendi ülkelerine, kendi halklarına sağladıkları büyük avantajlar var: Hürriyet, demokrasi, gelişmiş bir toplumun iletişim ve diğer sosyal imkanları vs. ler... Teknik, bilimsel, kültürel imkânlar; kütüphaneler, bilgisayarlar, aletler, cihazlar... Bunlardan da istifade etmeliyiz.
Demek ki bir, düşmanın içine girerek çalışmamız lâzım... İki, kendi bünyemizi İslâm Alemi olarak kuvvetlendirmemiz lâzım. Bu da dönüp dolaşıp netice itibariyle, bizim Türkiye içerisinde güçlü olmamıza dayanıyor... Yâni, sizin böyle dağınık elemanlar olarak değil de, birbirinizle irtibatlı kimseler olmanıza bağlı.
Dün bir arkadaşınız geldi. Yüksek okuldan mezun arkadaşlar kendi aralarında bir şirket kurmuşlar, epeyce de kâr etmişler... Kompütür almışlar, birbirlerinin adreslerini yazmışlar. Üçyüz kadar arkadaş birbirleriyle temas halinde imiş, irtibat halinde imiş, muhabere halinde imiş... Siz de bu irtibatı sağlayın. Yani ilâhiyatlılar bir kompütür alsın, böylece bir birlik teşkil etsin... Efendim bilmem hukukçular... Veya topluca alınsın.
Gittiğimiz yerlerde, geçtiğimiz aylarda teşvik ettim hepinizi; mutlaka organize olun!.. Bir dernek olsun. Çevre derneği çok güzel bir şey... Yani çevre ve kültür derneği; ilim, kültür, sanat, çevre derneği filan diye dernekler kurun!.. Hem çevrenizi düzenlersiniz, çevre kirliliğini engellersiniz; hem de kültürel etkinlikler, konferanslar, çalışmalar yaparsınız. Halkla temasınız, bütünleşmeniz ve halka hizmetiniz yürümüş olur. Hem de organize olmuş olursunuz.
Mezun olduğunuz yerlerde mutlaka ya vakfımızın şubesini kurun, veya şu dediğim manâda bir dernek kurun!.. Mutlaka bir eğitim, öğretim, kültür ve sosyal çalışma içinde mutlaka yerinizi alın!.. Şahsi işinizin yanında mutlaka sosyal iş yapın!.. Hatta ben bir ileri nokta daha söyleyeceğim: Meselâ benim mesleğim ne?.. Ben İlahiyat Fakültesi hocasıydım. İlahiyattan emekli oldum. Yani emekli olmayabilirdim. Şu anda ben İlahiyatta hoca olarak kalabilirdim. Ama emekli oldum. Yani günlük yaşamım ile ideal çalışmalarımı birleştirdim... Yani hepiniz, seçtiği meslek itibariyle, yaptığı çalışmalar itibariyle, ideali için yapacağı çalışmalarla, geçimi için yapacağı çalışmaları birleştirebilirse güç kaybı olmaz. Bu hale getirin!.. Yani bir ticaret bile yapsanız, ticaretiniz İslâm'a hizmet etsin! Gayrimüslime hizmet etmesin!.. Meselâ şurada İslâmî bir müessese var. Bakıyorum camdan, gayrimüslimlerin mallarının reklamları var... Ne diye alet oluyoruz?..
Ben çocuğumun sünneti için sünnet elbisesi alacaktım. Baktım, ermenilerin inhisarında sünnetlik elbise... Tabii çocuğu sünnet olacağı için, babalar --yâni hayatta bir defa olan birşey-- masraftan kaçınmıyorlar; süslü püslü elbiseye bol para verebiliyorlar. Adamlar hemen bu kaymaklı işin başına geçmişler. Ben de, ermeniden almayacağım dedim. Kim ermeni ise, hangi mal ermeni tarafından imal edilmiş ise onu almamaya gayret ettim. O dükkana girdim ermeni, bu dükkana girdim ermeni malı... Hazır sünnet elbiseleri içinde ermeni malı olmayan sünnet elbisesi bulamadım. Sonra toptan piyasaya, Sultanhamam'a gittim; ordaki toptancı arkadaşlara derdimi açtım: "Yahu, ben Peygamber Efendimiz'in sünneti olan bir şeyi yapacağım; param ermeniye gidecek... İstemiyorum. Bana yardımcı olun!" dedim. "Yukarıda bir sünnetçi var ordan alalım hocam!" dediler. Birisi hanın üst katına çıktı geldi; o da ermeniymiş. Ondan da almadım. Sonunda hiçbir kimse bana yardımcı olamadı. Artık bir dükkanın levhasına baktım; adı Ahmet Mehmet, müslüman ismi yazıyor... Girdim bir sünnetlik elbise aldım çocuğuma, ama onun da ermeni elinden çıkmadığından emin değilim.
