Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

İ'TİKÂF

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Size Avustralya'nın en büyük şehri Sydney'den hitap ediyorum. Ramazanınız inşaallah, dilerim ki, iyi geçiyordur. Allah-u Teàlâ Hazretleri ramazanın bütün güzelliklerinden sizi hissedâr eylesin, payınızı bol bol ihsân eylesin... Feyziniz çok olsun, Allah'ın rahmetine erin, dünyanız, ahiretiniz mâmur olsun...

a. Ramazan Biterken

Ramazanın onsekizinci gününe geldik. Edebiyatçıların dediği gibi, günler rüzgar gibi geçiyor. Tabii ömür de öyle olacak. Allah uzun ömür versin ama, ne kadar uzun olsa, "Kıvrılır, uzar, fakat daire olmaz bu hat." dediği gibi şairin, bir zaman bitecek. Onun için hazırlıklı olmak lâzım!..

Sanman ki felek devr ile şâmı seher eyler,
Her vâkıanın akıbetinden haber eyler.

"Gece ile gündüzün peşpeşe gelmesi, akşamdan sonra sabah, sabahtan sonra akşamın olması, sadece basit bir olay, bir dönüş değil; her işin sonunu anlatıyor bize..." diyor şair.

Tabii her işin sonu, hayat imtihanının da sonu gelecek. Allah hüsn-ü hâtime nasib eylesin...

(Vel-àkıbetü lil-müttakîn) Müttakî kul olarak yaşayıp, hüsn-ü hâtimeler ile ahirete göçmeyi nasib eylesin Mevlâmız... Hayırlı, uzun ömür versin... Fâideli işler yapmak nasib etsin... Güzel eserler bırakmak nasib etsin... Dilerim hepinize Allah-u Teálâ Hazretleri çok çok, uzun uzun ömürler ihsân eylesin... Sâlih ameller işlemeyi nasib eylesin...

Ama sevilen bir şeyden ayrılınca, insan üzülüyor. İnsana mahzunluk çöküyor. Ramazanın onsekizinci günü derken, hemen zihinde bir hesap yapılıyor. "Onbeş günden fazla... Yarısından çoğu gitmiş." diye insanın içi cızz ediyor. Böyle bir üzülme oluyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri Ramazandan istifade eden kullarından eylesin...

Biliyorsunuz Ramazan, bir zaman bölümü; bir ay gündüzlü, geceli, yirmidokuz-otuz günlük bir zaman parçası ama, herkes için değil. Ramazandan istifade etmek isteyenler için, ramazandan istifadeye çalışanlar için bu... Allah istifadeye çalışanlardan ve istifade edenlerden eylesin...

Ramazanın başı rahmettir, yâni Allah'ın acımasıdır, merhametidir, kullarına affediciliğle, rahmetiyle tecelli etmesidir. Ortası mağfirettir. Çünkü, oruç tuttu, teravih kıldı, göz yaşı döktü, Kur'an-ı Kerim okudu, yalvardı, yakardı... O yapılan ibadetlerin fâidesi, sevabı, tesiri birikti. Peygamber Efendimiz Ramazan ayı için, "Ortası mağfirettir." diyor. İnşaallah mağfiretine hepimiz ereriz. Allah-u Teàlâ Hazretleri hepinizi, hepimizi mağfiretine erdirsin.

Mağfiret ne demek? Kulların affedilmesi, bağışlanmak demek. Yâni insan bağışlanmayı taleb edebilir de, "Şu şöyle olsun!" dilekçe verir de, dilekçesi kabul olacak mı, olmayacak mı?.. "Affet beni Allah'ım, ben suçluydum, suç işlemiştim..." der de bakalım affedecek mi, affetmeyecek mi?..

Peygamber Efendimiz: "Başı rahmettir, ortası mağfirettir." diyor. Yâni Allah, başında kullara rahmet eder, merhamet eder, acır. Kul da güzel kulluğunu ortaya koya koya, Allah'ın mağfiretine mazhar olur.

Ramazan'ın sonu nedir?.. Sonu, kesin sonuç cehennemden âzad olmaktır. Yâni cehenneme düşmeyip, ceza çekmeyip, azap görmeyip, cayır cayır yanmayıp cennete girmektir. Ne güzel!.. Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimizi mağfiretine erdirsin ve cehennemden lütfuyla, keremiyle âzad ettiği, bigayri hisâb ve ikàb ve azab; yâni ikàba, azaba, cezaya mâruz kalmadan doğrudan doğruya cennetine giren kullarından eylesin...

