Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
ALLAH'IN VELÎ KULLARI
Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili AKRA dinleyicileri!..
Bir cuma ki mübarek ramazan bayramı içinde; kat kat kudsiyet, kat kat güzellikler, nimetler, rahmetler...
Bu cuma sohbetimde size oruçla başlayarak, Allah'ın sevgili kullarıyla ilgili bazı hadis-i şerifleri okumak istiyorum.
Peygamber SAS Efendimiz, amcazâdesi mübarek Abdullah ibn-i Abbas RA'nın bize rivayet ettiğine göre, buyurmuşlar ki:
161/4 (Evliyâullàhi min halkıhî) "Yaratıkları, mahlukatı içerisinde Allah'ın evliyâsı, sevgili kulları, dost kulları, evliyaları, (ehlül-cûi vel-ataş) açlık ve susuzluk ehli kimselerdir." Yâni karınları aç, dudakları susuzluktan kurumuş insanlardır. Cû, açlık demek Arapçada... Ataş da susuzluk demek.
Tabii bu oruç tutmaya işarettir büyük ölçüde. Biz de oruç tuttuğumuz zaman Allah rızası için, hakkımız ve tabii ihtiyacımız olan yemeyi, içmeyi bırakıyoruz bir kenara... "Rabbimiz öyle emretmiş, helâl ama yemeyelim bakalım!" diyoruz. Yemek yemiyoruz, su içmiyoruz.
Kış gününde şimdi Türkiye'deki insanlar su içmemenin önemini belki anlayamazlar ama, bir de bu Ramazanın yazın, ağustosun en sıcak, en uzun günlerine geldiği zamanı düşünelim... O zaman su içmemenin, hele harman yerlerinde çalışan, kazma sallayan, kürek sallayan insanların durumunu bir düşünelim!
Bu oruçtan kinaye olabilir, böyle açlık ve susuzluktan kasıt oruç tutmak olabilir. Büyük ölçüde bu mânâya... Bir de, bu mübarekler fukara kimselerdir, yoksul kimselerdir, belki kimse kendilerine izzet ve itibar etmiyordur; parası yok, kürkü yok, üniforması yok, rütbesi yok, mevkii yok, makamı yok diye... Çünkü insanlar ekseriyetle, Nasreddin Hocamız rahmetlinin "Ye kürküm ye!" dediği gibi, giyime kuşama, kürke itibar ederler. Böyle bir insan biraz hırpânî giyinmişse, eski, yamalı giyinmişse, pek yüzüne bakmazlar, itibar etmezler.
Bu hususta da hadis-i şerifler var:
(Rubbe eş'asa ağbere) "Nice saçı başı dağınık, üstü tozlu insan vardır ki, kimse ona itibar etmez, kimse hoş geldin demez, nasılsın diye izzet ve ikramda bulunmaz; yok olduğu zaman ortalıktan, "Nereye gitti bu zavallıcık?" diye aramaz. Kimse halini hatırını sormaz, söz söylese kulak vermez, itibar etmez; kız istese, "Sen kimsin, maaşın ne, işin gücün ne, kazancın ne?" der, küçümser, kız vermezler. Yâni halk saymıyor, önemsemiyor, ama Allah seviyor.
(Lev akseme alellàhi leeberrehû) Allah'a yemin etseler bir şey için; Allah onların yeminleri çıksın diye o olmayacak işi öyle yapar. Yâni Allah yanında değerleri yüksek, kıymetleri fazla, duaları makbul, Allah'ın sevgili kulu... Yâni bazen böyle aç, susuz, fukara-i sâbirînden, yoklukta Allah'a ibadetini devam ettirebilen insanlardan evliya olur. O da mümkün.
(İnnel-insâne leyetgà. En raâhüstağnâ) [İnsanoğlu kendini müstağnî sayarak azgınlık eder.] buyruluyor ayet-i kerimede... Maalesef garip bir ters durum: Nimet çok oldukça şükrün çok olması lâzım gelirken, nimet çoğaldıkça şükür azalıyor, itaat azalıyor, isyan çoğalıyor. Allah parayı verdikçe, zenginliği verdikçe, taşkınlık, eğlence, içki, kumar, lüks, sefahat, kibir, ücub, debdebe, çalım, saltanat, şa'şaa... aksine böyle şeyler oluyor. Halbuki parası arttıkça, nimeti arttıkça Allah'a şükrünün, itaatinin artması lâzım gelirken, umûmiyetle insanoğlu, zenginleştikçe tuğyanı da artıyor. İnsanoğlu parayı gördü mü şımarıp şaşırabiliyor.
