Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

CAMİAMIZ VE HAYIRLI HİZMETLER

...................

Hanımlarla, beylerle, delikanlılarla yaptığımız çalışmalar bütün dünyanın üzerinde etkili olacak boyutlarda olabilir. Onu da görüyoruz.

Ben eskiden hasımlarımızı gözümde büyütürmüşüm; o noktaya geldim. Yâni, bize hasım olup düşman olan grupları hayalimde onların hakîkî ağırlıklarından çok daha fazla ağır gördüğümü anladım, o noktaya geldim, o kanaate ulaştım.

Muhterem kardeşlerim! Bizim dünya üzerinde --kesin söylüyorum-- ciddî bir ağırlığımız var... Cemaatimizin belirli, hesaba katılması gereken bir ağırlığı var; bunu bilin!.. Allah'a hamd ü senâlar olsun, bu önemli bir şey... Dünya üzerinde ihmal edilmeyecek ağırlığı olan, etkisi olan bir grubuz. Belki siz de benim gibi duygular içindesinizdir. Yâni, "Dünya o kadar büyük ki, karşımızdaki güçler o kadar çok kalabalık ki, teşkilatlar o kadar kuvvetli ki..." filân dersiniz; öyle değil... Bizim de bayağı, belli bir ağırlığımız var... Fakat biz, denizin içindeki balıkların denizi bilmedikleri gibiyiz.

Ol mâhîler ki, deryâ içredir, deryayı bilmezler.

Çok eğitilmiş elemanımız var, büyük bir miktarda değerli elemanımız var... Sayı yönünden, adet yönünden kalabalığız, yeterli kalabalıktayız. Birçok yönden, belki maddî güçten bile düşmanlarımıza mukàbele edecek veya onların zararlarını bertaraf edecek, onların ifsad ettiklerini ıslah edecek imkânımız var...

Şimdi biz bir bakıma, Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şerifinde söylediği gariban zümresindeniz. Hepimiz garibanız. Neden garibanız?.. Çünkü...

Ben Ayvalık'ta garibanlığımı hissettim. Ayvalık'tan geçerken şortlu adamlar, mayolu kadınlar, sırtı göbeği, her tarafı açık insanlar... Onların dünyaları ayrı bir dünya... Ben orda kendimi gariban hissettim; yâni başka bir ülkede gibi böyle bir ürkek, gariban insan hissettim. Siz de öyle, siz de Özdere'ye yürüseniz, Gümüldür'e yürüseniz, veya burdan Kuşadası'na, Marmaris'e, Bodrum'a yürüseniz, aynı şeyleri duyacaksınız. Ama burası Elvan Tatil Köyü, ayrı bir kale... Hani düşman ülkesinde bir hisar gibi, etrafı şeytanlarla dolu, düşmanlarla dolu bir yerde, böyle bir kale...

Elhamdü lillâh, hem yazın belki dinlenmenin keyfini, denizin güzelliklerini tadıyoruz; hem de namazımızla, cemaatimizle, zikrimizle, Kur'an'ımızla, ibadet ve tâatimizle İslâmiyetimizi götürüyoruz. Ama, garibanız, garibiz. Böyle acaib bir topluluğun, ortamın içinde, onlardan ayrı bir grubuz. Merih'ten gelmişiz gibiyiz, pattadak aralarına düşmüş gibiyiz. Garibanız; güzel, Peygamber Efendimiz'in medhettiği durumdayız.

(Fetbâ lil gurabâ') "Ne mutlu garibanlara!.." Gariban durumundayız; çünkü çevremiz bize yabancı, biz o çevrenin içinde diyar-ı gurbetteki bir insan gibiyiz. Ama, bir görevimiz var:

(Ellezîne yuslihûne mâ efseden nâs) İnsanların bozduğunu düzeltmekle vazifeliyiz. Bu uğurda çalışmalarımızı yaptıkça, sonuç aldığımızı da görüyoruz.

