Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
ALLAH'IN SEVDİĞİ AMELLER
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Ak-Radyo ve Ak-Televizyon seyirci ve dinleyicileri!.. Allah hepinizden razı olsun... Bu yayınların tahakkukuna emeği geçenlerden de razı olsun...
Hac muhteşem bir ibadet... Anlatmakla tarif edilemeyecek kadar güzel ve muhteşem. İnşaallah sevgili seyirci ve dinleyicilerimiz de nasib olur gelirler, buradaki güzellikleri, muhteşem manzaraları, çeşit çeşit memleketlerden müslüman kardeşlerini toplu vaziyette, dünyanın en büyük camilerinde müşahede ederler.
Mescid-i Haram ve Peygamber Efendimiz'in mescidi, istiab haddi bakımından dünyanın en büyük camileri... Herkes ibadet ediyor. Yanıbaşınızda bakıyorsunuz Ortaasya'dan, Doğu Türkistan'dan gelmiş çizmeli, mübarek, saf, temiz Türkler.... Bakıyorsunuz Afrika'dan Nijerya'dan kardeşler... Bakıyorsunuz Endonezya'dan zarif, ince müslüman insanlar... Tabii çok tatlı bir manzara...
Bu arada tabii meraklı bir şey olduğu için, beni çok heyecanlandıran bir şey olduğu için size nakletmek istiyorum:
Hacca gelmeden önce Danimarka'da, Kopenhag'da Çin'den gelen bir kişi beni ziyaret etmişti. Ben camide vaaz verdikten sonra gelmiş, sizinle görüşmek istiyorum diye ziyaret etmişti. O müjdeledi, çok memnun oldum.
Kendileri birkaç seneden beri Çin'de bulunuyorlarmış. "Çin'de ikiyüz milyon, Çin kökenli müslüman var!" diyor. Yanlış duymadınız, tekrar ediyorum: İkiyüz milyon... Bu dünyadaki en büyük müslüman ülke olan Endonezya'daki müslümanların sayısı kadar, belki onlardan fazla Çin kökenli müslüman... Doğu Türkistan'lı Türk kökenliler filân değil...
.......
İslâm'a girenlerin sayısı günden güne artıyor. Afrika'da, bir sene önce okuldaki yoklamada ismi John olan bir öğrenci, bu sene öğretmen yoklamayı yaparken "John burda mı?" diye sorunca; "Hayır efendim, benim ismim artık John değil; benim ismim artık Ahmed!" diye kalkıyor, müslüman olduğunu beyan ediyor.
Dünya İslâm'a doğru gidiyor. Tabii, bu arada da müslüman olmayanların telaşları var. Muazzam bir telâş içindeler. İşte bu son Malta toplantısı da, "Gelişen İslâm Karşısında Alınacak Tedbirler" diye Avrupalıların yaptığı bir toplantı... Hani dışişleri bakanımızın katılmadığı toplantı...
Tabii Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teàlâ Hazretleri vaad buyurmuş, o vaad tahakkuk ediyor. Yâni;
(Yürîdûne liyutfi nûrallàhi, vallàhu mütimmü nûrihî velev kerihel-kâfirûn.) "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler; ama kâfirler müşrikler, hoşlanmasalar, istemeseler bile, Allah-u Teàlâ Hazretleri nurunu tamamlayacaktır." diye vaadi var, müjdesi var. Müşrikler istemese, kâfirler tepinse, çırpınsa bile, yine İslâm yayılıyor. Sırplar ayağa kalksa, Boşnakları kesmeğe kalksa, "Yâ nedir bu böyle? İslâm her tarafa yayılıyor, Sırplar müslüman oluyor!" diye ne kadar telâş etseler, yine İslâm yayılıyor. Yunanlılar ne kadar zulüm yapsalar Batı Trakya'da; Ermeniler ne kadar uğraşsalar doğumuzda; İslâm yayılıyor ve yayılacak!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi sevdiği kullarından eylesin, sevdiği yollarda yürütsün, sevdiği kul olarak huzuruna varmayı nasib eylesin, sevgili seyirciler ve dinleyiciler!..
a. Allah'ın Memnun Olduğu Kimseler
Şimdi size bugün Ebû Said el-Hudrî RA'den rivayet edilmiş olan, ilginç bir hadis-i şerifi okumakla başlıyorum. İlginçliği içindeki kelimelerden kaynaklanıyor. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 511/6 (Yadhaküllàhu ilâ selâsetin) "Allah üç grup insana güler." Tabii bu Allah'ın gülmesi meselesini, biraz sonra izah edeceğim inşaallah... Bizim bugünkü durumlarımız ve konumlarımızla ilgili, onun için bu hadis-i şerifi seçtim.
Hadis-i şerifi okuyalım önce: (Yadhaküllàhu ilâ selâseh, el-kavmü izâ saffû fis-salâh, ve iler-racüli yükàtilü verâe eshàbihî, ve iler-racüli yekmü fî sevâdil-leyl.)