Çok dikkat etmeliyiz, gayri müslimlerden hiçbir şeyi almamaya gayret etmeliyiz. Mümkün olduğu kadar müslümanın imal ettiği şeyi almalıyız. Çünkü ona yardım etmiş oluyorsunuz. Yani, kimin malını alırsanız ona yardım etmiş oluyorsunuz, desteklemiş oluyorsunuz... Yani yahudinin malını aldığınız zaman, yahudiyi destekliyorsunuz; Türkün malını kullandığınız zaman, Türkü destekliyorsunuz; müslümanın malını aldığınız zaman, müslümanı destekliyorsunuz... Hıristiyanın malını aldığınız zaman, kiliseyi desteklemiş oluyorsunuz; bunu bilin!.. Çünkü kiliseler mutlaka onları sömürüyor ve onlardan büyük bağışlar alıyor. Zaten her memurdan, her maaşlıdan % 7 kilise vergisi kesiyor Avrupa... Bunu kanuna bağlamış, yâni keyfe de bırakmamış. % 7 vergi, muazzam paralar kiliseye zaten gidiyor. Kilise de insanları hristiyanlaştırmak için var gücüyle çalışıyor.
Onun için ticarete önem vereceksiniz ve birlik beraberlik içinde çalışacaksınız; küçük memurlar olmayacaksınız. Toplaşacaksınız, toplanacaksınız, bir araya geleceksiniz, sermayelerinizi güçlerinizi birleştireceksiniz ve büyük imalata, kritik imalata yöneleceksiniz. Kritik imalattan kastım şudur: Balonlu ciklet de imal edebilirsiniz ama hiç bir işe yaramaz. Ama diyelim ki, av tüfeği imal edersiniz; bir zaman gelir, bir işe yarar... Veyahut gıda imal edersiniz; dünya kıtlık darlık içindeyken, sizin elinizin altında stoklar olmuş olur. Yani, böyle dar günlerde işimize yarayacak şeylerin üretimine geçmeliyiz.
Türkiye'de bizim düşmanlarımız, hep keyften zevkten başladılar; şampuan, balonlu ciklet, jilet... Bakın, dikkat ederseniz hep bizim işimize yaramayan şeyler!.. Ya ben bu sakalımı kazımasam ne olacak?.. Daha iyi olur, sünnete uygun olur. Jiletle, dünyanın parasını kazandılar; permatikler, bilmem neler, şunlar, bunlar... Balonlu ciklet; hediyeli, bilmem neli, şunlu, bunlu, resimli, karikatürlü... derken, dünyanın parasını kazandılar. Sonra böyle tüketim malları; şampuan, parfüm, after shave, bilmem ne... vesair işe yaramaz şeylerden dünyanın parasını vurdular.
Ondan sonra, renkli televizyon belâsı çıktı. Renkli televizyonla öteki televizyonlar atıldı. Kompütür çıktı; onlar ithal ettiler, onlar kazandılar. Türkiye bir kompütür mezarlığı haline geldi, deniliyor. Yani bunları bizim kendimiz yapmamız lâzım... Hammaddesini alıp kendimiz imal edip, kendimiz geliştirmemiz gerekiyordu. Onun için, kritik imalatlara yönelmek derken bunu kastediyorum.
