İKİNCİ KISIM

 Servet ve zenginliği kolaylaştıran ve celb eden evrâdı, fakirliği ve belâyı mucib olan sebebleri beyân eder.

Servet ve zenginliği kolaylaştıran en mühim sebeblerden biri, sabahın erken vaktında işe başlamakdır. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz

 

(Allahümme bârik li ümmeti fi bükûrihâ) buyurmuşlardır.

Manası: "Ey benim Allahım, Ümmetimin sabahleyin işlerine bereket ihsan et," demekdir.

Efendimiz (S.A.S.) muharebeye asker göndereceklerinde sabahın erken saatlerinde gönderirlerdi. Bu Hadîs-i şerifi rivayet eden (Sahr ibn-i Vedâa) hazretleri ticâretle meşgul olduğundan, dâima ticâret mallarını sabahın erken saatlerinde sevk ederdiler. Kendisi Peygamber (S.A.S.) Efendimizin yukarıdaki duâları sayesinde büyük servet sahibi olmuş zâtlardandır.

Servet ve zenginliği celb eden sebeblerin en mühimlerinden biri de, sıla-i rahimdir. Ya'ni akrabâ ve dostlara mâlen, bedenen, kalben, huzurlarında ve gıyablarında, derece ve lüzumuna göre, her türlü iyiliği yapmağa çalışmakdır.

Sıla-i rahim dost ve akrabaları bizzat veya mektubla ziyâret ve hatırları almak manasına gelirse de, onların yardımlarına koşmak ve her vesiyle ile hediyeleşerek, gönüllerini kazanmak da, sıla-i rahmin manasında mündemicdir.

Sıla-i rahim en büyük farzlardan olub terk edenleri Cenâb-ı Hak Sûre-i Muhammed'de lanet etmişdir.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz Hazretleri, sıla-i rahimin ömür ve servetin artmasına sebeb olacağını şu hadîs-i şerifle beyan buyurmuşlardır.

(Men serrehû yümedde lehû fî umurihî ve yüzâde fı rızkıhî, fe'1-yeberre vâlideyhi ve'1-yasıl rahımehû).

Manası: "Her kim ömrünün uzun ve rızkının genişliğinden sevinç duyarsa, anasına ve babasına itaat ve akrabalarına iyilikde bulunsun," demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde, "birbirleriyle hüsn-ü muaşeret de bulunan âileler, ihtiyaç belâsını görmezler," buyurulmuşdur. Ne yazık ki, bugünün müslümanlarını, en çok fakirliğe ve geçimsizliğe düşüren, bol kazançlardan mahrum eden şey, sıla-i rahmi ihmâl etmeleridir.

Bir çokları yakın akrabalarını zaruret içinde gördükleri halde, sefahate sarf ettikleri paraların onda birini bile onlara vermeğe kıyamazlar. Yakınlarına karşı olan bu âlâkasızlık ve duygusuzluk yüzünden, kendilerinin gerilemede ve akrabalarının da sefâlet içinde bulundukları ve bu sebeble milli iktisâdiyâtın çok zarar gördüğü inkâr edilemez bir hakikatdır.

Bu yüzden millî servet ve ticâretin büyük kısmı, gayrı müslimlerin ellerine geçmişdir. İstanbul'a hicret eden beyaz rusların sefaletini gören hristiyan dindaşları kârlarından bir kısmını onlara terk ederek müslümanlara sattıklarından daha ucuza bunlara mal vermek suretiyle yardımda bulundukları, çoklarımıza ma'lumdur.

Müslüman ahlâk ve adâtından olan bu hal, bu asırda gayr-i müslimlere intikal ederken, islâmın her bakımından mükemmel olan meziyyetlerini idrakden gâfil, kalın kafalı, inat câhiller bu geriliği İslâm Dinine yükleyip hâlen uğradıkları zilletin nereden geldiğini idrâkden âcizdirler.

