17. DERS

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Mefhari mevcûdât muhammed mustafâ râ salevât!..

...........

Seyyidüs sâdât muhammed mustafâ râ salevât!..

...........

Habîbi hüdâ muhammed mustafâ râ salevât!..

...........

Hazret-i Aişe RA, Peygamber SAS'in şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor:

(Ve izâ erâdallàhu en yüdhıle ehlen nâri fin nâr bease ileyhim meleken ve meahû aşeretü havâtim) Ehl-i cennete nasıl melekler gelip de müjdeler verecekler, cennete girerlerken... Ehl-i cehenneme de öyle melekler gönderilecek, cezâlarına ait on tane mektubla birlikte...

1. Birinci mektubda: (Udhulûhâ lâ temûtûne fîhâ ebedâ) Oraya, o cehenneme girin; fakat bilin ki, orda ebediyyen ölüm yok bir daha!.. (Ve lâ tahyevne) Ama hayat da yok... Ölülükle hayatın arasında... Hayat denince, hürriyet hayatı yok; azab hayatı var... (Ve lâ tühricûne) Ölmezsiniz, dirilmezsiniz, çıkmazsınız!.. Şimdi girin hadi, yallah içeriye!..

2. İkinci satırda: (Hud fil azâb, lâ râhata leküm) Siz içeriye girin de azabı tadın bakalım!.. Size kat'iyyen rahat yoktur orda, orası rahat yeri değil...

3. Üçüncü mektubda: (Yeisû min rahmetî) Benim rahmetimden artık ümidinizi de kesin!.. Acaba affeder de kurtulur muyuz diyerekten ümitlenmeyin!..

4. Dördüncüsünde: (Üdhulûhâ fil hemmi vel gammi vel hüzni ebeden) Kaygıda, kasâvette, dertte ebediyyen kalın!..

5. Beşincisinde: (Libâsükümün nâr, ve taâmükümüz zakkm, şerâbükümül hamîm, ve mihâdüküm ennâr) Esvablarınız ateşten, yemekleriniz zakkumdan, içecekleriniz de kaynar sudan... Duracağınız yer de yine ateş!

6. Altıncısında: (Hâzâ cezâükümül yevme bimâ fealtüm min ma'sıyetî) Bu size yaptığınız ma'siyetlerin, küfürlerin cezâsı olarak veriliyor.

7. Mektubunda: (Sahatî aleyküm finnâri ebedâ) "Gadabım, kızgınlığım dâimâ üzerinizdedir; ondan kurtulamazsınız!"

Bizim itikadımıza göre, ehl-i kebâir cehennemde ebedî kalmayacak; imanları dolayısıyla... Ebedî olarak kalacak olan ancak imansızlardır.

8. Sekizincisinde: (Aleykümül la'netü kemâ teammedtüm minez zühûbil kebâiri velem tetûbû velem tendemû) "Şimdi büyük günahlardan tevbe etmeden bunları yaptıklarınızdan dolayı, lânet üzerinizedir." buyrulmuş.

9. Dokuzuncusunda: (Kuranâükümüş şeyâtînü fin nâri ebeden) "Orda arkadaşınız da şeytanlardır." Ötekilerin, cennettekilerin dostları peygamberler idi, onların yanında idiler; bunlar da şeytanların yanında... Allah muhafaza...

10. Onuncusu: (İtteba'tümüş şeytân, ve eradtümüd dünyâ ve terektümül âhireh) "Şeytana uydunuz, dünyayı murad ettiniz, ahireti de terkettiniz. (Fehâzâ cezâüküm) Şimdi bu da sizin cezânız, çekin bakalım!.."

Allah muhafaza etsin... Allah hepimizi affetsin... Demin yukarda: (Velem tetûbû velem tendemû) Günah işleyenler tevbe etmediler, nedâmet de getirmediler. Onun için onlara bu cezâ verildi." dedi.

