Prof. dr. Mahmud Es'ad COŞAN
FELAKETLER KAPIYI ÇALMADAN...
Çalışmalarımızın Rabbimizin rızâsına uygun ve, dünya ve ahiret saadetini kazanmamıza götürücü olması için, bir Fatiha - üç İhlâs-ı Şerif okuyup, Peygamber Efendimiz'e, ashâbına, âline, etbâına; geçmişlerimize, sâdât ve meşâyih-i turûk-u aliyyemize, evliyâullah büyüklerimize, Hacı Bayram-ı Velî'ye, Hüseyin Gazi'ye, vesâir burada medfun bulunan evliyâullahın ruhlarına hediye edip; o mübâreklerin himmet ve teveccühlerini talep ve niyâz eyleyip öyle başlayalım:
..................
...... çok mühim olaylarını yaşıyor. Bizim gördüğümüz olayların içinde, en ciddî olayların cereyan ettiği; büyük gelişmelerin, menfî veya müsbet önemli gelişmelerin beklendiği günlerde yaşıyoruz.
Biz bu günleri, bir iki seneden beri olayların akışından tahmin ederek söylüyorduk. Türkiye'nin Bosna-Hersek gibi etrafı düşmanlarla çevrili bir devlet olarak, orası gibi bir sıkıntıya düşmemesi için neler yapabiliriz diye eskiden beri alenî büyük toplantılar yapmıştık, yapıyoruz; çalışmalar yapıyoruz. Bu saklı ve gizli bir şey değil... Bil'akis herkesin bilmesi gerektiği için alenî olması lâzım böyle şeylerin...
Onun için Nevşehir'de Dedeman otelinde, bir sene önceden bu gibi şeyleri çok net olarak konuştuk. Ve hattâ dedik ki, "Hanımların bile olağanüstü şartlara alışması lâzım!.. İlkyardım kitapları filân yazalım, bu konuda hanımları dahi bilgilendirelim!" dedik. Sanıyorum kardeşimiz Dr. Metin bey bir ilkyardım kitabı bile hazırladı. Bizim İstanbul'daki müesseselerimizde ilkyardım kursları verildi hanımlara... Yâni, hayata yetiştirmek için, alıştırmak için; hayatın binbir türlü, iyi-kötü günlerine, şartlarına uydurmak için... Zaten dergimizde de "Tehlikelere hazırlıklı mısınız?" diye, "Savaş ve İlkyardım" kitabını hediye olarak verdiğimizi göstermişiz.
Şimdi memleketin başına çok ters, çok yeteneksiz, çok kötü vasıflı insanlar yönetici olarak geçti. Çok net bu, gayet âşikâr... Hattâ meclisin içinde anarşistler olduğunu gazeteler yazdı artık... Biz söylüyorduk da, sonradan, bizim söylememizden bir sene sonra gazetelere döküldü iş... Aleniyete çıktı ve hattâ adliyeye intikal etti de, bazı insanlar hapsedildi. Hükümetin yöneticileri içinde de yaptıkları icraatlar dolayısıyla, son derece kötü icraat yapan, çok kötü puan alan insanlar var... Kendilerinden önceki devrelerdeki müsbet pozisyonlar sür'atle değişti.
Bugün Türkiye, hem hazinesi bomboş bir ülke... Döviz rezervleri tükenmiş, ekonomisi berbat, dış borçları artmış... İçte her türlü düzensizlik, rüşvet, adam kayırma, suistîmal... Dış politikada muazzam beceriksizlikler ve millî menfaatlere aykırı icraatlarla karşı karşıya gelmiş durumdayız. En son rezâlet Kıbrıs konusunda koptu ve ayyuka çıktı. İşte bugünkü gazetelerin hepsinde de başlıklarda aşağı yukarı bu konular var...
Hatırlıyorum şimdi, Allah affetsin... Biz dergileri çıkarıyoruz. Bizim dergi çalışmalarımıza bakıp da başka kimseler de dergi çalışmalarına filân girdiler. Yâni biz böylece, İslâmî kesimi basın hayatına sürüklemiş gibi de olduk. Rekabet hissiyle, daha iyisini yapacağız duygusuyla, biz de yapalım duygusuyla onun var da bizim niye yok duygusuyla çeşitli şeyler oldu. Bir dergi çıkarken bir cümlesi, --o kadar laf kalabalığı arasında-- bana çok acı bir cümle olarak geldi: "Biz felâket tellallığı yapmayacağız!" diyordu. İyi ama felâket varsa, felâket ikazcılığı niye yapmayacaksın?.. Yolun ortasındaki bir kimseye, "Bak karşıdan araba geliyor, dikkat et, çarpmasın!" demek lâzım değil mi?.. "Yolun üstünde oynama, kenara çekil!" demek lâzım değil mi?.. Bunu yapmayacaksın da, ondan sonra araba gelip çarpınca bayram mı edeceksin?..