Yani ya kritik imalat, yada müslüman ülkelerle ticaret, müslümanlarla ticaret... Bunu mutlaka önemli bir iş olarak algılayacaksınız ve gayrimüslimin malını, mümkün olduğu kadar almamak, kullanmamak tarzında bir şuurlu direniş ve çalışma içinde olacaksınız.
Şimdi Ruslar Avrupa'dan silahlarını, ordularını çektiler; o tarafa güç harcamıyorlar. Kafkaslar'a yığdılar, Orta Asya'ya yığdılar. Yani bizimkiler, güya hürriyetlerini elde ettiler ama, --Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan vs.-- aslında ekonomik özgürlüklerini bile kazanamamış durumdalar... Mallarını doğrudan doğruya satma imkanları yok, ulaşım imkanları yok... Gittiler Ruslarla da yeni anlaşmalar imzaladılar, onların yükümlülüğü altına girdiler; ekonomik istikballerini onlara ipotek ettiler. Çok acıklı durumdalar. Mallarını ucuz fiyatlara satıyorlar, kendi paralarını basamıyorlar, kendi devlet hazinelerini teşkil edemiyorlar, kârlarını kendileri muhafaza edemiyorlar. Büyük bir oyun, büyük bir istismar, büyük bir sömürme, yeni bir veche ile devam ediyor. Bunların hepsinin çözümü, sizin nesle ait bir şey olacak.
Evinizde birer ruhsatlı müsadeli şey bulunsun... Bir miktar yedek un, pirinç vs. her zaman bulunsun... Büyük şehirlerin gürültüsü, patırtısı içine girmekten ziyade şöyle büyük şehirlerden biraz uzakta, suyu kesilmeyecek, zehirlenmeyecek yerlerde yer tutmaya gayret edin!.. Mümkün olduğu kadar, büyük kalabalıkların içinde değil de, şöyle biraz daha emniyetli; savunulması, korunulması ve kendi başına işlerini görebilmesi kolay yerlerde, mahalleler kurarak yerleşmeye gayret edin. İnşallah bir şey olmaz ama, böyle yaparsanız rahat edersiniz. Böyle yapmazsanız; Ankara'da su kısıntısı var, %40 su veriyor kış gününde...Yazın ne yapacak?.. Yazın gazozla tıraş olacaksınız. Su hiç kalmayacak.
Onun için büyük şehirlere yığılmak yerine, rahat yaşayabileceğiniz kenarları, bahçeli yerleri tercih edin!.. Yani şu fani dünyada biraz toprağınız olsun. Köyde bile olsa, birşeyiniz olsun. Ulaşımı kolay, büyük şehire yakın bir yerde böyle bir yeriniz olsun. Bir kuyunuz olsun. Bir fırınınız olsun, bir çuval ununuz olsun. Yani ufak tefek krizleri rahat atlatabilecek imkânlarınız olsun.
İsrafa kaçmayın, tasarrufa önem verin!.. Tasarrufu da ticarette ve diğer çalışmalarda değerlendirin.
Kompütüre, bilgisayara önem verin!.. Bilgisayarla irtibata, birbirinizle haberleşmeye önem verin. Birbirinizin isim ve adreslerini kaydedin.
Yılın belli zamanlarında vakıflar olarak çeşitli toplantılar yapıyoruz. Gemlik'te yaptık, Ayvalık'ta yaptık; çok faydalı oldu. Tatil zamanlarına rastlattık. Hem tatil gibi oldu, hem de çok faydalı oldu. Ufukları açıldı katılan kardeşlerimizin... Görgüleri bilgileri değişti, arttı. Bu gibi şeyleri çevrenizde yapabilirsiniz.
Spora ve sıhhate çok önem verin!.. Kat'iyyen sıhhatinizi tehlikeye sokacak işler yapmayın! Sıhhatli müslüman, kuvvetli müslüman daha hayırlıdır. Kuvvetli olmaya dikkat edin!.. Hanımlar, çocuklar, hepsi sıhhatli olmalı... Biraz bahçe olmalı; bahçede biraz, domates, maydonoz yetiştirmeli insan... Tavuk olmalı... Tavuk tabii yemle beslenmeli, yumurtasını yemeli... Mümkünse inek filan beslemeli, --veya keçi hangisi kolaysa-- sütünden istifade etmeli.