Malı ve bereketini artıran sebeblerden biri de, sadakayı muhtaç olanlardan esirgememekdir. Nitekim muhtaç olmadığı halde dilenmenin fakirliği da'vet ettiği aşağıdaki hadîs-i şerifde pek açık görülmektedir.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz

 

(Mâ nakase mâlü abdin min sadakatin ve lâ zulime abdün mazlemeten sabere aleyhâ illâ zâdehul-lâhü ızzen ve la fete- ha abdün bâbe mes'eletin illâ fetehallâhü aleyhi bâbe fakrin) buyurmuşlardır.

Manası: "Hiç bir kulun malı, sadaka vermekden dolayı eksilmez. (Kuyunun suyu çekdikçe arttığı gibi, mal sadaka verdikçe artar.) Bir kul zulme ma'ruz kalır da sabr ederse, Cenâb-ı Hak bu sabırdan dolayı o kulun itibarını artırır. Bir kul da ihtiyacı olmadan dilenciliğe devam ederse, Cenâb-ı Hak ona fakirlik kapısını açar," demekdir.

Ticâret, sanâyi ve zirâatde, müslümanların ilerlemesine engel olan başlıca sebeblerden biri de, fukaranın hakkını saklamakla ellerindeki malın telef olmasına ve hiç değilse, bereketinin zâyi olmasına sebep olmalarıdır. Gayr-i müslimlerin terakki ettikleri gibi, biz de zekat vermeden terakki ederiz hülyası, cehil ahmaklıkdan ileri gelmekdedir. Çünki gayr-i müslimler zekât ile mükellef değildirler ki bu yüzden zarar görsünler. Zekât verenlerin bir çokları da nefislerinin arzusuna uyub, fukarânın hakkını unutarak, ellerinde kalmış satılmaz hâle gelmiş mallan zekât olarak verirler. Yine bir çokları da hakîki ihtiyaç sahiblerini bırakıb, dost ve sevdiklerine verirler. Bu suretle zekâtta dahî iltimas ederler. Bir kısmı da, zaruret içinde olan ve hâlini kimseye bildirmeyen, akrâbâ ve komşuları olduğu halde, onları görmeyib, kendisine zilletle el açan ve dilenciliği meslek edinen yüzsüzlere, müstahak zannıyla verirler.

Halbuki, Efendimiz (S.A.S.) Hazretleri "Bir iki lokma ile geri çevirdiğin kimse fukarâ değildir. Belki fukara o tanınmayan kimselerdir ki kimseye el uzatmaz ve halini insanların bilmemesinden dolayı da faydalanamazlar. İşte Cenâb-ı Hak bu türlü fukarayı arayıp bulmayı ve bunlara ihsan etmeyi emir buyuruyor.

Efendimiz (S.A.S.) de,

 

(Men eddâ zekâte mâlihi fekad zehebe şerruhû) buyurmuşlardır.

Manası: "Zekâtı verilen malın şerri gider." Ya'ni malın bereketini giderecek fena kısmı zail olur, demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde 

(Hassınû emvâleküm bi'z-zekâti) buyurdular.

Manası: "Zekâtını vermekle mallarınızı koruyunuz," demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde

 

(Mâ hâlatat es-sadakatü evizzekâtü mâlen illâ efsedethü) buyurdular.

Manası: "Fukaranın hakkı olan sadaka veyâ zekât maldan ayrılmayıp da, malın içinde kalırsa, muhakkak o malı ifsad eder." Ya'ni helakine sebeb olur, demekdir.

 

(Mâ telife mâlün fi berrin ve lâ bahrin illâ bihabsiz- zekâti) hadîs-i şerifi de bunu isbat eder.

Manası: "Karada ve denizde mal, ancak zekâtı verilmediği için telef olur." demekdir. Bu hadîs-i şerife ayrıca şu mana da verilmiş ve bunu İmâm-ı Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleri de kabul etmişdir. (Sadaka ve zekâtı, müstahak olmayan biri alır da malına katarsa, malını ifsad ve mahv eder) demekdir.

Gerek bu manâda ve gerek evvelki ma'nâda da olsa, ikisi de hakıykate mutabıkdır. Zekât ve sadaka Allahın emirlerine uygun olarak verilirse malı artırır. Ve sahibini sâadete kavuşdurur.

