3. DERS
Ezü billâhi mineş-şeytànir-racîm.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-àkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihi ecmaîn...
Beraber, bir salât ü selâm okuyalım:
"Allaaahümme sallî âlâaa, seyyidinâaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihî ve sahbihî ve sellim."
Sözlerin arasında bazı sözler vardır ki, üzerine mühür damga basmak, üzerinde durmak lâzım yani... Bu, iki sözler arasında son olarak Cenab-ı Peygamber'in buyruğu;
(Aslü cemiül hatâyâ) "Bütün hataların aslı, (hubbüd dünyâ) dünya sevgisidir." diyorlar. Bütün hataların başı bu oluyor. İkincisi: (Ve aslü cemîül fiten) "Ne kadar fitneler varsa... Fitne işte, envâi çeşit... Bunların da aslı (men'ül uşre vez zekât) öşür ve zekâtı vermemek..."
Öşür köylüden kalktı. Zekât da ancak müslüman kimselerin vicdanına kaldı. Onun için, fitnecilere kabahat bulmamak lâzım!.. Fitnenin kökü, zekâtlarını, öşürlerini vermeyenler... Fitneyi onlar doğuruyor. Bu da işte Peygamber'in sözü... Bütün fitneler ondan ileri geliyor.
Şimdi elhamdü lillah, bugün mahsuller çoğaldı, güzelleşti. "Bunların zekâtını ver!" deyince, "Vergi veriyoruz! Hem vergi hem zekât olur mu?.." diyorlar. Zekât başka, vergi başka... Zekât fukaranın hakkıdır, vergi de devletin hakkıdır.
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki:
1. (Men esbaha ve hüve yeşkû dìkal maâş) Sabahladı, fakat maişetin darlığından müşteki... Kazancım yok diyor, şu diyor, bu diyor... (fekeennemâ yeşkû rabbehû) Sanki bu, Allah-u Teâlâ'yı şikâyet ediyor gibi olur.
Çünkü hepsi ezelde olan taksim... Hakîkaten o zaman Rabbi şikâyet gibi oluyor. Karnı doyurmak maksad değil mi; peynir ekmek, zeytin ekmek, bir parça tuz biber... Eski ecdadlar nasıl yaşamışlar; bir hurmayla, iki hurmayla vakit geçirmişler. Bugün de bizim biraz dar olursa maîşet, "Elhamdü lillâh!" demediğimizin cezâsıdır. "Elhamdü lillâh!" diyebilsek ona, olmaz böyle...
Bugün bir Şam'lı geldi de bir büyükten bahsetti. Büyüğe sormuşlar. Benim dört hasletim var demiş:
1) "Birisi: Ben nerede olursam olayım, Allah beni görüyor... O, benim içime yerleşmiştir. Her yerde Allah beni görüyor.
2) İkincisi: Benim hiç bir kimseye ihtiyacım yok, rızkı verecek odur.
3) Üçüncüsü: Amel; onu ancak ben yaparsam yapacağım... Başkası benim yerime amel yapamaz. Binaen aleyh, ona da gayret ederim.
4) Dördüncüsü de: Ölüm hak, onu da unutmam!"
2. (Ve men esbaha liumûrid dünyâ hazînen) Dünya işlerinde mahzun... İşte "Gaz yok, mazot yok... Şu yok, bu yok... Bu kış ne yapacağız?" diye üzülüyor.
Dünya işlerini çeviremiyor, zor geliyor. İşi bozulmuş, düzeni bozulmuş. Ondan dolayı mahzun, "Ne olacak halimiz?" diyerekten... (fekad esbaha sâhıten alellah) Bu da Allah'a gadaplı olarak, ona kızmış olduğu halde sabahlamış olur.
3. (Ve men tevâdaa liganiyyin ligınâhu) Bakın, dikkat edin!.. "Her kim bir zengine zenginliğinden dolayı boyun bükerse, alçak gönüllülük yaparsa, tevâz gösterirse; (fekad zehebe sülüsâ dînihî) onun da dininin üçte ikisi gider."