Onun için her gün sabahta ve akşamda insan tevbe etmeli; yatarken tevbe edip yatmalı, sabahleyin yine tevbe ile işe başlamalı!.. İnsan hatâdan sâlim olmuyor. Yapılan bu hatalara da hemen pişmanlık duymalı ki bir daha olmasın...

Hukemâdan bazıları buyurumuşlar ki:

(Talebtü aşereten fî aşereti mevâtıne fevecednâ fî aşeretin uhrâ) Ben on şeyi on yerde bulurum zannettim, fakat orda bulamadım. Başka bir onun içerisindeymiş meğer onlar:

1. (Talebtür rif'ate fit tekebbüri fevecedtühâ fit tevâdu') "Ben büyüklüğü gururda zannettim, mağrur olmakta, kibirde zannettim. Onun için, kibirleniyor gururlanıyordum. Halbuki yükseklik ancak tevâzda imiş."

2. (Ve talebtül ibâdete fis salâh, fevecedtühâ fil vera') "Ben ibadeti namaz kılmakta zannediyordum, öyle arıyordum. Halbuki, Allah'ın haramlarından, hattâ şübheli şeylerden kaçmakta imiş."

Namaz da ibadettir ama, o ibadette verâ' olması şart... Şübheli şeylerden; günahı mûcib en ufacık bir şübhe var mı bu işte, ondan kaçmak lâzım!.. Ondan kaçamadıkça, namaz da tabiî fayda vermiyor. "Ben zannediyordum ki, namaz kılarsam rızâ-i ilâhîyi bulacağım; halbuki o ancak vera'ın içinde imiş, Allah'tan korkmakta imiş." İnsanda bu vera' olmazsa, onun insanlığı hiç bir şeye yaramaz yâni...

3. (Ve talebtür râhate fil hırs) Rahatı da hırsta zannediyordum ben; (fevecedtühâ fiz zühd) onu zâhidlikte buldum, dünyaya meyletmemenin içerisinde buldum."

Hırs, dünyaya meyl oluyor. Kazanırım, çok param olur, rahat ederim zannediyordum; halbuki hiç de öyle değilmiş. Rahatlık zühdde, sofulukta imiş.

4. (Ve talebtü nûrel kalbi fî salâtin nehâri cehren) "Ben zannediyordum ki, kalbin nuru gündüz namazlarında, cehrî namazlardadır. (fevecedtühâ fî salâtil leyli sirren) Halbuki, onu gece namazlarında, gizli kılınan namazlarda buldum."

5. (Ve talebtü nûrel kıyâmeti fil cûdi ves sehâveti fevecedtühâ fîl ataşi fis savm) "Kıyâmetin nûrunu ben cömertlikte ve sehâvette zannediyordum. Halbuki, öyle değilmiş. O sıcak havalardaki orucun yanıklığında imiş." Oruçta yüreğin de yanar, karnın da acıkır. Bunu yapabilirsen, o zaman kıyâmetteki nûru bulursun.

6. (Ve talebtül cevâz, ales sırâti fî udhiyyeti fevecedtühâ fis sadakati) "O koyunlarınız sizin matıyyenizdir. Koyunlarınızı keserken güzel, boynuzlu, kocaman koyunları kesin ki, sizi köprüden o geçirecek derler." de, o da burda ona karşı demiş ki: "Ben de öyle bizi sırattan o koyunlarımız geçirecek zannediyordum da, halbuki sadakalarda imiş o geçirilme..."

7. (Ve talebtün necâte minen nâr, fil mubâhat, fevecedtühâ fî terkiş şehevât) "Ben zannediyordum cehennemden necât, mubah olan, günah olmayan şeylerdedir. Halbuki, şehvetleri terkte imiş, arzuları terkte imiş necât..."

8. (Ve talebtü hubballàhi teâlâ fid dünyâ) Ben Allah'ı sevmeyi dünyada istedim de; (fevecedtühâ fî zikrillâhi teâlâ) onu Allah-u Teâlâ'nın zikrinde buldum."

