11. DERS
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...
Mefhari mevcûdât muhammed mustafâ râ salevât!..
...........
Seyyidüs sâdât muhammed mustafâ râ salevât!..
...........
Habîbi hüdâ muhammed mustafâ râ salevât!..
...........
Kitabı açınca SAS Efendimiz'in Ebû Zer Hazretleri'ne nasihati rast geldi de, onu bir tekrar edersek iyi olur:
1. "Yâ Ebâ Zer!.. (Ceddidis sefîneh) Gemini yenile, eski gemi ile yola çıkılmaz!.. Gemiyi yenile demek, imanını tazele!.. İmanını dâimâ tazele... Çünkü, esvabın çürüdüğü gibi iman da çürürmüş, eskirmiş. Onun yenilenmesi:
(Allàhümme innî üceddidel imâne tecdîden bikavli lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlallah) demek, ardından Âmentü'yü de okumak...
(Feinnel bahra amîk) Dünya ufacık bir şey ama, çok derin... Derin denizde öyle eski gemi ile yürünmez.
2. (Ve huziz zâd, kâmilen) Gemiyi adamamakıllı doldur yiyeceklerle, içeceklerle ki, yola çıktıktan sonra bulamazsın bir şey... Nerden bulacaksın? Geminde yoksa bir şey, aç kalırsın!
O da a'mâl-i sâlihadır. Ahiret yolculuğuna çıkılmıştır. A'mâl-i sâlihamız olmazsa, yolda aç kalırız, helâk oluruz. Onun için a'mâl-i sâliha; başta namaz, Allah'a ibadet ve kullara şefkat... En kısa tabirle: Allah'a kulluk, kullara şefkat, merhamet... (fe innes sefere baîd) Yol uzun...
3. (Ve haffifil hımle) Ağır yükle de bu yoldan gidilmez. Almışın altmış okka, seksen okka yükü arkana... Burdan oraya kadar götürüsün ama, burdan Fatih'e kadar çıkaramazsın!.. Onun için, yükün hafif olursa, kolayca gidersin.
Yükün hafifliği, günahlar'ın azlığı... Günahını az et ki, kolayca gidesin!.. Günahların çokluğu ağırlık verir adama...
4. (Ve ahlisıl amel) Amelini de öyle gösterişle filân yapma! Allah için, ihlâs ile yap ki, Allah-u Teâlâ hepsini görüyor ve biliyor.
Bugünkü dersimizde, Şâir Ebû Nüvas demiş ki:
Zünûbî in fekertü fîhâ kesîretün,
Ve rahmetü rabbî min zünûbî evsau.
"Düşünüyorum, günahlarıma bakıyorum ki, dağları aşmış, çok... İçinden çıkılacak gibi değil... Düşünüyorum ki, rahmet-i ilâhi hepsinden üstün... Ona güveniyorum."
Ve mâ tamaî fî sâlihin in amiltühû,
Velâkinnî fî rahmetillâhi etmau.
"Yaptığım ameller; namaz, oruç, sadaka, bir çok şeylerim var... Fakat, onlara hiç güvencim yok, onlara bel bağlayamıyorum. Ancak Allah-u Teâlâ'nın rahmetinden ümidim var..."
Peygamber SAS buyuruyor ki:
(İzâ kâne yevmül kıyâmeh) "Kıyamet günü olduğu zaman, (yûdaul mîzân) terâziler kurulacak." Hak terazisi...
Terazi denince, çeşitli teraziler var şimdi... Havayı ölçen terazi var, gemileri ölçen terazi var, tansiyonu ölçen terazi var, hep teraziler çeşit çeşit... Bu da Allah terasizi, bizim terazilere benzemez.
"Terazi kurulunca:
1. (Feyü'tâ biehlis salâh) Namazcıları çağırırlar. (feyüveffûne ücûrehüm bil mîzân) Alın bakalım namazlarınızın sevabını derler, ölçüp verirler.
2. (Sümme yü'tâ biehlis savm) Ondan sonra, oruçluları getirirler. (feyüveffûne ücûrehüm bil mîzân) Onların da oruçlarının sevapları ölçülüp verilir.