Peygamber (S.A.S.) Efendimiz, Eshâb-ı Kiramdan birine

(Enfık yünfıki'llâhü aleyke) buyurmuşlardır.

Manası: "Sen Allah rızası için âilene ve muhtaçlara ver ki, Allâhü Teâlâ da sana versin" demekdir. Bu emr-i peygamberîye uyan o zât-i şerif: "Bundan sonra bütün âilemin en zengini ben oldum" diye iddia ederdi.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz Esma bint-i Âmîsî Hazretlerine

(La tûkî fe yûkâ aleyke) buyurmuşlardır.

Manası: "Hasis (eli sıkı, cimri) olma ki Cenâb-ı Hak da sana ayni muameleyi yapar da, evinin bereketi gider," dimekdir. Bundan maksad, israfa kaçmamak şartıyla âilenize sarf etmeğe teşvikdir. Bu ise büyük bir irâde ve idâre işidir.

Birçok müsrifler hayırlı işlere yüz lira vermeğe kıyamazlar da, lüzumsuz yerlere binleri vermekden sakınmazlar, bu halde de kendilerini, Cenâb-ı Hakkın mükrim ve hayır sever kullarından olduklarını sanırlar. Halbuki Kur'an-ı Kerîm bunlar hakkında şeytanın kardaşlarıdır buyurur.

Zenginliğin elde edilmesinde başlıca âmil, ticâret ve sanâyi'dir. Müslümanların sıkıntı ve felâket zamanlarında hazırlıklı ve kuvvetli olmaları için en çok önem vermeleri lâzım olan bir şey varsa o da ticâret ve sanayi'de ilerlemekdir.

Cenâb-ı Hak yer yüzünde, meşru ve zenginliğe giden yollardan en güzelini, dürüst ve doğru yapılan ticâret ve sanâyiin yolu olarak halk etmişdir. Bu konuda efendimiz (S.A.S.) "Rızık on kısmıdır, dokuzu ticârette; biri de zirâattedir" buyurarak bizleri irşad ve ikâz buyurmuşlardır.

Bundan da anlıyoruz ki, ticâretin bereketi, zirâatten dokuz misli daha fazladır. Bu düstûru maalesef gayr-i müslimler bizden daha iyi anlamış ve takdir etmişlerdir ki, bu gün ticâret ve sanâyi alanlarında bizi fersah fersah geride bırakarak, refâh ve zenginliğin zirvesine ulaşmışlardır. Bizler ise hâlâ babadan kalma kara sapanın peşinde ömür çürütüp gideriz. Onu da bugünün fennî usullerini rehber alarak yapabilsek ne mutlu.

Dünyâ zirâatının da temâmen makineleşmiş ve ilmî bilgilerle teçhiz edilmiş olarak sür'atle ilerlediği bu asırda biz hâlâ pulluk sapan devrini yaşamakla meşgulüz. Ne acı ne acı değil mi?

Sonra da kusur ve kabahatin dinde olduğuna hükmedenlere hak verilmesine sebep oluruz. Halbuki, Cenâb-ı Peygamber Efendimiz

 

(Fe in sadaka'l-bâyi'âni ve beyyennâ bûrike lehümâ fî bey'îhimâ ve in ketemâ ve kezebâ fe asâ en yerbehâ ribhan ve yümhakâ berekete bey'ıhimâ el-yemîmü'1-fâciratü münfi-katün li's-sil'âti mümhıkatün li'-kesbi) hadîs-i şerifiyle beyân buyurmuşlardır.

Manası: "Satıcı müşteri ile alış verişlerinde doğrulukla hareket eder, malın aybını müşteriye bildirirse alış verişlerinde bereket hasıl olur. Doğrulukla hareket etmez, malın aybını gizlerlerse, ihtimal ki sûretâ bir kazanç elde ederler, fakat bu alış verişin bereketi gider. Bir de alışverişde yalan yere yemîn etmekle belki bir kazanç sağlanırsa da, bu kötü amel hem ticâreti ve hem de ticâret mallarının mahvına sebeb olur" demekdir. Ticâret mallarının mahvına sebeb olan hallerden biri de ihtikâr belasıdır.