Hangi fadàili yaparsan yap, zikrullahtaki olan fadàil hiç birisinde yoktur. Onun için "Allah'ı sevmeyi dünyada istedim de, onun muhabbetini zikrullahta buldum." diyor. Çünkü;

(Men ehabba şey'en eksera zikrahû) diyorlar. Sevdiğini insan çok anar. Neyi seviyorsa, ikide bir onu söyler, onu anar. Leylâ ile Mecnun hikâyesi gibi... Binâen aleyh, Allah'ı sevenler de Allah-u Teâlâ'nın zikrini çok ederler. Demek ki, sevgi zikrullahın içerisinde imiş. Onun için, Allah cümlemizi zikrullaha devam eden kullarından eylesin...

Lâ ilâhe illalah'ın mânâları çeşitlidir. Bir "Lâ ilâhe illalah" diyebilmek, kâinata bedeldir; dünyaya da bedeldir, ahirete de bedeldir. O Lâ ilâhe illalah'ın içinde, Lâ ma'bûde illallah var... Allah'tan başka ma'bud yok demek... Allah'tan başka maksad da yok... Bütün maksad Allah'adır.

Lâ mahbûbe illallah, Allah'tan başka sevilecek bir şey de yok... En sevdiğimiz şeyleri yaradan o... En güzel sevdiğimiz var meselâ; eşsiz, emsâlsiz bir güzel... Bayıldık, çok güzel ama; onu severken insan düşünür ki, bunu kim yarattı?.. Asıl sevilmeye lâyık bunu yapandır. Bu mahlûktur işte; bugün sevilir, yarın gözünü yumar, bu da gider seninle beraber... Fakat asıl sevilmeye lâyık olan bu güzelleri yaradandır.

Bu dünyanın hangisi güzel değil?.. Ayına bak, güneşine bak, yerine bak, göğüne bak!.. Çiçeklerine bak, nesine bakarsan bak; onun kudretinin altında hepsi!.. Binâen aleyh, sevilmeye lâyık ancak odur. Onu da seven, onu çok anmasıyla anlaşılır. Kur'an'ını okur, namazını kılar, "Allah... Allah..." der, "Lâ ilâhe illalah" der, "Hû Mevlâm Hû..." der. Allah bizi de onların arasına kabul etsin de, dâimâ kendisini dilinden bırakmayan kullarından etsin...

9. (Ve talebtül âfiyete fil câmii) "Ben afiyeti camilerde, topluluk alemlerinde aradım; (fevecedtühâ fil uzleti) onu da ancak uzlette, yalnızlıkta, tenhalıkta buldum."

Bu tenhâlık hakîkaten hepimiz için çok lâzım!.. Onun için ramazanlardaki i'tikâflar sünnettir. Yalnız ramazana mahsus değil de, insan her zaman için, hiç olmazsa senede onbeş gün, en aşağı on gün bunu yapmalı!.. İstirahatlere çekiliyor insan, gezmelere gidiyor şuraya, buraya... Oraya gideceğine, sen onbeş gün bir yere kapan da, seni de kimse bilmesin; orda Allah'la bir başbaşa kal bakalım!.. Nasıl olsa, mezarda yalnız başımıza kalacağız. Orda kalmadan evvel kendi kendimize bir kalalım bakalım, nasıl oluyor?..

Onun için, "Ben afiyeti kalabalıkta değil de, ancak uzlette buldum." diyor. Afiyet diye hemen sıhhate demezler de, insanın dinindeki afiyet de bunun içerisine dahildir.

10. (Ve talebtü nûrel kalbi fil mevâizi ve kırâetil kur'ân) "Ben kalbimin nurunu vaaz dinlemekte, Kur'an okumakta arıyordum. Vaizleri dinleyeyim, kalbim nurlansın; Kur'an okuyayım, kalbim nurlansın diyordum. (fevecedtühâ fit tefekküri vel bükâi) Halbuki, asıl kalbin nuru tefekkür ve ağlamada imiş."