Şimdi izahını yapmaya başlayalım, bu ilginç hadis-i şerifin: "Allah-u Teàlâ Hazretleri üç grup insana, üç cins kişiye, üç işi yapan kimselere güler."
Tabii Allah-u Teàlâ Hazretleri, (leyse kemislihi şey'ün) kendisi gibi hiç bir varlığın olmadığı, yaptığı işler hiç bir varlıkla yapılamayacak asıl varlık... Onu şuna benziyor diye tarif de edemeyiz; çünkü ona benzeyen bir şey yok... Bir de yasak; (Velâ tadribû lillâhil-emsâl) Allah için böyle misal getirmek de doğru değil. Çünkü kul bilmediği şeyi benzeteyim derken, yanlış yapabilir.
Ama Peygamber SAS Efendimiz Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni etrafındaki mübarek, samîmî hâlis, muhlis müslümanlara anlatmak istediği zaman, böyle ilginç kelimeler kullanarak anlatırdı.
"Üç kimseye Allah güler." Hani insanlar bir şeyi çok beğendikleri zaman, memnuyetten gülerler ya... Yâni razı olduğuna alâmet oluyor bu...
Başka hadis-i şeriflerde meselâ, Peygamber Efendimiz ne buyurumuş: "Allah-u Teàlâ Hazretleri kulundan hayâ eder, yâni utanır." Allah Allah, nasıl olur diye garibine gidiyor insanın. "Kul elini kaldırıp, 'Yâ Rabbi!..' diye yalvarınca Allah ona nazar etmez, bakmaz." Allah Allah, Allah'ın bakışı nasıl?.. "'Yâ Rabbi!" diye devam edince, yine nazar etmez. Üçüncü defa, yâni ısrarla, tekrar tekrar 'Aman yâ Rabbi!' dediği zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki:
'--Ey meleklerim, şahid olun, ben bu kulumdan utandım; ben bu kulumu affediyorum. O benden başka rabbi olmadığını bildi, bana elini kaldırıyor, gözlerinden yaşlar akıtarak benden affını, mağfiretini istiyor. Şâhid olun, onu affettim!' der." diye anlatıyor.
Sonra meselâ, bir insanın müslüman olmasından, doğru yola gelmesinden, hakkı bulmasından, hidayete ermesinden Allah'ın çok memnun olduğunu da beyan ederken, benzetme yapıyor: Meselâ çölde yolunu kaybetmiş bir insan, bir meskûn yere rastlayınca nasıl sevinir?.. Veya çocuğu olmayan bir insan; yıllardır beklemiş, çocuğu olmamış, birden bir müjde geliyor; "İşte çocuğun olacak, hanım bebek bekliyor!" filân deyince nasıl sevinir?.. Böyle benzetmeler yapıyor Peygamber Efendimiz, kullar daha iyi anlasınlar, kendi hayatlarından durumu kıyas etsinler diye...
"Allah üç cins insana, üç grup insana güler." Yâni onların yaptığı iş güzel iştir, Allah'ın hoşuna giden iştir, Allah onlardan razı olur.
1. (El-kavmü izâ saffû fis-salâh) "İnsanlar namaz için saf bağladıkları zaman, sıra sıra dizildikleri zaman, cetvel gibi muntazam bir şekilde divân-ı ilâhîye durdukları zaman, Allah güler." Yâni razı olur, memnun olur, sevinir, böyle kullarını sever.
Demek ki cemaatle namaz kılmağa, topluluk halinde namaz kılmağa, saf saf camilerde dizilip namaz kılmağa gayret edeceğiz. Allah'ın sevdiği bir manzara...
2. (Ve iler-racüli yükàtilü verâe eshàbih) "Arkadaşlarının ötesinde çarpışan mücahid adama Allah güler, yâni memnun olur." Öbür çarpışan arkadaşlarının ötesinde, onlardan daha ileri gitmiş, bakıldığı zaman onlardan daha da önde görünüyor. O cesur, ölümden korkmuyor, Allah yolunda cihad etmekten çekinmiyor. Sell-i seyf eylemiş, "Yâ Allah!" demiş, kılıcını sıyırmış, çarpışıyor. Sırayı filân da unutmuş, arkadaşlarının yanından da ileriye doğru gitmiş, düşmanı püskürtmüş. Allah bunu da sever, gülerek bakar.
Demek ki Allah yolunda cihad etmek de çok kıymetli...
3. (Ve iler-racüli yekmü fî sevâdil-leyl.) "Ve geceleyin namaza kalkmış olan kula da gülerek bakar." Kul kalkmış, uykulu uykulu... Üç derecesi var bunun; Peygamber SAS Efendimiz hadis-i şerifinde bildiriyor:
"Kul uykuya yattığı zaman, şeytan onun ense tarafına, arka tarafına üç tane düğüm atar. Her düğümün de üstüne vurur." Yâni gözünüzün önüne getirin; böyle bir seyahat için, ev nakli için eşyalar toplanmış, sarılmış, iple bağlanıyor. Sıkı sıkı düğümleniyor, bir de düğümün üstüne pat pat vuruluyor, tam iyice sağlam düğüm olsun diye...
