ALLAH'IN DİNİNE YARDIM ETMEK
.......
Amerika ile biz daha önceden ilgilenseydik, Amerika'nın bir çok yerinde şimdi müslüman kardeşlerimiz bulunurdu. E onlar da Amerika'nın çehresini değiştirirdi, politikasını değiştirirdi. Netice itibariyle ben, bu meselede müslümanların ihmalini görüyorum.
.......
Müslümanlar astronomi ilminde çok ilerlemişler. Yıldızları güzel incelemişler, cetveller yapmışlar. Yıldızların doğmasıyla batmasıyla ilgili modern hesaplar yapabilmişler. Coğrafî boyutları güzel hesaplayabilmişler, çok güzel çalışmalar yapabilmişler. Bunların hepsi tabii, Kur'an-ı Kerim'in bu konularla ilgili ifadelerinden, insanların içinde bir merak oluşmuş.
Biz çevremizle ilgilenmemişiz. Eskiler belki ilgilenmişlerdir. Tabii, biz onların zamanında yaşamadığımız için onların meşakkatlerini bilmiyoruz. Osmanlıları, ecdâdımızı düşününce görüyoruz ki, zavallıların bütün ömürleri mücadeleyle geçmiş, cihadla geçmiş. Anadolu'ya gelişleri cihad, Anadolu'daki yaşamları cihad, Balkanlar'a geçişleri cihad... Mücadele, mücadele... Rahat bırakılmamışlar. Haçlı seferlerine karşı direnmişler. Derken, Allah müslümanlara yardım etmiş, müslümanlar Viyana'ya kadar ilerlemişler.
.......
Ama sonradan bu mücadeleler, karşı taraf kuvvetlendiği için bizim aleyhimize dönmüş. Pakistanlı kardeşlerimiz de bir ara İngilizlerin hakimiyeti altındaydı ama, onlar boş durmadılar, dünyanın her yerine koşturdular, çalıştılar, İslâm'ı yaydılar. Yâni, esaret altındayken bile insanlar bir takım çalışmalar yapabiliyorlar.
Dünyanın her yerine gidiyorlar. Ben dünyanın neresini gezdiysem, bizden önce oraya gitmiş Pakistanlı, Bengladeşli, Hintli müslüman kardeşleri görüyorum; takdir ediyorum, hayret ediyorum. Onların fakirliklerine rağmen, bizden çok daha zor şartlarda yaşamalarına rağmen, daha güzel çalıştıklarını görüyorum.
Demek ki, bir ihmal var... Harp olmuş, darp olmuş, Osmanlı yıkılmış. Yıkılmış ama tamâmen yok olmamış, ondan sonra yeniden yapılmış. Fakat, çevreyi ihmal etmişiz. İhmal etmeyecektik, tanıyacaktık.
.......
Hatırlıyorum 1975 senesiydi gàlibâ, ilk defa Haleb'e gitmek nasîb oldu. Baktım, Bursa gibi bir şehir... Çok sevdim, görür görmez sevdim. E, Haleb Antep'ten ne kadar uzakta; çok az bir mesafe, hemen ulaşılabilir. Yâni, niye o kadar gözümüzde büyütmüşüz bu meseleleri, niye gitmemişiz?..
Hattâ öyle aşîretler var ki, onu bölmüşler; aşiretin yarısı Suriye'de kalmış, yarısı burada kalmış. Niye ihmal etmişiz, niye ilgileri kuvvetlendirmemişiz?.. Tabii, bu bizim ihmalimiz... Yâni, kurtuluş yok; ne yapacağız?.. Allah affetsin diyeceğiz, bundan sonra çalışacağız. Geçmişte bir ihmal olmuş, bundan sonra ihmal etmeyeceğiz. Dünyanın hiç bir yerini ihmal etmeyeceğiz, sevgili kardeşlerim!..