Ağlayabiliyor musun?.. Hiç ağlayabildiğimiz yok!.. Ağlayanlar çoktur ama, yazık bize,,,

İbn- Abbâs RA'den:

Estaizü billâh: (Ve izibtelâ ibrâhîme rabbühû bikelêmâtin feetemmehünne) Kur'an-ı Azîmüşşan'daki İbrâhim AS'ın mübtelâ olduğu on kelime hakkında demiş ki: (Kàle aşeretü hısâlin) O kelimeler on haslettir. İbrâhim AS'dan bize kalan sünnetlerdir. (Hamsün fir re's, ve hamsün fil beden) O sünnetlerin beşi başta, beşi de bedendedir. İbrâhim AS'ın sünnetleri bunlar:

(Fe emmâ fir re's) Başta olanlar:

1. (Essivâk) "Misvak kullanmak.

2. (Vel madmadatü) Ağzı yıkamak.

3. (Vel istinşâk) Burnu yıkamak.

4. (Ve kassüş şârib) Bıyıkları kırpmak.

5. (Vel halk) Başı traş etmek."

(Ve emmâ fil beden) Bedende olan beş:

1. (Netfül ibt) "Koltuk altlarını yolmak." Şimdi ekseriyetle bunları kazıyoruz. Halbuki koltuk altlarını yolmak diyor.

2. (Ve taklîmül azfâr) "Tırnakları kesmek.

3. (Ve halkul âneh) Edep yerlerini traşlamak.

4. (Vel hıtân) Sünnet olmak." Sünnet de İbrâhim AS'dan kalmadır.

5. (Vel istincâ') "İstincâ yapmak."

İbrâhim Edhem Hazretleri'ne sormuşlar:

--(An kavlihî teâlâ, üd'ûnî istecib leküm) Yâ ibrâhim! Cenâb-ı Hak diyor ki: "Bana dua edin, ben de sizin duanıza icabet edeyim!" (Ve innâ ned'û felem yüsteceb lenâ) Biz yalvarıp duruyoruz, bizim dualarımız kabul olmuyor. Söyle bakalım, neden?..

(Fekàl) ibrâhim Edhem dedi ki:

--(Mâtet kulûbüküm min aşereti eşyâ') Sizin kalbleriniz on şeyden ölmüştür; onun için icâbet edilmiyor:

1. (Enneküm araftümüllàh) "Allah'ı biliyorsunuz, yerin göğün sahibi Allah'tır diyorsunuz. Gâvurlar da diyor. (ve lem tüeddû hakkahû) Ama Allah'ın emirlerini dinlemiyorsunuz. Asıl mühim o...

2. (Ve kara'tüm kitâballàh) Allah'ın kitabını okuyorsunuz; (ve lem ta'melû bihî) fakat amel etmiyorsunuz.

3. (Ved deaytüm adâvete iblîs, ve vâleytümûh) Şeytan bizim düşmanımızdır diye iddia ediyorsunuz, fakat ona uyuyorsunuz, onun arkasından gidiyorsunuz. Onu velî ediniyorsunuz.

4. (Ved deaytüm hubbür rasûl) Cenâb-ı Peygamber'i seviyoruz diye iddia ediyorsunuz; (ve terektüm eserehû ve sünnetehû) onun yolunu ve onun sünnetini terkediyorsunuz. Sünnetini işlemiyorsunuz.

Bak bir misvak dedi, sünnet olaraktan... Misvakle kılınan iki namazın, misvaksiz kılınan yetmiş namaza muadil olduğunu kaç defa işitmişizdir kimbilir! Bir misvağı kullanmayı bile beceremeyiz.

5. (Ved deaytüm hubbül cenneh, ve lem ta'melû lehâ) Cenneti seviyoruz dersiniz; fakat, cennetlik iş yapmazsınız.

