GRUBUMUZ VE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Ves salâtü ves selâmü alâ rasûlinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihi ve men tebiahû biihsanin ilâ yevmid dîn...

Allah cümlenizden razı olsun... Dinlenmeyle beraber birçok yeni bilgiler öğrendiğimiz beraberliğimizin son gününe gelmiş bulunuyoruz.

...................

Eskiden beri grubumuzun ilim erbabıyla yakınlığı, içinden çıkardığı ilim adamları ve ilmi müesseselerle ilişkisi meşhurdur. Bununla da iftihar ediyoruz. Çağımızın Türkiye'sindeki insanlara göstermiş olduk ki, bir insan hem çağın bütün bilgilerini alabilir, hem de dindar olabilir; bunlar birbirine zıt, aykırı şeyler değildir. Birisi olursa ötekisi zayıflar, diye düşünmek dinimiz için vârid değildir.

Elhamdü lilllâh, İslâm ilim ile iç içedir. İlmi teşvik etmiştir, en hayırlı en sevaplı faaliyet olarak olarak göstermiştir. İlmin her dalında çalışmayı da farz-ı kifâye saymıştır. Yâni, bunun mânâsı şudur ki; müslümanlar yeni çıkan bir dalda hiç faaliyette bulunmazlarsa, o daldaki eksiklikten bütün müslümanlar sorumludur. Vebal altındadır. Ama birkaç müslüman o dalda faaliyette bulunursa, diğer müslümanlardan o vebal gider.

Elhamdü lillâh kültürümüzle ve tarihimizle iftihar ediyoruz. Kültürümüzü tarihimizi seviyoruz, ecdadımızı çok derin bir hürmetle sayıyoruz. Onların ne kadar değerli insanlar olduklarını, meziyetlerini reklam etmek zorunda olmadıklarından, saklamak temayülünde olduklarından, haklarında çok haksızlıklar yapıldığını biliyoruz. Kültürümüzü bütün insanlara, özellikle kendi insanımıza tanıtmak için, kültürümüze yabancı yetişmemeleri için müesseseler kurduk. İlim, Kültür ve Sanat Vakfı'mız gibi, kolejlerimiz, yayınlarımız, radyo proğramlarımız gibi. Hasan Celal Güzel Bey'in bir sözünü çok beğeniyorum. Bizim radyomuz için görüntüsüz televizyon demiştir. Öyledir gerçekten... Kardeşlerimiz ve katılımcılar yardımıyla, radyomuz bir radyo olmaktan çok daha yüksek bir seviyeye çıkmıştır.

Kültürümüzün bizi kurtaracak çok kuvvetli güç kaynakları ihtiva ettiğini biliyoruz. Kültürümüze sımsıkı sarıldığımız zaman dünyada söz sahibi olacağımızı düşünüyoruz.

Dünyanın bütün bölgelerine ve bütün insanlara karşı görevimiz olduğu inancındayız. Bir müslüman olarak dünyanın her yerindeki insanlara İslâm'ı götürmek zorundayız, anlatmak zorundayız. Güney Amerika'ya, Eskimoların arasına, Alaska'ya, Afrika'ya, Avustralya'ya, Yeni Zelanda'ya, kutuplara, dünyanın her yerine İslâm'ı anlatmakla kendimizi sorumlu hissediyoruz. Sorumludur bütün müslümanlar... Kim yaparsa sevabı o kazanmış olur. Onun için bütün dünya ile ilgileniyoruz.

Bu arada çok kuvvetli bir şekilde Osmanlıların torunları olduğumuzun bilincindeyiz, kendimizi Osmanlı hissediyoruz. Bugünkü hudutları, sunî hudut olduğundan gönlümüz kabul etmiyor. İmam-ı Şafiî Hazretleri gibi, "Bir zamanlar İslâm diyarı olan bütün yerler dâr-ı İslâmdır." diye düşünüyoruz. Onun için Balkanlar, Avusturya, Romanya, Ukrayna, Kırım, Orta Asya, Afrika'nın ekvatordan yukarısı, İspanya... dâr-ı İslâmdır.

