Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

HANIMLAR VE DERNEK ÇALIŞMALARI

Bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Festecâbe lehüm rabbühüm ennî lâ udìu amele âmilin...) Sadakallàhul azîm.

Değerli beyler ve muhterem Hanımefendiler!..

Bu açılışı Allah-u Teâlâ Hazretleri hayırlı ve mübarek eylesin... Sizleri daha nice nice rızâ-i Bârîye uygun hayırlı işleri yapmağa muvaffak eylesin... Hem dünyada hem ahirette aziz ve bahtiyar eylesin...

Çalışanları, bu eseri ortaya koyanları tebrik ediyorum; Allah-u Teâlâ Hazretleri sa'ylerini meşkûr eylesin...

Biliyorsunuz, hepimiz bu dâr-ı dünyada imtihan halinde bulunuyoruz, imtihan olmaktayız. Gelip geçiciyiz. Burada bir müddet yaşadıktan sonra sonsuz ve ebedî hayatın olduğu ahirete varacağız. Dünyada işlediğimiz amellerin, yaptığımız işlerin karşılığını orada Allah-u Teâlâ Hazretleri bizlere verecek.

Biz mü'min insanlarız, bunu biliyoruz. Bunun böyle olduğuna, henüz daha olmadığı halde, ilerde olacak olduğu halde şeksiz süphesiz inanıyoruz. Bütün hayatımızı buna göre hazırlıyoruz. Her hareketimizi, sözümüzü buna göre yapıyoruz, söylüyoruz. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızasını kazanmağa çalışıyoruz. Şiarımız, amacımız, gayemiz:

(İlâhi ente maksdî ve rıdàke matlûbî!) sözüyle bayraklaşmıştır. "İlâhî sen benim muradımsın, maksudumsun, gayemsin; ben senin rızanı kazanmak istiyorum!" diyoruz. Mevlâmızı tanımağa, ma'rifetullaha ermeğe çalışıyoruz. Gönlümüze aşkullahı muhabbetullahı yerleştirmeğe, onu kazanmağa çalışıyoruz.

Böyle olmalıyız. Büyüklerimiz bize bunu böyle öğrettiler. Evliyâullah büyüklerimizden bu hedefleri gördük. Dünyanın malı gözümüzde değil, dünyanın aldatıcı güzellikleri de amacımız değil... Bu güzelliklerin güzel olmasına rağmen, aldatıcı olduğunu da biliyoruz. Onlar ne kadar cazib olursa olsun, bizim için önem ifade etmiyor.

Allah-u Teâlâ Hazretleri bu dünyada işlenen her işi değerlendireceğini bildiriyor Kur'an-ı Kerim'de... Zerre kadar, bir toz kadar ağırlığı olan bir hayır bile olsa, ahirette bunun hesaba gireceğini, değerleneceğini; zerre kadar bir şer olsa, bir toz kadar ağırlığı olan bir şer bile olsa, bunun da ahirette karşılığının verileceğini ayet-i kerime bildiriyor. Her işimiz yazılıyor, her sözümüz yazılıyor. Her anımız tesbit ediliyor. Biz bunların rûz-ı mahşerde, mahkeme-i kübrâda hesabını vereceğiz diye biliyoruz ve ona hazırlanmak arzusu içindeyiz.

Bu hazırlanmada kadınla erkeğin farkı yoktur.

(İnnel-müslimîne vel-müslimât) "Hem müslüman erkekler, hem müslüman hanımlar..." diye başlayan ayet-i kerimede bir çok güzel ameller, bir çok işler sıralanmış; ama hepsinde onları yapan beyler ve hanımlar, erkekler ve kadınlar diye belirtilmiş.

Demek ki, Allah'ın sevdiği salih amellerin kadın ve erkek için farkı yok... Hepsi o işleri yapmakla mükellef, hepsi o işleri yaparlarsa mükâfatlandırılacaklar.