Zenginlik iyi şey... Abdülkadir-i Geylâni gibi zengin olursan, ne mutlu!.. İmam-ı Azam gibi zengin olursan, ne mutlu!.. Buna benzer zenginler yine dolu elhamdü lillâh... Fakat bu zenginliğe özenip de, "Ben de zengin olamadım." diyerekten, o zengine tabasbus edip, "Aman efendim!.. Paşam efendim!.. Sensin efendim!.." diyerekten ona yaltaklık yaparsa; dininin üçte ikisi elinden gidiyor. Ne acı şey!.. Halbuki, bugün hep derdimiz de o...
Ebubekr-i Sıddîk RA de diyor ki:
(Selâsün lâ yüdrekü biselâsin) Üç şey, üç şeyle elde edilmez:
1. (Elgınâ bil münâ) Zenginlik istiyorsun ama, "Ya Rabbi, bana zenginlik ver!" diye temenni ile olmaz! Çalışırsın yolunda; verirse, Allah verir. Temenni ile olmaz bu...
2. (Veş şebâbü bil hıdàb) Yaşlı adam saçını, sakalını boyuyor, genç göstermek için... Böyle gençlik olmaz! Halin belli...
3. (Ves sıhhatü bil edviyeti) İlaçla da sıhhat olmaz! Sıhhatli adamın ilaca ihtiyacı olmaz.
Şimdi Ömer RA'a geldi sıra:
1. (Hüsnüt teveddüdi ilen nâs) Teveddüd; dostluk, muhabbet, insanlarla güzel geçim temin etmek... "İnsanlarla güzel geçinmek, (nısfül akl) aklın yarısıdır." Çünkü, insanlarla güzel geçinemezsen; --onunla küs, bununla dargın-- o zaman rahatlık olmaz! Aklın yarısı insanlarla iyi geçinmektir.
2. (Ve hüsnüs süâl) "Güzel sorgu sormak, mesele-i diniyyeden bir şey sormak; bu da, (nısfül ilmi) ilmin yarısıdır." Adam senelerce okur; sen onu sorarsın, bir saatde öğreniverirsin.
3. (Ve hüsnüt tedbîr, nısfül maîşeh)İsteyen herkese Allah nasib veriyor. Bu nasibi kullanmak hüner... Eğer, "Ben de ötekiyle yarış edeceğim!" dersen; elbette sıkıntı çekersin. "Yorganına göre ayağını uzat!" derler. Gelirine göre ayağını uzattın mı, rahat edersin. Nısfül maîşe, geçimin yarısı tedbirde...
--Gelirin ne kadar?
--Yüz lira...
--Yüz lirayla geçin!..
Hazret-i Osman RA diyor ki:
1. (Men tereked dünya ehabbehullahu teâlâ) "Her kim dünyanın zinetlerini terkederse; Allah onu sever."
Hakîkaten bizim çok şeyimiz var... Çok kabahatimiz mi diyeyim, ne diyeyim?.. Sallallahu Aleyhi Vessellem, hasır üzerinde yatıyor; iz yapıyor vücuduna... Acımışlar;
"--Müsaade edin de, size lâyık bir şey yapalım!.. Bak, Acem kralı, Rum kralı nasıl yaşıyor?.." demişler.
"--Bize dünya lâzım değil!.. Bir gün aç olayım, tazarr u niyaz edeyim; bir gün de doyayım, Allah'ıma şükredeyim!" diyor.
Peygamberimiz'in harekâtı böyle, diğer peygamberler de böyle... Allah affetsin kusurlarımızı...
Onun için, insan Peygamberimiz'in yaptığı gibi dünyayı terkederse, Allah onu sever. Allah da sevdi miydi, iş halloldu demek...
2. (Ve men terekez zünûbe) Kim ki günahları terkederse; (ehabbehül melâike) onu da melekler sever." Günah yazmağa vakit kalmıyor.