3. (Sümme yü'tâ biehlil hac) Sonra, hacıları getirirler. (feyüveffûne ücûrehüm bil mîzân) Alın bakalım sevaplarınızı derler, ölçüp verirler onlara da...
4. (Sümme yü'tâ biehlil belâi) Ondan sonra ibtilâ sahipleri getirilir. Belâya uğramış, musîbet sahipleri çağrılır. (lâ yünsabü lehüm mîzânün) Onlara mizân konmaz. Herkese hakkıyla veriliyor, mizânla, ölçülerek veriliyor; ehl-i ibtilâya mîzan yok... (ve lâ yünşeru lehüm divânün) Onlara divan da kurulmaz. (feyüveffûne ücûrehüm bigayri hisâb) Ölçüsüz hak sevabı onlara bol keseden ihsan olunur.
(Hattâ) Şu kadar ki, (yetemennâ ehlül âfiyeh) ehl-i âfiyet olan insanlar derler ki: (En lev kânû bimenziletihim min kesreti sevâbillâhi teâlâ) 'Ah, keşke biz de onlar gibi olaydık da, bu sevaplara biz de nâil olaydık!' diye temennide bulunacak sağlamlar; Allah-u Teâlâ'nın onlara ihsân ettiği sevâbın çokluğundan..."
Hukemânın bazısı demiş ki:
(Yestakbilü ibni âdeme erbau nübehât) "İnsanoğlunu dört tane hırsız, eşkıya, çapulcu bekliyor:
1. (Yentehibü melekül mevt rûhahû) Melekül mevt onun canını almak için karşılıyor.
2. (Ve yentehibül veresetü mâlehû) Varisler de malları taksim etmek için bekliyor.
3. (Ve yentehibüd dûd cismehû) Mezara korlar, ordan da kurtlar nasibini alır.
4. (Ve yentehibül husamâü yevmel kıyâmeti ardahû eyyü amelehû) Yevm-i kıyâmette de hasımlar amellerini isterler."
Nasıl olsa melekül mevt alacak canımızı; belli... Varisler de nasıl olsa kısmetlerini alacaklar; o da belli... Cisim, cesedimiz; o da işte mezarlıkta mâlum, gidiyor kurtların eline... Cenâb-ı Hakk'ın hikmeti... Orda bir kurt yok ama, vücudun mikropları kendisini yiyip bitiriyor.
Husamâü diyor ki, işte bu zor... Kıyamet gününde hasımların elinden kurtulmak mes'ele... Onlar da istiyorlar, "Ver bakalım amelini!" diyerekten... Allah onların eline de bırakmasın...
Bazı hukemâ yine buyurumuşlar ki:
1. (Men işteğale biş şehevâti felâ büdde lehû minen nisâ') "Her kim şehvetiyle meşgul oluyorsa, ona evlenmek lâzım; başka türlü çaresini bulamaz.
2. (Ve men işteğale bicem'il mâl) Öteki de mal toplamak istiyorsa, (felâ büdde lehû minel harâm) mutlaka ona da haram karışır. Haramsız mal toplamak mümkün olmaz. "Çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz." derler.
3. (Ve men işteğale bimenâfiin nâs) Öteki de insanlara faydalı olayım diye çalışıyor. (felâ büdde lehû minel müdârâti) O da eyvallah demek, herkesle iyi geçinmek mecburiyetindedir.
4. (Ve men işteğale bil ibâdeti) Kim de ibadetle iştigal etmek istiyorsa, (felâ büdde lehû minel ilmi) ona da ilim lâzım; ilimsiz ibadet olmaz."
Hazret-i Ali (Kerremallahu vecheh) de buyurumuş ki:
(Enne es'abel a'mâlü erbau) "En zor dört şey vardır:
1. (El'afvü indel gadab) Kızmış; kızgınlığı halinde, "Bırak yâhu, affet!" diyorsun. O herkesin yapacağı iş değil...