Konuşmamın başında teberrüken, kesb-i şeref eylemek için, sözümün baş tacı ettiğim ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Ennî lâ üdìu amele àmilin minküm) "Ben azîmüşşân, ben Hàlik'ınız, yaratanınız, sizden birinin yaptığı bir işi, bir amel-i sâlihi zayi etmem, zayi etmeyeceğim!" (min zekerin ev ünsâ) Bu güzel iş ister beylerden, ister hanımlardan sâdır olmuş olsun, farketmiyor. "Kadın da yapsa, erkek de yapsa, o güzel sevaplı işleri ben mükâfatlandıracağım, zayi etmeyeceğim!" diye buyuruyor. Onun için, kadın ve erkeğin Allah'a kulluk bakımından farkı yoktur. Hepsi Cenâb-ı Mevlâ'ya güzel kulluk yapmakla vazifelidir.

Güzel kulluğun esası nedir?... Güzel kulluğun esası, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmaktır.

Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin emirleri Kur'an-ı Kerim'dedir ve elçisi rehberimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafa SAS Hazretleri'nin sünnet-i seniyyesindedir.

O halde biz her şeyden önce Kur'an-ı Kerim'i çok iyi öğrenmeliyiz ve Peygamber SAS Efendimiz'in sünnet-i seniyye-i nebeviyyesini çok iyi anlamalı, ona çok iyi uymalıyız.

Eğer insanlar, müslümanlar, mü'minler Peygamber Efendimiz'in sünnet-i seniyyesi yolunda yürürlerse, en uygun işi yapmış olurlar. Eğer kendi akıllarıyla ortaya başka esaslar, usüller çıkartarak kendi bildiklerine gitmeğe kalkışırlarsa, insanoğlunun aklı kısadır. Vahiy rehberliği, Allah'ın peygamberlerinin, kitaplarının önderliği olmazsa, insanoğlunun aklı her zaman gerçekleri göremez, göremiyor.

Bunu nerden biliyoruz?.. Dünya üzerindeki her millete bakıyoruz, onların akıllılarına bakıyoruz, mütefekkirlerine bakıyoruz, medeniyetlerine bakıyoruz sözlerine bakıyoruz, hareketlerine bakıyoruz; anlıyoruz ki bu akıl denilen vasıta, alet her insan tarafından iyi kullanılamıyor.

Mısırlılar nelere tapmışlar; dinler tarihinden okuyun! Köpek başı şeklinde tanrıları var, horoz kafası şeklinde tanrıları var, timsah kafası şeklinde tanrıları var... Güneş'e tapıyorlar, Ay'a tapıyorlar... Öküze tapıyorlar... Sapık, yanlış, akılları doğruyu gösterememiş.

Bugün de yaşayan milletlerin içinde puta tapanlar, Ay'a Güneş'e tapanlar, batıllara tapanlar çok... Demek ki, akıl ancak vahyin peşinden giderse, vahyin rehberliğinde olursa gerçekleri görebiliyor. Doğrudan doğruya mutlak gerçekleri, hakîkatleri göremeyebiliyor.

Onun için, hepimizin Kur'an-ı Kerim'i öğrenmesi lâzım! Allah'ın Muhammed-i Mustafâsı SAS'e gönderdiği kitabını öğrenmesi lâzım!.. Peygamber SAS Efendimiz'in hayatını, sözlerini, sünnet-i seniyyesini öğrenmesi lâzım!..

Herkesin çalışması lâzım!.. Bu çalışma içinde erkekler de çalışmalı, hanımlar da çalışmalı!.. İslâmî hizmetlerde erkekler çalışırken, hanımlar kenarda duramaz; durması doğru olmaz, çalışmaması doğru olmaz!.. Hanımların da çalışması lâzım!..

--Hanımlar erkeklerin yaptığı işleri mi yapacak?..

Hayır! Erkeklerin yapmadığı, yapmağa imkânı olmayan işleri yapacak. Meselâ, bir erkek başka bir hanım ile rahat konuşamaz, belki hiç konuşamaz. Belki konuşsa bile sınırlı konuşur. Belki bir yerde bulunamaz, bulunması doğru olmaz. Hanımın kocası razı olmaz, babası razı olmaz, kardeşi razı olmaz, evlâdı razı olmaz... Sınırlar var, imkânsızlıklar var...