3. (Ve men hasemat tamaa anil müslîmin) Bir de müslümanların varlıklarından ümidini kesmek; gözünü kesmek, elini kesmek... Onlardan bir şey istemeğe ihtiyacı yok... İstemiyor, tamahını kesiyor. "Bana yardım ederler; şöyle derler, böyle ederler..." demiyor, onlara tenezzül etmiyor. Müslümanlardan yardım beklemiyor, ümidini kesmiş. Eziyeti yok, kimseye ağırlık olmuyor, yük olmuyor... (ehabbehul müslimîn) Onu da müslümanlar sever.
Zamanın gençlerine güzel bir nasihat!..
Şimdi, Ali RA diyor ki:
1. (Enne min naîmid dünyâ yekfîkel islâmü ni'meten) Bak, ne güzel diyor Ali RA!.. "Sana dünya nimetlerinden, İslâm yeter!" Dünyada nimet çok ama, en iyi nimet İslâm nimeti... O da sana yeter... Allah seni müslüman yapmış elhamdülillah... Nimet olaraktan İslâmiyet sana yeter.
2. (Ve enne mineş şuğli yekfîket tàatü) "İş arıyorsan, tâat de sana yeter!" Namaz kıl, oruç tut!.. Tâatden daha iyi iş yok... Ne güzel!..
3. (Ve enne minel ibreti yekfîkel mevt) Bir de, "İbret almak istiyorsan; ölüm sana ibret olaraktan yeter!" Her gün işte, cenazeler gidiyor. Elbet, bir gün sen de gideceksin... Ölümünü düşün; o da sana ibret için kâfi!..
Abdullah ibn-i Mes'ud RA'den:
1. (Kem min müstedricin bin ni'meti aleyh) "Çok nimetlere garkolanlar vardır ki, nimet onların aleyhinedir."
Şimdi, Allahu Tealâ'nın lütfu da var, kahrı da var... Lütfunun içesinde kahır vardır, kahrının içerisinde lütuf vardır. Kahrının içerisinde, kahır görünür ama o kahrın altında büyük lütuflar vardır. İnsanları uyandırır, bir çok nimetlere gark eder. Meselâ, İbrahim Aleyhisselam... Ateşe atılıyor ya, bir kahırdır o... Ama o kahrın altındaki lütuf; oooh, gülistan oldu ateş... Bir çok insanlar da müslüman oldu onun sayesinde...
Onun için, çok nimetler vardır ki --istidrac dolayısıyla-- o nimetler sahibinin aleyhinedir; lehine değil... Allah muhafaza...
2. (Ve kem min meftûnin bis senâi aleyh) Çok insanlar vardır ki, övülmeye meraklıdır, medh ü senâya meraklıdır. Medholunsun, övülsün senâ edilsin; ona meraklıdır. O da onun aleyhinedir.
Çünkü, insan insan olamaz; altınla taş, indinde müsavi olmadıkça... Altının kıymeti var tabii; taşın yok... Fakat onun indinde, altın da bir, taş da bir... Bu raddeye gelmeyince insan, tekemmül etmiş sayılmaz diyor.
Onun için, beni medhetmişler veyahut zemmetmişler... Medhederlerse güzel... Zemmederlerse yerinir insan... Fakat onun indinde o müsavi... İster medhet, ister zemmet... "Beni Allah sevsin yalnız, kâfî..." diyor.
3. (Ve kem min mağrûrîn bis setri aleyh) Çok kabahatler yapıyor adam... Meydana da çıkmıyor, kapalı kalıyor, örtülü... O da ondan mağrur... O da onun aleyhinedir.