Biliyormusunuz, Hindistan başbakanı Gandi'nin bir keçisi varmış... Uçağına bile bindirir götürürmüş, her gittiği yere... Taze taze süt sağıp içmek için... Orda evin içindeki saksılara bile müdahale edip, süs bitkisi yerine sebze filan ekin diyorlarmış. Yani, meselâ saksıya maydonoz ekse insan, çarşıdan, pazardan maydonoz almaz. Daimâ, taze taze daima maydonoz, dere otu yetiştirir. Domates olsa şurda, kırmızı kırmızı; kopartırsınız, sofrada kullanırsınız. Yani bu gibi şeylere dikkat etmeli. Evleri lüzumsuz eşyalarla doldurmamalı, gerektiği kadar şey yapmalı.
Bize bir televizyon teklifi oldu. Bir televizyon kanalı müslümanlar için şart; İslâmî yayın filan yapabilelim diye. Tabii büyük paralar istiyor ama, ona da hevesliyiz. Paraları derleyip toparlayabilirsek, inşallah bir müslüman kanalımız da olur. Veya hiç olmazsa, İslâmî kasetler hazırlayacak bir stüdyomuz olur inşaallah!..
Dergilerimizi, yayınlarımızı takib edin!.. Maalesef İslâmî faaliyet geliştikçe, müslümanlar hamle yaptıkça; müslümanlara karşı, müslümanları şaşırtacak, kafalarını bozacak, birlik ve beraberliğini dağıtacak tedbirleri de karşı taraf artırıyor. Gazetelerde, şuralarda buralarda İslâm aleyhine, müslüman büyükleri aleyhine, İmam-ı Azam aleyhine, İmam Maturidî aleyhine, İslâm inançları aleyhine, bir sürü abuk sabuk, eğri yamuk böyle şeyler... Bakıyorsunuz bilen bilmeyen, aklı eren ermeyen, akıllısı delisi herkes birşeyler söylemeye başlıyor. Tabii, kimisi görevli oluyor. Yani, bunları perde arkasından ayarlayan güçler, "Aman müslümanlar gelişmesin!" diye böyle yapıyorlar. Ama:
Yani, kâfirler istemese de, Allah'ın dinini kimse söndüremez, nurunu kimse söndüremez, dinini kimse engelleyemez!.. Mühim olan bizim dine hizmet eden cephede ve grubun içinde olmamız... Şaşırıp da karşı tarafa gidip de müslümanlara veryansın etmememiz... Önemli olan bu.
Şimdi bazı kimseleri kandırıyorlar: Adam reformist oluyor, adam bozuk kafalı oluyor, bozuk itikatlı oluyor... Müslümanlara yükleniyor, müslümanları tenkit ediyor ve müslümanlara zarar veriyor. Müslümanları parçalıyor, müslümanları üzüyor, müslümanları tahrip ediyor, müslümanları tenkit ediyor... Halbuki bak, gâvurlardan bir sürü tenkit edilecek iş var: Ermeni'nin zulmü var, Yunanlı'nın zulmü var, Avrupalı'nın oyunları var, hileleri var... Fransız'ın, Alman'ın, Rus'un işledikleri cinayetler, tarih boyunca yaptıkları haksızlıklar var. Taş üstüne taş bırakmamışlar. Onları dile getirmek lâzım, onları anlatmak lâzım... Millet bunları bırakmış, yalan yanlış şeylerle uğraşıyor. Çünkü arkadan öyle ayarlıyorlar. Onlara da uymayın; yâni, "İt ürür, kervan yürür!.." Siz Kur'an'dan ve Hadis-i Şerif'ten faydalanın!.. Kur'an-ı Kerim'in en güzel izahı Resulullah'ın hayatıdır, Sahabe-i Kiram'ın hayatıdır. Onların hayatı çok önemlidir bizim için.