Fukaranın gönlü ezik oluyor. Herkes azarladığı için, önemsemediği için, boynu bükük oluyor, kalbi yaralı oluyor, gözü yaşlı oluyor. Allah da kalbi kırıkları, gözü yaşlıları seviyor. O da olabilir. Ama biraz da böyle oruç îma ediliyor gibi bu sözlerden...
Elbette Allah-u Teâlâ Hazretleri orucu çok seviyor, bunu biliyoruz. "Oruç bana karşı yapılmış güzel bir ibadettir, onun mükâfatını ben çok fazla miktarda vereceğim." diye vaadi vardır. Oruçlu olmak, Allah rızası için yemesini, içmesini, şehevâtını, arzularını, isteklerini dizginlemek ve sabretmek çok güzel bir şey... Eğer orucu Rasûlüllah Efendimiz'in bize öğrettiği, tavsiye buyurduğu şekilde tutarsak, şu Ramazanda biz de, Allah'ın sevgili kulu olma sıfatına bürünmüş oluyoruz.
Ama, Ramazanın ilk gününde de kardeşlerime hatırlatmıştım: Bakın, orucun sadece yemeden, içmeden kesilmek mânâsına olmadığını iyice aklınıza yerleştirin! Oruçlu olan kimse harama bakmayacak, oruçlu olan kimse haramı dinlemeyecek, oruçlu olan kimse gıybet ve dedikodu etmeyecek... Gel sen de, etraftaki müslümanların halini seyret. Radyolarda, televizyonlarda, kanallarda, programlarda gıybet, dedikodu, iftira, yalan, dolan, entrika, dümen... Allah Allah!.. Sanki Ramazanda hiç olmayacak şeyler, daha fazla yapılmağa başlandı gibi bir durum var. Acayip bir şey...
Demek ki, oruçlu olmakla biz Allah'ın sevdiği bir durumda bulunuyoruz. Allah'ın evliyası da halk arasında aç ve susuz kalan kimselermiş. Belki çok oruç tuttukları için, belki acizâne, fakîrâne, yoksul olduklarından, horlanmış, kalbi kırık kimseler olduklarındandır.
Hadis'in devamında, başka bir tehdide geçiyor Peygamber Efendimiz:
(Femen âzâhüm) "Kim bu Allah'ın evliyâsı olan mübarekleri ezâlandırır, üzer, hatırlarını kırar, kendilerini mahzun ederse; (intekamallàhu minhü) Allah bu eza cefa eden insandan, o mazlumun intikamını alır. O ezâ cefâ eden, ezâcı, cefâcı zâlimi, gaddarı, hâini, Allah cezâlandırır, Allah intikam alır. (Ve heteke sütrehû) Perdesini yırtar, parçalar. Artık yüzünün ar, namus perdesini yırtar parçalar. Kendisini azaba karşı koruyucu durumda olan siperleri darmadağın eder. Allah'ın azabının kendisine gelmesine engel olacak şeyler kalmaz artık ortada... (Ve harrame aleyhi îşehû min cennetihî) Allah cennetinde yaşamayı ona haram eder, cennetine sokmaz."
Demek ki bu hadis-i şerif'in ikinci cümlesinde Allah'ın dostlarını, evliyâsını üzmemek gerektiğini, üzenlerin de Allah tarafından cezalandırılacağını Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş oluyor. Hadisin baş tarafındaki ifadede sevindik biraz... Demek ki biz de oruç tutuyoruz, inşaallah Allah bizi de sevgili kulları arasına dahil eder, bizi de evliyâsı arasına alır diye içimizde bir ümit beliriyor.
Allah hepimizi sevgili kullarından, evliyâsından eylesin... Evliyâsı ile beraber haşreylesin... Sevdiği, himâye ettiği, koruduğu kullarından eylesin...
Bu hususta bir başka hadis-i şerife geçmek istiyorum. Hz. Aişe-i Sıddîka Validemiz'den ikinci bir hadis-i şerif. İbn-i Asâkir, Beyhakî, Hakîm, Tayalisî, İbn-i Abdülber, Ahmed ibn-i Hanbel gibi hadis alimleri kitaplarında bu hadis-i şerifi yazmışlar. Burada evliyâdan bahsederek başladığımız için, bu mübarek hadis-i şerifi burada okumak istiyorum.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
330/5 (Kàlellàhu azze ve celle) "Aziz ve celil Allah-u Teâlâ buyurdu ki..." diye başlıyor. Demek ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri mahremâne Rasûlüllah SAS Efendimiz'e bu hususları bildirmiş. Hadis-i kudsî, yâni Rasûlüllah'a Allah-u Teâlâ Hazretleri mânâsını ilham buyurmuş. Ne buyurmuş:
(Men âzâ lî veliyyen) "Kim benim bir velîmi ezalandırırsa, sevgili kulumu, dost kulumu kim ezalandırırsa; (fekad istehalle muharebetî) benimle harbi helâl hale getirmiş olur. Benimle harb etmeyi başlatmış olur. Benim onunla harb etmemi meşru ve gerekli hale getirmiş olur."