"Şeytan üç düğüm atar ve pat pat eliyle düğümün üstüne üç defa vurur. Ondan sonra, 'İşte geceleyin derin derin uyu bakalım!' diye, gàfil ve şuursuz bir şekilde uyutmak için üç tane düğüm atar." diyor.
"Kul geceleyin uyanıp Allah'ı zikrettiği zaman, düğümün bir tanesi çözülür." Yâni bir uyandı, "Sübhànallah... Elhamdü lillâh... Lâ ilâhe illallah... Allah, Allah..." vs. hangi zikri söylerse, bir düğüm çözülür. "Ondan sonra kalkıp abdest aldığı zaman, bir düğüm daha çözülür. Namaz kıldığı zaman, üçüncü düğüm de çözülür." buyruluyor.
Demek ki şeytan, "İnsanoğlu ibadete kalkmasın, geceleyin gafilce uyusun, sevaplar kazanmasın!" diye gece yatarken tedbir alıyor. Tabii onu yenip de geceleyin uykusunu altedip, uyku arzusuna galebe çalıp uyanan, sevabı kazanıyor. Gecenin içinde yapılan iki rekâtlık bir ibadet, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı oluyor.
Çünkü aziz ve sevgili dinleyiciler, bunun sebebi şu: İnsanlar için aslolan ma'rifetullaha ermek, yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni bilmek, tanımak, yakından tanışmak... Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni tanıyınca tabii sevecek, aşık olacak, Yunus Emre gibi olacak, Mevlânâ Hazretleri gibi olacak.
Aşık oldum ben Allah'ın adına,
Doyamadım zikrullàhın tadına...
dediği gibi ilâhîde, aşık-ı sàdık bir insan olacak. Ma'rifetullah muhabbetullahı cezbedecek. Esas olan kulun Allah'ı tanıması ve Allah'ı severek, aşık bir kul olarak, ihlâslı bir kul olarak güzel güzel ibadet etmesi... İşte onu sağlayan tedbirlerden birisi, gece kalkıp ibadet etmektir. Çünkü kimse yok, gösteriş yok... İnsanın kendi duygularını daha iyi hissetmesi mümkün olur ve duyguları derinlemesine daha da iyi çalışır geceleyin... Hele biraz uyku uyumuş da, yorgunluğun bir kısmı geçmişse...
Gecenin ilk başında uyudu, yarısından veya üçteikisinden sonra dinlenmiş bir vücutla kalktı. Geceleyin çıt yok, belki seherlerde kuşlar öter.
Dağlar ile, taşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni;
Seherlerde kuşlar ile,
Çağırayım Mevlâm seni!
dediği gibi Yunus Emre'nin, kuş cıvıltılarıyla, aşk ile, şevk ile tesbihini alır, Allah der. Böylece gözündeki ve gönlündeki perdeler kalkar, ma'rifetullaha erer. Allah'ı bilen ârif bir kul olur, keramet sahibi olur. O bakımdan bu gece ibadeti hep teşvik edilmiş.
Hadis-i şerifte demek ki, üç şey teşvik ediliyor:
1. Namaz teşvik ediliyor. "Saf saf durdukları zaman Allah memnun olur, razı olur, güler." buyruluyor.
2. Cihad teşvik ediliyor. "Kul cihad ederken, saldırıp düşmana ilerlediği zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri ona gülerek bakar, yâni memnun olur." Kalırsa gazi olur, ölürse şehid olur. Her ikisi de yüksek mertebe...
3. Gece namazı teşvik ediliyor. "Geceleyin namaza kalkmış olan kula da gülerek bakar." buyruluyor.
b. Şehide Verilen İkramlar
Sırası gelmişken şehidin mertebelerine de sıralayalım:
RE. 512/4 (Yü'taş-şehîdü sitte hısâlin inde evvelü katretin min demihî) "Yaralanıp da vücudundan kanın ilk damlası yere damladığı zaman, şehide altı ikram-ı ilâhî verilir:
1. (Yükefferu anhu küllü hatîetin) Dünya hayatındayken, savaş etmeden önce işlemiş olduğu bütün günahları affolunur. Yâni şehid olan bir kimsenin eski günahları silinir, tertemiz bir insan olur."
Bu çok önemli tabii... İnsanlar zerre kadar haır işlemişse, karşılığını görecek; zerre kadar şer işlemişse cezasını çekecek, ahirette hesaba mâruz olacak. Bunların hepsi siliniyor, çok güzel...