Sahabe-i Kiramı iyi öğrenin!.. Hoşuma gitti bizim dergilerin çıkarttığı "Sahabe Hayatından Tablolar"; çok güzel kitaplar... Onların emsali kitapları çok okumak lâzım. Doğrudan doğruya Hadis-i Şerif'i okumak lâzım... Doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim'in güzel tefsirlerini okumak lâzım... Ama, dün İsmail Turan Hoca'ya gittik.Taberî Tefsiri'ni yerden yere çaldı maşaallah... Rivayetlerini hiç beğenmedi. İbni İshak'tan almış, o da yahudi alimlerinden almış filân diye tespit etmiş. Hatalarının hepsini, sohbette bahis konusu etti. O hataları nereden çıkartıyor? Hadisçi olmasından çıkartıyor. Yani kendisi hadis-i şerife aşinalığı dolayısıyla, yapılan rivayetin yamukluğunu anlayabiliyor.
Onun için, hadis-i şerif kültürü çok önemli! Hadis-i şerif kültürüne, sahih hadis kitablarını baştan sona okuyarak, mutlaka sahip olmamız lâzım!.. Ve hadis-i şerif kültürü bizi kurtarıyor. Sakal gerekli mi gerekmez mi?.. Şefaat var mı, yok mu?.. Şu şöyle mi, değil mi; bu böyle mi, değil mi?.. Hepsi hadis-i şerif hazinesinin içinde, cevabı mevcut. Onun için sahih hadis kaynaklarını çok iyi öğrenin.
Ve bizim Osmanlı beraat etmiştir!.. Osmanlı tarih boyunca karalandı, lekelendi, iftiraya uğradı ama, şu anda Osmanlı beraat etmiştir. Bak ben size diyorum ki şimdi, Osmanlı'yı kurmaya çalışın tekrar... Osmanlı beraat etmiştir. Bizim İmam-ı Azam Efendimize, Hanefi mezhebimize, İmam-ı Maturidî'mize; Suud'dan, Irak'tan, Mısır'dan, şurdan burdan, mutezilî, rafizî, vehhâbî bir sürü itirazlar olmuştur. O da pırıl pırıl ortadadır, dimdik ayaktadır, elhamdülillah; hiç endişe etmeyin...
Birtakım böyle üniversite doçenti, profesörü kimseler var... Onlar da bilmiyorum arkadan mı kuruluyorlar, yoksa aldanıyorlar mı? Birtakım yazılarıyla din büyüklerimize hücum etmişlerdir. Bir kısmı tasavvufa saldırmışlardır. Tasavvuf da dimdik ayaktadır, elhamdülillah!.. Yani sahih olan yol, pırıl pırıl ayaktadır. Tabii tenkit edilmesi gerekeni biz herkesten fazla tenkit ediyoruz. Zaten bizim yolumuz, bizim büyüklerimiz tasavvuf yolundaki bid'atları engelleme çalışmasının liderleridir. Yani o husustaki bid'atlarla herkesten önce mücadele eden kimselerdir. Ehl-i sünnettir, ehl-i Kur'andır hepsi.
O bakımdan tasavvuf da elhamdülillah hücumlardan sıyrılmıştır. Pırıl pırıl ortadadır. "Yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadr ü kıymetten!" dediği gibi şairin. Mezhebimiz de pırıl pırıldır. Büyüklerimizin de ne kadar temiz, pak, akıllı, uslu, ciddi, vicdanlı insanlar olduğu anlaşılmıştır. Tarihimiz de pırıl pırıldır. Osmanlı'mız da beraat etmiştir. Bu hususlarda hiç tereddüt etmeden sağlam bir temele oturmuş olarak, aşk ile şevk ile çalışmaya devam edeceğiz inşaallah!.. Vazifemiz bu...
Allah gayretinizi ziyade etsin... İlminizi, irfanınızı ziyade eylesin... Hayırlı hizmetler, makbul, mütekabbel hizmetler nasib eylesin... Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak çıkmanızı nasib eylesin... Allah hepinizden razı olsun... Duadan da unutmayın!..