Hazret-i Davud AS'dan naklen diyor ki:
(Kale uhiye fiz zebûr) Kitablardan Zebur kitabı verildi ya, o Zebur'da vahyolunmuş ki: (Hakkun alel àkıli) Akıllı olan adama lâyıktır ki, (en lâ yeştegıle illâ bis selâs) ancak üç şeyle meşgul olur. Üç şeyle meşgul olmak akilin üzerine haktır:
1. Birisi: (Tezevvüd, li meâdin) Ahiretine hazırlan! Ahiretine hazırlık yap, dünyaya değil!..
Bursa'da cumayı kıldık da, orda bir vaiz efendi va'z ediyor, çok ateşli!.. Her camiye de gidiyor ses... Diyor ki: "Gazı düşünürsünüz, benzini düşünürsünüz... İşte, her çeşit istirahatinizi düşünürsünüz de, İslâm'ı niçin düşünmezsiniz?" diyor. "İslâm'ın kalkınmasına niçin yardımcı olmazsınız, düşünmezsiniz?" diye acı acı böyle... Hakikaten de doğru... İslâm'a karşı insanların bir gayreti yok...
Üç şeyle çalış! Birisi (Tezevvüdün li meâd) Ahiret için hazırlan, ahirete dön... Oraya ekmekle yemek gitmez. Oraya ne götüreceğiz?..
(Hayruz zâd ettakvâ) Oraya ancak, Allah korkusu gidecek!.. Allah korkusu gönle girmeden, dille olan korkunun kıymeti yok.. Hep birbirimize, "Allah'dan kork be yahu!" deriz. Kork ama, Allah gönle girmediyse nerden alacak?..
Bugün yine dinledim radyoda... Çok acaib!.. Allah muhafaza etsin... Sekiz kişiyi mahkeme ediyor Elaziz'de... Bu sekiz kişi, kendileriyle hiç ilgisi olmayan bir evi basmışlar, yedi kişi öldürmüşler... Hiç alâkaları da yok yani!.. Yalnız, onların fikirlerine hizmet etmediklerini sebep gösteriyorlar. Ne çok gaddarlık!.. Yâni insanda şu kadarcık bir zerre insanlık olsa, insan onu becerebilir mi?.. Bu işi yapabilir mi yâni?.. Genç genç çocuklar, delikanlılar onlar... İnsan onları nasıl öldürebilir?.. Hayvan bile olsa yapamaz bu işi... O azgın kurtlar olur; onun sürüye girip, berbat ettiği gibi... Bunlar nasıl insan, bilmem... Allah muhafaza...
Onun için, asıl lâzım olan ahiret azığı!.. O da takvâ...
(Re'sül hikmeh) Hikmetin başı, (mehàfetullah) Allah korkusudur. Allah korkusunun içeriye girmesi şart...
--E, nasıl sokacağız Allah korkusunu?.. Alınmaz, satılmaz...
--Allah-u Teâlâ'nın zikriyle; onun daima bizi gözlediğini bilerekten, onun huzurunda bir günah yapmaktan korkaraktan, o korkuyu içeriye sokmaya çalışacaksın... Kitaptan oku, mütalaa et; bak, Allah korkusu nasıl geliyor!..
2. (Ve meûnetün limaâş) "Bir de yiyeceksin, içeceksin; yaşamak için de ne lâzımsa, onu yap!..
3. (Ve talebü lezzetin bihalâlin) Bir de helâlden, Cenâb-ı Hakk'ın verdiği nimetlerle meşgul ol!..
Bunlar yeter.
Ebu Hureyre RA, Efendimiz'den naklediyor. Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuşlar ki:
(Selâsün münciyâtün) "Üç şey vardır ki, necat verir, insanı kurtarır. (Ve selâsün mühlikâtün) Üç şey de vardır ki, onlar da insanı helâke götürür. (Ve selâsün derecâtün) Üç şey de vardır ki, indi ilahide insanın derecelere nail olmasına vesile olur. (Ve selâsün keffarâtün) Üç şey de vardır, insanların günahların keffaret olur."