Peygamber (S.A.S.) Efendimiz

(Ehlü'l-müdüni hümü'l-hubesâu fî sebîlillâhi, fe la tahtekirû âleyhimü'l-akvâte ve la teğullû âleyhimü'l-es'are; fe inne men ihtereke âleyhim ta'âme erbaine yevmen süm- me tasaddaka bihî lem tekün lehû kefaretün) buyurmuşlardır.

Manası: "Köylerin ve umumun menfaatine ilim, maarif ve sanayi, tahsili için habs-i nefs edenler ancak şehir ahâlîsidir. Bunların yiyecekleri erzakda karaborsa yapmayın. Ve malları saklayarak piyasayı bahaya çıkarmayın. Her kim elindeki yiyecek metâ'ını kırk gün saklarsa ve sonra pişman olub, bu malın tamamını sadaka verecek olsa, yaptığı karaborsanın günahına keffaret olmaz" demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde:

(Men ihtekere âle-1-müslimîne taâmehüm darabehu'l- lâhü bi'l Cüzâmi ve'1-iflâsi) buyurmuşlardır.

Manası: "Müslümanların yiyeceklerini ihtikâr kasdıyla saklayanları Cenâb-ı Hak, sârî hastalıkların en kötülerinden (cüzzam) illeti ile ve iflas zilletiyle zelîl ve perişan eder" demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde

 

(El Câlibü merzûkun ve'1-muhtekirü mel'ûnün) buyurmuşlardır.

Manası: "Müslümanların menfaatına hariçten mal getirenler servete nail olurlar. Karaborsacılar ise mel'ûndurlar" demekdir. Muhtekirlerin ekseriyyetle iflâsa mahkum oldukları görülmüştür. Zamanımızdaki tüccarların büyük bir kısmının iflâs etmelerinin sebeblerinden başlıcası, harb senelerinde ve her fırsatta, ihtikâra sapmalarıdır.

Bir de ortaklık halinde ticâret yapanların iflâsını gerektiren mühim sebeblerin başında, ortakların birbirlerine karşı dürüst ve doğru hareket etmemeleridir. Bir çok ehâdis-i nebeviyyede, şirkete hıyanetliğin neticesinin iflâs olacağı açıklanmıştır. Müştereken iş yapan tüccar ve esnaf ve erbâb-ı san'at iflâsa duçar olmadan evvel içlerinde hiyâneti anlaşılan kimseyi çıkarmaları veya kendilerinin çekilmelerinin doğru olacağı misallerle sabittir.

İnsanları fakr ve musibete düşüren sebeblerin en mühimlerinden biri de, sabah uykusudur. Cenâb-ı Peygamber

 

(Nevmu's-subhati yemneu'r-rizka) buyurmuşlardır. Ya'ni: "Sabah uykusu rızka mân'i olur." demekdir.

Diğer bir hadîs-i şerifde Fâtıma (R.A.) Hazretlerine: "Ey kızcağızım, sabah uykusunu terk et, Rabbının rızıklarına hazır bulun. Gafiller zümresinden olma" buyurmuşlardır.

Manası: "Cenâb-ı hak insanların rızıklarını, tulû-u fecirle güneşin doğuşu arasındaki vakıtta taksim eder," demekdir.

Fakr ve belayı da'vet iden en mühim sebeblerden bir de Yemîn-i fâcire, Yemîn-i gamus denmekle ma'ruf olan yalan yere edilen yeminlerdir.

Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz: "Yalan yere yemîn, mal ve sermâyeyi mahv eder ve memleketleri harabeye döndürür," buyurmuşlardır.

İflâs ve fakrı da'vet eden mühim sebeblerden biri de, ribâ yani faizdir. Bir çok müslümanlar bu yüce emr-i ilâhiyi bir takım yorumlarla ortadan kaldırmağa çalışırlar. Vaktıyla bu iddi'âda bulunan yahudileri Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Keriminde ne kadar kötülemiştir.

Faizin iflâsı celb edeceği şu âyet-i kerîmeden de ma'lumdur.