2. (Vel cûd, fil usreti) Darlıkta olan adamın cömertlik yapması; o da zor şey... Kendi muhtaç...
3. (Vel iffetü fil halveti) Yabancı hanımlarla yalnız kaldığın vakitte, orda iffeti muhafaza etmek; o da çok müşkil... Onun için, "Hanımlarla yalnız kalmayın!" derler. Yalnız kaldığın vakitte üçüncüsü şeytan, mutlaka arada bir fenâlık verir.
4. (Ve kavlül hakkı limen yehàfuhû ev yercûhu) Korktuğu bir adama, veyahut ondan bir menfaat beklediğin bir adama karşı hak sözü söylemek de çok zordur."
Zebur'da Allah-u Teâlâ Dâvud AS'a vahyetmiş ki:
(Ennel âkilel hakîm lâ yahlû min erbai sâât) "Hakîm olan, akıllı insanlar dört saatten hâlî olmazlar:
1. (Sâatün fîhâ yünâcî rabbehû) Günde bir saatini ayıracak, Allah'a yalvarmak için... İbadet de onun içerisinde olacak.
2. (Ve sâatün fîhâ yühâsibü nefsehû) Bir saat de günde, nefsini hesaba çekecek. Eskiden yazarlarmış defterlerine aldığını, verdiğini, yaptığını... Hatasını, sevabını kaydederlermiş.
3. (Ve sâatün yemşî fîhâ ilâ ihvânihî) Bir saatini de kardeşlerini ziyarate ayıracak. Bak, vazifenin birisi de kardeşlerin ziyareti oluyor. Ama öyle kardeş ki, (ellezîne yuhbirûnehû biuyûbihî) senin ayıplarını sana haber verecek. Sana, "Senin şu ayıbın var, onu yapma bir daha!" diyecek kardeşler olacak.
4. (Ve sâatün fîhâ yuhallî beyne nefsihî ve beyne lezzâtil halâl) Bir saati de kendisiyle hanımı arasında, işleri arasında, uykusu vs. için ayıracak."
Bazı hukemâ demiş ki:
"Bütün ibadet şu dört şeyin altındadır:
1. (Elvefâü bil uhûd) Ahdine vefâ... Söz verdin mi bir şeyi, tutmak lâzım!..
2. (Vel muhafazati bil hudûd) Hudûdu ilâhiyeye riayet, onu muhafaza... Allah ne dediyse, ondan dışarıya çıkma!.. Peygamber ne dediyse, ondan dışarıya çıkma!.. Hudut o, İslâm'ın hududu...
3. (Ves sabru alel mefkd) Olmayana karşı da sabırlı ol!
4. (Ver ridà bil mevcûd) Elindekine de râzı ol!"
Dörtlüler bitti de, şimdi beşli olanlara geçti.
BEŞLİ BAB
Peygamber SAS Efendimiz'den rivâyet edildi ki:
(Men ehâne hamsetün hasire hamseten) "Kim beş şeye ihanet ederse, beş şeyden de mahrum olur, zarar görür:
1. (Ve men istehaffe bil ulemâi hasired dîn) Ulemâyı istihfaf ediyorsa, küçümsüyorsa, dininde zarar eder.
2. (Ve men istehaffe bil ümerâi hasired dünyâ) Amirleri de istihfaf ediyorsa, dünyada zararını çeker.
3. (Ve men istehaffe bil cîrâni hasirel menâfi') Komşularını hafif görüyorsa, menfaatleri elinden gider."
Komşu çok mühimdir. İnsanın akrabasından daha iyidir. Akrabamız var ama, memleketimizde, şurda burda... Cenâzen olur, komşu yetişir. Hasta olur, komşu yetişir. Senin memleketteki akraban senden haber alacak da, gelecek de, senin imdadına yetişecek... Mümkün olmaz. Onun için, komşularla iyi geçinmek lâzımdır.