Geçtiğimiz cumartesi günü Adapazarı'ndaydık. Adapazarı bizim yüksek tahsil çalışması yaptığımız bir ildir. Bizim tekkemiz yüksek tahsillilerle ilgili çalışmalarına İstanbul'da başlamıştır. Rahmetullàhi Aleyh Abdül'aziz Efendi, cennet mekân, ihvânımızın büyüklerini üniversiteye sevketmiştir; "Üniversitede kalın, hoca olun!" demiştir.

O zaman üniversitede kalmak, çok büyük mahrumiyet demekti. Üniversiteden dışarıya çıkan, o ünvanı kazanmış bir insanın piyasada kazanacağı maaşın üçtebirine razı olması demekti, "Üniversitede kal!" demek... Dışarıda mühendisin çok büyük itibarı, kıymeti vardı, maaşı yüksekti. Ama asistan kaldığı zaman aldığı maaş, memur maaşı idi. Düşüktü, belki üçtebiri idi, belki dörttebiri idi.

O zaman Abdül'aziz Efendimiz, tekkemizin postnişinlerinden Abdül'aziz Hocaefendi, ihvânını bu mahrumiyete sevketti. Yâni, "Az maaş alacaksınız, maddî bakımdan sıkıntı çekmeğe razı olacaksınız; girin üniversiteye asistan olun!" dedi. Onlar asistan oldular, doçent oldular, profesör oldular; üniversitede talebe yetiştirdiler. Dindar talebelerden bir camiamız oluştu.

Sonra, ona dayanarak muhtelif şehirlerde üniversite seviyesinde, yüksekokul seviyesinde çalışmalar yapıldı. Onlardan bir tanesi, bizim Adapazarı'nda yaptığımız çalışmalardır. Adapazarı'nda o zaman [1980 öncesi] akademi vardı. Sakarya Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi idi. Akademilerle üniversiteler arasında hafif bir seviye farkı vardı o zaman; sonra kanunla bu kaldırıldı. O zaman oraya derse giderdik. Oradaki yönetim kadrosu bizim tekkemizin elemanları idi. Akademi başkanı, profesör falanca filânca kimseler fedâkâr insanlardı. Akademiyi kurdular, geliştirdiler.

Akademinin özel çalışma saatleri vardı. Cumartesi pazar ders vardı, haftanın içinde tatil vardı. Sebebi: Hoca ihtiyacını karşılamak için cumartesi pazara ders konuluyordu. Başka üniversitelerde o günler tatil olduğu için, o günlerde hocalar gelip burda hocalık yapabiliyorlardı. İki gün kazanıyorduk. Böylece iki gün eleman sağlayabiliyorlardı.

Biz orada yüksek tahsil çalışması yaptık. Yıllar boyu talebeler yetişti. Talebelerin her birisi salonlar dolusu olarak ders aldılar. Sanki bizim Sakarya Akademisi'nin mezunlarının hepsi, tekkemizin dervişleridir. Hepsi öyle oldu. Şimdi onlar Türkiye'nin ve Türkiye dışındaki pek çok müessesenin başına geçtiler veya içinde çalışıyorlar. Yurt içinde, yurt dışında çalışıyorlar.

Bir mezunlar günü yaptılar. İçlerinden bakan bile var, şu anda bakan olmuş olan var... Geldi bizim elimizi öptü, benim de hoşuma gitti. Bir bakanın gelip de, bir hocanın elini öpmesi tatlı bir şey, bir hoca için sevimli bir şey...

Böyle bir yüksek tahsil elemanı, hocası yetiştirme hamlemiz oldu. Bu hamlelerden birisi de Ankara'da olmuştur, ordan da eleman yetişmiştir. Onlar da muhtelif yerlerde, yurtiçinde yurtdışında hizmet ediyorlar. Şu anda da bütün üniversitelere dağılmış durumda pek çok mütedeyyin, idealist, güzel işler yapmak isteyen, hayır yapmak isteyen, fedâkâr, vefâkâr kardeşlerimiz var...