Her devirde fitne fesat olmuştur; çünkü, Allah kulları imtihan ediyor. Peygamber Efendimizin zamanında da olmuştur. Münafıkların itirazları vardır. Kafirlerin, müşriklerin itirazları vardır. Almış eline kemiği, geçmiş Peygamber Efendimiz'in karşısına... Kemik çürük, ufalıyor. "Yani bu ufalanmış olan bu kemikleri kim diriltebilir? Sen diriltecek diyorsun, olur mu böyle şey?" diyor. Bir mantık ileri sürüyor yâni. Kafirce bir felsefeyle, bir muhakemeyle, karşı tarafı çürütmeye çalışıyor. Her devirde olmuştur. Onun için, itirazdan korkmayın. Yani itirazlar sizin gönlünüzü bulandırmasın. Peygamberlere itiraz olmuştur; Allah'ın dinine, Kur'an-ı Kerim'e itirazlar olmuştur. Allah'ın varlığına, birliğine itirazlar olmuştur... İtirazlar sizin imanınızı bilesin, kuvvetlendirsin.
Bu devirde çoktur, gazetelerden tenkitler; nice nice kurnaz, sinsi, hain böyle oyunlar vardır. İslâm ne demişse, onun aksini gazeteler sinsi sinsi yazar. Amerika'da şöyle olmuş, filanca da şöyle mezhep çıkmış, Hindistanda şöyle bir şey varmış, çok makulmüş de şöyle yapıyorlarmış, böyleymiş de... Hepsi yalan, hepsi müslümanı yoldan sapıtmak için birer hiledir. Hilelere tuzaklara düşmemek için, Allah'a sığının!.. "Yâ Allah!" deyin besmeleyle, Allah'a tevekkül edin, çalışın!..
Benim babam, ben Ankara İlahiyat'a asistan olarak gelirken, İstanbul'dan beni uğurlarken: "Evlâdım! Biz sana bakmaya hazırız. Dinine bir baskı sezdiğin zaman, vazifeyi bırak, dön gel!" demişti, bir. --Allah razı olsun...-- İkincisi de, "Her sabah fakülteye giderken, on defa şu ayeti oku!" demişti:
(Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ veheblenâ min ledünke rahmeh, inneke entel vehhâb!) "Yâ Rabbi, kalbimizi biz hidâyete erdikten sonra tekrar saptırtma, eğriltme! Doğruyu bulduktan sonra yanlış yola tekrar döndürtme! Lütf u kereminden, ind-i ilâhinden bize rahmetini, ihsan ve ikram eyle!.. Çünkü sen çok cömertsin, çok vehhabsın... İkram edicisin, hibe edicisin, bahşedicisin." diye bu ayet-i kerîmeyi okuyarak; yâni kalbin sapmaması, şaşırmaması, ayağın kaymaması duasını yaparak gitmeyi söylemişti. Siz de öyle yapın!.. Çünkü, en büyük fitne fesat oralarda olur. Yani ben oralardan, fakülteden ayrıldıktan sonra duydum ki, oraya papaz bile getirmişler; dinler tarihi dersi filan diye. Yani, müslümanların ilahiyat fakültesinde, papazlara ders verdirtmişler. Yani "Gel, buyur, hristiyanlığı telkin et!" gibilerden. Yazıklar olsun!.. "Bir tane, iki tane müslümanı kandırabilir miyiz, müslüman evladını hıristiyan yapabilir miyiz!" diye uğraşıyorlar işte. Herkes de ona çanak tutuyor; veya mecburum diyor, bir bahane buluyor.
Önce Allah'a sığının!.. Ondan sonra da hadis-i şerifi ve Kur'an-ı Kerim'i sağlam kaynaklardan öğrenin ve sahih hadisleri ezberleyin!.. Herşey sahih olsun, senetli olsun, isbatlı olsun... "Şu hadis-i şerifte şöyle diyor; binaenaleyh, bu senin sözün yanlıştır!" demek mümkün olsun.