6. (Ved deaytüm havfen nâr) Cehennemden korkuyoruz iddiasındasınız; (ve lem tentehû aniz zünûb) günahlardan kaçmıyorsunuz.

7. (Ved deaytüm ennel mevte hakkun) Ölüm hak diyorsunuz, her gün götürüp gömüyorsunuz; (ve lem testaiddû lehû) ama hiç hazırlanmıyorsunuz.

8. (Veştegaltüm biuyûbi gayriküm) Başkalarının ayıplarını mütemâdiyen araştırıyorsunuz; (ve terektüm uyûbe enfüsiküm) kendi nefislerinizin ayıplarıyla hiç alâkadar olmuyorsunuz.

9. (Ve te'külûne rizkallàh, ve lâ teşkürûnehû) Allah-u Teâlâ'nın rızıklarını, nîmetlerini yiyorsunuz da; ona karşı şükretmiyorsunuz.

10. (Ve tedfinûne mevtâküm, ve lâ ta'tebirûn) Ölüleri götürüp gömüyorsunuz; ondan da hiç bir ibret aldığınız yok!.."

Yâni, bu ders yetecek adama!.. Allah affetsin kusurlarımızı...

Peygamber SAS buyuruyor ki:

(Mâ min abdin ve emetin deâ bihâzed duâi fî leyletil arafeh elfe merreh) Her kim arefe gecesi --Arafe ama kurban arefesi... Yarın ki arefeye de şâmildir inşaallah!-- şu on kelimeyi bin kere okursa; (lem yes'elillâhi şey'en illâ a'tâhu) ondan sonra ne isterse, Allah-u Teâlâ ona istediğini verir. (mâ lem yed'u bikatîati rahimin ev me'semin) Ancak sıla-ı rahmi yaparsa; onu keserse olmuyor. Hataları terketmek ve sılâ-i rahmi yapmak sûretiyle olur.

1. (Sübhânellezî fis semâi arşuhû)

2. (Sübhânellezî fil ardı mülkühû ve kudretuhû)

3. (Sübhânellezî fil berri sebîlühû)

4. (Sübhânellezî fil hevâ rûhahû)

5. (Sübhânellezî fin nâri sultânühû)

6. (Sübhânellezî fil erhâmü ilmuhû)

7. (Sübhânellezî fil kubûru kadàuhû)

8. (Sübhânellezî refeas semâe bilâ amed)

9. (Sübhânellezî vedaal ard)

10. (Sübhânellezî lâ melcee ve lâ mencee minhü illâ ileyh)

Bunları bizim sübhânelerin içerisine karıştıralım inşaallah... Bu on tane tesbihi arafe günü bin defa kim yaparsa, onun duaları kabul olunuyormuş. Ne isterse, Cenâb-ı Hak verecek ona...

1. (Sübhânellezî fis semâi arşuhû) Arşı semâda olan Cenâb-ı Hakk'ı tesbih ederiz, noksan sıfatlardan tenzih ederiz.

(Müezzin amca sordu:)

--Biner defa mı söyleyeceğiz?..

--(Elfe merretin) Bin defâ!..

Kolay da değil... Ama toplu olarak söyleriz. Yüz kişi onar defa söyleriz, yine olur. Bizim hatm-i hâcegân'da okuduğumuz Kulhuvallah'lar gibi...

2. (Sübhânellezî fil ardı mülkühû ve kudretuhû) Mülkü ve kudreti yeryüzünde güzel görülüyor. Bakıyorsun, yerin altından neler çıkıyor! Mâdenler çıkıyor bugün... İşte o gazlarımız, benzinlerimiz, bilmem nelerimiz; altınlar, yakutlar hep yerin altından çıkıyor. Güzel şeyler... Allah'ın mülkü ve kudreti var orda... Bir altın, yerde otuzaltıbin senede altın oluyormuş. Altın olması öyle hemen kolaycacık olmuyor yâni...