O halde hanımlara İslâm'ı kim öğretecek?.. Hanımlara İslâm'ı, yine kendileri çalışacaklar, kendileri öğretecekler. Hanımlarla ilgili hizmetleri kim yapacak?.. Hanımlar yapacak tabii...

Onun için bir İslâm ülkesinde sadece erkekler çalışırsa, işler yarım olur. Hanımlar da kendilerinin hizmetlerini bilirler, Kur'an'ın kendilerine gösterdiği hizmetleri anlarlar, Peygamber SAS Efendimiz'in kendilerinden istediği, beklediği, tavsiye buyurduğu vazifeleri kavrayıp yaparlarsa, o zaman sevap kazanacaklar.

Tabii, bir hanımın her şeyden önce vazifesi, hanım olması dolayısıyla evin iç işlerini idare etmektir. Çocukları yetiştirmektir, evin iç yönetimine çeki düzen vermektir. Bu tamam... Fakat bu çeşit hizmetler şahsî hizmetlerdir, ailevî hizmetlerdir. Yâni sadece o kimsenin kendisini ilgilendiriyor, nihayet ailesini ilgilendiriyor.

İnsanın şahsî hizmetleri vardır, bunları yapmalı!.. Her şahsın boynunun borcu olan ibadetler ve hizmetler vardır. Meselâ, her şahıs namaz kılacak!.. Babası onun yerine kılıverse, olmaz. Onun için Peygamber SAS Efendimiz, Fâtıma Anamız RA'ya diyor ki:

"--Fâtıma kızım, Allah'tan kork, vazifelerini güzel yap! Çünkü, benim peygamber olmam seni kurtarmaz. Sen çalış, peygamber kızı olman seni kurtarmaz!" diye buyuruyor.

Onun için şahsî vazifeleri herkes yapacak. Bir hanım beş vakit namazını kılacak, ramazan orucunu tutacak. Hac vazifesi varsa, onu yapacak. Şahsî zikir vazifelerini, tesbihatını yapacak. Zekâtı varsa verecek. Kurban kesmesi gerekiyorsa kesecek, kestirecek; şahsî vazifelerini yapacak.

Şahsının dışında, sırf kendisinin cennete girmesini sağlayacak özel hizmetlerinin dışında yapması gereken çevresindeki insanlara yönelik hizmetleri var... Bunlar da çok sevap...

Meselâ Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki: "Bir hanımın çocuğunu dünyaya getirmesi, büyütmesi ve beslemesi cihad gibidir. Cihad sevabı alır. Yâni erkek savaşa gider, yaralanır, şehid olur. Hanım evde durur, çocuğa bakar, çocuk büyütür; cihad sevabı alır, haccetmiş gibi sevap alır.

Demek ki, insanın anne olmak dolayısıyla, baba olmak dolayısıyla çocuklarına, ailesine karşı vazifeleri oluyor. Ailevî vazifeler diyoruz bunlara...

Herkes tabii şahsî vazifelerini yapıyor, ailevî vazifelerini de yapıyor. Çünkü aile kendisinin sıcak, yakın çevresi olduğu için, bunu herkes yapıyor, Bunu ayrıca söylemeye lüzum kalmıyor. Herkes kendi çocuğunu koruyor, kolluyor, çocuğuna bakıyor. Annelik yaratılışıyla bunu yapıyor.

Fakat bunun dışında, ailenin sınırlarının ötesindeki insanlara yönelik hizmetler var: Fakirlere bakmak, dullara bakmak, yetimlere bakmak... Kadınların eğitimi... Bu gibi hizmetlere eğer hanımlar koşmazsa, cemiyetin faliyetleri eksik kalıyor. İslâmî çalışmaların bir kısmı yapılmamış oluyor, bir kısma yönelik hizmetler aksamış oluyor. Toplumun bundan zararı oluyor.