Bunu can-ı gönülden temenni ediyoruz. Göz yaşıyla, kalbimizin titremesiyle, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin lütfundan kereminden niyaz ediyoruz. Liyâkatımız olmadığını bildiğimiz halde, onun rahmeti geniş olduğundan rahmetinden diliyoruz.

Tabii böyle apansız geçen şeyler şairin dediği gibi, her şeyin acele edilmesi, zamanında değerlendirilmesi gerektiğini bize hatırlatıyor. Demir tavında dövülür. Yâni demir ısınır ısınır, kıpkırmızı olur; o zaman çekiçle dövülüp şekil verilir. Yoksa soğukken demir dövülse şekil verilir mi?.. Verilmez. Tavına geldiği zaman yapılır. Her şeyin zamanını bilmek lâzım, fırsatı kaçırmamak lâzım!..

Peygamber Efendimiz:

(Accilû bit-tevbeti kablel-mevt) "Ölüm gelivermeden önce tevbenizi çabuk yapın." buyurmuş.

Ölüm ne zaman gelecek? Onu hiç bilmiyoruz. Apansız geliverir, gelebilir. Allah uzak eylesin, gàfil yakalanmamayı nasib eylesin... Ölüme hazırlıklı olmayı nasib eylesin... Ama birden geliverir diye, tevbeyi çabuk yapmak lâzım!..

Ramazanın da onsekizi gitti, ötekisi de gidebilir. Onun için biraz daha gayret etmek lâzım, biraz daha sıkı çalışmak lâzım! Biraz daha koşturmak lâzım! Yarışın, koşunun yarısından fazlası devam etti. Belki idman yapanları, koşanları takip etmişsinizdir. Belki bedeniniz sağlamlaşsın, gelişsin diye, sizin de idmanlarınız vardır, çalışmalarınız vardır. Yarışın sonuna doğru hızlarını arttırırlar. Yâni uzun koşularda kendisini ilk başta yormasa bile, yavaş yavaş, en sonuna doğru artık hızı arttırırlar.

Temenni ediyoruz, Allah size de gayret, kuvvet versin... Yarışın sonuna doğru bir canlılık versin... Daha güzel kulluk yapmayı, daha güzel ibadetler yapmayı nasib eylesin... Artık tecrübe de kazandınız. Cenab-ı Hakka nasıl böyle ihlâsla kulluk yapılıyormuş oruçla gördünüz, teravihle gördünüz. Gece ibadetleriyle gördünüz. Camilerdeki nûrâniyet, o mükemmel ruhânî hava tabii tesir etti, tecrübeniz arttı. Ona göre Allah-u Teàlâ Hazretleri ramazanın son on gününü güzel geçirmeyi nasîb etsin...

b. Peygamber Efendimiz'in İ'tikâfı

Size önceden güzel şeyleri haber veriyoruz sevgili dinleyicilerimiz. "Önümüzde şöyle olacak, aman dikkat edin, fırsatı kaçırmayın!" diye âdetimiz bu, gayretimiz bu... Size faydalı olmaya çalışıyoruz, hizmet etmeye çalışıyoruz. Âcizâne, nâcizâne hizmetçiniziz, bendeniziz... Bu hafta size neyi hatırlatmamız lâzım, neyi ikaz etmemiz lâzım?.. Bu hafta i'tikâfı size hatırlatmalıyız. Biliyorsunuz, Peygamber Efendimiz Ramazanın son on gününü, yâni yirmisinden sonraki günlerini i'tikâfla geçirirdi.

O son on güne el-aşrül-evâhir denilir. Yâni âhirinde olan, Ramazanın sonunda olan son on... Ayı üçe ayırırlar, ilk on, ikinci on, üçüncü on. Üçüncü ona el-aşrül-evâhir denilir. Aşr on demek, son on gün. Peygamber Efendimiz son on günde i'tikâfa girerdi. Bu sahih hadis-i şeriflerde kesin olarak beyan edilmiş, kuvvetli bir sünnetidir Peygamber SAS Efendimiz'in.