Bakın meselâ, biz birkaç sayı önce İslâm mecmuamızda Çin'le ilgili yazılar yayınladık. Çin Hindistan'ın kuzey komşusu, Moğolistan'ın, Rusya'nın güney komşusu, Japonya'nın batı komşusu, bir milyardan fazla nüfusuyla, muazzam toprağıyla kocaman, önemli bir ülke... Bununla ilgilenmemiz lâzım diye, İslâm mecmuasında Çin'le ilgili bir yazı yazdık. Tabii, bu bir başlangıç... Çinle ilgilenilmesi için açıyoruz okuyucularımızın önüne... Kardeşlerimize diyoruz ki: "Bakın Çin var, Çin'in meseleleri bunlar; Çin'le ilgilenin!.."
Çin'le ilgileneceğiz, Amerika ile ilgileneceğiz... Elhamdü lillâh Rusya ile ilgileniyoruz. Bizim kardeşlerimiz ticaret vs. sebepleriyle, kültürel sosyal sebeplerle Rusya'ya ve Türk cumhuriyetlerine gidiyorlar; çok hoşuma gidiyor. Bu dışa açılmamız fevkalâde güzel oldu. Sebep olanlar ve bunları yapanlar da büyük sevap kazanıyorlar. Bu dışa açılmayı devam ettireceğiz; çok büyük faydası var...
Şimdi ben bugünkü sohbetlerimde öyle şeyler duydum ki; meselâ, Japonya'nın en çok kazanan şirketlerinden birisinden bahsettiler. Japonya zâten zengin, şirketleri zâten büyük... En çok kazanan Japon şirketlerinden biri Türkiye'den bir şeyler alıp götürüyormuş, ordan kazanmış bu kadar serveti... Bakın bu bir bilgi; o şeyi biz kendimiz toplar, kendimiz ihrac edersek, kendimiz satarsak, o kazancı biz sağlayabiliriz.
Bunu niçin söylüyorum?.. Tabii, biz Allah rızâsı için, İslâm'ı yaymak için, anlatmak için; Peygamber Efendimiz'in bize gösterdiği istikàmette çalışmak için, insanlara iyilik götürmek için, insanları ahiret bakımından cehenneme düşmekten kurtarmak için, insanların cennete girmesine vesîle olmak için, hayır dualarını almak için çalışma yapacağız. Asıl maksadımız ahiret ama, tabi onu yaptığı zaman insan dünyayı tanımış oluyor, dünyanın her yerinde gözü kulağı olmuş oluyor. Bu dünyayı tanımak çok önemli... Dünyadaki insanlarla temas halinde olmak, onlarla tanışmak, görüşmek, ahbaplığı ilerletmek çok önemli...
Bugün arkadaşlarımız soruyor:
"--Amerika'da Amerikalılara karşı bizim tavrımız ne olmalı?.."
Ben dedim ki:
"--Önce öyle iyi bir müslüman olacağız ki, işimizi çok güzel yapacağız, hayran kalacaklar. Ahlâkımız çok güzel olacak, hayran kalacaklar. Sözümüz çok doğru olacak, hayran kalacaklar. Biz bir şey demesek bile, 'Ben bunların dinini sevdim, kendisini sevdim, ahlâkını sevdim.' diyecekler. Böyle davranacağız, ondan sonra da onlara anlatacağız İslâmı...
Sonra geriye doğru gittiğimiz zaman, tarihi araştırırsak, daha önceden müslüman olmuş Amerikalılar var... Onları bulacağız. 'Bakın bu Amerikalılar müslüman olmuş! Bak, bu üniversite profesörüymüş, müslüman olmuş!.. Bakın bu devlet adamıymış, senatörmüş, başkanın danışmanıymış, müslüman olmuş!' diyeceğiz. Bunlar güzel şeyler, bunları anlatacağız. İslâm'ın prensiplerini anlatacağız. Allah'ın emirlerini anlatacağız. Müslümanların Hazret-i İsâ'yı sevdiğini anlatacağız. Hazret-i İsâ'nın gerçek şahsiyetini anlatacağız. 'Allah'ın sevgili bir kuluydu, Allah'ın peygamberiydi. Biz onu seviyoruz.' diyeceğiz. 'Siz onu niye tanrı edindiniz? Öyle şey yok...' diyeceğiz."