Bu dünyanın ömrünü bulmak da müşkül... Kaç milyon sene diyorlar, kimbilir ne kadar ne zamandır... İnsanın yeryüzündeki müddeti yedibin sene olmuş oluyor, yahut altıbinbeşyüz sene... Yahudilerin tarihlerine göre; Adem AS'dan beri yedibin sene filân diyorlar onlar... Halbuki, dünyanın ne yedibin senesi, ne yetmişbin senesi, ne yediyüzbinsenesi var... Evveli bilinmeyen bir âlem...

3. (Sübhânellezî fil berri sebîluhû) Allah'a giden yol da yerden gidiyor. Yerde, toprağın üzerinde... Bu toprağın üzerine gelinecek ki, Allah'a gidilebilsin!.. Dünyanın yaradılışının, Adem AS'ın cennetten buraya gelişinin sebebi, kulların burdan Allah'a gidebilmelerine yol bırakmaktır.

4. (Sübhânellezî fil hevâ rûhahû)

5. (Sübhânellezî fin nâri sultânühû)

6. (Sübhânellezî fil erhâmü ilmuhû)

7. (Sübhânellezî fil kubûru kadàuhû)

8. (Sübhânellezî refeas semâe bilâ amed)

Bugün aklıma geldi de: Şimdi meselâ, Amerikalılar Ay'a gidiyorlar. Yerin câzibesi var diyorlar, Güneş'in cazibesi var diyorlar... İşte Ay nerden koptuysa kopmuş; Güneş'in cazibesi ile yerin cazibesi arasında saklanmış kalmış. Ağırlığını kimbilir kim ölçebilir, ne kadar bir ağırlığı var... Bazıları da diyorlar ki; Ay bizim Akdeniz dediğimiz denizden kopmuş gitmiş de, o çukurluk ayın çukurluğu imiş, boşluğu imiş. Allah-u a'lem bis savab...

Bu ağırlığı ile, bunun gibi kaç tane yıldız var... Hesabı da yok yâni, kaç tanesi muallakta... Onu ona bağlamış, onu ona bağlamış. Bir zincirlemedir gidiyor. Şimdi biz Güneş'i görüyoruz. Güneş hiç kalıyormuş, daha bir büyük güneşler varmış; kaç yüz senede ancak ziyası buraya gelebiliyormuş. Belki bizim Güneş de o güneşlerden mi istifade ediyor, nasıl oluyorsa... Alemler bitmez tükenmez yâni... Bunların hepsi de boşlukta duruyor. Biz şu kandili tutamayız boşlukta...

Yalnız papazın birisi yapmış vaktiyle... Bir odanın dört tarafına dört tane mıknatıs koymuş, aynı kuvvette... Ortaya da bir top koymuş. Dört tarafın mıknatısı onu mükemmel durduruyor boşlukta... Papaz, kendi kerameti olaraktan halka yutturmağa çalışıyormuş, "Bak, ben böyle de yaparım!" gibilerden... Sonra açıkgözün birisi bozmuş onu; pat diye yere düşmüş.

Ama, Allah-u Teâlâ'nın kudreti... Bunlar böyle bir birine bağlı olmasa, altüst olur dünya... Bak, yeryüzü kocaman; iki otomobili doğru dürüst yolda yürütemiyoruz. O ona çarpıyor, o ona çarpıyor... Semâdaki yıldızların adedini Allah'tan başka kimse bilmez. O kadar, milyonlarca yıldız... Fakat, hiç birisi birisine çarpmadan güzelce dönüyorlar. Çarpsalar berbat işimiz... Bazan söylerler: "İşte filân yıldızın gelişiyle, falan yıldızın gelişi denk geliyor; galiba çarpışacaklar?.." Halbuki, onların yolları ayrı...