Hz. Aişe anamız, vâlidemiz RA rivâyet eylemiş. Allah şefaatine nâil eylesin, buyurmuş ki:

(Ennen-nebiyye SAS kâne ya'tekifül-aşrel-evâhire min ramadàn, hattâ teveffâhullàhu teàlâ, sümme a'tekefe ezvâcühû ba'dehû.) buyurmuş. Arapça mübarek metnini okuduğumuz bu hadis-i şerif ne demek?.. Peygamber Efendimiz'in bu zevcesi, validemiz, Aişe anamız buyuruyor ki:

"Peygamber SAS Efendimiz Ramazanın son on gününde âdetiydi, i'tikâf ederdi." Ne zamana kadar?.. (Hattâ teveffâhullàhu teàlâ) "Aziz ve celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri onun ömrünü bitirinceye kadar, ruhunu kabzedinceye kadar, huzuruna alıncaya kadar; ahirete irtihâl edinceye kadar, vefat edinceye kadar Efendimiz i'tikâf ederdi."

Sonra bir güzel cümle var hadis-i şerifin arkasında, Aişe anamızın ifadesi: (Sümme a'tekefe ezvâcühû ba'dehû.) "Ondan sonra, yâni ahirete irtihal ettikten sonra zevceleri i'tikâfa devam ettiler." diyor.

Başkalarından bahseder gibi konuşuyor ama, tabii kendisi de i'tikâf ederdi. Zaten Peygamber Efendimiz hayatındayken, bir keresinde mescide bir girdi ki, baktı çardırcıklar kurulmuş mescidin orasında, burasında...

"--Bunlar ne?.." dedi,

"--Valideler i'tikâfa niyetlenmişler, çadır kurmuşlar, bölme ayırmışlar mescidin içinde; i'tikâf edecekler." dediler.

Peygamber Efendimiz o zaman girmedi i'tikâfa, o sene şevvalde girdi. Yâni Pergamberimiz'in hayatı zamanında da hanımları i'tikâfa girerlerdi zaten. Yâni bu güzel âdeti Peygamber Efendimiz'den sonra devam ettirdiler demek istiyor Aişe anamız.

İ'tikâfla ilgili okuyacağım ikinci hadis-i şerif ,Buhârî'de kaydedilmiş. Ashab-ı suffeden, mescidin müdâvimlerinden, kayıtlı mevcutlarından, Ebû Hüreyre RA rivayet etmiş.

(Kânen-nebiyyi SAS ya'tekifu fî külli ramadàne aşerate eyyâm) "Peygamber Efendimiz her ramazan on gün i'tikâfa girerdi." diye rivâyet buyuruyor. Arkasından bir başka cümle var, ordan da ikinci bir bilgi kazanıyoruz:

"Her sene ramazanda on gün i'tikâf ederdi. (Felemmâ kânel-âmüllezî kubida fîhi) Vefatının vuk bulduğu sene gelince, (a'tekefe işrîne yevmen) o zaman yirmi gün i'tikâf etti." Peygamber Efendimiz son senesinde yirmi gün i'tikâf eylemiş. Allah-u Teàlâ Hazretleri şefaatine nâil eylesin...

c. İ'tikâf Nedir?

Dinleyicilerimizin içinde gençler var, taze taze, pırıl pırıl ablalar, ağabeyler, ibadete düşkün kimseler var... Bir keresinde Mecidiyeköy, Levent civarında gidiyorduk. Karşıdan blue-jean paltalon giymiş gençler geliyorlar. Saçlar modaya uygun, uzun vs. Onlar karşıdan gelirken, bunlar Yirminci Yüzyıl'ın çağdaş gençleri diye, şöyle kenardan geçmeyi düşünüyordum. Bana dönüp de:

"--Esselâmü aleyküm ve rahmetullàh hocam!" demesinler mi?..

Nasıl sevindim. Yâni tahmin etmiyor insan. Kıyafetinden insanlar anlaşılmıyor. Kalpler önemli... Gençlerin içinde nice kıymetli, değerli gençler var; ablalar var, ağabeyler, delikanlılar var...

Bu i'tikâf meselesini belki bilmeyenler vardır, yaşlı olduğu halde de bilmeyenler olabilir. Onun için i'tikâfı biraz izah edelim: İ'tikâf, akefe kökünden geliyor. Bir şey üzerine durmak, devam etmek mânâsına geliyor.

Kur'an-ı Kerim'de anlatıldığına göre, Musa AS kavmiyle Firavun'dan kurtulup bir beldeye geldi. Orda baktı ki, o beldenin ahalisi,

(Ye'küfûne alâ asnâmin lehüm) kendilerine ait, elleriyle yaptıklara zavallı putçuklarına tapıyorlar. Yâni abede mânasına, ibadet ediyorlar mânâsına geliyor.