Hattâ şimdi bazı kimseler burda paraları kazanırlar, zekâtlarını memleketlerindeki fukaralara gönderirler; bu câiz değildir. Parayı nerde kazandıysan, oranın fukarasını gözeteceksin. Yalnız ordaki fukara çok muhtaç akrabandan birisi ise, o zaman tecviz etmişler ama, asıl hak sahipleri komşulardır. Onu senede bir kere göreceksin, burdakini hergün görüyorsun.
4. (Ve men istehaffe bil akrabâi hasirel meveddeh) "Akrabasını da hafif görüyorsa, onlarla da istihfaf ediyorsa; o zaman dostluk bozulur.
5. (Ve men istehaffe ehlihî hasire tîbel maîşeh) Evde hanımını hafif görüyorsa, tatlı geçim olmaz o evde... Evin huzuru hanımla geçime bağlı... Onunla iyi geçinemezse, kıyâmet kopar."
Yine Peygamber SAS buyurdu ki:
(Seye'tî zemânün alâ ümmetî yuhibbûne hamsen ve yensevne hamsen) "Ümmetimin üzerine bir zaman gelecek ki, beş şeyi sevecekler ama beş şeyi de unutacaklar:
1. (Yuhibbûned dünyâ ve yensevnel ukbâ) Dünyayı sevecekler, ama ahireti unutacaklar. İbadet tâatten mahrum, hayr ü hasenâttan mahrum... Yalnız dünyayı sevecekler.
2. (Ve yuhibbûned dûr, ve yensevnel kubûr) Güzel evleri severler, fakat kabirleri de unuturlar.
3. (Ve yuhibbûnel mâl, ve yensevnel hisâb) Malı severler, ama hesabı unuturlar.
4. (Ve yuhibbûnel ıyâl, ve yensevnel hr) Hanımları severler, ama hurileri unuturlar.
5. (Ve yuhibbûnen nefse ve yensevnellàh) Kendilerini severler, ama Allah'ı unuturlar.
(Hüm minnî bürâü) Onlar benden uzaktır, (ve ene minhüm berîün) ben de onlardan uzağım!"
Yine Peygamber SAS buyurmuş:
(Lâ yu'tillâhu liehadin hamsen illâ vekad eadde lehû hamsen uhrâ) "Cenâb-ı Hak bir kuluna beş şey verdi mi, ondan sonra mutlaka bir beş şey daha verir:
1. (Lâ yu'tîhiş şükre illha vekad eadde lehüz ziyâdeh) Bir adama şükretmek verdi mi, onu artırır. O şükrü onun için vermiştir ki, artıracak malını... Şükrettiriyor, o şükrü sebebiyle arttırıyor malını... Bizim nimetlerimiz artmıyorsa, şükrünü yapmıyoruz demek ki...
2. (Ve lâ yu'tîhid duâe illâ vekad eadde lehül isticâbeh) Bir kişiye dua etmek imkânı verilmiş, hep yalvarıyor Allah'a; onun muhakkak duası kabul olunacaktır.
3. (Ve lâ yu'tîhil istiğfâr, illâ vekad eadde lehül gufrân) İstiğfar dualarını okuyor, mağfiret diliyor Cenâb-ı Hak'tan; o da mutlaka Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretine mazhar olacaktır.
4. (Ve lâ yu'tîhit tevbeh, illâ vekad eadde lehül kabûl) Ötekine de tevbe nasib etmiş, "Bir daha yapmayacağım yâ Rabbi!" diyor; o da kabul olur.
5. (Ve lâ yu'tîhis sadakah, illâ vekad eadde lehüt tekabbül) Sadakayı vermek nasib oluyor; sonra mutlaka onu kabul eder."
Ebûbekr-i Sıddîk Hazretleri diyor:
"Zulümât beştir, ışık da beştir:
1. (Hubbüd dünyâ zulmetün) Dünya sevgisikaranlıktır. (ve sirâcü lehû ettakvâ) Onun ışığı takvâdır. Dünyada zulmetten kurtulmak için sahib-i takvâ olmak lâzım gelir.
2. (Vez zenbü zulmetün) Zenb, günah... Günah zulmettir. (ve sirâcü lehû ettevbeh) Onun ışığı tevbedir. Günah işledin mi, hemen arkasından tevbeyi bas!