..........

Geçen yıl Amerika'ya ziyaretimde edindiğim bilgilere göre, Kristof Kolomb'dan çok önce müslümanlar Amerika'yı bulmuşlar ve yerleşmişler. Kristof Kolomp ve adamları Amerika'ya vardıklarında kendilerini karşılayan, Arapça konuşan insanları görmüşler. Yâni demek ki, coğrafi keşifler de kitapların bize yazdığından çok farklı... Onlardan çok daha önce, özellikle Orta Amerikaya ulaşmış oluyor dindaşlarımız...

Gezdikçe şunu görüyoruz ki, dünyanın her yerinde sandığımızdan daha çok hakkımız ve ilişkimiz var... Çok daha fazla kardeşlerimiz var... Elhamdü lillâh, öyle bir dine mensubuz ki, dünyanın her yerinde her anında Allahu ekber sedâları göklerde yayılıyor ve zerreler onu dinliyor.

Şimdi bu geniş gönül yapısı ile, hem bütün insanlarla ilgili olduğumuz için, hem de İslâm'ın yayılmasıyla sorumlu, korunmasıyla sorumlu kimseler olarak kendimizi gördüğümüz için; bütün yeni gelişmeleri çok yakından takip etmek istiyoruz. O arzu ve şevk içindeyiz. Bizi bu noktaya yayınlarımızın getirdiği kanaatindeyim. Bu yayın mesleği --gazetecilik, dergicilik, radyoculuk, televizyon yayınları-- bizi bu noktaya çekiyor. Yani bizi itici, çekici, yükseltici vazifesi var... Bunun için bu konuda çalışan kardeşlerime huzurunuzda teşekkür ederim. Böylece en yeni meselelere, en yeni zamanda sahip olmanın terbiyesini görmüş oluyoruz.

Bütün ilim erbabı bilir, ilimle meşgul olan herkes bilir ki; bu gün bilgi çeşitleri fevkalâde çoğalmıştır. Bunları takib etmek bile bir mesele haline gelmiştir. Eskiden bir zat-ı muhterem büyük bir aşk ve şevk ile çalışırmış, allâme olurmuş, allâme-i cihan olurmuş. Yâni her şeyi bilen, bütün ilimlerde bilgisi olan bir kimse olurmuş. Bugün artık değil böyle bir allâme-i küll olmak; şöyle belirli bir dalda bile gerçekten alim olmak istediğiniz zaman çok büyük zahmetler çekmek, çok büyük gayretler göstermek, yayınlar yapmak gerekiyor, yayınları takip etmek gerekiyor.

Bugün bilim adamları olarak, kendi sahamızdaki yayınları takip etmekte bile zorlandığımızı; hem satın almakta, hem de yayınları takip edip okumakta, hem depolamakta, hem de gerektiği zaman kullanma konusunda problemleri biliyoruz. Bu problemler çağın problemleridir.

İnsanoğlu bulduğu çeşitli aletlerle bilgi sahasını genişletmiştir. Mikroskoplarla, sualtı araştırmalarıyla, uzay araştırmalarıyla kendi duyularının çok daha ötesindeki bilgileri yakalama imkanı bulmuştur. İlim erbabının sayısının artması, ilme yapılan yatırımların en verimli yatırım olması dolayısıyla, o sahalarda çalışan insanlar arttıkça; o sahanın her mensubu kendi dalında bir araştırma yaptığı için, bilgi gerçekten çok çeşitlenmiştir. Ve bunları ihata etmek, kavramak, tamamıyla bunlara aşina olmak, bir mesele haline gelmiştir. Bunu konuşmacılarımızın, konuşmalarında kendi dallarıyla ilgili bazı konuları anlatırken de misaller vererek ortaya koyduklarını gördünüz.