2. (Ve yerâ mak'adehû minel-cenneh) "Gözünden perdeler kaldırılır; cennetteki ikramları, makamları, mekânları, köşkleri, sarayları gözünün önüne getirilir." Onun için şehid gülerek gider. Bir gül bahçesine girercesine şehid olur. Ne kadar güzel...
3. (Ve yüzevvicü minel-hril-în) "Gayet güzel gözlü; iri, akı ak, karası kara, şâhâne gözlü hûrilerle evlendirilir, nikâhlandırılır."
4. (Ve yü'menü minel-fezeil-ekber) "Mahşer gününde insanlar korkudan tir tir titrerken, herkes büyük bir korkuya, muazzam bir heyecana, dehşete kapılacağı o günde, onlar hiç korkmazlar." Çünkü şehid oldukları için, mükâfatlarının ne olduğunu bildiklerinden telâş etmezler. Zâten Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde gölgelenirler. Öyle insanların arasında izdiham içinde, sıkışıklık içinde de olmazlar.
5. (Ve min azâbil-kabr) "Kabir azabı da görmezler." Çünkü insanlar bir de kıyamet kopuncaya kadar, kabirlerinde kaldıkları müddetçe, dünyada iken kötülükler yapmışlarsa kabirde onun azabı vardır. O da çok önemli... Daha ahirete hesabı görülmeden, kabirde çatır çatır azab görmek, yanmak, cezâ çekmek de önemli... Öyle bir azab da görmez şehidler.
6. (Ve yühallâ hulletel-îmân) "İman elbisesi kendilerine giydirilir." Yâni ahirette, çok yüksek imanlılara mahsus üniformalar, muazzam güzellikteki cennet libasları kendilerine giydirilir. Belki dünyadan kanlara bulaşmış bir elbise içinde ayrıldı ama, ahiretteki hali öyle değil; ahirette iman libasları, üniformaları, güzel cennet hullelleri kendisine giydirilir.
Tabii bu ve bunun emsâli hadis-i şerifler, İslâm'da cihadın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Onun için dedelerimiz savaşlarda, canla, başla, düşmandan kaçmadan, sırt dönmeden, gerilemeden çalışmışlar, savaşmışlar, tarihimize altın sayfalar yazdırmışlar. Büyük zaferler kazanmışlar, nice diyarlara İslâm'ı götürmüşler, adâleti götürmüşler, hakkàniyeti götürmüşler, hoşgörüyü götürmüşler.
Ben hatırlıyorum, bizim Almanya'daki kardeşlerimizden birisi, Bulgaristan'da bir trafik kazası yapmış, ya da bir trafik kazasına karışmış, kendise yapmamış da şahid olmuş. Yakalamış polisler, "Dışarı çıkamazsan, muhakeme olacak, kalacaksın!" demişler. Çıkamıyor. Canına minnet, Bulgaristan'da durdurmuyorlar zâten insanı... Bu tabii, diyelim ki onbeş sene önceki bir olay.
O kardeşimiz bana anlatmıştı. Bir ay orda kalmış, tam da Ramazana rastlamış. Hocalığı da var arkadaşımızın. Ramazanda Bulgaristan'da, o mecbûrî ikàmeti esnasında orda müslümanlara, Türklere bir camide imamlık yapmış, vaaz etmiş... Çok da memnun olmuşlar, "Seni Allah gönderdi." demişler. Tabii Allah gönderiyor. Her şeyi yapan, mukadderatı yazan Allah-u Te`Œlâ Hazretleri... Onlara lütfetmiş, öyle bir hoca göndermiş Ramazanda... İsteseler olmaz; yâni dilekçe verseler Bulgar hükümetine, "Türkiye'den bize bir hoca gelsin!" deseler, olmaz. Veya bir hoca bulunmaz, gitmez. Öyle bir hoca bedavadan kendilerine gelmiş.
O arkadaş anlatmıştı. Orda hristiyan Bulgarlarla görüşmüş, bir ay kadar orda kaldığı esnada... Hepsi diyorlarmış ki: "Ah Osmanlıların devri ne kadar iyi devirdi. Ne kadar huzurluyduk, ne kadar mutluyduk, ne kadar edepli, ne kadar düzenli bir yaşam içerisindeydik..." diye Osmanlıların devrini böyle sevgiyle, hasretle, takdirle yad ediyorlarmış.
Bu düşmanın sözü... Yâni kendimiz söylesek, "Canım, tarafgirlik yapıyor, herkes tabii yoğurdum ekşi demez, kendisini medheder; kendisini medhediyor." filân derler. Ama bu bizden olmayan bir insanın sözü, bu çok önemli...
Bunu her yerde duyuyoruz. Ben gezdiğim her yerde bunu duyuyorum. Meselâ yıllar önce Kur'an yarışması için Libya'ya gitmiştik. Orada bir Lübnanlı hoca, "Ah siz Türkler şu kadar iyisiniz, bu kadar iyisiniz, şöylesiniz, böylesiniz..." diye bir sürü medhetti bizi.