Bakın, Allah Kur'an-ı Kerim'de:
(Teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beyneküm ellâ na'büde illallah ve lâ nüşrike bihî şey'en ve lâ yettehuze ba'dunâ ba'dan erbâben min dûnillâh) buyurmuş. Yâni, biz ehl-i kitaba, hristyanlara diyeceğiz ki: "Gelin bakın! Siz de Allah'ın hak dinine mensub bir kavimdiniz. Beraber aynı yola, Allah'ın yoluna gelelim! Bırakın bu yanlış inançları!.. Birbirimizi insan olarak niye ilâh ediniyoruz?.. Hazret-i İsâ da Allah'ın kuluydu, annesi de Allah'ın kuluydu. Ama iyi kuluydu, mübarek kuluydu. Niye onu tanrı ediniyorsunuz?.. Bunu bırakın da, Allah'a kulluk edelim!.." Böyle demeyi Kur'an emrediyor. Kur'an emrettiği için farz, bunu dememiz lâzım!.. İnsanlara bunu bildirmemiz lâzım!.. Allah bize emrediyor, bunu böyle deyin diye...
Şimdi burda bir kardeş camiden çıktı, soruyor:
"--Türkiye'de İslâmî ne çalışmalar yapıyorsunuz?"
Fesübhânallah... Ne çalışma yaptığımızı söylesek, sevapları kaçacak. Çünkü öğünmek değil ki maksad, sevaplı işler yapıp Allah'ın rızâsını kazanmak maksad... Kullar ister beğensin, ister beğenmesin!..
Benim aklıma sonradan geldi: "Bırak kardeşim sen, Türkiye'de bizim ne yaptığımızı; sen Amerika'da kendin ne yapıyorsun?" diye keşke biz de ona sorsaydık. "Sen Amerika'da sekiz senedir kalıyormuşsun, sen Amerika'da ne yaptın? Bir tane Amerikalıyı müslüman edebildin mi?.." diye sormalıydık.
Tabii, Amerika niçin müslüman olmuyor; bunu da tahlil etmek lâzım!.. Bunun üzerinde durmamız lâzım, sevgili kardeşlerim!.. Birisi bizim ihmâlimiz... Çalışsak, mutlaka bu işi hallederiz diye düşünüyorum; evvelallah... Evelallah, Allah'ın izniyle demek lâzım!.. Çünkü Allah yardım ederse, insan bir başarı kazanabilir; yardım etmezse hiç bir şey olmaz.
Tabii, bir şey daha var: Bunların dinî teşkilatları kuvvetli, zengin, çok çok zengin... Para çok fazla miktarda, yetişmiş elemanları çok fazla... Okulları var, üniversiteleri var, hastaneleri var, kuruluşları var... Hattâ şirketleri var... Para kazanıyorlar, her türlü şeyleri yapıyorlar. Tabii, onların çalışmaları var...
Onlar batıl yolda çalışıyorlar, müslümanlar da hak yolda çalışacak. Onlar çok çalışıp da, biz az çalışınca ayıp oluyor bize... Hem de Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin bir kanunu var... Sevgili AKRA dinleyicileri, hepiniz biliyorsunuz, ayet-i kerime; bismillâhir rahmânir rahîm:
(Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ. Ve enne sa'yehû sevfe yürâ) "Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir." Çalışmasının mükâfatını, karşılığını görecek, ektiğinin mahsûlünü alacak demek yâni... Kanun bu, sa'y kanunu deniliyor. Yâni gayret etme, çalışma kanunu bu... Çalışana veriyor Allah... Kim neye çalışırsa, veriyor.
Bizim rahmetli vâlidemiz anlatırdı: "Sabahleyin müslüman erken kalkmışsa, sabah namazını kılmışsa, Allah o zaman meleklerini gönderir, onların rızıklarını bol eder, mükâfatlar verir." derdi. Rahmetli annem böyle tatlı tatlı anlatırdı. Çocukluktan aklımıza yerleşmiş. "Amma müslüman çocukları kalkmazsa, müslümanlar o mübarek vakitlerde horul horul uyursa, o zaman melekler onlara verecekleri mükâfatları götürürler, kâfirlerin çocuklarına verirler." derdi. Çocuk ya, mâsum henüz daha, büluğ çağına ermemiş, sorumluluk yüklenmemiş. "Bolluklar, bereketler onlara kaçar." derdi. Biz de içimizden, "Aman kalkalım da, böyle horul horul uyumayalım da, böyle rızıklar, nimetler, Allah'ın ikramları, ihsanları elden kaçmasın!" diye düşünürdük.