Demek ki, bazı kimseler bizi, lüzumsuz heyecan ile felâket tellallığı yapan insanlar olarak görüyorlarmış. Onu anladık yâni, o ifadelerden... Keşke onlar haklı olsaydı da, biz haksız olsaydık!.. Keşke bu felâketler olmasaydı da, gazeteler bugün bu gündemlerle, bu koca koca, pabuç gibi harflerle çıkmasaydı!..
Bu şunu gösteriyor: Elhamdü lillâh, Allah'a hamd ü senâlar olsun, grubumuz Allah rızası için çalıştığı için, bilimsel çalıştığı için, seviyesi ve kalitesi yüksek olduğu için olayları görebiliyor. Olayların gelişinden, çarşambanın gelişinden perşembenin ne olduğunu görebiliyor. Bu onu gösteriyor, başka bir şey değil...
Tabii biz, "Kadın ve Aile" dergimizin bu sayısında da kapağa yazmışız: "Felâketler Kapıyı Çalmadan..." Bizim çeşitli vakıflarımız içinde "Sağlık Vakfı" da var; sağlığı da korumak istiyoruz. Halkımızın sağlığını, ihvanımızın sağlığını korumak istiyoruz. Ama biz, hasta olmadan korumak istiyoruz insanları... Hıfzıssıhha, hijyen dediğimiz şeye daha büyük önem vermek gerektiğini düşünüyoruz. Hıfzıssıhha daha ucuz, tedâvi çok pahalı... Bugünkü gazetelerde böyle bilmem kaç milyonluk, bilmem kaç milyonluk ilaçların resimleri vardı. İnsan hasta olmayagörsün, bir kanserin ilâcı bilmem ne kadar?.. Bir bilmem nenin ilâcı bilmem ne kadar?.. Yâni bir insanın malını mülkünü, mal varlığını, her şeyini sürükleyip götürecek bir şey...
Biz hıfzıssıhhaya, hasta olduktan sonra tedaviden daha büyük önem veriyoruz. "Mühim olan insanın sıhhatli kalması; hasta olduktan sonra hastalığının tedavi edilmesi için uğraşmak değil!" diye, hıfzıssıhhaya önem veriyoruz.
Toplum olaylarında da hıfzıssıhhaya önem veriyoruz. Yâni olaylar gelmeden, olayları engellemeye önem veriyoruz. Çünkü, olayların gelmeden engellenmesi için yapılan masraflar çok azdır. Ama olay patlak verdikten sonra, savaşta atılan bir merminin muazzam bir masrafı vardır, bir bombanın muazzam bir masrafı vardır... Bir jet uçağının kaç tane okula bedel, koleje bedel fiatı vardır.
--Bir jet uçağı ne kadar?.. Bir rakam verin. Bir kolej beş milyara mal oluyor. Bir jet uçağıyla kaç tane okul yapabiliriz?..
--Onbin tane... (dediler.)
Onbin tane okulla biz dünyayı müslüman ederiz, Allah'ın izniyle... Onbin tane okulu oraya, oraya açsak da İslâm'ı öğretsek; birer salon açsak da İslâm'ı anlatan bir adam gitse, "İsteyen gelsin dinlesin, ben sadece İslâm'ı anlatacağım!" dese, dünyayı İslâm'a âşinâ kılarız. Ama bir savaş olunca kaç tane uçak düşüyor, kaç tane gemi batıyor, kaç tane can telef oluyor, kaç tane ev yıkılıyor?.. Ülke harab oluyor... O halde, savaş gelmeden savaşı engellemek çok önemli!.. Bizim derdimiz o...
Sanıyoruz ki, bugünkü Türkiye'nin insanının, yaşayan her ferdinin en büyük görevi, savaşın gelmemesini sağlamak; savaş olmadan tehlikeleri savuşturmaya çalışmak... Bu artık hepimizin mesleğinin üstünde bir hizmet oldu. Yâni, doktorluk da bir kenarda kaldı, hocalık da bir kenarda kaldı; şeyhlik de, müridlik de bir kenarda kaldı; asistanlık, doçentlik, profesörlük de bir kenarda kaldı; esnaflık, tüccarlık da... Çünkü, karşımızda korkunç düşmanlar var!..
Slav birliğiyle koca bir Balkanlar ve Rusya... Ortodoks birliğini de arkasına aldı. Ermenilerin ve Yunanlıların destekçisi koca bir Avrupa ve Amerika ile karşı karşıyayız... Bizi birbirimize kırdırmak için içimizdeki çeşitli fitneleri uyandıranlar onlar... Onların bir dezavantajları var: Ölümden çok korkuyorlar, kendileri doğrudan doğruya bu işin içine girmek istemiyorlar. Ve en büyük kurnazlık da bizi birbirimize kırdırmak... Dünya halklarını da böyle yapıyorlar, birbirine kırdırıyorlar. O gerilla grubunu destekleyip bunu kırdırıp, bunu destekleyip ötekisini kırdırmak sûretiyle... Dünyanın her yerindeki şeyleri bu...