Bunu Cenâb-ı Peygamber'e mi'rac gecesinde sormuşlar. Melekler çoktan beri bu dört şeyi halledememişler aralarında... Peygamberimiz mi'raca çıkınca; "Hah, bulduk şimdi!" demişler, başlamışlar sormağa... Bunlar hakkında mâlûmat istemişler: "Münciyât nedir, mühlikât nedir, dereceler nelerdir, keffareler nelerdir?" Cenâb-ı Peygamber de onlara izahat vermiş. Buyurmuşlar ki:
(Emmel münciyatü) Münciyât; insanlara necat veren, kurtulmalarına sebep olan şeyler:
1. (Fehaşyetullàhi teâlâ fis sirri ve alâniyeti) "Gizli ve aşikâr Allah'tan korkmak!.." Bu korku içine girdi mi insanın; yeter!.. Bu korku yoksa, dünyanın kitaplarını yutsan, boş...
Allah lütfetsin, insan aciz varlık... Fakat her an, dünya dönüyor diyorlar ya, dünya ile beraber insanın da hali dönüyor. Şimdi bakarsın, melek gibi adam; biraz sonra bakarsın, şeytan gibi bir adam... Kararsız bir mahlûk... Onun için, kalbe kalb demişler. Dönüyor mütemadiyen... Bir anda sebat olmuyor, ta kemâle ulaşmayınca... Kemâle ulaşırsa o zaman sağlam...
2. (Vel kasdü fil fakri vel gınâ) "Zenginlik halinde de, fakirlik halinde de iktisada riayet!.."
Şimdi, zengin oldu muydu, iktisada riayet çok zor!.. Zenginlikte iktisad müşkil bir şey... Mutlaka çok fuzûlî israflar var evlerde... Böyle iktisad nerde olacak.
Geçen söylemiştim ya, bir efendi geldi bize misafir... Herkes bizim gibi boş kafa taşımıyor; adam yapılan israfları hesâb etmiş, "Eğer iktisadla hareket edilse, o israflar yapılmasa, yüzyirmi tane fabrika yapar memlekete..." diyor. Her sene dünyanın israfı yapılıyor. Hattâ ben dün gelirken baktım, minarelerde kandiller yanıyor. Ben farkında değildim. Bir efendi dedi:
"--Bakın minarelerde yanıyor!"
"--Bizimki de yanıyor mu?" dedim.
"--Elbette yanıyor." dedi.
Şimdi buyur, kaç tane kandil var acaba?.. En aşağı beş kuruş yaksa bir kandil, dünyanın parası eder. Yazık değil mi bu millete?.. Ne faydası var?..
--Şeref!..
Böyle şeref mi olur?.. Sen orucu tutma, sokakta ye iç... Sonra da şeref diye minareleri yak... O mahyalar meselâ, ne kadar para götürür o mahyalar?.. Bir sürü lambalar diziliyor; hep para bunlar... Bu yalnız bir basit misali... İktisad çok müşkil bir şeydir.
Cenâb-ı Peygamber bir kab yemek yemiş... Bir kere yemiş... Bazen de iki kere yemiş... Üç kere yediği rivayet olunmamış... Biz?.. Allah affetsin kusurlarımızı... Onun için iktisad, gerek zengine gerek fakire şart!..
3. (Vel adlü fir rizâ vel gadab) "Gerek rızâ halinde, gerek gazab halinde adaletten ayrılmamak!.."
(Ve emmel mühlikât) Helâke götüren şeyler; o da üç:
1. (Feşuhhun şedîd) Bahillik, sıkılık ama şedid... Çok sıkı...
İktisad derken; iktisadın bir az kısmı var, bir de çok kısmı var... Çok kısmı olursa, israf oluyor; az kısmı olursa, o da bahilliğe giriyor. Ortasını bulacaksın ki, iktisad olsun.
2. (Ve heven müttebeun) Birisi de arzularına uymak... Arzularına tebeiyyet... "Televizyonun başından kalkma.. Radyoyu dinle.. Eğlence yerlerine git..." Zevk ü sefa peşinde, hevâ ve arzusuna tabii...
3. Üçüncüsü de: (Ve i'câbül mer'i binefsihi) Herkes kendini beğeniyor, benim dediğim doğru diyor... Ne deseler yine iltifat etmiyor.