Sonra bir vesile ile yine bir uluslarası toplantı münasebeti ile İran'da iken, Pakistanlı birileri ile tanıştık. O dedi ki: "Benim dedem Osmanlıların aşıkıydı. Onlar için kasideler yazmıştı. İşte kasidesinden beyitler..." filân diye bize şiirler okudu. "Onlar evliyâdır, onlar mübarek insanlardır. Onlar Allah'ın kıymetli has kullarıdır." diye sevdiğini anlattı.
Hâsılı, dedelerimiz bu güzel sıfatları nerden kazandılar?.. İslâm'dan kazandılar. Herkes sanıyor ki:
"--Cihad kavgadır, savaştır, kan dökülüyor... vs."
Hayır!.. Müslüman cihad ile gittiği yere sulh götürüyor, hoşgörü götürüyor. Edep götürüyor, iman götürüyor, adalet götürüyor ve oranın yerli ahalisi memnun oluyor.
Meselâ İstanbul'un fethinden önce, Bizans'ın içinde ahali konuşmuş:
"--Ne yapalım, Avrupalılardan yardım mı isteyelim, kardinaller mi gelsin?.." filân diye konuşmuşlar.
"--Yok!.." demişler. Daha önce biliyorsunuz, Latinler Haçlı Seferleri münasebeti ile Anadolu'dan geçerken Bizans'ı istilâ ettiler. İstanbul'u da elde ettiler, Ayasofya dahil her şeyi soydular. Kilisedeki altın eşyaları, hazineleri bile aldılar, götürdüler. Onun için Bizanslıların şöyle dediği tarih kitaplarında kaydedilmiştir:
"--Burada kardinal külâhı görmektense, müslüman sarığını görmeyi tercih ederiz!"
Çünkü müslümanlar adaletli... Çünkü müslümanlar iyi insanlar... Çünkü müslümanlar ırza, namusa dokunmuyor... Çünkü müslümanlar mala, mülke dokunmuyor.... Çünkü müslümanlar, insan hakları dediğimiz hakları ve hürriyetleri, asırlar boyu hakim oldukları yerlerde insanlara yaşatmışlar; lafla değil...
Bugün Avrupalı, Amerikalı, daha başka milletler bunu böylüyor ama, bir taraftan bizim kardeşlerimizin ordaki mevcudiyetine razı olmuyor, evlerini yakıyor. Saldırı yapıyor, yaralıyor, öldürüyor. Veyahut, İslâm'ı engelleyici çeşitli uygulamalar yapıyor. Veyahut, Sırplar Boşnakları kessin diye yeşil ışık yakıyor. NATO'yu oraya bekçi olarak gönderiyor, İslâm ülkelerinden oraya yardım ulaşmasın diye; ondan sonra da Sırplara, "Kes bunları kesebildiğin kadar!" diye yeşil ışık yakıyor.
Bunlar entrika, merhametsizlik... Sonra Sırplı papaz veya Yunanlı papaz çıktığı zaman kürsüye, "Kesin bu müslümanları!" diye vaaz veriyor. Bütün düşmanlıkların kaynağı kilisedeki papazların verdikleri vaazlar... Yoksa ahali birbirini belki sevecek onlar olmasa... Ama, "Müslümanların kanını içmek sevaptır, içmeden ölmeyin!" diyorlar.
Almanya'dan bir keskin nişancı Bosna-Hersek savaşlarına gitmiş. Alman televizyonu da röportaj yapmış ondan sonra... Demiş ki:
"--Sırp tarafına gittim. Orda keskin nişancılığımla Boşnaklara nişan aldım, şu kadar müslüman öldürdüm. Müslüman öldürmek benim için bir zevkti." demiş.
Almanya'daki arkadaşlarımız televizyonda dinlemişler. Televizyon da bunu neşrediyor. Türkiye'de neşredilmez. Biz de bir nezaket vardır, zerâfet vardır. Biz böyle bir şeyi söylemeyiz de, neşretmeyiz de... Onların özü başka, sözü başka; yaparlar.
Bizimkiler sözünü söylemez. Yaptığı hayrı Allah bilsin diye, mütevâzî başını öüne eğer. saklar. İsmini saklar, kendini belli etmez ama, hayır sahibidir. Onun için, gititiği yere huzur götürmüştür, mutluluk götürmüştür. Ayrıldığı yer karışmıştır, hâlâ huzura erememiştir. Osmanlıların terkettiği yerlerin hepsinde bugün anarşi vardır, huzursuzluk vardır, çatışma vardır, çekişme vardır. Balkanlar öyledir, Ortadoğu öyledir, Kuzey Afrika öyledir... Ahaliler mutlu değildir. Müslüman ahali bile mutlu değildir, baskı altındadır.
Onun için İslâm'ın anlayışını iyi bilmek lâzım! Müslümanın zihniyetini iyi anlamak lâzım!