O sebep oldu. Evliyâsını ezâlandırarak Allah'ın kendisiyle harb etmesine sebep oldu.
Bu deminki hadis-i şerifin, başka kelimelerle aynı mânânın ifadesidir. Demek ki Allah-u Teâlâ Hazretleri sevgili kullarını ezenleri, üzenleri, onlara karşı tecâvüzkâr olanları dünyada da ahirette de cezalandırıyor. Ahirette cennetine sokmayacak, dünyada da harb edecek, dünyayı başına dar edecek; iki cihanda hasired-dünya vel-âhireh olacak.
Neden?.. Edepsiz, zâlim, Allah'ın sevdiğini üzüyor. Halbuki insanın, Allah'ın rızasını kazanmak için, Allah'ın sevdiği şeyleri yapması lâzım! Sevdiği kulları sevmesi lâzım, sevmediği işleri yapmaması lâzım!.. Ezâ, cefâ, zülüm, cevir yapmaması lâzım!.. Gıybet, dedikodu etmemesi lâzım!.. Haksızlık işlememesi lâzım, birisinin hakkını çiğnememesi lâzım, verilmesi gereken hakkını vermekten geri durmaması lâzım!..
Bu hadis-i şerifin devamında Allah-u Teâlâ Hazretleri, Peygamber Efendimiz'e, kulun kendisine nasıl yakın kul olacağını, nasıl yakınlaşacağını, evliya olmanın nasıl başladığını ve nasıl devam edeceğini öğretiyor, ilham ediyor. Peygamber Efendimiz de bize bildirmiş:
(Ve mâ takarrabe abdî bi-misli edâil-ferâiz) "Benim kulum bana, farzları eda etmekten daha güzel bir şekilde yaklaşma yolu bulamaz." Yâni farzları eda ettiği zaman çok güzel bir şey yapmış olur, yakınlaşma başlar.
Allah'ın farzları nelerdir?.. İşte biliyoruz: Namaz kılmak, Ramazanda oruç tutmak, zenginlerin zekat vermesi, parası, sıhhati olduğu takdirde hac vazifesini yapmak... Din kitaplarımızda, ilmihal kitaplarında yazılmış çeşitli farzlar var. Ben kardeşlerime konuşmalarımda hatırlatıyorum:
Bakın, siz bunları sıralamayı öğrenin! Farzlar nelerdir, sıralayın, alt alta yazın! Hem kendiniz öğrenin, hem de çocuklarınız öğrensin. Hattâ büluğ çağına gelmeden öğretin ki, büluğ çağına erdikten, sorumluluk başladıktan sonra yanlış işler yapmasınlar, farzları ihmal etmesinler, haramları işlemesinler. Bunları herkesin öğrenmesi lâzım!..
Farzları edâ gibi bir başka güzel şeyle kulum bana yaklaşamaz. Önce farzları yapacağız. Bir kul olarak bizim ilk yapacağımız şey, çok dikkat etmemiz gereken ilk önemli şey ne?.. Ben Allah'ın kuluyum, ben Allah'a inandım, ben müslüman oldum, ben kelime-i şehadeti getirdim, ben İslâmiyeti yaşamak istiyorum; ne yapmam lâzım?.. İşte ilk yapacağı şey, Allah'ın ilk emirleri olan, büyük emirleri olan farzları ihmal etmeyecek.
--Hocam ben müslümanım da, namazları kılamıyorum... Müslümanım da orucu tutamıyorum... Müslümanım da zekâtı vermiyorum....
Olmaz, Allah bunları farz kılmış. Yâni çok önemli olduğunu bastıra bastıra Kur'an-ı Kerim'de beyan buyurmuş. O halde farzlarda hiç tereddüt etmeden, hiç tenbellenmeden, hiç gevşeklik göstermeden farzları kesinlikle yapacağım diye, insan gayret etmeli!..
Peygamber Efendimiz hem farzları yapmış, hem de farzların istikametinde, onlar gibi, aynı hedefe yönelik, farzlardan ayrı ibadetler yapmış. Bunlara da nafile ibadetler deniliyor. Farz değil ama, yapıldığı zaman sevap kazandıran işler var... Onları da yapmak lâzım!.. Peygamber Efendimiz aşk ile şevk ile, Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne olan saygısından, muhabbetinden bu ibadetleri yapmış, bazılarını bize tavsiye buyurmuş; yapacağız.