3. (Vel kabrü zulmetün) Kabir de kapkaranlıktır. Onun aydınlığı "Lâ ilâhe illallah, muhammeder rasûlüllah" tır. Onu da bol söyle ki, orda karanlıkta kalmayasın!
4. (Vel âhiretü zulmetün) Ahiret de karanlıktır. (ves sirâcü lehâ el'amelüs sâlih) Onun ışığı da, burda yapacağın amel-i salihlerdir.
Estaizü billâh:
(Yevme terel mü'minîne vel mü'minât yes'â nûrühüm beyne eydîhim ve bieymânihim) "Bir gün gelecek göreceksin ki, bu mü'minlerin nurları önlerinde, sağlarında sollarında projektörlerle gidiyor.
Ordan komşusu görüyor:
"--Aman komşu, dur azıcık; senin ışığından ben de istifade edeyim de beraber gidelim!" diyor.
"--Öyle iş yok! Onu ben dünyada iken kazandım. Sen de git oraya kazan da gel!" diyor.
Onun için, ahiretin aydınlığı da burda kazanılan salih amellerdir.
5. (Ves sırâtu zulmetün) "Sırat da karanlıktır; (ves sirâcü lehû elyakîn) onun ışığı da yakîndir."
Yakîn denilen bir nimet var; Allah-u Teâlâ'yı tanımakta kuvvetli bir bilgi sahibi olmak... "Siz imanı nasıl arıyorsanız kendinize, yakîni de öyle isteyin!" buyrulmuş. Yakîn hasıl olsa insanda, dünya bir araya gelse, insanı bildiğinden şaşıramaz. Ama insanda o yakîn hâsıl değilse, çabuk kandırırlar insanı... Allah muhafaza etsin...
O yakîn ki; Allah-u Teâlâ'nın varlığına, birliğine, kudret ve kuvvetine, dünya ahiret onun olduğuna, Rasûlüllah'ın onun peygamberi olduğuna, Kur'an-ı Kerim'in onun kitabı olduğuna iyi bir iman, sağlam bir iman...
Hazret-i Ömer RA diyor ki:
(Levlâ iddiâül ğaybi leşehidtü alâ hamsi neferin ennehüm ehlül cenneh) "Ben eğer gaybı bilir iddiasında olmasam, gaybı bilir iddiasında değil olduğum halde, beş kimsenin cennetlik olacağını tebşir ederim:
1. (Elfakîru sâhibül iyâl) Kalabalık çoluk çocuğu olan, fakir kimse... O fakirliğiyle beraber iffetli, kimseyi de tâciz etmiyor. Böyle olan fakir, ehl-i cennettir.
2. (Vel mer'etür râdî anhâ zevcühâ) Kocası kendisinden râzı olan hanım; o da cennetlik...
3. (Vel mütesaddikatü bimehrihâ alâ zevcihâ) Mehrini kocasına bağışlayıcı kadın..."
Nikâh kıyılıyordu ya, o nikâhta senin mehrin bu kadar diyor meselâ... Kocaya vardıktan sonra da, aradan birkaç gün geçince, "Ben sana onu hibe ettim. Ben senden öyle bir şey istemem, onu sana helâl ettim." diyor. Bu helâlliği yapan kadın... Nikâh parasını kocasına bağışlayan hanım; o da ehl-i cennet...
4. (Ver râdî anhü ebevâhu) "Babasının kendisinden razı olduğu çocuk... 'Allah râzı olsun bu çocuklardan...' diyor.
5. (Vet tâibü minez zenbi) Günahlarından tevbekâr olan kimse..."
"Gaybı bilmiş iddiasında olmasam, bunların cennetlik olduğunu şimdiden size haber verirdim." diyor.
Allah cümlemizi affetsin... Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Râzı olduğu o kulların arasına, bizleri de kabul etsin inşaallah...
El-Fâtiha!..
8. 10. 1974 / 21 Ramazan 1394
(İkindiden sonra)