(Vel-àkifîn) diye de geçiyor Kur'an-ı Kerim'de... Yâni, bir yerde ibadet niyetiyle, ibadet maksadıyla beklemek, bir şeyin üzerinde durmak devam etmek mânâsına geliyor.

İ'tikâf ramazanın son on gününde sünnettir. Deminki hadis-i şeriflerde, Buhârî'den, sahih kaynaklardan, Riyâzüs-Sàlihîn'den size okudum. Görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz hiç bırakmamış. En son senesinde de yirmi gün yapmış. İlle son gün olacak diye bir şey yok, önceden de olabilir. İ'tikâf kuvvetli bir sünnettir, aşikâr bir sünnettir.

Bir de bu sünnetin bir özelliği var, sünnet-i kifâye derler buna. Yâni o kadar kuvvetlidir ki, yapılmazsa bir beldenin bütün ahâlisi sorumlu olur. Diyelim ki, taşrada bir kasaba, bir nahiye, bir bucak, bir köy... Hiç kimse i'tikâfa girmemiş. O zaman bütün belde halkı sorumlu olur. "Rasûlullah'ın bu müekked, bu kuvvetli sünnetini niye yapmadınız ramazanda?!." diye hepsi sorumlu olur.

Ama bir kaç tane, bir tane de olsa ibadet aşıklısı çıkar, i'tikâf ederse, öteki yapmayanlardan bu borç, cezalandırma durumu böylece kalkmış olur. Yâni, "Eh, hiç olmazsa beldeden bir tanesi çıkmış, orda i'tikâf ediyor." diye, beldeye faydası oluyor bir i'tikâf eden insanın. Böyle bir özelliği var, sünnet-i kifâye derler.

Meselâ cenaze namazı farz-ı kifâye... Farz ama;

--Peki benim haberim olmadı. Adam ölmüş. Ben başka yerdeydim. Eyvah, farzmış, ben suçlu muyum?..

Hayır! Duyanlara ve o vazifeyi yapacak kimselere onu yapmak farz... Ama hiç kimse yapmazsa herkes sorumlu olur. Bir kaç kişi yapar da vazifeyi yerine getirirse, ötekilerden de sorumluluk kalkar.

Ona farz-ı kifâye deniliyor, bu da sünnet-i kifâye. Peygamber SAS Efendimiz Ramazanın son on gününde, ömrüde her zaman i'tikâf eylemiş. Peygamber Efendimiz'den sonra da ashâb-ı kirâmı, ezvâc-ı tahirât validelerimiz bu vazifeye devam etmişlerdir.

İ'tikâf yapmanızı tavsiye ediyorum. Durumunuz müsait ise, cemaatle namaz kılınan bir camide, cuma namazı kılınan bir camide, ezan okunup müezzini olan, imamı olan bir camide i'tikâfa girebilirsiniz.

Kadınlar da girer, erkekler de girer. Büyükler de girer, küçükler de girer. Çocuğun dahi, henüz temyiz kâbiliyeti kendisinde yeni mevcut olan çocukların dahi i'tikâfı sahihtir. Allah' a hamd ü senâlar olsun.

--Bazı genç, küçük çocuklar oluyor, babalarının yanında onlar da i'tikâf edebiliyorlar. Olur mu?..

--Olur.

--Kadının i'tikâfı?..

--O da olur.

--Kadın mescidde i'tikâf ederse hocam, gecesi var, gündüzü var. Dışarı çıkıp, abdest alacak, nasıl olacak?..

--Evet mescidde değil de, kadınlar daha ziyade evlerinde i'tikâfa girerler. Evlerinin bir odasını mescid edinirler, "Burası benim mescidim olsun..." derler, orada i'tikâf ederler. İ'tikâfın şartlarını orada yerine getirerek, ibadetleri orda yaparak, onlar da i'tikâf sevabını alabilirler.

Erkekler cuma namazı kılınan, beş vakit namaz kılınan bir camide i'tikâf eder.

--Cuma namazı kılınmayan bir cami olsa hocam?..

Şimdi artık her camide kılınıyor da kılınmayan camiler olabiliyor. Meselâ benim gençliğimde hatırlıyorum. Civarımızdaki köylerden bizim köye cuma namazı kılmaya gelirlerdi. Çok özen gösterirlerdi. Herkes atına biner vs... Çünkü her köyde cuma namazı kılınmazdı.

--Cuma namazı kılınmayan, ama beş vakit namaz kılınan bir camide i'tikâf olur mu?