Bizim karşımızda olan hasımlarımız, düşmanlarımız, rakiblerimiz, kâfirler, müşrikler, münafıklar topluca çalışıyorlar. Hanım dernekleri kuruyorlar, teşkilatlar kuruyorlar, misyonerlik yapıyorlar... Hastabakıcılık yapıyorlar... Sizin bildiğiniz, okuduğunuz veya bizim dahi bilmediğimiz ince ince hesaplarla, usüllerle çalışıyorlar. Müslümanları hristiyan yapmağa çalışıyorlar. Kendi işlerini yürütmeğe, menfaatlerini temin etmeğe çalışıyorlar.

Onlar öyle çalışırken ve dünyada bir çok hasmımız, rakibimiz varken, bizim de çok çalışmamız gerekiyor. Bu çalışmaların içinde erkekler vazifesini yaparken, hanımlar yapmazsa, iş yarım kalıyor.

Bu bakımdan biz, dini bir topluluk olarak, Allah'ın rızasını arayan insanlar olarak kendi zümremizde, kendi camiamızda bu çalışmaların yapılmasını sağlamaya gayret ettik. Seneler önce, dedik ki:

"--Hanımlarımız, hanım kızlarımız, hanımların yetişmesiyle ilgili fikirleri derleyip toplamak, anlayıp anlatmak için bir dergi kurun bakalım!" dedik.

Benim İlâhiyat Fakültesi'nden talebelerim --Allah razı olsun-- çalıştılar, Türkiye'nin en devamlı, bayrağı yere düşürmeyen, en güzel, İslâmî hizmetleri en güzel yapan kadın dergilerinden birisi olan Kadın ve Aile dergisini çıkarttılar. Bununla İslâmî hizmetlerin şuurunu yaymağa çalıştık.

Yâni, "Her hanım İslâm için çalışmalı... Kendilerine göre yapılacak hizmetler var... Pantolon giyip, erkeklerin arasına karışıp, erkekleşip çalışmak değil; hanım hanım, müslüman müslüman çalışacak, yapacak işleri var!" dedik.

Sonra, "Bu çalışmaların evden yapılması, tek başına yapılması yerine, dernek olarak toplanın, cemiyetler kurun, dernekler kurun çalışmalarınızı böyle yapın!" dedik.

Allah hepinizden razı olsun, bütün çalışanlardan razı olsun; bu da oldu. Hem dergimiz çıktı, çıkıyor, devam ediyor; tavsiye ederim, okuyun!.. Yaptığınız bütün çalışmalarda, ortaya konmuş çalışmalardan haberiniz olsun ve onların reklâmını, ilânını, propagandasını, tanıtımını yapın ki, hizmetler daha çok olsun...

Biz dergilerimizi çıkartırken kâr amacı gütmedik, sevap amacı güttük. Dergilerimiz zaten kâr etmiyor, ama sevap kazanıyor. Dergimizi okuyup, başını örtüp namaza başlayan çok insanlar var... Bana mektup gönderiyorlar. Kazancımız onlar...

O bakımdan hepinizin nerede bir kadın derneği kurulmuşsa dergimizi de tanıması lâzım, yaptığımız radyo yayınlarını da tanıması lâzım, onları da tanıtması lâzım!.. Onlarla ilgili olmadan bir kadın derneği kurulmuş, dergimizi tanımıyor... Öteki kadın derneklerini tanımıyor, radyomuzu tanımıyor.

Şu kadarcık aklıyla az bir şey yapar. Türkiye'deki bütün müslümanların düşünüp, müslümanların efkâr-ı umûmiyesinin bulduğu hakîkatleri onlar bulamaz. Onun için, dergiyi okuyacaklar, dergiyi takip edecekler.

Sonra radyo kurduk. Elhamdü lillâh radyomuz Norveç'ten Orta Asya'ya kadar, Afrika'dan Mekke'ye kadar dinleniyor. Radyomuzu dinleyeceksiniz! Walkman'ınız belinizde olacak, kulaklık kulağınızda olacak, radyoyu dinleyeceksiniz!..

Neden?.. Çalışırken öğrenmek için, ev işi yaparken öğrenmek için, sevap kazanmak için, bilgilenmek için, zamanınızın boş geçmemesi için...