Bunu gösteren bir hadis-i şerif-i daha zikrederek bugünkü sohbetimi tamamlamak istiyorum. Buhârîden bir hadis-i şerif:
c. Cihad Gibi Sevaplı Ameller
(Yakrubu minel-cihad: Tıybül-kelâm, ve idâmetüs-sıyâm, vel-haccü küllü âm; velâ yakrubü minhü şey'ün ba'd.)
Efendimiz'in bu sözü bir çok bakımdan dinleyicilerimi ilgilendirecek, not alsınlar! Diyor ki Peygamber Efendimiz:
(Yakrubu minel-cihad) "Cihada yakın gelir, cihad kadar sevaplıdır, önemlidir." Ne böyledir?..
1. (Tıybül-kelâm) "Hoş söz söylemek, tatlı söz söylemek, tatlı konuşmak, cihad gibi güzeldir."
Bakın, İslâm bir taraftan dinin savunulması, inancın yerleştirilmesi, inancın kâfir kavimlerin içine götürülmesi bakımından cihadı bir vazife olarak söylüyor ama; dengelere bakın, bir taraftan da, "Hoş konuşmak cihada yakın bir sevaplı iştir." diyor.
Onun için, Yunus Emre söz sultanıdır, Onun için, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî söz sultanıdır. Onun için, Eşrefoğlu Rûmî söz sultanıdır, şairdir, edibdir. Onun için İbrâhim Hakkı-yı Erzurûmî şairdir, edibdir. Onun için İsmâil Hakkı-yı Bursevî şairdir, edibdir. Siz mutasavvıfları, yâni hakîkî, ihlâslı gerçek dindarları alın; gösteriş dindarını değil de, yarım yamalak dindarı değil de hakîkaten dindar olan erbâb-ı tasavvufu, tarikat erbabını alın, tarihten alın...
Bugün spekülatif konuşmalar oluyor, safsata, mugàlata yapılıyor, eğriler doğru gösterilmeğe, doğrular eğri gösterilmeye çalışıyor. Onları bir tarafa bırakalım ama, tarihe baktığımız zaman, bütün mutasavvıfların arif ve zarif insanlar olduğunu görürüz... Edib insanlar şair insanlar, duygulu insanlar olduğunu görürüz... Özel hayatlarını incelediğimiz zaman, herkese hayır yapan, hayrât ü hasenât yapmış insan olduklarını görürüz. Cami yaptırmıştır, çeşme yaptırmıştır, köyünü imar ettirmiştir, yol yaptırmıştır, köprü yaptırmıştır, imaret bırakmıştır, vakıflar bırakmıştır.
Çünkü Allah'tan korkuyor. Allah'ın rızasını kazanmak için; her şeyi bilen, allâmül-fuyûb olan, gönülleri bilen, gönüllerden geçen gizli niyetleri bilen Allah kendisini sevsin diye, yaptığı her işi ihlâsla yapmıştır.
Onun için güzel söz söyleyip karşı tarafın gönlünü almak, cihada yakın, güzel, sevaplı bir iştir. Böyle olmağa çalışalım, aziz ve muhterem kardeşlerim!..
2. (Ve idâmetüs-sıyâm) "Cihada yakın şeylerin ikincisi, oruca devam etmektir." Şimdi oruca ramazanda hepimiz âşinâyız. Ramazanda oruç tutuyoruz, çok da tatlı oluyor, onbir ayın sultanı oluyor. Gecesi gündüzü bir hoşça geçiyor ki, bir dahaki sene ramazan gelinceye kadar hasretle bekliyoruz. Geldi mi, "Hoş geldin yâ şehr-i gufrân!" diye davullarla, zurnalarla karşılanıyor. Uğurlarken de, "Elvedâ yâ şehr-i gufrân, elvedâ!.." diye gözyaşlarıyla uğurluyoruz.
Ama tabii, ramazanın dışında da oruç var. Oruç insanın midesini boşaltıyor, behîmî duygularını frenlettiriyor; kalbini çalıştırıyor, kalbini nurlandırıyor, gönlünü feyizlendiriyor. Açlık olduğu zaman, fikir geliyor, hikmet geliyor, merhamet geliyor, çeşitli güzel duygular yerleşiyor. Acıma duygusu geliyor, rikkat geliyor, incelik, zerâfet geliyor, her şey geliyor. Onun için oruç da çok önemli bir ibadet, ona da devam etmek lâzım!..
Farz olmayan orucun en kıymetlileri hangileridir?.. Her hafta pazartesi perşembe günü oruç tutardı Peygamber Efendimiz; ne güzel... Sonra Arabî ayların, yâni kamerî ayların başında, ortasında, sonunda oruç tutardı; tavsiye buyururdu. Ortasında, tam böyle mehtaplı gecelerin olduğu gündüzlerde, eyyâm-ı biyz denilen günlerde, ayın 13, 14 ve 15'inde oruç tutardı.