Bunları yapınca ne olur?..
(Ve mâ yezâlül-abdü yetekarrabü ileyye bin-nevâfil) İşte bu farzlardan hariç olan öteki güzel ibadetleri de yapa yapa... Meselâ, Ramazanın dışında oruç tutmak farz değildir, tutmayabilir. Ama, Peygamber Efendimiz pazartesi - perşembe oruçlarını tutmayı tavsiye ediyor. Arabî ayların ortasında, 13, 14, 15'inde eyyâm-ı bıyz oruçlarını tutmayı çok ısrarla tavsiye etmiş, kendisi tutmuş... İşte bunun gibi Rasûlüllah'ın izinden gitmek, sünnetini uygulamak, Rasûlüllah'ın hayatına dikkat edip, onun yaptığı gibi ibadetleri yapmağa çalışmak, bu nafile ibadetleri yapmak... Bunları yapmakla, kul Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne yakınlaşmaya devam eder durur. Yâni bir hareket, bir hız, Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne yakınlaşmaya doğru bir hızlı gidiş devam eder.
(Mâ yezâlü) ne demek, zâil olmadan, devamlı demek... (Mâ yezâlül-abdü yetekarrabü ileyye) Hiç kesintisiz kulum bana yakınlaşmaya devam eder. Nelerle?.. Nafile ibadetlerle... Allah-u Teâlâ Hazretleri'ni zikrediyor, sünnetleri kılıyor, Efendimiz'in tavsiye ettiği namazları kılıyor, Efendimiz'in tavsiye ettiği ibadetleri yapıyor, Kur'an'ı çokça okuyor... Bunları aşkından, şevkinden yapıyor.
Tabii, bunlar zâyi olmaz. İyi bir şeyi daha çok yapan, daha az yapandan --Allah'ın adaleti gereği-- daha çok mükâfat alır. Kul devamlı, kesintisiz, Allah'a yakınlaşmaya devam eder durur. Sonra ne olur?... (Hattâ ühibbehû) "Ben kulumu sevinceye kadar... Yaklaşmaya devam eder, devam eder, nihayet ben kulumu severim." Veyahut, (ühibbühû) okursak mânâsı; "Nihayet ben o kulumu affederim, severim." demek olur.
Biliyorsunuz, biz kullarız, hata ederiz, günah işleriz. Gece gündüz gaflet, isyan, hatâ, günah... Çok işlerimizde hatalarımız vardır. Melekler yazıyorlar. Allah-u Teâlâ Hazretleri çoğunu affediyor. Bunların bir kısmı eğer affedilmediyse, mizanda, terazide tartılacak, hesaba girecek. Aleyhimize olabilir. Bunlar için tevbe etmemiz lazım! Affettirmeğe, defterden sildirmeğe, Allah'ın affına, mağfiretine mazhar olmağa çalışmamız lâzım!.. Ama bu birden olmaz, çalışa çalışa olur. Başka bir hadis-i kudsîde buyruluyor ki:
"Kulum bana el açar, boyun büker, 'Yâ Rabbi!..' der, ben ona nazar etmem. Kul tekrar devam eder, 'Yâ Rabbi!..' der; ben ona yine nazar etmem. Kul yine devam eder, aşk ile sızlayarak, hatasını bilerek yine 'Yâ Rabbi!..' der."
Böyle olunca Allah-u Teâlâ Hazretleri buyururmuş ki:
"--(Yâ melâiketî) Ey meleklerim, şahid olun, (kad gafartü lehû) ben bu kulu afv ü mağfiret eyledim. Çünkü bu kulum benden gayri Rabbi olmadığını bildi, anladı, inandı, benim dergahıma döndü, 'Yâ Rabbi!..' deyip duruyor. O bana yalvarıp dururken, benim onun Mevlâsı olduğumu idrak etmişken, (kad istehyaytü min abdî) , onu afv ü mağfiret etmemekten utandım. Şahid olun, ben onu affettim." buyururmuş.
Tabii, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin utanması, bize durumu anlatmak için... Bizim duygularımızı göz önüne getirerek bir ifade tarzı... Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin hiç bir fiili kullarınınkine benzemez ama, neticede biz müjdeyi alıyoruz. Demek ki, "Yâ Rabbi!.. Yâ Rabbi!.." diye ısrarla dua edince, sonunda affolunuyor; demek ki ısrar etmek lâzım!..
Kul da nafile ibadeti yapıyor yapıyor, ama suçlu, yüzü kara, eksiği kusuru çok... Yaptıkça, yaptıkça, yaptıkça nihayet, "Seni affettim, seni sevgili kulum yaptım." der Allah... Demek ki, ibadette ısrar etmek lâzım, hattâ ibadetinin kabul olmadığını hissetse bile, kabul olmuyor diye bırakmamalı, feyz almıyorum diye bırakmamalı, devam etmeli!..