O zaman, en yeni bilgileri takip etmek bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Hem de bu bilgileri değerlendirmek ve süratle uygulamaya intikal ettirmek meselesi çıkıyor. Tabii bu da bir yönüyle aşk ve şevk işi... Bir yönden de maddî bir takım imkanlara sahip olma işi... Paramız olması lâzım, büyük müesseselerimiz olması lâzım!.. Tek başımıza başarılmayacak kadar büyük ve zor bir iş...

Durum böyle olunca; dün akşamki konuşmalardan hatırlayınız, başka ülkelerin araştırma ve geliştirmelere harcadıkları yatırım miktarlarını düşününüz. Ne kadar büyük miktarlar araştırma ve geliştirmeye sarfediyorlar. Biz bunun çok azını sarfedebiliyoruz. Tabii bu da bir dezavantaj...

Biz İslâm'ın savunucuları olarak; kendimizle ilgili araştırmaları dahi büyük zorluklarla yapabiliyoruz. Bulduğumuz sonuçları uygulamakta da karşımıza yine finans zorlukları çıkıyor. Onları uygulamak için yine kredi aramak zorunda kalıyoruz. Parayı nereden bulacağımızı düşünmek zorunda kalıyoruz.

Ama bizimle ilgili çalışmaları dahi, gelişmiş ülkeler, zengin ülkeler bizden daha geniş kadrolarla daha derinlemesine yaptıkları zaman; bizimle onların arasındaki mesafe açılmış oluyor.

Durum negatif gibi ama; burada bilim adamları var... Bizim bu eğitim toplantımızın en renkli konuşmacılarından biri olan Prof. Oktay Sinanoğlu Bey'in çok moral verici konuşmaları var. Kendisi hem büyük bir ilim adamı, hem de uzun zaman Amerika'da kalmış, Amerika'yı içinden tanımış bir kimse olarak, bizim bu işleri başarmamızın zor olmadığı mesajını bize veriyor. "Korkmayın, biz Allah'ın izniyle bir takım müşkülleri aşabiliriz!" mesajını veriyor. Ben onu alıyorum ve bundan dolayı çok memnun oluyorum.

Gerçekten İslâmda ümitsizlik yoktur. Çünkü İslâmî gelişmeler aritmetik gelişme değildir, geometrik gelişme değildir. İslâmî gelişme başka bir şeydir. Patlama tarzında olur İslâmi gelişmeler... Hiç bir hesaba sığmadan birden çok büyük bir gelişme olur, herkes de şaşırır, afallar kalır. Bu İslâmın kendi yapısından, imanın gücündendir.

Demek ki; imanın gücünü bir işin içine koyduğumuz zaman, hiç yapılmayacak gibi görünen bir iş yapılır. Yenilmeyecek gibi görünen güçlükler yenilebilir. Bunun altını çizerek size ifade etmek istiyorum. Yani biz Allah'ın yardımıyla, Allah'ın bize verdiği iman gücüyle, aşkımızla, şevkimizle bu işlerin hepsinin üstesinden geleceğiz ve inşaallah üzerimize düşen vazifeleri yerine getireceğiz. Bize verilen emanetleri yıpratmadan, parçalatmadan, böldürtmeden ileriye doğru götüreceğiz ve daha iyi bir hale getireceğiz.

Hudutlarımız Edirne'nin Meriç suyunda bitmiyor, Kars'ın Aras nehrinde bitmiyor. Nasıl Doğu Almanya'yı Batı Almanya eninde sonunda kurtarmışsa, biz de mazlum ve mağdur kardeşlerimizi kurtaracağız. Bir zaman gelecek, hür bir sema altında kucaklaşacağız. Bunun için tabii çok kuvvetli bir dayanışma gerekiyor.