İbn-i Abbâs RA'den bir tane daha okuyalım:

(Kàle rasûlüllah zâte yevmin liiblîs, aleyhil la'neh) Günlerden bir gün Peygamber SAS, İblis Aleyhil la'ne'ye demiş:

--(Kem ehibbâüke min ümmetî) Benim ümmetimden dostların ne kadardır?

İblis:

--(Aşeru nefer) Senin ümmetinden on kişi benim dostumdur:

1. (Evvelühüm el'imâmül câir) Zâlim hükümdarlar, zalim idareciler.

2. (Vel mütekebbir) Kibirlenenler.

3. (Vel ganiyyüllezî lâ yübâli min eyne yektesibül mâl ve fî mâ zâ yünfiku) Kazanırken, nerden kazandığına dikkat etmeyen zenginler... Helâl haram farketmeden kazanıyor ve nereye verdiğini de farketmiyor.

4. (Vel âlimüllezî saddekal emîra alâ cevrihî) Emirlerlerin koltukları altına sokulan alimler ki, "Çok güzel söylediniz efendim!.. Çok güzel yaptınız, çok iyi yaptınız..." diye emirleri tasdik ederler.

5. (Vet tâcirül hâin) Hain tüccarlar.

6. (Vel muhtekir) Malları saklayan muhtekirler.

7. (Vez zânî) Zinâ ediciler.

8. (Ve âkilür ribâ) Faiz yiyenler.

9. (Vel bahîlüllezî lâ yübâlî min eyne yecmeul mâl) Malı nerden topladığına dikkat etmeyen bahil.

10. (Ve şâribül hamr, müdminün aleyhâ) Şaraba devam eden.

Dostlarıymış bunlar şeytanın...

Sonra Efendimiz sormuş ki:

--Düşmanların ne kadar?..

--(Işrûn) Yirmi tane düşmanım var:

1. (Evvelühüm ente yâ muhammed) Birincisi sensin yâ Muhammed!.. (Fe innî übğıduke) En çok buğzettiğim sensin...

2. (Vel âlimül amilü bil ilmi) "İlmiyle amel eden alimdir." demiş. Onun için, onları tuzağa düşürmeğe çok çalışır.

3. (Ve hâmilil kur'ân) Üçüncüsü hafızlardır. (İzâ amile bimâ fîhî) Kur'an ile âmil oluyorsa, o hafız da benim düşmanımdır.

4. (Vel müezzinü lillâh, fî hamsi salevâtin) Beş vakit ezan okuyan müezzinlerdir benim düşmanım...

5. (Ve muhibbül fukarâi vel mesâkîn vel yetâmâ) Fukara ve miskinleri ve yetimleri sevenler de benim düşmanımdır.

Nasib olursa yarın fukara kitabını okuyalım da; fukara deyince bu bizim fukaralar değil... Kendilerini Allah'a vermiş, dünyaya iltifat etmeyen mutasavvufîn tabakası... Yalnız işleri Allah ile, muhabbet-i ilâhiyye onların kalblerinde çok kuvvetli... Dünyanın bu kadar nimetlerine iltifat etmiyor, yalnız Allah'a hasretmiş vakitlerini... Tabiatıyla onlar kıymetli insanlar...

6. (Ve zû kalbin rahîmin) Kalbi merhametlileri de sevmem; düşmanımdır onlar...

7. (Vel mütevâdıu lilhak) Hak için tevhazu edenleri de sevemem!

8. (Veş şâbbün neşee fî tâatillâhi teâlâ) Genç ama, Allah-u Teâlâ'nın tâatinde dâim; onları da sevmem, düşmanımdır onlar da...

9. (Ve âkilül halâl) Yerken helâlinden yiyenleri de sevmem!

Demin okudum da çok tuhafıma gitti. İmam-ı Gazâlî demiş ki:

"--Bu devirde --bundan 650 sene evvel-- benden başka helâl yiyen yok!.."

"--Nasıl olur?.." demişler.