İşte biz bunlarla, (Fetûbâ lil-gurabâ') "Ne mutlu o garibanlara!" denilen zümreyiz diye düşünüyorum ben... Allah bizi onlardan eylesin... Yâni, insanların bozduğunu ıslah etmeğe çalışan iyi niyetli bir çekirdek kadro, grup durumundayız biz, elhamdü lillâh... Şahsen Allah'a kulluk borcumuz bize bir puan, sevap, ecir, mertebe, makam kazandırır mânevî bakımdan... Ama bir de, hem Türkiye içindeki, hem dünyanın muhtelif yerlerindeki insanlara yönelik açık bir vazifemiz var; ıslah edici olmak vazifesi...

Bu ıslah edicilik iyi anlaşılsın diye kısımlandırırsak, iki türlü ıslah edicilik çalışması düşünebiliriz:

1. Müslümanların çalışan gruplarını ıslah çalışması...

2. Henüz İslâm'ı, imanı iyi anlayamamış insanları, iyi olmayan insanları ıslah çalışması...

Şimdi bizde ikisi de var... Dünyanın pek çok yerinden bize geliyorlar, bizimle işbirliği yapmak istiyorlar veya bizden medet umuyorlar, gelin bize yardımcı olun diyorlar. Bu da bizim vazifemiz... Onun için, kendimizi buna göre ayarlamamız lâzım!..

Benim hoşuma giden sevimli mütevâzi çalışmalarımızdan birisi de, bizim ana okulu öğretmenliği kurslarımız var... Özel bir çalışma... Bir arkadaşın verdiği bir binada hanım kızlar okuyorlar, ana okulu öğretmeni oluyorlar. Gittikleri yerde ana okulu açacaklar ve küçükleri yetiştirecekler. Çok tatlı bir şey... Bu bizim buluşumuz diyeceğim artık... Anaokulu öğretmenliği diye özel bir mektep açmayı başkasından duymadım ben... Bizde oluştu, gelişti bu böyle...

Geçen sene mezunlarına diploma verdik, İlksav'ın merkezinde merasim yaptık. Bu sene bizim Hicret Düğün Salonu'nun altında toplantı yaptılar. Diplomalarını imzaladık, dağıttık.

O hanımların bir davranışları çok hoşuma gitti: Bana imzalı kâğıt gönderdiler. Diyorlar ki:

"--Hocam, Afrika'nın en ilkel kabilelerinin yaşadığı en geri ülkeleri dahil, dünyanın neresine gönderirseniz gitmeğe hazırız!" diyorlar.

Çok hoşuma gitti. Çok tatlı bir şey... Nihayet bu, zavallı bir genç kız daha... Daha hayata başlamamış bir genç kızın gücü ne?.. Ama, bizim özel mektebimizde yetişmiş, anaokulu öğretmeni olmuş, diploma almış. Diyor ki: "Afrika'nın en ilkel, en geri, en sıkıntılı ülkesi dahil, nereye gönderirseniz, gitmeğe razıyız. Bu çok güzel bir şey, çok tatlı bir şey... Geç kaldığımız çok tatlı bir çalışma...

Geç kaldık. Çünkü bu çalışmaları, Avrupalılar, Amerikalılar yıllardar yapıyorlar, belki birkaç yüzyıldan beri yapıyorlar. İslâm ülkelerine, dünyanın her yerine böyle eleman göndererek, harıl harıl kendi batıl, zavallı, eksikli, kusurlu bilgilerini, ideallerini oralara taşımak, aşılamak için, kendi emperyalizmlerinin öncülüğünü yapmak için çalışıyorlar, zemin hazırlıyorlar, çalışma yapıyorlar. Biz geç kalmışız o yönden... Çok geç kalmış durumdayız ama, yine de çok güzel... Hanım kızların bu bana cesaret verici, sevince garkeden ifadeleri, "Nereye gönderirseniz gitmeye razıyız!" demeleri çok güzel...