Bizim grubumuzun dayanışması güzeldir ve bu dayanışmanın eseridir bu çalışmalarımız... Grubun eseridir, tek şahısların eseri değildir. Genellikle ilim yolunu seçmiş olmamızın ve kardeşlerimizin hemen hepsinin ihtisas sahibi, bir yüksek tahsil sahibi olmasının önemi vardır. Bu büyük bir avantajdır.

Türkiye'nin diğer İslâm ülkeleri arasında yeri ne kadar yüksekse; Türkiye'deki diğer müslüman gruplar arasında da bizim yerimiz o kadar yüksek durumdadır. Binâen aleyh, bu görevlerin büyük ölçüde bize terettüb ettiğini düşünebiliriz. Bizi daha çok ciddî çalışmaya sevk edeceği için, böyle düşünmekte fayda vardır.

Her şeyden önce çok net olarak görünen bir şey var: Kendi şahsiyetimizi bilip, ona inanıp çalıştığımız zaman; araştırmalarda istikrar elde ettiğimiz ve "Kendi meselelerimizi biz kendimiz çözeriz!" deyip kendi çalışmalarımızı kendimiz yaptığımız zaman; kendi problemlerimizi kendimiz çözmeye çalıştığımız zaman, bu problemlerin çözüleceğine inanıyoruz. Ama bunun için kuvvetli bir dayanışma içinde olmamız gerektiğini işaret etmek, belirtmek istiyorum.

Bu arada en çok ön planda görülen mesele: Bu ehl-i dünyanın, materyalist insanların bütün hesaplarının arkasında maddiyat vardır. Para vardır, kazanç vardır. Paranın va kârın olduğu her şeyi, her yerde yaparlar. Müslüman olmak kârlıysa müslüman bile olurlar, hiç belli olmaz! Tabii ki; sömürülmek bir insana çok acı geliyor. Biz cömert bir milletiz. İnsanın cebinden bir şey gitmesi pek önemli bir şey değil, ama aptal yerine konulmak çok acı bir şey... Onun için sömürülmemek de esastır.

Sanıyorum, böyle tüketim felsefesine sarılıp, cebimizdeki paraları oluk gibi harcayarak, önümüze gelen her şeyi almanın çok yanlış bir şey olduğu, buradaki konuşmalardan ortaya çıktı. Tahmin ediyorum ki; ne alacağımızı, kimin malını niçin alacağımızı derin derin düşünüp, iyice hesapladıktan sonra almak zorundayız. Galiba bu da bir savaş... Bazılarının malını almadığımız zaman, dize gelecekler gibi geliyor bana...

O bakımdan; alım ve satımlarımızı, paramızı kullanma istikametimizi çok iyi düşünmeliyiz. Tasarruf; yani, ihtiyaç fazlası kazançlarımızı bir yerde biriktirmek önemli bir iş oluyor. Bu biriktirme işine girin, bunu önemli bir vazife olarak üstlenin!..

Tasarruf etmemiz, para biriktirmemiz lâzım! Sizin, bizim, hepimizin biriktirmesi lâzım!.. Fazlalıkları israfa harcamamak lâzım, boşa heba etmemek lâzım!.. Bu biriken paraları da önemli yatırımlara yöneltmemiz gerekiyor. Bu yatırımların her çeşidini yapabilecek düzeyde bulunuyoruz. Teknik yönden, bilimsel yönden en çok kâr getirecek yatırımları yapabilecek kadrolara sahibiz.

Hattâ, ben hatırlıyorum; atom bombası yapmak meselesi görüşülüyordu gazetelerde, "Bu bir finans meselesi..." demişti, onunla ilgili profesör. "Gereken tahsisat ayrılsa, biz de bunu burada tahakkuk ettiririz." demişti. Sanıyorum doğrudur. Yani yapılmaz, başarılamaz bir şey değildir. Onu yaptığınız zaman siz de atom bombasına sahip ülkelerin dahil oldukları gruba girmiş olacaksınız. Herkes size daha başka türlü bakacak.