Derecâtlar da üçmüş:
1. (Feifşâüs selâm) Bol bol selâm vermek...
2. (Ve it'àmüt taàm) Yemek yedirmek...
3. (Ves salâtü bil leyli ven nâsü niyâmün) Herkes uyurken gece kalkıp namaz kılmak...
,\Z®¤±öZ Á• YÂêÂöZ o£¤ç£• :\Zf£R¹¼öZ £R›Zz
|¾³öZ f£¶¥œZ z ,\£ì£¿¨öZ ùZ wZ¬–êZ ẜ z
/|¾³öZ ¬·Ö
Keffaretler de üçmüş:
1. (Feisbâul vudi fis seberât) Soğuk havalarda güzel abdest almak..
2. (Ve naklül akdâmi ilel cemâàt) Cemaate yürüyerek gitmek için atılan adımlar... Ev ne kadar uzak olursa, sevabı da o kadar fazla olur.
3. (Ve intizârus salâti ba'des salâh) Namazdan sonra ikinci namazı beklemek... Öğleyi kıldı, ikindiyi bekliyor... İkindiyi kıldı, akşamı bekliyor. Camide oturmak değil de, kulağı ezanda olmak, namaza hazır olmak... Camide otursan da olur ama, tabii herkes işine gücüne gidecek.
Akşam bir yerdeydik de... Tabii minaresiz bir yer, ezan yok... Acaba top atılacak mı filân dedik; top da yok orda, top sesi de gelmiyor oraya... Derken radyoda ezanlar okunmaya başladı. Şimdi, her türlü kolaylığı da Cenâb-ı Hak bize vermiş. Nerde olursan ol, orda sana vaktini bildiriyor işte...
Toplar da şereften ibaret, topa lüzum yok!.. Her yerde cami var, minare var; okuyor ezanı... Saatsiz hiç bir ev yok!.. Çocuk bile yok saatsiz, herkesin kolunda saat var... Takvimler de herkeste var... Bakar akşam kaçta olacak diye, saatinden anlar insan... Atılan toplar kimbilir kaç paraya patlıyordur? Bedâvaya da patlamaz. Sordum, "Kaç yerde patlıyor?" diye; "Sekiz yerde patlıyor." dediler. Eskiden top mu vardı müslümanlar oruç tutarlarken... Karanlığa göre bozarlarmış.
(Müezzin amca:)
--Top da ramazanın şerefi!..
--Şeref ama, bol paralı bir millet olursa...
Şunu da okuyalım: Cebrâil AS gelmiş Peygamberimiz'e, diyor ki:
1. (Ya muhammed! Iş) Yaşa! (mâ şi'te) Nasıl istersen öyle yaşa!.. Nasıl istersen öyle yaşa; ama bil ki, (fe inneke meyyitün) öleceksin!.. Yaşa ama, ölümü unutma! Arzularını ona göre yap!..
Adamın aklına da kolay kolay ölüm gelmiyor yâni... Diyoruz da ölüm var diyerekten; bu azıcık masal gibi geliyor bize... Göre göre alışıyoruz , bir adetmiş gibi... Halbuki bunun saati dakikası yok... Öbür tarafta dedi ya:
Isbir alâ ehvâlihâ,
Lâ mevte illâ bil ecel.
Ecel mukadder; nasıl yazıldıysa saati dakikası, sen ne kadar tedbirli davranırsan davran, o gelir. Bil ki öleceksin! Ölümünü bil de, ona göre hareket et!...
2. (Ve ahbib men şi'te) İstediğini sev, neyi seviyorsan; serbestsin yâni... (fe inneke müfârikuhû) Bil ki, ondan ayrılacaksın!.. Sevdiğinden ayrılacaksın, onu da bil...