Onun için ben radyomuzu tanımayan bir kadın derneğini tanımıyorum. Dergimizi tanımayan bir kadın derneğini tanımıyorum, ayıplıyorum. Öyle şey olmaz!..

Birbirini tanımayan hanım kardeşlerimi ayıplıyorum. Mutlaka birbirinizi tanıyın, bu gibi toplantılara, çalışmalara iştirak edin! Böyle çalışmaları destekleyin! Böyle çalışmalarda gösterilen hedeflere doğru çalışmalarınızı yapın!...

Demek ki dergi çıkarttık, dernekler kurduk. Ben şuanda Türkiye sathındaki kadın derneklerimizin miktarını çok iyi bilemiyorum ama, çok kadın derneğimiz var... Her yerde kadın derneği kurulsun dediğimiz için, --kuranlardan Allah razı olsun-- her yerde kadın derneği kuruyor evlatlarımız, kızlarımız, hanımlarımız, kardeşlerimiz...

Sonra bunlar tabii, çok büyük hizmetler yapmağa başladılar. Dernek olunca, elbirliğiyle çeşitli İslâmî hizmetler yapılıyor. Ankara'da bulunduğumuz için hatırladım, münâsib olduğu için söylüyorum: Buradaki hanımlar derneğinin faaliyetlerinden çok memnunum... Çünkü, buradaki derneğimiz mensupları çok göz dolduran çalışmalar yaptılar: Ana okulu açtılar, bir takım hizmet şirketleri kurdular. Bir takım konferanslar tertiplediler; gazetelere intikal etti, uluslararası yankılar uyandırdı, komşu ülkelerin elçileri geldiler. Çok çeşitli güzel çalışmalar yaptılar. İslâmî faaliyetlere katkılar yaptılar.

Allah razı olsun... Tabii, zerre kadar hayır boşa gitmeyecek, zerre kadar da şer de cezasız kalmayacak olduğu için...

Hazret-i Ali RA ve KV Efendimiz'in bir latîfesini size bu arada nakledeyim. Hazret-i Ali Efendimiz latîfe yaparak buyurmuş ki:

"--Vallàhi kimseye hiç bir iyilik de yapmadım, hiç bir kötülük de yapmadım!"

Ne demek istemiş?.. Ne kadar iyilikler yaptığını Kur'an-ı Kerim'den, Dehr Sûresi'ndeki ayetlerden biliyoruz; Allah şahid ama, ne demek istiyor?..

İyilik yaptıysa; meselâ yetime yemek verdiyse, dula yemek verdiyse, oruç tuttuysa, ibadet yaptıysa; aslında ona yediriyor ama, kendisi sevap kazanmış oluyor. İyilik yapan kendisine yapmış oluyor. Kötülük yapan insan da kötülüğü karşısındaki insana yapmış olmuyor, kendisine yapmış oluyor.

Diyelim ki, bir insan bir insana zulmetti. Mazlum insan, kötülüğe uğramış insan mı?.. Hayır; mazlum insan Allah'ın sevdiği insan... Mazlum insan sevap alacak, mükâfat alacak, Allah ona yardım edecek. Asıl kötülüğe uğrayan insan, zalimin kendisi... Çünkü, Allah onu cezalandıracak. Allah onun hasmı... "Kısa bir zaman sonra da olsa, belli bir zaman sonra da olsa, ey mazlum, mutlaka ben sana yardım edeceğim, o zalimden senin hakkını alacağım, senin intikamını alacağım!" diye hadis-i kudsîde bildiriliyor.

Demek ki zalim kendisine kötülük yapıyor. Mazlum kötülüğe uğramış değil, o Allah'ın lütfuna mazhar oldu. Öbürü ona zulm yaptı, Allah onu sevdi. Demek ki, aslında bir çeşit mükâfat...

Yine bir garib, güzel menkabe nakledeyim: Tasavvuf büyüklerimizden bir tanesi demiş ki:

"--Kimseyi gıybet etmem amma, gıybet edecek olsam anamı babamı gıybet ederim!"