--Olur. Olur da, cuma namazı için kalkıp yine cuma kılınan yere gitmesi lâzım gelir.

d. İ'tikâfta Ne Yapılacak?

İ'tikâf nasıl geçer, i'tikaf nasıl bir ibadettir? İ'tikâf Allah'a yoğun bir ibadet şeklidir. Artık eve de gitmiyorsunuz, dünyevî işlerle de meşgul olmuyorsunuz, eşinizle de meşgul olmuyorsunuz.

Bu arada söyleyeyim, hanımlar i'tikâfa beylerinin izniyle girerler. Yâni, "Efendi, müsaade ediyor musun bana? On gün senden ayrı kalacağım, müsaaden var mı?" diye sorması lâzım! Çünkü i'tikâfa girdi mi eşinden ayrı durması gerekiyor. Sormazsa olmaz. Hattâ efendisi, "Ben izin vermiyorum!" diye bozdurabilir.

İ'tikâfta ne yapacak?.. Yoğun olarak kendisini Allah'a ibadete verecek. Yâni zihnini derleyecek toplayacak, Kur'an okuyacak...

Tabii mescidlerin en güzelini seçmeye çalışmak lâzım, en büyüğünü seçmeye çalışmak lâzım! En sevaplı mescid hangisidir?.. En sevaplı mescid Mekke-i Mükerreme'deki Mescid-i Haram'dır. Bazı kimseler eğer Mekke'ye gidebilmişse, son on günü orda caminin içinde yatıp kalkarak, eve gitmeden i'tikâf yapabilecekse, en sevaplı odur.

Sonra Medine'deki Peygamber SAS Efendimiz'in mescidi, Mescid-i Nebevî... Sonra Kudüs'teki Mescid-i Aksà... Sonra camisi büyük, cemaati çok olan yerlerde i'tikâf yapacak.

İ'tikâfta ne yapacak? Dünya kelâmı, insanlarla sohbet vs. malayani konuşma yapmayacak. Hayırlı sözden başka söz söylemeyecek. Kur'an okuyacak, hadis okuyacak. Öğrenebilir, öğretebilir, öğretmen olabilir. Talebenin birisi sormuştu:

"--Hocam, ben i'tikâfa girmek istiyorum ama, çocuklara da Kur'an öğretiyordum. Hangisini yapayım?" diye bana sordu Ankara'da.

Ben de takıldım ona:

"--Bana bak, sen niye iki ibadeti karşı karşıya getiriyorsun, birbiriyle çatıştırıyorsun?.. Hem i'tikâfa gir, hem de i'tikâftayken çocuklar yine gelsinler camiye... Sen onlara Kur'an okutmaya devam et, katmerli sevap olsun! Yâni ekmek kadayıfının üstüne kaymak konulmuş gibi tatlı olsun!" diye lâtife ettim.

İnsan i'tikâfta ilim de öğretebilir, ilim de öğrenebilir. Peygamber Efendimiz'in hayatı, sireti, peygamberlerin ahlâkı olabilir. Kendisi eline kalemi alır makale yazar, kitap yazar... vs. Günah yapmamaya, boş vakit geçirmemeye, zamanı israf etmemeye dikkat eder.

Böyle bir i'tikâfı tavsiye ediyoruz. Bir iki gün sonra pazar günü başlayacak. İ'tikâf yaparsanız, sünneti yerine getirmiş olursunuz; bir de beldenizdeki i'tikâf yapmayan müslümanları da kurtamış olursunuz. Çünkü sünnet-i kifâye, yapmayınca onlar da sorumlu olacaktı. Siz yapınca onlar da kurtuluyor.

Biz İskenderpaşalılar olarak, İskenderpaşa camiası, kardeşlerimiz, ihvanımız, dostlarımızla, Hocamız'ın zamanından beri i'tikâfa çok dikkat ediyoruz. Niye Hocamızdan özel olarak bahsediyorum? İhvânımızdan birisi Hocamız Rahmetullahi Aleyh'e sormuş:

"--Efendim, bizim halvete girecek zamanımız olmuyor. Üniversitede profesörüz, hocayız. Kırk gün ayrı duramıyoruz. Kırk gün bir yere kapanıp yoğun bir şekilde ibadet etme işi yapmak istiyoruz ama, memuriyetimiz müsait değil. Acaba ramazanın son on gününü, on gün on gün yaparak bu i'tikàfın âdabını, bu halvetin faydalarını, eğitimini alabilir miyiz, sağlayabilir miyiz?.." diye sormuşlar.