Bunlardan anlıyoruz ki, güzel ibadetleri yapmağa devam etmek lâzım! Sabretmeli, devam etmeli, Allah affedecek.
(Feizâ ahbebtühû) Sonra, Allah bir kulu severse ne olur:
(Küntü ayneyhülletî yebsuru bihâ) "Onun gören gözü olurum!" Yâni Allah onun namına görüyor, gösteriyor. Başka normal insanların, bu mertebeye ulaşmamış insanların göremediği şeyleri uzaktan görüyor, derinden görüyor, içini görüyor.
(Ve üzünehülletî yesmeu bihâ) "İşittiği kulağı olurum." Yâni basit bir insanın işitmediği şeyleri işitiyor. Bilmem falanca kimsenin evinde karısıyla konuştuğunu işitiyor. Neden?.. Evliyâ olduğu için, Allah işittiriyor.
(Ve yedehülletî yabtışu bihâ) "Tuttuğu eli olurum." Yâni Allah-u Teâlâ Hazretleri onun tuttuğu eli olduğu zaman, bir elin uzanamadığı çok uzak yerde bile bir iş yapar; tutar, koparır, kaldırır, kırar, vurabilir. Neden?.. Allah o kudreti veriyor.
(Ve riclehülletî yemşî bihâ) "Yürüdüğü ayağı olurum." Yâni ne demek: Normal bir ayakla gitmekle ulaşılamayacak mesafeleri, bir göz yumup açıncaya kadar aşar demek... Evliyaullahın kerametleri haktır. Bu tayy-ı mekân dediğimiz hadise...
(Ve fuâdehüllezî ya'kılü bihî) "Aklettiği gönlü olurum. Duyguları, sezdiği, hissettiği gönlü olurum." O zaman her şeyi güzelce akleder, anlar. Karşısındakinin ciğerini okur, niyetini sezer; kâfirse kâfir olduğunu bilir, şakî ise şakî olduğunu bilir.
Şimdi bunları bilmeyen, dini bilgisi zayıf olan veya inatçı olan kimseler diyorlar ki:
"--Gaybı Allah'tan başkası bilmez."
Doğru ama, Allah işte bazı kullarına başkalarının bilmediği şeyi bildireceğini bu hadis-i şerifte bildiriyor.
(Ve lisânehüllezî yetekellemü bihî) "Konuştuğu dili olur Allah..." Yani konuştuğu zaman öyle hak sözler, öyle tesirli sözler söyler, öyle gerçekleri söyelr ki, o asırda hiç kimse anlamaz. Kimsenin anlamadığı, alimlerin keşfedemediği hakîkatleri söyler.
(İn deànî ecebtühû) "O sevgili kulum bana bir dua etti mi, duasını kabul ederim. (ve in selenî a'taytühû) Benden bir şey istediği zaman istediğini veririm." buyuruyor.
Demek ki, bir kişi evliya olduğu zaman Allah onun her şeyine yardım ediyor. Demek ki olağanüstü bir kişilik kazanıyor şahıs ve olağanüstü şeyler yapıyor.
Bunun misâli Kur'an'ı Kerim'de var. Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri, evliya sahabesi, Belkıs Aleyhisselâm'ın Yemen'deki tahtını, Filistin'deki saraya bir göz yumup açıncaya kadar ışınladı getirdi. Nasıl getirdiyse getirdi. Kur'an-ı Kerim'de anlatılıyor. Meryem validemiz hakkında böyle, olağanüstü yiyeceklerle merzuk olduğuna dair ayetler var.
Hadis-i şeriflerde var, sahabe-i kiram'ın hayatında var. Hz. Ömer RA Efendimiz'in minberden seslenip, İran'da savaşan ordu kumandanına sesini duyurması var. Evliyanın kerameti Kur'an'da vardır, sünnette vardır, haktır ve gerçektir. İşte olağanüstüleşiyor, olağanüstü işler yapıyor.
O zaman soruyor müridine:
"--Sen dün akşam ne yaptın, ne söyledin? Senin hanımınla konuşmanı ben duydum."
Şimdi bunu akledemeyen kişi diyor ki:
"--Karıyla kocasının konuştuğu yerde şeyhinin işi ne? Mahrem yatak odasına niye giriyor?"
Mahrem yatak odasına girse bile, Allah mahrem şeyi ona göstermez, mahrem olmayan şeyi duyurur, gösterir. Allah'ın bildiği, evliyasına sunduğu olağanüstü hallerdir bunlar... Ama hadis-i şerifte görülüyor ki, böyle şeyler var, evliyâullahın kerameti haktır.