Tabii, bu bir kanun; kim çalışırsa, Allah ona veriyor. Onun için, bizim de çok çalışmamız lâzım!..
Bazıları da burda diyorlarmış ki, din adamları diyormuş bunu:
"--Efendim, hakîkaten müslümanlık güzel... Biz de seviyoruz müslümanlığı ama, ne yapalım? İşte burda hristiyanlık yayılmış, dinlerin arasında fark yok... Biz de burda hizmeti böyle götürüyoruz."
Hayır, bu böyle değil!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri indinde, Allah nazarında hakîkî din İslâm... Allah-u Teâlâ Hazretleri şirki kabul etmiyor, Allah'a şerik koşmayı kabul etmiyor. Bir din, tevhid akîdesinden ayrılmış da, Allah'ın varlığını birliğini anlayamama durumuna düşmüşse, Allah onu kabul etmiyor. Kızıyor, sevmiyor, şirk koşarak kâfir olan kulu affetmeyeceğini bildiriyor. Çok kesin ayet-i kerime var...
Allah-u Teâlâ Hazretleri erhamür râhimîndir... Erhamür râhimîndir ama, mü'min kullara... Erhamür râhiminliği mü'min kullarına... Eğer kişi müşrik ise, Allah'a şirk koşan bir kimse ise, inancı bozuksa; o zaman ona affını, mağfiretini vermeyeceğini bildiriyor. Bismillâhir rahmânir rahîm:
(İnnallàhe lâ yağfiru en yüşreke bihî şey'en ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ') "Allah-u Teâlâ Hazretleri kendisine bir şeyin şerik koşulmasını, müşrikliği aslâ affetmeyecektir. Onu mutlaka cezâlandıracak, cehennemde ebedî kalacak. Bunun dışındaki suçları bağışlayabilir bağışlarsa..." Mânâsı kesin... Onun için, öyle dinler aynı değildir.
Dinler bir kere ilâhî dinler ve ilâhî olmayan dinler diye ikiye ayrılır. Allah'ın peygamber gönderip de, anlattığı hakîkatleri ihtiva eden bir din ile, bir takım zıpır insanların din namına ortaya koydukları uydurma sistemler bir olur mu?.. Olmaz!.. İlâhî dinler var; Allahtan gelmiş, semâvî kitaplarla, Allah'ın gönderdiği peygamberlerle insanlara bildirilmiş dinler... Ötekiler, solda sıfır... Hattâ keşke sıfır olsa, çok kötü... Çünkü, Allah-u Teâlâ Hazretleri onları çok müthiş cezâlandıracak.
Gelelim semâvî dinlere... Semâvî dinler Hazret-i Adem AS Atamız zamanından beri insanlara hep peygamber gelmiş. Hiç peygambersiz kalmamış insanlar... Bismillâhir rahmânir rahîm:
(Ve in min ümmetin illâ halâ fîhâ nezîr) "Peygamber gelmedik, peygamberin mesajı gelmedik, peygambersiz kalmış, uyarısız kalmış hiç bir yer yok!.." Allah her yere, her ümmete peygamber göndermiş, ikazcı göndermiş, gerçekleri duyurmuş. Bu ümmetler bu gerçekleri aynen koruyabilmişlerse, devam etmişler. Ama bozmuşlarsa, o zaman başkası peygamber gönderilmiş. Başka bir peygamber o bozulanı düzeltmiş, yanlışları düzeltmiş.
İbrâhim AS gelmiş. Bakmış ki, insanlar Güneş'e tapıyorlar, Ay'a tapıyorlar... Babillilerin, Sümerlerin dinlerini dinler tarihinden okuyoruz. Koca göbekli, ablak suratlı putlar, acâib şeyler... İbrâhim AS demiş ki:
"--Elinizle yaptığınız bu putlara niye tapıyorsunuz? Tapmayın bunlara, ben bunları kıracağım!" demiş.