Bir hususu da bilhassa ilâhiyatçılara hatırlatmak isterim: Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetleri bazı ayetlerini tefsir eder. Mesela, bazı ayet-i kerimelerde buyuruluyor ki:
(Yâ eyyühellezîne âmenû enfiku mimmâ rezaknâküm min kabli en ye'tiye yevmün lâ bey'un fîhi velâ hulletün velâ şefâah) Yâni, "O alışverişin olmadığı, samimi arkadaşlığın sökmediği, şefaat etmenin fayda etmediği bir gün gelmeden evvel, hayır hasenat yapın; para verin, sadaka verin, zekat verin!.." diye emreden ayeti kerime. Şimdi (lâ bey'un fîhi velâ hulletün velâ şefâah) de şefaat yok diyor. Şimdi sırf bu ayete bakarsanız gerçeği anlayamazsınız.
Ayet-el Kürsî'de de var:
(Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihî) "Kimdir onun huzurunda kendisinin izni olmadan şefaat edebilen? Ancak izin verdikleri şefaat edebilir." Ha, demek ki şefaat var, hudutları var. Bazı kimselere şefaat etmek mümkün değil, şefaat etsen de fayda etmiyor. Ama bazı şefaatler fayda veriyor.
Onun için bir ayet-i kerimeyi ileri sürüp de size bir şey isbat etmek isteyenlere karşı, şimdi elinizde bir kitab var: Mu'cemül Müfehres Lielfâzıl Kur'anil Kerîm. O kelimenin başka ayetlerdeki yerlerine de bakın. O zaman çıkartırsınız gerçekleri, hakikatleri anlarsınız. Şefaat var mı, yok mu, görürsünüz. Vehhabiler inkar ediyor ama, Allah'ın izin verdiği kimselerde şefaat olduğu Ayet-el Kürsi'de var... Hadis-i şeriflerde var, "Ben şefaat edeceğim" diye. O bakımdan hadis-i şerifleri inkar durumuna düşüyor ötekiler. Zaten münkirlerin inkârlarını sürdürebilmek ve ayakta durabilmek için bir tek çaresi vardır: Hadisi tamamen karalamak... Hadisi yıkmadan inkarlarını sürdürmeleri mantıken mümkün değildir. Onun için sahih hadislere sımsıkı sarılın ve Kur'an-ı Kerim'in tek bir ayetini değil, o konuyla ilgili diğer ayetleri inceleyerek bir sonuca ulaşın!..
Bir profesör, --Allah ıslah etsin-- Kur'an-ı Kerim'de kader yoktur diye tezinde böyle bir konu çıkartmıştı. Cahildir; çünkü hocası da cahildi. Ona doktora yaptıran adam da öldü gitti. O da reformist bir kimseydi. O ona zorla kaderi inkâr ettiren bir tez yaptırdı. O da, yeni doktora talebesi olduğu için yaptı. Halbuki, Kur'an-ı Kerim'de bu hususta ayet-i kerimeler vardır.
Onun için, bir kimsenin doçent olması, doktora yapması, önemli değildir. Suud'da da gördüm, adam doktor olmuş; doktor olmak bir şey değil muhterem kardeşlerim. İnsan, talebelikten sonra, dört beş sene daha çalışırsa doktor oluyor. O öyle müctehid olmak demek değildir. Her şeyi biliyorum demek değildir. Efendim kalkıp büyük büyük laflar söylüyorlar, yalan yanlış işler yapıyorlar. Milleti de doktor ünvanının arkasına sığınarak kandırmaya çalışıyorlar. Doktorluk bir şey değildir, doçentlik bir şey değildir, profesörlük bir şey değildir... Bazen bunların hepsi yanılabilir.
Allah ilminizi artırsın... Salih amellerinizi çoğaltsın... Mânevî bakımdan kalbinizi nurlandırsın, irfan sahibi eylesin, marifetullaha erdirsin... Allah'ın sevgili kulu olmanızı nasib etsin... Allah'ın seveceği işleri yapmanızı nasib etsin... Ömrünüzü boşa geçirmemeyi nasib etsin... Fitnelere, fesatlara bulaştırıp da, yolu şaşırıp ayağı kayanlardan etmesin... Şeytana, nefse uyanlardan eylemesin... Hakkı hak olarak görüp uymayı nasib etsin... Bâtılı bâtıl olarak görüp korunmayı nasib etsin...
Bihürmeti esrâri Sûretil Fâtiha!..
17 Mart 1992 - Ankara