Güney Afrika'da kıymetli madenler var, uranyum var, elmas var, altın var... Görüyorsunuz yaptıklarını... Bugünkü gazetelerde de var, geçen gün 170 tane hastayı, doktoru bir kabile basmış, tıkır tıkır öldürmüş. Yâni, böyle hunharlıklar var... Yine televizyonlarda görmüşsünüzdür; adam otların arasından çıkıyor, kafasına birisi bir taş vuruyor, ötekisi bir daha taş vuruyor... Nasıl canlı sahneleri yakalamışlar; bilmiyorum onları gördünüz mü?.. Güney Afrika'daki olaylar... Korkunç şeyler yaptırıyorlar.
Tabii, bizim bu oyunlara gelmememiz lâzım!.. Gelmememiz için de, sosyal bünyemizin çok kuvvetli olması lâzım!.. Sosyal bünyenin çok kuvvetli olması için de, sosyal bünyeyi bir arada tutacak çok kuvvetli elemanların olması lâzım!.. Çimento gibi, beton gibi sağlam, bünyânün mersûs gibi olması için, kuvvetli elemanlara ihtiyaç var... Bu meseleleri anlamış insanlara ihtiyaç var...
Şimdi biz bu fonksiyonu görme durumundayız. Türkiye üzerinde ve dünya üzerinde müslümanların başında dolaşan belâları def etmek için çalışma durumundayız. Yarın öbürgün, paralar pullar da para etmeyecek duruma gelebilir. Zaten Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin âdet-i ilâhiyyesi olarak, ilkönce imtihan para vererek belâları def etme şeyinden başlıyor: Çalışın, para verin, müessese kurun; belâlar def olsun!.. O olmadığı zaman, cana geliyor. O da yapılmadığı zaman, ülkenin bütünü gidiyor; memleket vs. kalmıyor.
O bakımdan, şu başlık çok güzel: Felâketler Kapıyı Çalmadan... Bunun arkası nokta nokta nokta... Ne yapmak gerektiğini içerdeki şeylerden okuyarak anlayacağız, veyahut düşünerek bulacağız. Allah-u Teâlâ Hazretleri müslümanlara basiret ihsan etsin... Devir, zaman son derece kritik!..
Burada bir şey var: Müslümanlar --benim görüşüme göre-- hem çok uyanık olacak, hem de tam derviş olacak!.. Derviş olmayınca bu meseleler çözülemez. Yunus Emre gibi olacak!.. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi olacak!.. Anadoluda'ki o hercümerci, keşmekeşi tasavvufî düşünce derledi, toparladı. Anadolu'nun parça parça olan tevâifül mülûkünü, beyliklerini tasavvuf topladı. Bir idare etrafında topladı ve birbirleriyle dost haline getirdi. Bir büyük devlet-i aliyye haline getirdi.
Onun için, bizim tasavvufî ahlâka; yâni, Allah'ın razı olduğu ahlâk-ı Muhammediyyeye sahib olarak çalışmamız lâzım!..
Bize lâikleri kışkırtıyorlar şu anda... Ve bütün kalburüstü isimler, kaşarlanmış şahıslar, büyük şöhret olarak ortada dolaşan insanlar; memleketin ekonomisi iyiymiş, dış politikası iyiymiş, iç politikası yerli yerindeymiş gibi, her şeyi bırakmış lâiklik yaygarasıyla ortaya çıkıyorlar ve müslümanlar yönelik bir takım tedbirler grubu ile bize zarar vermek istiyorlar. İmam-hatip okullarını kapatmak, radyoları engellemek, müslümanların müesseselerini dağıtmak, gelişmesini durdurmak, dışlamak... filân gibi bir hazırlık içinde olduklarını görüyoruz.
Bir taraftan da, "Memleketin durumu 12 eylülden daha fenâdır. Binâen aleyh, ihtilâl yapılmalıdır!" filân gibi, orduyu müdaheleye ve ihtilâle; veyahut, onlara göre düşman olan kurumlara karşı sert tedbirler almaya yöneltmek isteyen bir hava var... Bu da çok önemli... Doğrudan doğruya da bizimle ilgili tabii, netice itibariyle... O bakımdan Allah-u Teâlâ Hazretleri'nden tabii, rahmetini niyaz ederiz. Mağlûb olmamayı temennî ederiz.
Ülkemizin insanının çok acı çektiğini düşünüyoruz; mutlu olmasını temenni ediyoruz. İstenmeyen kötü durumlar başa gelmesin diye dua ediyoruz. Ama bunların olmaması için de, ne yapmak gerekiyorsa, bütün ağırlığımızı ortaya koyarak, onları da yapmamız gerektiğini düşünüyoruz.