 

(Yemhakullâhü'r-ribâ ve yurbî' s-sadakâti).

Meâl-i şerifi: "Fâiz ve fâizin içine girdiği malı Allâhü Teâlâ mahv eder ve kendisinden sadaka (zekât) verilen malı artırır" demekdir. Cenâb-ı Peygamber (S.A.S.) Efendimiz (Er-ribâ ve inkesüre fe âkıbetühû ilâ killin) buyurmuşlardır.

Manası: "Faiz başlangıçda çoğalır gibi görünürse de neticesi azlıktır. Malı mahv eder ve mahrumiyyeti celb eder.

Fakr ve iflâsı celb eden sebeblerden biri de, müslümanların ihtiyacı olduğu vakit onları hakîr görmek ve yardımdan kaçınmaktır.

Efendimiz (S.A.S.)

 

(İnne li-llâhi inde akvâmi niâmen ekarrehâ indehüm mâ kânû fi havâic'i'l-müslimîne mâ lem yemellûhüm: Fe izâ mellûhüm nakalehâ ilâ gayrihim) buyurmuşlardır.

Manası: "Cenâb-ı Hak ba'zı kimselere öyle değerli ni'metler bahş etmişdir ki, bunları muhtaç olan müslümanlara usanmaksızın yardıma sarf ettikleri müddetçe, yanlarında bırakır. Eğer müracaatlardan usanç getirirlerse, emâneten

verilmiş olan o nimetleri başka ellere nakil ile onları iflâsa mahkum kılar" demekdir.

Müslümanları fakr ve iflâsa sürükleyen en büyük sebeplerden biri de, ölçü ve tartadı hiyle yapmak ve sattığı malın kusurunu müşteriden gizlemeğe çalışmaktır. Efendimiz (S.A.S.)

 

(Ve lâ nakasa kavmün el-mikyâle ve'1-mîzâne illâ ka-ta'âllâhü anhümü'r-rızka) buyurmuşlardır.

Manası: "Ölçü ve tartıda hiyle yapan milletin rızkını Cenâb-ı Hak muhakkak keser" demekdir. Maalesef zamanımızda bu cihete riâyet edenlere pek az rastlanmaktadır. Bilhassa seyyar esnaf arasında.

Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerimde, Şuayb aleyhisselâmın kavmini bu yüzden ne kadar zemm etmişdir. En doğru çalışan esnaf bile, kese kâğıtlarından dahî menfaat te'minine çalışmaktadır. Kasabların hâli ise bilhassa dikkate değer bir haldir.

Bu zavallılar dînini ziyan ettiğinden mâada, hiylekârlık yüzünden kazandığı bir kaç kuruşa mukabil, başına ne kadar masraf açıldığının farkında bile değillerdir.

Terazinin kirlerini silmeyen ve müslümanlann hukukunu bu cihetten gözetmeyen bir esnafa, sekerât-ı mevtinde (Lâ ilâhe illallâh) kelime-i şerifi, ne kadar telkin edilse, o bir türlü bunu söylemeğe kadir olamaz. Çünkü o esnâda terâzinin kefesi dilinin üstüne basdırır da kelime-i şehâdet getirmesine mâni' olur. Hal böyleyken tartıda ve ölçüde hiyle yapanların ve yalan yere yemin edenlerin akıbetlerinin nasıl olacağını artık siz kıyâs edin.

Ticâret ve Sanâyi' büyük bir ibâdettir. Alış verişde doğru-lukdan ayrılmayan tüccarın evliyalar zümresinden ve ağniyây-ı şâkirinden (şükreden zenginler) sayıldığı hadîs-i şerifle sabit olduğu cihetle bunlar bir çok ulemâya göre fukarây-ı sâbirînden (sabreden fakirler) daha hayırlıdır, denilmişdir. Cenâb-ı Hak doğru olan tüccarları Sûre-i Nûrda, herkesin gıbta edeceği şekilde öğmüşdür. Buna mukabil hılekâr tüccar ve esnaf cehennemden en son çıkacak olan müslümanlardır.