Gökte Ay'a, Güneş'e tapınıyorlar. "Bunlara tapılmaz, bunları yaratana tapılır." diye, aklıyla, mantığıyla bir mücadele vermiş. Nemrud'la, hattâ babalığı Âzer ile karşı karşıya gelmiş.
Bütün peygamberler bunu yapmış. İbrâhim AS'ın o mücadelesinden sonra, onun hak peygamber olduğunu anladıktan sonra, doğru yolda dursalar ya... Durmamışlar, yine şaşırmışlar.
Benim en çok hayret ettiğim bir husus: Biliyorsunuz, Mûsâ AS kavmini Allah Firavun'dan kurtardı, denizi geçirdi. Firavun'u ve kavmini onların gözü önünde, (ve hüm yenzurûn) bakıp dururlarken suya garketti. "Bak cezâlandırdım düşmanları!" dedi. Benî İsrâil Mûsâ AS'ın mûcizelerini gördüler. Çölde giderken, Allah onlara bıldırcın gönderdi, sapır sapır... Kudret helvasıyla, bıldırcınla beslendiler. Bıldırcının eti ne kadar makbuldür. Bıldırcın çiftlikleri var; bıldırcın satıyorlar, kebap yapıyorlar, şiş yapıyorlar... Tadı çok güzelmiş, şöyleymiş, böyleymiş... Allah onlara denizden sapır sapır bıldırcın gönderdi. Çölden kızgın kumları geçemezlerdi; bulut gönderdi, gölgelendirdi. Gölgelik şekilde Sina Çölü'nü geçtiler.
Bıldırcın gönderdi, kudret helvası gönderdi... Yediler içtiler, mûcizeleri gördüler... Mûsâ AS başlarında, Hârun AS başlarında... Hepsi peygamberler bunlar, sevdiğimiz mübarek insanlar... Mûsâ AS Tur Dağı'na çıkınca, Samirî isminde birisi milletin altınlarını, bileziklerini alıp bunlara bir buzağı heykeli yapıyor. Hadiii, ona tapınmağa başlıyorlar.
Be şaşkın adamlar, Mûsâ AS'ı hiç duymadınız mı?.. Bu öküze tapılmayacağını anlamadınız mı? Firavun'un dininin bozuk olduğunu anlamadınız mı?.. Bu ne?.. Mûsâ AS'a inanmış insanlar, Mûsâ AS'ın ashabı, kavmi, daha Mûsâ AS sağken, yanlarından biraz ayrılınca öküze, buzağıya tapmağa başlayabildiler. Bu neyi gösteriyor?.. İmanın muhafazası kolay değil, zor... Dikkat etmek lâzım, müteyakkız olmak lâzım!.. Şeytanın oyunları çok, hileleri çok... Şeytan fikirli, kötü kanâatli, kara kalbli insanlar çok...
Onun için, peygamberlerin mesajları bozulunca, inançlar bozulunca, Allah yeni peygamber gönderdi. Sonunda ahir zaman peygamberi Peygamber-i Zîşânımız Muhammed-i Mustafâ (sallalàhu aleyhi ve âlihî ve selleme teslîmen kesîrâ) Efendimiz Hazretleri peygamber olarak gelmiş. Elhamdü lillâh, cihan onun risâletiyle aydınlanmış, nurlanmış...
Efendimiz'in hayatı ortada, her günü ortada, sözleri ortada... Prensiplerinin güzelliğine herkes hayran... Başarısı göz kamaştırıcı... Yâni, nasıl bir kavme gelmiş... O kavmi terbiye ederek nasıl bir mübarek kavim haline getirmiş... İslâm dini insanları ne kadar güzelleştirmiş...
Sonra dünyada ne kadar faziletli bir medeniyet kurmuş: İslâm medeniyeti... Tarihte her şey görülüyor, her şey mukayese edilebilir. Siz bakmayın İslâm düşmanlarının abuk sabuk yalanlarına, iftiralarına... Mantığınızı kullanın!.. Akıl tartıp, ölçüp gerçekleri anlayabilir.