Şu anda bizim istemediğimiz ters gelişmeler olmaması için neler yapmak gerekiyorsa, onları düşünmeliyiz. Bir de, "Bütün tedbirlere rağmen en ters şeyler olursa, ne olur?" diye, ona karşı da hazırlıklı olmalıyız.
Birkaç seneden beri söylememize rağmen, muhataplarımızın anlayıp da hazırlandığı kanaatinde değilim. Bu benim görüşüm, izlenimim, müşâhedem... Bu kadar sözü söylüyoruz da masal söylüyoruz, şiir söylüyoruz gibi geliyor millete... İşin ciddiyetini hâlâ derk edemiyorlar, idrak edemiyorlar. Hâlâ ciddî bir şey, organizasyon içinde yerini almış değil... Hâlâ hazırlanmış değiller diye görüyorum. Hattâ kendimizi bile şahsen, öyle görüyorum. Allah en kısa zamanda uyanmak nasib etsin...
Şâirin bir sözü var, diyor ki:
Hâzır ol cenge, eğer ister isen sulh ü salâh!
Yâni, "Sulh ve iyi bir hal, salâh-ı hal istersen; her bakımdan sulh, sükûnet, salâh, felâh, hoşluk, iyilik, şenlik, huzur, saadet, mutluluk... böyle şeyler istersen, o zaman tedbirli ol!" diyor. "Cenge hazır ol!" diyor.
Şimdi bu, bizim Türkiye'miz için şu sırada son derece önemli, fevkalâde önemli... Bizi zayıf gördü mü düşman, kıpırdanmaya başlıyor. Kuvvetli gördü mü; siniyor, susuyor, pısıyor. O halde bizim ne yapmamız lâzım?.. Tabii esas şey o... Mâdem iş bu kadar ciddî, ne yapmamız gerek?..
Bizim yurt içinde yapacağımız işler var, yurt dışında yapacağımız işler var... Dünyanın her yerine dağılmışız, elhamdü lillâh... Almanya'da üç milyon Türkiyeli var... Fransa'da dört milyon, Amerika'da yedi milyon müslüman var... Çeşitli İslâm ülkeleri var... Dünyanın her yerinde ezanlar okunuyor, müslümanlar var... Sovyetler Birliği'nde, Bağımsız Devletler Topluluğu içinde de var... Hindistan'da da var, Güneydoğu Asya'da var... Çin'de bile var... Afrika'da var...
Biz bu avantajları, kendimizi korumak ve geliştirmek için nasıl kullanacağımızı düşünmemişiz. Ben on sene kadar önce, belki daha fazla zaman önce --benim talebelerim hatırlarlar-- demiştim ki: "Dünya üzerinde bir devleti seçin kendinize!.. O devletin dilini, kültürünü, tarihini, coğrafyasını öğrenin!.. Oraya gidin! Mümkünse ihtisasınızı orda yapın!.. Hattâ oradan evlenin de, kayınpederiniz, kaynananız olsun; orada eviniz, barkınız olsun!.." demiştim. Bu önemli bir şeydi.
Çünkü, bizim dünyanın her yerinde avantajımız var; dünyanın her yerinde yapacağımız işler ve söyleyeceğimiz söz var, mesajımız var... Bunun yapılması gerekiyordu. Bunu yapan arkadaşlar çıktı. Evliliğini bile böyle bir şeyle yapan arkadaşlar çıktı ama, genel bir şey olmadı bu...
"Türk lehçelerini öğrenin!" diye bir tavsiyemiz olmuştu. Bunu yapan bazı arkadaşlar çıktı. Meselâ, Dr. Metin kardeşimiz Özbekçe'yi öğrendi, bir de Özbekçe hakkında kitap yazdı. Oralara gitti geldi... Ama, herkes aynı şeyi yapmıyor.
Biz grup olarak önemli bir grubuz. Az bir insan değiliz ve kaliteli bir grubuz. Yâni bugün emin olun, Türkiye'yi yöneten insanlar, bizim düşüncelerimize saygı duyuyor ve bizden destek istiyor. Allah'a hamd ü senâlar olsun... Bunu bilmeniz lâzım!.. Yâni biz biraz daha ciddî çalışırsak, dünya politikasında da kısa bir zaman sonra, gündeme tesir edecek hale gelebiliriz. Ama, bunun için çok organize çalışmamız lâzım!.. Leb demeden leblebiyi anlamak lâzım ve işleri ona göre götürmek lâzım!..
Biz işleri götürürken, kardeşlerimizin ekonomik durumlarının ve geçimlerinin bozulmamasını esas alıyoruz. Yâni, "Hocamız şöyle emretti. O halde ben işimi bozayım, şöyle yapayım, böyle yapayım..." deyip, işsiz güçsüz, yardıma muhtaç bir duruma düşmeyi uygun görmüyoruz. Neyi uygun görüyoruz?.. Geçimimizi dahi, hayatımızı idâme için gerekli kazancımızı, maaşımızı dahi idealimiz istikametindeki bir çalışmaya bağlayarak kazanmayı; böylece hem işimizi yürütmeyi, hem de kimseye muhtaç olmadan idealimize hizmet etmeyi düşünüyoruz.