Şimdi, işte bu yeni şartlara göre kendimizi hazırlamamız lâzım!.. Biz yeni şartlara göre hazırlanmak için ihvânımızı muhtelif yıllarda, muhtelif büyük mekânlarda topladık. Meselâ 950 kişilik bir otel tuttuk; komple, tamâmen oteli kapattık. İhvânımıza ilân ettik, "Gelin, burda meselelerimizi konuşacağız!" diye... Veyahut üçyüz kişilik bir otel tuttuk. Veyahut işte şu kadar odası olan bir oteli, bir haftalığına tuttuk...

Buralarda, "Değişen dünya şartlarına göre çalışmalarımızda ne gibi düzenlemeler yapmalıyız?.. İstikbale ait gelişmeler nasıl olabilir?.. Tahminler yapıp, onlara göre çalışmalarımızın nasıl ayarlanması lâzım gelir?" diye konuştuk. Bunun çok faydası oldu. Ve bizim camiamız, bizim İskenderpaşa Topluluğu'muz, elhamdü lillâh bu toplantılardan sonra, çok büyük değişim, atılım ve gelişme gösterdi. Onları, tahdis-i nimet, Allah'ın verdiği nimeti söylemek ve şükretmek sevaptır diye söylüyorum.

Şimdi meselâ, bizim uzaydan yayın yapan bir radyomuz var ki, Türkiye'nin bir numaralı FM yayını... Yayın kalitesi, kültür seviyesi bakımından TRT'yi bile geçen bir radyomuz var; çok güzel bir şey... Yüziki yerdeydi benim en son hatırımda kalan rakam; yüziki yerde uydudan alarak o bölgeye yayını yansıtmak sûretiyle kolay dinlemeyi sağlıyor. Yâni, çanak anteni olmayanların da dinlemesini sağlıyor. Böylece çok güçlü bir haberleşme cihazına, teşkilatına sahib olmuş olduk. Bu güzel bir gelişme...

İnşaallah yakın zamanda televizyon çalışmasını hizmete açacağız. Hazırlıklar içindeyiz, Allah utandırmasın... İnşaallah, güzel bir televizyon çalışması olacak. Onunla bağıntılı olarak görüyorum, grubumuzun hazırlanması lâzım ve herkesin elinden gelen yardımı yapması lâzım, bir günlük gazete çalışması yapmamız şart... Çünkü gazetelerde görüyorsunuz, gazetelerin sahipleri sizi aldatmağa çalışıyor. Kendi istediğini habermiş gbi sunuyor. Aldatıyor, gerçekleri sunmuyor. Bir kaşık suda fırtına çıkartıyor. Şu iş olmaz diye gösteriyor, halbuki olacak bir iş... Küçük bir şeyi büyük gösteriyor, halbuki küçük, cüce... Büyük bir şeyi küçük gösteriyor, halbuki çok muazzam, büyük...

Onun için, gerçekleri olduğu gibi gösteren, İslâm'a hizmet eden, müslümanlara hizmet eden, kendi damgamızı taşıyan; kalite damgasını, mükemmellik belgesini taşıyan yayınlarımızın olması lâzım!..

Her ilde, ilçede, beldede, bucakta, köyde, mezraada, elinden geldiği kadar, hem salih bir insan olarak yaşaması lâzım, hem de muslih bir insan olarak hizmet etmesi lâzım!.. İki şey var üzerimizde:

1. Salih insan olmak; şahsen kendimize sevap kazandırıcı bir şey, kendi kalitemizi, ahiretteki durumumuzu garantileyen bir şey...

2. Muslih insan olmak; cihanı ıslah etmek, müslümanlara hizmet etmek, iyi çalışmayan müslümanları ıslah ederek güzel müslüman haline getirmek, müslüman olmayanları da ıslah ederek müslüman haline getirmek; İslâm'ı yaymak, İslâm'a hizmet etmek...

Allah-u Teâlâ Hazretleri buna göre, gereğince, mükemmel bir şekilde hazırlanmayı cümlemize nasib eylesin... Hepinizi din-i mübîn-i İslâm'a hizmet eden, hizmet eden, hizmet şerefiyle şeref bulan insanlar eylesin...