Sonra hadis-i şerifte böyle evliyânın olağanüstülüğünü, Allah'ın kendisine böyle buyurduğunu anlattıktan sonra Peygamber Efendimiz devam ediyor:
(Ve mâ tereddedtü an şey'in ene fâilühû tereddüdî an vefâtihî) "Ben alemlerin Rabbi olarak bir işi yaparken tereddüt etmem, ancak onun vefatında tereddüt ederim. (ve zâke liennehû yekrehül-mevte ve ene ekrehü mesâetehû) Çünkü ölümden korkar o evliyâ kul, ne de olsa ölüm heyecanlı bir olay, ölümü istemez, ölüm hoş gelmez ona... Onun hoşuna gitmeyecek şeyi yapmak istemediğimden, onun vefatında tereddüdüm kadar hiç bir şeyde tereddüt etmem." Yâni Allah, sevgili kulunun ölümden korkusundan, telaşından dolayı onun canını alırken tereddüdünü böylece ifade buyurmuş. Çok sevdiğinden, üzülmesin diye...
Kur'an-ı Kerim'den de biliyoruz ki, insanlar üç tabakadır. "İzâ vakaatil vâkıa" suresinde beyan edildiği üzere üç sınıftır müslümanlar:
1. En yüksek sınıfı Mukarrabîn; Allah'a çok yakın kullar, yâni evliyaullah...
2. Ondan sonra ortanın üstündeki iyiler ashab-ı yemin; bunlar mü'min salih kullardır.
3. Bir de bu ikisinden sonra kötüler var, onlar da ashab-ı şimal, yâni günahkar, kâfir kullar...
Mukarrabîn kulların canının nasıl alınacağını, yine Vâkıa Sûresi'nin sonundaki ayet-i kerime bildiriyor:
(Fe emmâ in kâne minel-mukarrabîn) "Bu vefat eden kimse eğer Allah'ın mukarrab kullarından ise; (Fe ravhun ve reyhânün ve cennetü naîm.) rahatlıktır, güzel kokulardır ve işin sonu da cennete varmaktır." diye ayet-i kerime bildiriliyor. Demek ki, Allah'ın evliyâsı hoş kokularla, rahat bir şekilde ruhunu teslim edecek.
Reyhan, güzel kokulu bir bitkidir. Allah onun burnuna güzel kokuları duyurarak, gözünden perdeleri kaldırarak, cennetteki köşklerini, mükâfaatlarını göstererek, sevindirerek, cennetlik olduğunu müjdeleyerek, canını öyle aldırtıyor. O canının alındığının ızdırabını duymuyor bile, farketmiyor bile... Rahat bir şekilde ahirete göçüyor.
Halbuki, aslında ruh teslim etmek, can vermek kolay bir şey değil. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
"Bir insana kaldırsalar bir kılıç vursalar, bir daha vursalar, bir daha, bir daha... Bin tane kılıç vursalar, işte bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir ölmek..."
Yâni insan çok fena olur, zor ölür, çok ızdırab çeker ama, çare yok... Azrâil pençesini geçirmiştir, canını alacak; zar zor, çalı söker gibi canını alır. Çok zorluk çeker kötü insanlar ruhunu teslim ederken... Yüzü buruşur, kapkara olur, ızdırap içinde kıvranır, öyle olur ölümleri.... Ama iyi kullar böyle, bir gül bahçesine girercesine ahirete göçerler.
Bu hadis-i şerifin sonunda böyle, onların vefatında Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin böyle onlara şefkatini, rahmetini öğrenmiş oluyoruz.
Bir de Peygamber Efendimiz'in dostlarından bahsedelim. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki:
162/1 (Evliyâî minküm) "Ey ashabım, ey ümmetim! Sizin içinizden benim dostlarım kimlerdir?.. (el-müttekn) Takvâ ehli kimselerdir." Rasûlüllah'ın evliyâsı, dostları, arkadaşları, sevdiği insanlar kimlermiş?.. Müttakî kullar imiş.
Her zaman karşımıza gelen bir kelime takvâ, muttakî kul olmak... Namaz da takvâ ile kılınacak, oruç da takvâ ile tutulacak, kişi takvâ sıfatına sahip olacak, takvâlı kul olacak, müttakî kul olacak, takî, nakî kul olacak; o zaman kıymetli kul oluyor, Allah'ın sevgili kulu oluyor.
(İnnallàhe yuhibbül-müttakîn.) "Allah muttaki kulları sever." buyruluyor ayet-i kerimelerde. Peygamber Efendimiz de buyuruyor ki: "Sizin içinizden benim dostlarım, müttakîlerdir."