Onun için, "Ticaret çok önemlidir!" dedik. "Güçlerinizi birleştirin!" dedik. "İthalât ve ihracata yönelin!" dedik. İstatistik yapmadım ben ama, çok kardeşlerimiz bize gelip, "Hocam biz emriniz üzerine birleştik, bir firma kurduk; ismini lütfedin!" diye bize isim koydurttular. Ben bir çok böyle müessesenin şu anda çalıştığını biliyorum. Ana okulları, ticârî müesseseler, ihracat-ithalât müesseseleri, inşaat müesseseleri... Bir çok şeyler var... Bunlar güzel gelişmeler...
Yâni memleketin sulh ve sükûn, huzur ve rahat içinde olması, dünyada da aynı şeylerin olması, bizim için iyidir. Gelişmemiz daha hızlı olur.
Biz onun için sükûn ve huzur taraftarıyız. Döğüş ve sertlik taraftarı değiliz. Kavga ve döğüşten, vurma ve kırmadan, dökülecek kanlardan korkarız. Bu bir politik söz değildir, samîmî kanaatimizdir. Fakültedeki hocalığımız zamanında da böyleydi. Bizim kardeşlerimizin, evlatlarımızın bir kısmı şu partiden, bir kısmı bu partiden diye birbirlerine saldırır; sandaly e kırıp, sandalyeleri birbirlerinin kafalarında parçalarlardı.
Biz birisi, ötekisinin burnuna yumruk vursa, yere bir damla kan damlasa, bunun hesabı verilemez derdik. Yâni, bu kafayı uygun görmezdik. Polislerin korkup bir tarafa kaçtığı, silâhların çekilip patladığı zamanda, biz talebelerin arasına girip, onları ayırmağa çalışırdık. Yâni, düşünüyorum da şimdi, hangi akla hizmet ederek o kadar cesur orta yere atılmışız? "Bir kurşun da bize gelseydi ne olurdu?" filân diye düşünemişiz, endişe etmemişiz..
Bize tasavvuf yarıyor, tasavvufî ahlâk yarıyor... Peygamberî ahlâk yarıyor. O bakımdan Efendimiz SAS Hazretleri'nin başarısındaki, İslâm'ı yerleştirmesi ve yaymasındaki o affediciliği, lütfediciliği, gönül kazanıcılığı önemli görüyoruz, doğru görüyoruz ve kalbimiz onunla mütmain oluyor. Yâni, başka bir şeyle mütmain olmuyor. Yüksek sesle konuşmalardan dahi rahatsız oluyoruz. İşi tatlılıkla götürdüğümüz zaman, en günahkâr insanın bile bir mü'min tarafı olduğunu görüyoruz, bize yanaştığını görüyoruz. Hiç ummadığınız insanların, bakıyorsunuz güzel bir şeyleri oluyor. Ama, sertlikle üzerine vardığınız zaman, en akıllı-uslu insanın bile zıvanadan çıkıp delirdiğini, divane olduğunu, zıpırlaştığını da görüyoruz.
Onun için metod olarak, sağlam metod olarak, Allah'ın rızasına uygun metod olarak, yumuşak çalışmayı; şuurlu, akıllı-fikirli çalışmayı, kültürel çalışmayı; kalb kazanıcı, gönül kazanıcı, insan kazanıcı çalışmayı uygun görüyoruz. Ağzımızı açıp da İngiliz'e, Fransız'a, Alman'a bile aleyhte bir şey söylemeyi uygun görmüyoruz. Öyle söylersek bütün Almanlar'ı, İngilizler'i... vs. karşımıza düşman olarak çıkarmış oluruz. İyi taraflarını alıp, onları geliştirmeye çalışmalıyız.
Meselâ, Almanya'da ne kadar müslüman varsa onlarla, Almanya'da İslâmiyet'in yayılabilmesi için neler yapılması gerektiğini konuşup, öyle şeyler yapmalıyız.
Tabii bu gibi şeyler sâfiyâne, saf, ahmakça aldanma mânâsına değil... Şeytanın şeytanlığını bilip, hâinin hâinliğini anlayıp, zâlimin zâlimliğinin karşısında tedbiri alıp, öyle çalışmak gerektiği kanaatindeyiz. Yoksa, ahmakça, enâyice aldatılmak filân gibi bir şey de, müslüman için bahis mevzuu değildir. Çünkü, müslümanın ferâseti de vardır. Ve, müslümanın ferasetinden başkalarının titremesi lâzım, korkması lâzım... Çünkü, Allah'ın nuruyla bakar, gerçekleri görür. Aldanmamak şartıyla, gadre uğramamak şartıyla, kimseye de gadretmeden işimizi götürmek istiyoruz. Böyle çalışmanın daha verimli olduğunu görüyoruz.