Orucun böyle çeşitli şekilleri var. İşte bu Zilhicce ayının ilk on gününde oruç tutmak çok sevap diye söylemiştim; inşaallah tutmuşsunuzdur. "Arafe gününde oruç tutmak, geçmiş ve gelecek senenin günahlarını affettirir." diye söylemiştim, sevap kazanın diye hatırlatmıştım; inşaallah o sevapları kazanmışsınızdır.
Demek ki cihada yakın gelen, Allah'ın sevdiği ibadetlerden birisi hoşça konuşmak, tatlı söz etmek; birisi oruca devam etmekmiş.
3. (Vel-haccü küllü âm) "Üçüncüsü de her sene haccetmek..."
Şimdi Türkiye'de çok akıllı kardeşler var, Allah akıllarını sâlim akıl eylesin, akl-ı selim sahibi eylesin...
"--Ne lüzum var her sene hacca gitmeğe?.. Niye gidiyoruz, niye Araba para yediriyoruz?" diyorlar.
"--Sen oraları muhafaza etseydin de, Arabın olmasaydı, senin olsaydı! Ne diye ülkeni iyi savunmadın da, parçattın emperyalizme?.." diyorum, ilk sözüm o oluyor.
Tarihte Osmanlıların son devrini okuyoruz, perişan oluyoruz. Her okudukça yüreğimiz parça parça oluyor. Kendi içimizde tefrika çıkmış, yok İttihat ve Terakkî çıkmış, yok Mithat Paşası, Namık Kemal'i, bilmem nesi, hürriyet aşıkları filân ama, sonuçta ülkeyi parçalamışlar. Sonuç itibarıyla darmadağın dağılmış ülke...
Koca koca ülkeler elimizden çıkmış. Balkanlar gitmiş, Ege'deki adalar gitmiş. Mısır gitmiş, Kuzey Afrika gitmiş, Ortadoğu gitmiş... Hani ne oldu bu kavgaların sonunda?.. Yorgan gitti, kavga bitti. Yâni emperyalizmin oyununa düştünüz, ilkönce kabahat sizin... Daha doğrusu şimdi bu muhatapların değil de, bunların zihniyetinde olan bunların babalarının, dedelerinin kabahat...
Bak bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz, "Her sene hacca gitti mi, o da cihada yakın sevap kazanır." diyor.
Tabii hac deyince ille Türkiye'yi düşünmemek lâzım! Ürdün var, Mısır var, Irak var, Kuveyt var... İran var, Horasan var, Afrika var... İslâm cihanşumül bir din. Sadece bir halkın o günlük, o yıllık menfaatlerine göre söz söylemiyor ki... Her sene mümkünse hacca gitsin bir müslüman, sevabı çok... Gidebilirse gider. Ama gidemezse, ömründe bir defa gitti mi yetiyor. Fakat her sene hacca gitmeyi, Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde tavsiye ediyor.
Ben bu arada tatlı bir sitem yapayım, araya söz sokuşturayım:
"--Şimdi mosmor oldunuz mu, ey böyle her zaman hacca gitmeyi tenkid eden kişiler?.. Bak Peygamber Efendimiz tavsiye buyuruyor, sevabı çok!" diye söyleyebilirsiniz.
(Velâ yakrubu minhü şey'ün ba'd) "Bunlardan başka bir şey de artık cihada yaklaşamaz!" diyor. Demek ki, Peygamber Efendimiz'in saydığı bu üç şey çok önemli: Hac, oruç ve tatlı söz... Bunlar da cihad gibi önemli şeyler oluyor.
Tabii tatlı söz, dalkavukluk demek değildir Aziz ve sevgili kardeşlerim, onu da hemen söyleyeyim. Kimisi tatlı sözü, içinden gelmediği halde, hakîkaten öyle düşünmediği halde tatlı sözler söylemek sanıyor. Hayır, öyle değil... Peygamber Efendimiz SAS, "Acı da olsa, hak sözü söyleyin!" buyuruyor. Hak sözü söylemek, doğru sözü söylemek tıybül-kelâmdır.
Diyelim ki birisi çocukları arasında ayırım yapıyor; birisine çok mal veriyor, mülk veriyor, iltifat ediyor da, ötekisinden kaçırıyor. Ona tıybül-kelâm, hoşça konuşmak nedir?.. "Sen bu adaletsizliği yapma!" demektir. Yoksa, "İyi yaptın, hoş ettin, mâşâallah..." filân diye dalkavukluk yapmak, yağcılık yapmak demek değildir. Onu da bu arada kesin olarak söyleyelim.