Neden?.. Gıybet eden kimsenin sevapları gıybet edilen kimseye gidiyor da ondan...

"--Hiç olmazsa anama babama faydam olsun diye, anamı babamı gıybet ederim. Benim sevaplarım, namazlarım, oruçlarım hiç olmazsa anama babama gider." demiş.

Yine bir büyüğümüz, kendisini gıybet eden bir kimseye, çok güzel nadîde meyvalardan bir tepsi meyva göndermiş. Güzel bir hediye göndermiş yâni... Demiş ki:

"--Duydum ki, gıybet edip sevaplarını bana gönderiyormuşsun; bu da benim sana hediyem!" demiş, bir tepsi hediye göndermiş.

Demek ki, aslında mazlum kötülüğe uğramış olmuyor, zalim kötülüğe uğramış oluyor. Onun için Hazret-i Ali Efendimiz buyurmuş ki: "Ömrümde kimseye iyilik etmedim." yâni kendime ettim; "Ömrümde kimseye kötülük etmedim." yâni yapmışsam, kötülüğü kendime etmiş olurum demek istiyor.

Burdan şunu söylemek istiyorum ki: Herkes aslında iyiliği kendisine yapmış oluyor.

Ankaralı hanımlar, kurdukları derneklerle hem talim terbiye, konferans ve çeşitli toplantılarla sevaplı işler yaptılar; hem hanım kardeşlerini bir araya getirdiler, tanıştılar... Çeşitli şirketler kurdular, çeşitli faaliyetler yaptılar; Allah razı olsun... Bunların hepsi kendilerinin kendilerine yapmış oldukları iyilikler...

Kur'an kursu açıyorlar, hafız yetiştirecekler inşaallah... Onun da açılışını burda yapmış olalım; o da hayırlı olsun... Bunların hepsi gayet güzel çalışmalar; Allah razı olsun hepsinden... Öteki daha nice hizmetler yapmağa Allah-u Teâlâ Hazretleri hem beyleri, hem hanımları muvaffak eylesin...

Elbirliğiyle çalıştığımız zaman inşaallah İslâm gelişecek, müslümanlar yükselecek, izzet itibar sahibi olacaklar. Zâten bunun güzel emarelerini de görüyoruz. Elhamdü lillâh, seviniyoruz, güzel gelişmeler var... Müslümanların hem yurt içinde, hem de dünyaya yönelik çalışmalarında çok ümit verici gelişmeler var...

Bunun yanında biz güzel çalışmalar yaptıkça, kâfirlerin de, düşmanların da yaptıkları saldırılar var: Sırpların saldırısı, Rusların saldırısı, Yunanlıların zulmü, Yahudilerin binbir türlü mel'anetleri... Onlar da bize ibret oluyor.

Demek ki, boş durmamamız lâzım! Demek ki, çalışmamız lâzım!.. Demek ki etrafımızda bizim canımıza kasdeden, dinimize kasdeden çok büyük düşmanlar var... Aman ona göre hepilmiz çok çalışmalıyız diye onlar da bize bir uyarı oluyor.

Allah-u Teâlâ Hazretleri bize, size, hepinize hakkı hak olarak göstersin, ona uymayı nasib eylesin... Batılı batıl olarak görüp ondan korunmayı nasib eylesin... Ömrümüz boyunca sevaplı işler yapmayı nasib eylesin... Ömrümü boyunca şeytandan, nefisten, günahlardan, haramlardan, bizi, çoluk çocuğumuzu ve sevdiklerimizi, camiamızı, zümremizi, ümmetimizi korusun... Allah-u Teâlâ Hazretleri sizleri, bizleri ve bütün müslüman kardeşlerimizi hem bu dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar eylesin... Dünyanın ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirsin... Dünyanın ve ahiretin her türlü şerlerinden korusun...

Hepinize dualar ediyorum, hepinizi tebrik ediyorum. Hepinizin Allah'ın sevgili kulu olmasını diliyorum.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

2. 10. 1996 - ANKARA