Yurt dışında organize olmamız lâzım!.. Tabanımızı sadece Türkiye'nin içine yayarsak, Türkiye'nin sarsıntıları dolayısıyla dar bir tabandaki çalışmalar sekteye uğrayabilir. Binâen aleyh tabanı Türkiye dışına mutlaka genişletmek durumundayız; mutlaka!.. Bu çok önemli! Bunu nasıl yaparsanız, kendiniz de şahsî imkânlarınızla düşünün!..
Mutlaka bir ayağınız yurt dışında olmalı, bir dayanağınız da yurt dışında olmalı!.. Bu Almanya olabilir... Almanya'da babanız vardır, dayınız vardır. Ummadığnız bir ülke olabilir... Avustralya olabilir... Endonezya, Malezya olabilir... Amerika olabilir... Adı sanı duyulmadık mütevâzi bir ülke olabilir. Ama, sizin mutlaka yurt dışında başka bir dayanağınız olsun! Bunu hazırlamağa çalışın!..
Yurt dışına açılmanın çok büyük faydası var... Çok büyük tecrübe kazandırıyor. Bu bir...
İkincisi; mutlaka Türkiye içinde iyi insanları bulup, onlarla bütünleşmek gerekiyor. Bütün iyi insanların bütünleşmesi lâzım, birleşmesi lâzım!.. Onun için muhabbet ziyaretleri yapın!.. Muhabbet sohbetleri yapın!.. Sizin kendinizin olan arkadaşlarınızın dışında, size yakın olan arkadaşlara ziyaretler yapın! Çeşitli gruplarla tanışın!.. Kimseyi suçlamayın!
Çünkü, "İmanın en sağlam temellerinden birisi, "Lâ ilâhe illallah" diyen insandan, onun yakasından elini çekmektir." diyor Peygamber Efendimiz... Bir insan "Lâ ilâhe illallah" diyorsa, sizin elinizden, dilinizden zarar görmemeli... Buna kendinizi alıştırın! Kimseyi gıybet etmemeğe alıştırın!..
Ben bunu kendim bile yapamadım. Bana çeşitli grupları sorarlar, çeşitli şahısları sorarlar... İsimler üzerinde ileri-geri konuşuruz. Yapamıyorum, yapamıyoruz; demek ki kolay olmuyor. Ben bile yapamadığıma göre, siz de yapamıyorsunuz demektir. Yapılamadığı anlaşılıyor ama, buna alışmalıyız. Kimsenin aleyhinde konuşmamağa, iyi taraflarını görmeğe, "Lâ ilâhe illallah" diyenin yakasından elimizi çekmeğe, serbest bırakmağa alışmalıyız. Yakasından tutacaksak, hiç olmazsa kâfirin, müşrikin yakasını tutmalıyız.
Böylece, bir muhabbet genişlemesi, muhabbetle genişleme içinde olmalıyız. Başka gruplarla bütünleşme içinde olmalıyız. Birlik ve beraberliği sağlayıcı çalışmalara önem vermeliyiz. Kırgınlıkları, düşmanlıkları izâle etmeye çalışmalıyız. En düşman olan insanla bile, hediyeleşmek sûretiyle, iyiliğini istemek sûretiyle dostluk kurulabilir, yardımcı olunabilir ve bunun faydası görülebilir.
Ben ilâhiyat fakültesinde bulunurken çok acâib tipte hocalar vardı, çok acâib... Namaz kılmazlar, içki içerler... Kimisi mason, kimisi dinsiz, kimisi ateist, kimisi şöyle, kimisi böyle... İlâhiyat fakültesine yakışmayan ne kadar insan varsa bulabilirdiniz. Hattâ, yüksek ünvanlı bir tane insan bile kolay kolay bulamazdınız. Ama, bizi de böyle bu zihniyetimizle, kimse de orda barındırmazdı ama, büyüklerimizin himmetiyle barındık...
Bir de ben herkese iyilik etmeye çalışırdım: Adam Farsça bilmiyor; bedava Farsça dersi verdim... Arapça bilmiyor; bedava Arapça dersi verdim... Osmanlıca bilmiyor; Osmanlıca dersi verdim... Fakültenin angaryası var, basın yayın sekreterliği; kimse almıyor, çünkü angarya... O angaryayı aldım... vs. O suretle orda tutundum ve destek gördüm. Meslekî kademelerimde çelmeleme olduysa da, tamamıyla engelleme olmadan en yüksek kademeye kadar --elhamdü lillâh-- çıktık.