Bu bakımdan tasarruf yapmayı, tasarrufları beraber grup olarak değerlendirmeyi düşünüyorum. Bunların daha iyi olacağını tahmin ediyorum.

Tabii ki; bütün meseleler bizi ilgilendiriyor. Geçen zamandan ve ortaya çıkmış olan kayıplardan fevkalade üzülüyoruz. Bana kalırsa; bir kaç seçim öncesi seçimler çok önemli seçimlerdi. O seçimlerde çok dürüst insanlar, çok namuslu insanlar seçimleri kazansalardı, Türkiye'nin bugünkü durumu çok daha farklı olabilirdi. Önümüzdeki şu seçim çok geç kalmış bir seçimdir diye düşünüyorum.

Bu arada namuslu ve dürüst insanların yönetime sahip oldukları zaman eskilerden, yani o vasıflara sahip olmayan seleflerinden ne kadar üstün başarılı olduklarını da bazı yerlerde görüyoruz. Müşahhas misaller olarak İstanbul Belediyesi'nin, Konya Belediyesi'nin çalışmalarını gösterebiliriz. Her ikisinin başındaki insanlar bizim camiamıza dahil kardeşlerimizdir. İhvanımızdandırlar yani açıkça... Demek ki, dürüst olunduğu zaman çok büyük şeyler elde ediliyor, çok kısa zamanda yapılabiliyor.

Bir şeyi süratle yapmak, almak, öğrenmek, uygulamak çok büyük önem arzediyor. Zaman faktörüne çok büyük önem vermemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Zamanın kıymetini çok iyi düşünmemiz gerektiği kanaatindeyim. Kısa zamanda meseleleri halletmek... Tabii bu arada çok okumak gerektiği ortaya çıkıyor. Çünkü bilgiler çok olduğundan onları kazanmak için bir mesai sarfetmek lâzım.

Seçme de gerekli olacak. Çünkü o kadar çok eser var ki, okunacak o kadar çok şey var ki; hangisini okuyalım meselesi çıkıyor ortaya. Sanıyorum bu bizim kuruluşlarımızın işi... Yani biz sizin namınıza nelerin okunması gerektiğini ve size önceden hazırlayarak sizi seçme zahmetinden kurtarabiliriz. O bakımdan kurumlarımızın yöneticilerine --radyo dergi vs.-- büyük görevler düşüyor. Ama sizin de öğrenmede en büyük sürati göstermeniz gerekiyor. Hatta hızlı okuma kurslarına devam edip, süratli okuyup, bir şeyleri süratli elde etme çalışmaları yapmanız gerekecek diye düşünüyorum.

Yapılan konuşmaları özetlemek istemiyorum, özetletmek de istemiyorum. Benim merak ettiğim bir husus var. Bu çok derin ve yoğun çalışmaların sizlerde bıraktığı etkileri anlamak istiyorum. O da bir merak... Onun için bu dört günlük beraberliğimizde ilim adamlarının konuşmalarından neler buldunuz, çıkan dersler nelerdir, bunların sonucunda neler yapmak gerekir, toplantıların değerlendirilmesi çıkan dersler ve bunların üzerine bundan sonraki çalışmalarımızda önümüzdeki aylarda, yıllarda neler yapmamız gerektiği konusunu müzakereye açmayı uygun görüyorum. Bunun burada ifade edilmesini diliyorum. Onun için konuşmamı burada kesiyorum.

Katıldığınız için ve ben de biraz kendimi ev sahibi gibi hissettiğim için hepinize teşekkür ediyorum. Biz çok mutlu olduk bu beraberlikten... Bu beraberliklerin devamını dileriz. Toplantılarımızın dünya ve ahiret için hayırlara vesile olmasını diliyorum... Hepinize dünya ve ahiret mutlulukları diliyorum.

Esselâmü aleyküm!...

26. 11. 1995 - Alanya