"--On gündür açım, ölüm derecesine geldim; şimdi yemek bana helâldir." demiş. "Ölecek bir insana, sıkıntıya düşülünce cevâz veriliyor ya ölümden kurtulmak için... Binâen aleyh o dereceye geldim de, şimdi yediğim artık helâldir." demiş.

Helâlliği de bu şekilde olmuş yâni... Allah muhafaza etsin, hakîkaten çok zor şey... Dünyaya daldı mıydı insan; tabii fısk da başlıyor, hak hukuka da riayet edilmiyor.

Bir gün İstanbul'a gelmiştim. Bir şey alacak oldum Mahmutpaşa'dan... --Ama hatırımda yok ne alacağım...-- "Kaç para?" dedim; çok bir fiat söyledi bana... Meselâ yüz lira dedi farzedelim. Ben de elli lira verdim o adama; yarısını verdim yâni... Böyle olduklarını biliyordum da... Herif benimle alay etti. Ben bıraktım, giderken, "Gel gel!" dedi, verdi onu bana... Benim yarı fiat verdiğim malı, zarar ederim filân diye yemin ediyordu evvelâ; sonra verdi. Halbuki yine kimbilir yarı yarıya kazanmıştır ondan... Adam kandırmak için yektâ oluyor bu esnaf... Kıymetini de bilmezsen malın, fenâ... E şimdi helâl olur mu ona o?..

10. (Veş şâbbân, elmütehâbbâni fillâh) "İki genç, Allah için seviyorlar birbirlerini...

11. (Vel harîs, ales salâh f`î cemâah) Cemaate devame haris olan namazcı... O da benim düşmanım, onu da caydırmak için çalışırım.

12. (Vellezî yusallî billeyli ven nâsü niyâmün) İnsanlar uyurken gece kalkıp da namaz kılanları sevmem!

13. (Vellezî yümsikü nefsehû anil haram) Kendisini haramdan alıkoyanları sevmem!

14. (Vellezî yensahu ve fî rivâyeti yed'û lil ihvâni ve leyse fî kalbihî şey'ün) Kardeşlerine nasihat eden, onları kardeşliğe davet eden ve onlara güzel şeyler söyleyen, ıslah-ı beyn etmeğe çalışan kimseler... Telkinde de bir dünyevî maksadları yok, Allah için söylüyorlar.

15. (Vellezî yekûnü ebeden alâ vudin) Dâimâ abdestli duruyor. Bozuldu muydu hemen gidiyor, bir abdest alıyor."

Su olmasa bile, susuz yerlerde teyemmümle de mümkün... Efendimiz SAS abdestsiz gezmemiş. Suyun olmadığı zamanlarda teyemmüm de etmişler. Bize de düşen abdestli olmak, su bulamazsa teyemmüm etmek...

16. (Ve sahiyyün) "Cömertleri sevmem!

17. (Ve hasenül hulk) Birisi de ahlâk-ı hasene sahibi insanları sevmem!

18. (Vel musaddiku rabbehû bimâ daminallahu lehû) Allah'ı tasdik edenleri sevmem, Allah'ın rızıklara kâfî olduğuna inananlara kızarım!

19. (Vel muhsinü ilâ mestûrâtil erâmil) Mestûre hanımlara, dullara ihsan edenleri sevmem!"

Mestûre hanımlara bakılmazsa, o da zarûrette kalır; gider fabrikalarda çalışmağa, şurda burda iffeti kaybolur. Onun için mestûre hanımlara, onların ihtiyaçlarına yetişecek şekilde yardımda bulunmak, şeytanın da işine gelmiyor.

20. (Vel müstaiddü lilmevt) "Ölüme hazırlananları sevmem!" diyor.

Yeter bu kadar değil mi?.. Yarın da var daha... Allah cümlemizi affetsin... Şeytanın yolunda değil de Allah'ın yolunda, Allah'ın râzı olduğu kullardan olmayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasib etsin...

El-Fâtiha!..

29 Ramazan 1394 / Ekim 1974