Şimdi ben Avustralya'ya gittim. Oraya bir doçent de Diyanet tarafından gönderilmiş, ramazanda konuşmalar yapsın diye... Orda karşılaştık. Onun hocası alevî bir hocaydı ve karşı parti zihniyetindendi. Bize karşıydı ve her bakımdan ona zıt insandık. Hattâ, bir bakıma da kavgalı insandık. "Hocam, hiç sizin aleyhinizde söz söylemedi benim hocam!" dedi. Yâni, ben ordan emekli oldum gittim. "Bilimsel yönden gayet iyiydi." filân diye bizleri medhetmiş hattâ... Sevindim. Demek ki, bilimsel yönden kuvvetli olursak, yaptığımız işi güzel yaparsak, mesleğimizde mâhir olursak, çalıştığımız yerde göz doldurucu çalışma yaparsak, vaz geçilmez bir eleman olursak beğeniliyoruz.
Ahmet İyimaya diye bir hukukçu arkadaşımız vardı. Benim bir iki davamada avukatım olmuştu. Sonradan öğrendim ki, eski reis-i cumhur Kenan Evren bile onu kendisine hukuk danışmanı seçmiş. Müslüman adam, beş vakit namazında adam... Öğrendim ki mesleğinde fakülte birincisiymiş, meziyetleri var... Sorulunca, filânca adam en iyi demişler. Evet müslüman ama, olsun; en iyi ya... Onun için aranıyor ve seçiliyor. O bakımdan bu hususlara dikkat etmek gerektiği kanaatindeyim.
Bir de bizim özel grup olarak düşünüp taşınıp aldığımız tedbirler var... Tek başına bir insanın yapamayacağı, ama grubumuzun grup halinde yapabileceği birtakım şeyler var... Biz de bunları oturup kalkıp konuşuyoruz. İstişare heyetlerimiz var; profesörler, ekonomistler, politikacılar, çeşitli insanlar var... Bunları konuşuyoruz. Bizim bu teşebbüslerimize kulak verin, söylediğimiz şeylerin yapılmasında katılımda bulunun!..
Biz bu kararlarımıza varırken, sizden bir şey isterken, hiç bir zaman sizden bize bir menfaat istemiyoruz; bunu iyi bilin!.. "Çıkın paraları, verin bize!.." filân gibi bir şey istemiyoruz. İstiyoruz ki, sizin paranız sizin cebinizde artsın, ekonomik bakımdan kuvvetlenin; öyle bir şey istiyoruz. Konuşurken konuşma üslubumuz bizim kendi aramızda, "Size nasıl faydalı olabiliriz?" diye konuşuyoruz. Onun için biz sizi bir şeye çağırdımız zaman, şöyle yapın filân dediğimiz zaman; bilin ki, sizin mâlî bakımdan menfaatinizedir, sosyal bakımdan menfaatinizedir, sonuçta ahiret bakımından menfaatinize olacaktır.
Onun için bizim grup olarak size olan tavsiyelerimizi, nasihatlerimizi böylece değerlendirin ve katılın!.. Katılımlarınızı tam yapın, gevşeklik göstermeyin!..
Bunları biz zaman zaman dergilerde, bir kampanya halinde açıklıyoruz. Bunlardan birisi neydi: Radyo kuralım demiştik Akbük'te... Bir güzel eğitim toplantısı sonunda, bizim AKRA, Ak Radyo şirketimiz kuruldu. Onun gibi daha başka atılımlarımız ve kuruluşlarımız oldu. Buralardan amaç üç grupta toplanabilir:
1. Maddî kârlılık
2. Sosyal kârlılık
3. Mânevî kârlılık
Maddî kârlılık; sizin cebinize para girmesi... Sosyal kârlılık; cemiyete faydalı bir şey olması, hizmet olması... Meselâ bir çeşme, sosyal bir kârlılık; o çeşmeden herkes istifade ediyor. Siz onu yapıyorsunuz, netice itibariyle toplum istifade ediyor. Mânevî kârlılık; siz ona katıldığınız zaman sevap kazanmış oluyorsunuz.
Onun için bizim atılımlarımızı destekleyin, fikriniz varsa söyleyin; onları da değerlendirelim. Böylece elbirliği ile grup çalışması yapalım.
Biz sizin bu tehlikelere karşı neler yapmanız gerektiğini tâ Körfez Savaşı zamanında hatırlatmıştık. Körfez Harbinin içine biz girecektik, biliyorsunuz. Ama, ordu girmedi. Reisicumhur, coğrafya değişecek diye girmek istiyordu. "Girelim bu harbe, bir taraf olarak!.." demişti, teşvik etmişti. Tabii harbe girince darbe de vuracaktık, darbe de yiyecektik. Öyle bir durum olmadan sıyrıldık o badireden... Ama, ekonomik darbe yedik.
Tabii, onlara karşı bir takım hazırlıklar içinde olmamız gerektiğini söylemiştik. O bizim tavsiyelerimiz, şimdi de aynen geçerlidir; onları nazar-ı dikkate alın!..
Şimdiden elinizde bir tane seyahat çantası olsun, her şahıs başına... Evinizden çıktığınız zaman, içindeki muhtevası belli bir seyahat çantanız olsun.
Şehirde nerde oturacağınıza dikkat edin! Kimlerin arasında oturuyorsunuz, etrafınızda kimler var?..