3. Üçüncüsü de: (Va'mel mâ şi'te) Nasıl istersen öyle işle!.. İster hayır işle, ister şer işle... (fe inneke mecziyyün bihî) Bil ki, onunla cezalanacaksın!.. Hayır işlemişsen hayırla, mükafatlanacaksın; şer işlemişsen, şerle mücâzatlanacaksın!..
Allah kusurlarımızı affetsin... Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Râzı olduğu kulların arasına cümlemizi kabul etsin...
Şimdi benim hoşuma giden bir şey oldu. "Allah'a kulluk, mahlûka şefkat" idi kaide... Ben bu sene (1974) Mekke'de bulunacaktım, Medine-i Münevvere'de bulunacaktım; niyetim öyle idi. Ama arkadaşlar baktım ki ağır basıyorlar. Mekke'de ben kimseye faydalı olamam ki!.. Orda ancak kendi derdimle oturacağım bir köşede; tesbih cekeceğim, Beytullah'a bakacağım... Fakat burda kardeşlerime faydalı olabilmeyi tercih ettim.
Bu sene hiç olmazsa burda nasihatlerle vakit geçirelim de, belki Cenâb-ı Hak kabul eder de, ordaki sevaplara bizi de nâil eder. Gönlümüz orda da, ama kardeşlere faydalı olabilmek vazife... Orda Araba faydalı olamayız ki... Arap bizim bilgimize muhtaç değil... Onlara biz anlatamayız. Dillerini bilmeyiz adam akıllı... Onun için ancak cinsimize faydamız olur.
Allah kusurlarımızı affetsin de; bunu da fayda saymayız da, bir şefkat oluyor inşaallah...
Sallallàhu Aleyhi ve Sellem'in buyruğu da var:
(Selâsü neferin yüzıllehümüllahü tahte zılle arşihî yevme lâ zılle illâ zıllühû) "Üç kimseyi Cenab-ı Hak, gölgelerin olmadığı bir günde, arşın gölgesinde gölgelendirecek!.. Üç kişi:
1. Birisi: (Elmütavaddaü fil mekârih) Soğuk havalarda abdest alıyor güzelce...
2. (Vel mâşî ilel mesâcidi fiz zulem) Karanlık gecelerde de camiye gidiyor. Karanlık diye gitmemezlik yapmıyor.
3. (Ve mut'imül câi') Bir de açları doyuruyor.
Bu üç kişi... Bunlar yevm-i kıyâmette arşın gölgesinde gölgelenecekler.
Allah hepimizi affetsin... Tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin... Halilür Rahman'a gittik. Ezan okundu... Camiye gideceğiz. Kahveler var etrafında... Adamla dolu içerisi... Bizim Ahmed'e bağırttım; hiç kimse kalkmadı... Hep hacılar namaz kıldı.
Orası şimdi geçti yahudinin eline... Bu sefer oranın müftüsü gelmiş. Dedim: "Siz hazırladınız yahudiye!.. Camileriniz boş, kimse camiye gelmiyor; elbete yahudi gelecek oraya!.. Kim gelecek başka?.."
Kudüs'e bir arkadaş gitmiş. Cami boş; herkes kahvelerde oyun başında... Çıkışmış... "Linç edeceklerdi beni, zor kaçtım!" diyor. Geçti şimdi yahudinin eline elbette... Camilerin boşluğu, onun elde çıkmasına vesile oluyor. Nimetin şükrü, nimeti artırır! Nimetin şükrünün yapmamak da, nimetin elden gitmesine sebep olur. Onun için, bütün gençlerin camilerimize saygı gösterip devam etmelerini, Allah nasip etsin inşallah...
Gitiğim yerlerde sordum:
--Cemaatiniz nasıl?..
--Üç-beş... Üç-beş...
--Üç-beşle cemaat mi olur?..
Allah affetsin kusurlarımızı da, ibadetlere aşk ile devam etmek, cümle Ümmet-i Muhammed'e, bizlere de nasib etsin inşaallah!.
El-Fâtiha!..
1. 8. 1979 / 4 Ramazan1399
(+Ramazan 1394 / 1974)