Allah cümlemizi şu mübarek ramazanda oruç tutarken, takvâyı kazanalım diye Allah'ın emrini tutarken, arzularımızı, şehvetlerimizi frenleyerek yemekten, içmekten kesilirken, orucun hakîkatini kavrayıp, müttakî kullar sıfatını anlayıp, bundan sonra müttakî kul olmaya ve müttakî kul olarak yaşamaya cümlemizi muvaffak eylesin...
Müttakî insan nedir?.. Haramlardan, günahlardan sakınan insandır. Müttakî insan kimdir?.. Aman Allah beni sevsin diye çırpınan insandır. Müttakî insan kimdir?.. Aman olmadık bir edepsizlik yapıp da Allah'ın rızasını kaybetmeyeyim diye titreyen insandır. Allah'ın rızasını kazanmak için çalışıyor, gazabına uğramamak için titriyor, dikkat ediyor, titiz davranıyor, haramlardan sakınıyor. Cehenneme düşmemek için pür-dikkat şu hayat imtihanında güzel bir yaşam sürüyor.
(Fein küntüm ülâike) "Eğer böyle müttakî kul olabilirseniz, (fezâlike) ne mutlu size, ne a'lâ size... (Ve illâ) Eğer müttakî kul olamazsanız, (feebsırû sümme ebsırû) görün başınıza gelecekleri, görün başınıza gelecekleri!.. O zaman neler gelir başınıza!.."
Yâni müttakî kul olmadığı zaman, sakınmadığı zaman, takvâ ehli olmadığı zaman, haram helâl ayırmadığı zaman, günah sevap düşünmediği zaman; ele geleni yerse, dile geleni derse, böyle müslümanlık olmaz, böyle dervişlik olmaz. O zaman neler gelir başına!...
Hocamız Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri'nin uzun yıllar hizmetinde bulunmuş yaşlı bir teyzemiz var, Allah ömür versin, selâmet versin... Geçen gün geldi, Hocamız'ın iki kerametini konuştuk:
Bir keresinde bir kadın, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız'a hediye olarak bir file meyva getirmiş, kapının kenarına koymuş. Hocamızın evine ziyarete gelince hediye getiriyor, hani kimisi baklava getirir, kimisi başka bir hediye götürür ziyarete gittiği yere... O da böyle bir file meyva getirmiş. Hocamız oturduğu yerden o meyvalara bakmış; "Vay, vay, vay... Vah, vah, vah!.." diye başını sallamış. Demiş ki:
"--Ben bu meyvaların nasıl haramdan kazanıldığını, nasıl haram para ile alındığını, nasıl adeta bunların üzerinde, içlerinde çıyanlar, akrepler dolaşır gibi, o kadar pis olduğunu (görünüşünde öyle bir şey yok ama, haramla kazanıldığı için, evliya gözü ile görüyor) söylesem bu kadın darılır, bir daha semtime uğramaz. Al kızım, kaldır bunu, götür dışarıya!" demiş.
Meyvalara hiç elini sürmeden o meyvaları dışarı çıkarttırmış. Çünkü mânevî gözüyle görüyor ki, haramdan kazanılmış parayla alındı. Meyvalarda bir şey yok ama, kazanç haram olduğundan, haramla alınmış şeyi evliyâullah yemediği için, dışarıya bıraktırmış. Artık belki Zeyrek Ümmügülsüm Camii'nde idi. Dışarıya bıraktığı zaman oranın fukaraları kapışıp almışlardır. Ama Hocamız evliyalık gözüyle onların akrepli, yılanlı çıyanlı gibi olduğunu görmüş.
Mâdem evliyâullahtan açıldı, bir başka kerametini de aynı teyze anlattı. Onu da anlatayım da bu cuma sohbetini bitireyim. Bir kadını getirmişler bu teyzemize... Demişler ki:
"--Bu çok okuyan, aydın bir kadın... Dînî kitapları çok okuyor, bilgisi çok, aydın, bilgili, görgülü bir kimse..."
Bu kadın mürşid-i kâmil arıyormuş, soruşturuyormuş. Birisinin yanına getirmişler, o da almış onu, bizim teyzenin yanına getirmiş. "Bunu Hocaefendimiz'e götür!" demiş. Teyzemiz de neden Hocaefendimiz'i görmek istediğini sormadan peki demiş ve kadıncağızı alıp Hocamız'ın ziyaretine götürmüş. Kadın, Hocamız'ın yanına geldikten sonra, Hocamız:
"--Hanımefendi, hoşgeldin, bir arzun mu var, niye geldin; dileğin, isteğin nedir?" diye sormuş.