Olağanüstü bir durum olursa, nerden nereye gitmeniz uygun olur? Köyünüze mi gitmeniz uygun, başka bir yere mi gitmeniz uygun?.. Böyle bir yere olağanüstü durumda gideceğinize; sulh ve sükûn zamanında gidip öyle bir yeri hazırlarsanız, daha iyi olur. Bunlara dikkat edin!
Kendinizi maddeten güçlü kılmaya çalışın, israftan kendinizi koruyun!.. Paranızı lüzumu olmayan yere harcamayın, lüzumlu malzemeleri alın!..
Birbirinizle istişare yapın, toplantılar yapın! Topluluğunuz, grubunuz aktif bir grup olsun!.. Günlük olayları, haftalık olayları oturun, değerlendirin ve sonuçlarına göre tavırlarınızı düzenleyin!..
Tabii, dış politikayla ilgili işler, sizi de aşan işlerdir, devlete ait işlerdir. Belki müslüman devlerinin teşkil ettiği gruba ait işlerdir biraz da... Bizim devletimize ait bir iş olmaktan da ötedir. Oralarda sizin yapacağınız şeyler şu anda olmayabilir. Ama mesleği dolayısıyla, oralarda da tesiri olabilecek kardeşlerimiz de var... Bakanlık yapmış, mesleği bu şeylere yakın kardeşlerimiz var... Onlar da o konularda çeşitli çalışmalar yaparlar.
Allah bu üzüntülü sıkıntılı günleri gidersin... Çok üzüntülü, çok sıkıntılı da değil... Elhamdü lillâh hepimizin evi var, barkı var, işi var, gücü var, meşguliyeti var... Henüz huzur içerisindeyiz ama, akıllı insan olaylar olmadan önce tedbir alır. Olduktan sonra ne yapacağım diye başını iki elinin arasına alıp, kara kara düşünmez, önceden düşünür. Bunu şimdi ben söylüyorum: Bir şeyler olabilir; olmasın diye tedbir alalım!.. Sıhhatimiz bozulmasın; bozulduktan sonra tedâviye kalkışmayalım. Önceden, bozulmasın diye çareler bulalım.
En çok kadınlarımızdan korkuyoruz. Bugünkü Bosna-Hersek olayları bunu gösterdi. Kadınların ve kızların durumu çok zor... Sen cepheye gider çarpışırsın, yaralanırsın, ölürsün, şehid olursun; tamam... Ama arkada kalan çocukların ve kadınların durumu ne olacak?.. Bosna-Hersek'teki kadınların durumu ne oluyor?!.. Erkekleri ölen, silâhı biten insanlar ne yapar?.. Ne yapmalı, nasıl bir şey yapılabilir?.. Bunları düşünmenizi istiyoruz.
Hem zor günlere göre kadınlarınızı dirençli, cesaretli, her zor şartta ne yapacağını bilen, moralini bozmadan yapması gereken şeyleri yapan insanlar olarak yetiştirmenizi istiyoruz, kadınlarınızı ve çocuklarınızı... Hem de tabii memleketin bir çok meselesi var... Bu meselelerde bizim şu sıralarda ağırlığımızı koymamız gerekebilir, gerekecek durumlar olabilir.
Memleket meselelerinin güzel çözümlerini, gerekli bir emr-i ma'ruf nehy-i münker vazifesi olarak tanıdıklarınıza, dostlarınıza, yakınlarınıza, akrabalarınıza anlatın!.. Akrabanız bir albay olabilir, bir general olabilir, bir müdür olabilir, bakanlıkta yüksek bir memur olabilir... Onlarla konuşup onların fikrini hayra çevirmek dahi bir hizmettir.
Şahsen neler yapabileceğinizi düşünebilirsiniz. Bir çok şey de yapılabilir ve damla damla, bu küçük küçük şeyler biriktiği zaman güzel bir sonuç da ortaya çıkar.
Ana amaçlarımız:
1. Türkiye'nin birliğini beraberliğini bozmamak... Türkiye'de bir iç savaşın çıkmamasını sağlamak...
2. Türkiye'nin bazı yerlerinin gayrimüslimlere kaptırılmamasını sağlamak; Kıbrıs'ın, İstanbul'un, Anadolu'nun şurasının veya burasının...
3. Türkiye'nin dışındaki müslümanların sahib olduğu yerlerin, müslümanların elinden çıkmamasını sağlamak... Çıkanların tekrar müslümanların eline gelmesini sağlamak...
4. Yurtdışındaki gruplara yönelik yapabileceğimiz çalışmaları düşünüp onları yapmak, onları desteklemek...
Allah yardımcımız olsun... Daha güzel günler göstersin... İslâm'ın yüceldiğini ve müslümanların mutlu olduğunu görmeyi Cenâb-ı Hak cümlemize nasib eylesin...
26 Nisan 1994 - Ankara