Ömrünüzü rızasına uygun geçirmeyi nasib eylesin... Huzuruna yüzü ak, alnı açık varmayı nasib eylesin...

Gerçi birkaç hadis-i şerif konuşmamızda geçti ama, konumuzu özetler gibi olan bir hadis-i şerifi teberrüken, bereket olsun diye açıklamak istiyorum. Peygamber Efendimiz SAS, buyurmuş ki:

(İnner-racüle leyentaliku ilel-mescid, feyusallî, ve salâtühû lâ ta'dilü indallàhe cenâha badah) "Adam kalkar, mescide gider de, namaz kılar. Fakat kıldığı namaz, sivrisinek kanadı kadar bir değer taşımaz Allah indinde..." Adam kalkıyor, camiye gidiyor. Camiye gitmek sevap, abdest almak sevap, namaz kılmak sevap, cemaat sevap; ama böyle buyuruyor Peygamber Efendimiz... "Muhakkak ki, adam, kişi kalkar, mescide gider, orda namaz kılar ama; kıldığı namaz Allah'ın indinde sivrisinek kanadına bile denk olmaz. O kadar hafif, o kadar kıymetsiz..."

(Ve inner-racüle leye'til-mescid, feyusallî, ve salâtühû ta'dilü cebele uhud) "Buna mukàbil, bunun karşıtı olarak bir başka kişi de mescide gelir, namaz kılar. Onun namazı ise, Uhud Dağı gibi olur."

Uhud Dağı biliyorsunuz Medine'de, Peygamber SAS Efendimiz'in yaşadığı, bu mübarek sözlerini, hadis-i şeriflerini söylediği yerde, insanların hemen gözünün önünde olan bir dağ... Kocaman bir dağ... Gözlerinin önünde olan bir şeyle anlatıyor Peygamber Efendimiz...

Uğud Dağı Medine ovasında, ortada tek, kocaman bir dağdır. Her tarafı ovadır, ortada tektir. Uhud adı, Arapça tek anlamına gelen ehad'la ilgilidir. Bir tanecik, ortada tek olduğu için o ismi almış. Ama kocaman bir dağdır. Medine'den baktığın zaman gözü doldurur.

Bir de diyor ki Peygamber Efendimiz:

"--Uhud öyle bir dağdır ki, biz onu severiz, o bizi sever."

Peygamber Efendimiz'in sevdiği bir dağ ve Peygamber Efendimiz'i de seviyormuş. Dağ gibi bize göre cemâdat olan şeylerin sevgisi nasıl oluyor, onları bilmiyoruz ama; dağlar taşlar Allah'ın mübarek kullarını severler tabii... Hattâ selâm verirlerdi Peygamber Efendimiz'e ağaçlar, taşlar; biliyorsunuz.

Uhud Dağı kadar, yâni çok sevap alıyor. Birisinin ağırlığı sivrisinek kanadı kadar tutmuyor; ötekisi ise Uhud Dağı kadar çok sevap kazanıyor. Aynı mescide gidiyor, aynı namazı kılıyor adamlar ama; birisi o kadar kıymetli, ötekisi o kadar kıymetsiz...

Bu nerden farkediyor, ikinci adamın namazı niçin Uhud Dağı kadar muazzam oluyor?..

(İzâ kâne ahsenehümâ aklen) Akılca daha güzel durumda olduğu için... Aklından dolayı namazının sevabı, Uhud Dağı gibi muazzam oluyor; aklının azlığından dolayı da namazı sivrisinek kanadı kadar bile tutmuyor, o kadar hafif oluyor. Demek ki, namaz kılarken aklı uçup başka yerlere gitmişse, sivrisinek kanadı kadar kıymeti olmuyor. Demek ki, aklını ibadete tam verebilmişse, Uhud Dağı kadar kıymetli oluyor.

Soruyorlar:

(Kîle: Ve keyfe yekûnü ahsenehümâ aklen?) "Yâ Rasûlallah! Nasıl, akılca daha iyi olabilir? Akılca daha güzel durumda olması ne demek?" diye soruyorlar.

