TÜM DÜNYAYA AÇILMALIYIZ!
En başta gelen vazifemiz Allah-u Teâlâ'ya güzel kulluk etmek, onun rızasını kazanmağa çalışmaktır. Bunu da onun rasûlü ve habîb-i edîbi Muhammed-i Mustafâ'sına --sallallàhu aleyhi ve âlihî ve sellem-- tâbî olarak, onun sünnet-i seniyyesi yoluyla sağlamak şarttır. Çünkü sünnete aykırı bid'at yolu, Allah'ın sevmediği ve kabul etmediği yoldur.
Çok mühim vazifelerimizden bir diğeri de, insanlara faydalı olmaktır. Çünkü insanların mânevî yönden en hayırlısı, insanlara en çok fayda sağlayanıdır.
Bosna-Hersek ve Çeçenistan olaylarında açıkça görüldüğü üzere, dünyanın çeşitli yerlerindeki mazlum ve mağdur insanların ümidi biziz. Bizden imkânlarımızın üstünde yardım bekliyor ve meded umuyorlar. Bizi Osmanlı Devlet-i Aliyyesi gibi telâkkî ediyorlar. Bu yanlış da değildir; çünkü dünya üzerinde bizim kadar gelişmiş, nüfusu kalabalık, istiklâlini sağlamış başka bir İslâm ülkesi yok. Bizim tarihî birikimlerden oluşan avantajlarımız, ekonomik potansiyelimiz, ahlâk, edeb ve zihniyet seviyemiz çok daha fazla...
O halde cihan halkının bizden ne beklediğini iyi tahlil etmek, önümüze açılan bu çok şerefli ve faziletli hizmet yolunda canla başla çalışmak gerekmektedir. İdealimiz cihanşumül olmalıdır, Allah indinde makbul cinsten olmalıdır, tüm insanların hem maddî hem mânevî yönden faydasına olmalıdır.
Amerika'da New York'ta görevli bir Amerikan vatandaşıyla konuşurken, onların bile bizden yardım beklediğini görünce çok şaşırmıştım. Çünkü, herkes Amerika'dan yardım görmeye o kadar alıştırılmış ki!..
Artık şurası son derece kesin ki, tüm dünya halkına çok faydalı olabiliriz. Kendimizi bu yeni göreve göre ayarlamalıyız. Fikir adamlarımız bu yeni görev üzerinde düşünmeli, kültür kuruluşlarımız bu konu üzerinde çalışmalı, gençlerimiz kendilerini bu ideale göre yetiştirmeli, çalışma imkânına sahip olan yetişmiş elemanlar, bu sahada hizmet etmeğe başlamalıdır.
Dünya üzerindeki her ülke, her kültür, her millet üzerinde incelemelere başlamalıyız. Ulaşım, iletişim, ticaret, seyahat imkânları çok gelişmiş ve kolaylaşmıştır. Her birimiz kendi zevk, şevk, yetişme şartı, sosyal, kültürel ve iktisâdî imkânlarına uygun olarak, verimli çalışabileceği, faydalı olabileceği bir ülke seçmeli, ora ile münâsebetlerini ilerletmeye ve geliştirmeye çalışmalıdır. O ülkenin dilini, dinini, kültürünü, tarihini yakından tanımalı, çalışma ve hizmet stratejisini ona göre düzenlemelidir.
Şu anda Çin'de, Sibirya'da, Avustralya'da, Güney ve Orta Amerika gibi tahmin etmediğimiz ülkelerde bile güzel İslâmî gelişme emâreleri belirmiştir.
İslâm kardeşliği kitaplarda değil, yaşanan hayatta fi'len tahakkuk etmelidir. Müslümanlar sadece camide, cumada, hacda, umrede değil, cihana yön verecek sosyal, kültürel, dinî, iktisâdî, ticârî konularda da bir araya gelmeli, güçlerini birleştirmelidir.
Bu hayal değil, kabil-i tatbik, realist bir tekliftir. Dünya üzerinde sandığımızdan çok daha fazla kardeşe, güce, imkâna ve avantaja sahip bulunuyoruz.
Onlar kucak açmış bizi bekliyor, bizi kendilerine davet ediyorlar. Allah bize ferâset, şuur, gayret ve kuvvet ihsân eylesin...
İlim ve Sanat, Şubat 1996