Müslümanların tarih boyunca, şu Bosna'da Sırpların yaptığı gibi bir zulmü, katliâmı var mı?.. Yok!.. Hiç bir yerde yapmamışlar. Bir yere girdilerse, ahâliye dokunmamışlar. Ahâli, "Allah râzı olsun!" demiş. Hattâ biliyorsunuz, "Papaz külâhı görmektense, müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz!" demişler. Bu gerçek... Ama işte hristiyanların maalesef gaddarlıkları, hunharlıkları... Kudüs'ü aldıkları zaman yaptıkları katliâm... Antakya'yı ele geçirdikleri zaman kadın, erkek, çocuk demeden kesmeleri... Hem de bunlar haçlı ordusu... Yâni başlarında papazlar var, din amaçlı bir sefer yapmışlar, savaş yapmışlar. Dindar olması lâzım bunların... Yaptıkları katliâma bak, çocuk öldürüyorlar, kadın öldürüyorlar, ihtiyarları öldürüyorlar...
Halbuki, Peygamber Efendimiz bir müşrik kavme mücâhidleri gönderirken diyor ki: "Çocuklara dokunmayın, kadınlara dokunmayın!.. İhtiyarlara dokunmayın, sizinle savaşmayanlara dokunmayın!.. Dağların başlarında kendi halinde ibadet eden rahiblere dokunmayın!.. Ağaçları kesmeyin, çevreye zarar vermeyin!.." diyor. Ne kadar güzel!.. Sırf hakkı kabul etsinler diye, önceden de teklif ediyor: "Gelin, bırakın şu inadı, kabul edin!" deniliyor, ihtar ediliyor, davet ediliyor İslâm'a; ondan sonra savaş yapılıyor. İşte ortada, gün gibi ortada... Binâen aleyh, öteki dinlerden üstün olduğunu, bozulmamış olduğunu, en son din olduğunu, Allah'ın kabul ettiği din olduğunu anlatmamız lâzım!..
Şimdi ben hülâsa olarak şunu söyleyeceğim, hani aklıma şu geliyor: "Evlâdım ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim!" dediği gibi, insan vezir olabilir, yüksek mevkîlere çıkabilir, zengin olabilir, konakları olabilir, bilimde ilerlemiş olabilir... Şimdi ben bunu dönderiyorum, getiriyorum bu süper devletlere... Bilimde ilerlemiş, teknolojide ilerlemiş, şehirleri güzel, ülkeleri güzel, yolları geniş, imkânları, vasıtaları, her şeyleri var ama adam olamamışlar! Neden?.. Gerçek dini bulamamışlar. Birçok bilimlere sahipler; fizik, kimya, biyoloji, tıb, çok ince ameliyatlar... Hepsi güzel... Peki, inanç?.. İnançta sıfır... Bu kadar acaib şey olmaz!
En önemli bilgi Allah'ı bilmek, yaradanı bilmek... Bütün ilimlerin asıl sonucu o... Bildikten sonra da Allah'ın sevdiği bir kul olmak lâzım, Allah'ın sevdiği yolda yürümek lâzım!.. Allah'ın istediği şekilde hareket etmek lâzım, kendi keyfine hareket etmek değil...
--Efendim, ben kendi keyfimde hareket ederim!
--Eh, kendi keyfinde hareket edersen, sonunda başına gelecek cezâya da katlanırsın.
Allah neden peygamber gönderiyor insanlara?.. Erhamür râhimîn olduğu için... En merhametli olduğundan, insanlar ateşte yanmasın diye ikaz ediyor. Niye kitap gönderiyor?.. Niye peygamberlerin bir ismi beşîr, bir ismi nezîr?.. Beşîr ne demek; müjdeleyen demek... Neyi müjdeliyor?.. "Ey insanlar! Allah'ın sevdiği kul olursanız, Allah'ın sevdiği işleri yaparsanız, iyi insan olursanız, salih kul olursanız, müttakî mü'min kul olursanız; cennete gireceksiniz!.. Bak, ne kadar nimetlere kavuşacaksınız!" diyor. "E kötü insan olursanız, hırsızlık yaparsanız, adam öldürürseniz, zulüm yaparsanız, hayâsızlık, ahlâksızlık yaparsanız; o zaman da cehennemde cayır cayır yakacak sizi..." Bu da bize bir tehdit, bir ikaz... Yâni, önceden bildiriyor:
--Ey kullar! Allah'ın sevmediği insan olmayın, cehennemde yanarsınız!"