Efendimiz'in cevabı önemli:

(Kàle: evraahümâ an mehàrimillâh) "Allah'ın haram kıldıkları şeylerden sakınmakta en ileri derecede olduğu zaman; (ve ahrasahümâ alâ esbâbil-hayr) hayır, hasenat, sevap kazanma konularında da en istekli, en arzulu, en gayretli olduğu zaman..."

Burda Peygamber Efendimiz'in sevdiği aklın nasıl olması gerektiğini anlıyoruz: Allah'ın haram kıldıklarından sakınmakta en titiz, hayır çeşitlerini işlemekte de en istekli, en gayretli olduğu zaman, en akıllı olmuş oluyor.

(Ve in kâne dûnehümâ fil-ameli vet-tatavvu') "İşlediği nafile ibadetler, ameller ötekisinden az bile olsa; bu akılla olduğu zaman namazı Uhud Dağı kadar sevap kazanıyor."

Burdan neyi anlıyoruz, ne yapmamız gerektiğini anlıyoruz?.. Şahsî hayatımızda Allah'ın sevdiği, ibadetleri makbul olan, Peygamber Efendimiz'in takdir ettiği bir insan olmamız için ne yapmamız gerektiği çıkıyor ortaya?.. Allah'ın haram kıldıklarından çok titizlikle kaçınmamız gerekiyor. Harama bakmayacağız, haramı yemeyeceğiz, haramı dinlemeyeceğiz, haramı söylemeyeceğiz, günaha yanaşmayacağız, bulaşmayacağız; takvâ ehli olacağız, vera' sahibi olacağız, yâni çok iyi derviş olacağız; bir...

İkincisi; hayırların her türlüsünü, her çeşidini işlemekte çok istekli ve gayretli olacağız. Yâni, niyetimiz, isteğimiz, arzumuz, hedefimiz, gayemiz, her çeşit hayrı yapmak olacak. Bu hususta içimizde muazzam bir istek olacak, yapmak arzusunda olacağız. Hayrı yapmakta çok istekli, günahlardan kaçmakta çok dikkatli olacağız.

Böyle olduğu zaman sevabı çok oluyor, makbul bir kul oluyor.

Allah bizi günahlardan böylece, tarif edildiği şekilde kaçınanlardan eylesin... Hayrın her çeşidine karşı çok istekli olanlardan eylesin... Hayrın çeşitlerinden ben kısmen bahsettim; belki siz daha güzellerini bulabilirsiniz. Belki sizin mesleğiniz dolayısıyla, çevreniz dolayısıyla daha çok sevap kazanma imkânları, daha başka hayırlar karşınıza gelebilir. Hayrı yapmakta çok istekli olacağız, günahlardan kaçınmakta çok dikkatli olacağız.

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi o kullarından eylesin... Hem dünyası hem ahireti ma'mur olanlardan eylesin...

Allah hepinizden razı olsun... Allah vücutlarınıza afiyet versin... Hanelerinize saadet versin... Kalblerinize huzur ve itmînan versin... Ömrünüze bereket versin... Kazancınız helâl olsun, bol olsun... İbadetleriniz, tâatleriniz makbul olsun... Allah'ın sevdiği, razı olduğu hayırları işlemeye Allah sizi muvaffak eylesin... Ömrünüzü hayırlı ve verimli geçirmeyi, sevaplı ecirli geçirmeyi nasib eylesin... Uzun ömürle yaşamayı nasib eylesin...

Huzuruna sevdiği, razı olduğu kullar olarak varmayı nasib eylesin... Cennetiyle cemâliyle müşerref eyleyip, Peygamber Efendimiz'e cümlenizi komşu eylesin...

Bi-hürmeti esmâihil-hüsnâ ve bi-hürmeti habîbihî muhammedinil-mustafâ ve bi-hürmeti leyletil-cumuah ve bi-hürmeti esrâri sûretil-fâtihah!..

12. 07. 1996 - Elvan T. K. / İZMİR