Hakkı söylemek, ama hakkı münasib bir üslûb ile, zarif bir tarzda, güzel bir tarzda söylemek lâzım, aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Şimdi cihad sözü de geçti sohbetimizde, "Cihadın en üstünü, zâlim hükümdarın karşısında hak sözü söylemektir." diye Peygamber Efendimiz bildiriyor. Demek ki, idare, hükümet, hükümdar, padişah... her neyse, birisi haksız bir şey yapıyorsa, onun karşısında, "Bu haksızlıktır, işin doğrusu budur, hakkàniyet budur, insan hakları budur, kanun budur; şöyle yaparsanız zulüm olur!" diye hakkı söylemek lâzım! Zalimin zulmünü engellemek lâzım!..
Neron'un yaptığı gibi, esirleri arslanların önüne atarken, ötekilerin de onu keyifle, futbol maçı seyreder gibi seyretmemesi lâzım!.. Veyahut bakın şu Avrupalıların sporlarına!.. Eskiden arslanlara parçalattırıyorlarmış, veyahut esirleri birbirlerini öldürtmecesine silâh verip döğüştürüyorlarmış. Şimdi de İspanya'da boğayı öldürüyorlar. Yazık değil mi hayvana?.. Koşturuyorlar, koşturuyorlar, şişliyorlar, şişliyorlar, orasından burasından; ondan sonra oley oley diye bağırıyorlar. Böyle zevk mi olur?...
Benim sevmediğim sporlardan birisi boğa güreşi, bir tanesi de boks... Burnuna bir vuruyor, burnunun direği kırılıyor. Kafasına bir vuruyor, kafası sarsılıyor, parkinson hastalığına tutuluyor, bilmem şöyle oluyor, böyle oluyor... Böyle spor mu olur?.. Sporun faydalı olması lâzım, sonucunun güzel olması lâzım!..
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Tatlı konuşmak dalkavukluk değil, hakkı söylemektir, hakkı hoşça söylemektir. Bu arada tabii şunu da hatırlatmak istiyorum: İslâm'ı sevenler var, sevmeyenler var... Şimdi burda dergiler aldık. İnşaallah bu dergilerdeki makaleleri Türkiye'ye döndüğüm zaman tercüme ederek, ordaki en yeni bilgileri siz kardeşlerime aktaracağım.
Amerika'da bir profesör, strateji uzmanı, eski idareye yakın, şimdiki idareye yakın bir kişi demiş ki:
"--Bu müslümanların kökten dincisi, mutedili arasında fark yoktur, hepsi aynıdır; yâni hepsi düşmandır."
Haa, demek ki kökten dinci lafı hikâye imiş, paravana imiş, aldatmaca imiş, laftan ibaretmiş. Adamların düşmanlığı İslâm'a!.. Mutediline de düşman... Bunu delilleriyle kitapla inşaallah göstereceğim.
Şimdi yurtdışında İslâm'a düşman olanlar var. Yurtiçinde de bazı İslâm düşmanları var, gazeteler yazıyor. Muhalif partilerden, oradan buradan, askerlerden değişik sesler duyuyoruz. Burada şu da ortaya çıkıyor, aziz ve muhterem kardeşlerim: "Peygamber SAS Efendimiz bu devirde yaşasaydı, ne yapardı?.." Sanıyorum bunu düşünmemiz lâzım!..
Tatlı tatlı hakkımızı bilmeyenlere anlatmamız lâzım! "Yâ siz İslâm'ı kötülüyorsunuz, yanlış tanıtıyorsunuz. kendi kendinize ters propagandalarla çarpık gösteriyorsunuz. İslâm şöyledir, işin doğrusu budur." diye, tatlı tatlı, İslâm'ı bilmeyenlere anlatmak lâzım!.. Özellikle Türkiye'de İslâm'ı anlatmağa çalışmak lâzım!
Şimdi benim bu seyahatlerimde, karşılaştığım çeşitli kimseler oldu. Bir arkadaşıma gidiyorum, evinde beni misafir ediyor. Onun komşusu da geliyor. Komşusu... Biz de onunla muhatap oluyoruz. Böylece halkın çeşitli kesimlerinden insanlarla samimiyet kuruyoruz, konuşuyoruz.
Beni sakallı görünce, İslâm hakkında bir şey söylüyor. Yanlış... Bir kanaatini ortaya atıyor. Yanlış... İslâm hakkındaki görüşleri, düşünceleri, duyguları; hepsi yanlış!..
Bu neyi gösteriyor?.. Bizim gerektiği kadar tatlı dille, güleç yüzle İslâm'ı iyi anlatamadığımızı gösteriyor. Bizim de İslâm'ı anlatmak için var gücümüzle çalışmamız lâzım!.. Herkes akrabasından, yakınlarından etrafına baksın; etrafındaki insanlara tatlı dille, güzel bir şekilde İslâm'ı anlatmaya çalışsın, gönül kazanmaya çalışsın! Çünkü en kıymetli, en sevaplı işlerden birisi de bu, aziz ve sevgili dinleyiciler ve seyirciler!
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Cumanız mübarek olsun!
27. 03. 1998 (?) - Mekke