--Ben bunu dinlemem!..
--Dinlemezsen, yanarsın!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin senin imanına ihtiyacı yok...
Cümle cihan halkı değil cümle kâinat halkı kâfir olsa, bir ziyanı yok... Cümle kâinâtın, yerdeki gökteki varlıkların, galaksilerdeki bilmediğimiz neler varsa, bütün zerreler, küreler hepsi mü'min olsa, azametine bir zerre eklenmez; hepsi kâfir olsa, azametinden, saltanatından bir zerre noksan olmaz! Zâten istemese, onlar hiç bir şey yapamazlar, hepsini mahveder.
Ol dedi bir kerre, var oldu cihân;
Olma derse, mahvolur ol dem hemân!..
Yâni, Allah'ın ihtiyacı yok!..
(Entümül fukarâu ilallah, vallàhu hüvel ganiyyül hamîd) Hepimiz muhtacız Allah'a... Ey câhil, gàfil, kâfir, müşrik insanlar, Allah'a muhtaç olan sizsiniz; Allah'ın size ihtiyacı yok!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri ganîdir, müstağnîdir, ihtiyacı yoktur. İsterse aklını başına toplar, mü'min olur, kurtulur. İsterse inad eder, inadı devam ederse, belâsını bulur, cezâsını çeker, ahireti mahvolur. Ama, bizim bunları güzelce anlatmamız lâzım!..
Bu tezadı ortadan kaldırmamız lâzım!.. Bütün ilimlerde en ileri, sınıfın en çalışkan talebesi, fizik 10, kimya 10, matematik 10, bütün bilgiler 10, 10, 10... Öteki tam din, iman, inanç, ahlâk konusuna geldiği zaman 0, 0, 0... Yâni üç dört tane ders 0, 0, 0.... O zaman bu çocuk sınıfta kalır; bir dahaki sene de sınıfta kalır, okuldan atılır, her şey olur. Bunların yaptığı bu... Bunları, bütün insanlığı bu tezaddan kurtaramız lâzım!..
Japonya... "Aman Japon mûcizesi olmuş!.." Mûcize denmez bir kere, Japon kalkınması olmuş. Olmuş ama ne olmuş?.. Hâlâ Güneş'e tapıyorlar, hâlâ kimisi Buda'ya tapıyor, kimisi olmadık şeylere tapıyor. Amerika bu kadar ileri gitmiş, İngiltere bu kadar ileri gitmiş; ama ne olmuş?.. Hâlâ yanlış inancın içindeler!.. birkaç tane, tek tük böyle doğru inançlı olanlar var ama, kuvvetli bir reaksiyon da var, teşkilâtlar da var... Menfaatlerini elden kaçırmamak isteyen insanlar da var... Olsun, biz de Allah'ın dinine yardım etmeğe çalışacağız.
Dileriz ki Allah-u Teâlâ bizim çalışmalarımızı hayırlı eyler, verimli eyler. Bizim elimizden nice insanlar imana gelir, İslâm'ı öğrenir, hidâyete erer; dünyaları ahiretleri kurtulur, mâmur olurlar, iki cihan saadetine ererler. Bizim ikazlarımızla, çalışmalarımızla saadete ermiş olmaları da bizi tabii mutlu eder. Çünkü:
(Eddâllü alel hayri kefâilihî) Her cuma hocaefendiler söylüyor bunu... "Hayra delâlet eden, yapmış gibi ecir alır." Birisini müslüman eden bir kimse, o müslümanın ömür boyunca yaptığı bütün sevapların bir mislini kazanır. Onun kadar ecrü sevabı o da kazanır durur.
Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi hayırlı çalışmalara muvaffak etsin... Ömrümüzü Ümmet-i Muhammed'e faideli geçirmeyi nasib eylesin... Cümlemizi, cümlenizi, sevdiklerinizle birlikte, evlâtlarınızla, dostlarınızla, ana babalarınızla birlikte cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin...
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû sevgili AKRA dinleyicilerim!..
4. 8. 1995 - AKRA (U. S. A. dan)