O da demiş ki:
"--Efendim, ben mürşid-i kâmil arıyorum." demiş.
Teyzemiz bunu duyunca, önceden meseleyi de bilmediği için çok üzülmüş, "Yerin dibine geçtim. Öyle mübareklerin huzurunda böyle söylenir mi?" diye anlatıyor.
Hocamız ona bakmış, tebessüm etmiş:
"--Ah evladım, kızım, nerde o mürşid-i kamiller?.. Onlar olsa, sakalımı onların ayaklarını temizlemekte süpürge ederdim." demiş.
Hocamız haklı... Bu sözü söylerken kendisinin büyük evliyâullah mürşid-i kâmillerini düşünüyor, pirlerini düşünüyor, Allah indinde çok yüksek makamlı büyüklerini düşünüyor. E hakikaten de öyle, o zatlar sağ olsalar, insan meclislerine erse, sakalını süpürge yapar, yollarına toprak olur, canını feda eder. Haklı bir söz aslında ama lastikli, rumuzlu bir söz.
Kadın kalkmış gitmiş, anlamamış bir şeyi... Yâni "Mürşid-i kâmil yok!" demiş oluyor Hocamız, "Nerde, bu devirde bulunmuyor." gibi anlamış o... Aradığım mürşid-i kâmili bulamadım diye düşünmüş, kalkmış gitmiş.
Ertesi gün pür-telâş gelmiş bizim teyzeye:
"--Yahu, bu sizin hocanız ne biçim hoca, benim peşimi hiç bırakmadı. Ben burdan çıktım, çarşıya gittim, yanımda; manava gittim, yanımda; kasaba gittim, yanımda... Neredeysem arkamda, yanımda, etrafımda... Niye beni böyle takip etti?" demiş.
Bizimki de biraz kızmış, biraz gülmüş. Kadın, Hocamız'ın mürşid-i kâmil olduğunu, evliya olduğunu anlamıyor. Halbuki Hocamız hep yerinde oturuyor. Kerametle onun yanında görünüyor. Yoksa başkalarıyla sohbet yerinde yine oturuyor. O gittiği zaman onun peşinden çıkmadı, yine meclisinde oturuyordu ama o kadına da maneviyat yoluyla onun yanında görünüyor. "Bak ben senin yanındayım, senin ne yaptığını görüyorum." demek istiyor.
Bir şeyi daha anlatayım, dinleyenler bunu anlasınlar diye: Bizim şeyhlerimizden, mürşid-i kâmil, hakîkî velî büyüklerimizden birisine derviş kardeşlerden biri gitmiş:
"--Efendim, ben şimdi yolda bir kardeşimize rastladım. Sizi Beyazıt'ta görmüş, halbuki siz burdasınız. Nasıl oluyor bu?.." diye sormuş.
"--Evet evlâdım, şöyle bir gönül gezdirmiştik oralarda..." demiş.
Yâni oturduğu yerden gönül gezdirince, öbür tarafta görünüyor evliyaullah. Bu neden oluyor? Allah onlara yardım ettiği için... Gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı, hisseden gönlü olduğundan, olağanüstü bir insan olduğundan oluyor.
Sevgili AKRA dinleyicileri!..
Allah-u Teâlâ Hazretleri şu orucun anlamını tam anlamayı, Allah'ın sevdiği ibadetleri, onun sevdiği vech ile güzel yapmayı, sonunda takvâ ehli kullar olarak rızasını kazanmayı, sevgili kulu olmayı, dost kulu olmayı Allah cümlemize nasib eylesin...
Amaç o ama, bu devirde Allah'ın öyle bir kulu olmak zor!.. Öyle kullar da az olduğundan, millet onları da bilmiyor, onların aleyhinde de dedikodular yapıp ileri geri konuşabiliyorlar. Peygamberlerin bile aleyhinde konuşanlar olduğuna göre, ne yapalım; işte "Allah ıslah etsin!.. Allah hidayet versin!" diyelim.
Cumanız mübarek olsun, Ramazanınız mübarek olsun, ibadetleriniz makbul olsun, dualarınız müstecâb olsun... Allah sizi sevgili kullarından eylesin... İki cihan saadetine sevdiklerinizle, dostlarınızla, evlâtlarınızla, ana-babalarınızla, arkadaşlarınızla cümlenizi nâil ve sâhib ve mazhar eylesin...
Peygamber Efendimiz'in şefaatine erdirsin... Ma'rifetullaha, mahabbetullaha erdirsin... Arif-i hakîkî, àşık-ı sàdık kullar, iyi müslümanlar olmayı nasib eylesin... Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi müşerref eylesin...
Aziz ve sevgili AKRA dinleyicileri, es-selâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
17. 01. 1997 - AKRA