Hocamız kabul buyurmuş:

"--Olur, girin bakalım!" demiş.

Bu i'tikâfta, halvet denilen çok büyük ve çok yoğun ibadetin eğitimini onlara on gün içinde kısmen yaptırmış.

Bazı kimseleri Hocamız kendisi çağırırdı ve: "Sen benim yanımda bir hafta kal bakayım!" diye onlara bütün bir halvette, yâni kırk günlük çile dediğimiz halvette öğretilecek şeyleri öğretirdi. Mürşid-i kâmil-i mükemmil olduğu için öğretirdi. Evliya eyler, ondan sonra bir yere gönderirdi. Allah-u Teàlâ Hazretleri şefaatine nâil eylesin...

Onun için ben bizim camiamızda i'tikâfı, küçük halvet gibi görüyorum ve biz de halvetteki zikirler ve sıkı, yoğun ibadet; kimse kimseyle konuşmayacak, bir köşeye çekilecek, cemaate karışmayacak, cemaatle sohbet olmamasını sağlayacak. Daha mûtenâ bir yerde, daha saklı bir yerde yapacak bu i'tikâfı... Halvetteki yasaklara riâyet edecek, yâni sünnet olan i'tikâftan daha kuvvetli, daha sıkı bir dinî eğitim, zikir, fikir, ibadet çalışması yapıyoruz.

Kardeşlerimize tavsiye ederiz. Kabul eden ve giren kardeşlerimize Allah büyük feyizler ihsân eylesin diye şimdiden dua ediyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri feyizlerini çok eylesin... Kalplerini pürnûr eylesin... Kalplerindeki pası, kirleri, manevî lekeleri temizlesin, gönülleri pürnûr olsun... Zihinleri aydın olsun, imanları kavi' olsun... Aşkullah, muhabbetullah, ma'rifetullah sahibi olsunlar... Allah'ı seven, Allah'ı bilen, Allah'a güzel kulluk eden kullar olsunlar... Bu halvetle, bu i'tikâfla o noktalara ulaşsınlar diye temenni ediyoruz. Temenni ediyorum, uzaktan dualar ediyorum.

Sevgili Akra dinleyicileri, Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemize ve cümlenize her türlü sevdiği, razı olduğu güzel işleri yapmayı öğretsin... Onları yapmaya bizi muvaffak etsin. Dua ediyoruz:

(Allahümme erinel-hakka hakkan verzuknet-tibâahû) "Yâ Rabbî bize hakkı hak olarak göster, gördükten sonra da uymayı nasib et!" Yâni bazı insanlar hakkı görür, güzeli görür de yapmaz; veya yapmaya gücü yetmiyor veya şeytan çelmeliyor. Bilmek yeterli değil. İslâm'da bilmek bir meziyet ama başlı başına bir meziyet değil. Bilmek uygulamak içindir. Bilecek, bildiğini uygulayacak. Bilecek, ondan sonra ilmiyle âmil olacak, ilmini uygulayacak! Sadece bilmek laf ebeliği oluyor, kuru kalabalık oluyor. Kitap hammallığı gibi oluyor. Elinde veya sırtında yük olarak değil, zihninde taşıyor ama üzerinde görünmüyor, tesiri yok... Öyle olmaz! Yâ Rabbî bize hakkı hak olarak görüp uymayı nasib eyle...

(Ve erinel-bâtıle bâtılen verzuknectinâbeh) "Bâtılın, boşun, yanlışın, zararlının, kötünün de öyle olduğunu görüp, ondan sakınmayı bize nasib et yâ Rabbî!.. Bize tevfikini refik et de, iyi kulun olalım, iyi şeyleri yapabilelim... Kötü şeylerden de sakınabilelim yâ Rabbî!" diye dua ederiz. Bu dua Efendimiz'dendir.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bize hakkı ve hayrı işletsin... Şerden ve kötülüklerden ve zararlardan, hatalardan, isyanlardan, nisyanlardan, günahlardan bizi uzak eylesin...

Hele şu feyiz ve bereket mevsimi olan Ramazanı güzel geçirmeyi nasib eylesin... Şeytana uymamayı, haramlardan uzak durmayı, orucu hakkıyla tutmayı, sevapları çok kazanmayı, Allah'ın affına, mağfiretine erip, cehennemden âzad olmayı cümlemize Mevlâ'mız nasib eylesin... Nice nice nice güzel günlere, Ramazanlara, kandillere sıhhat afiyetle, sevdiklerinizle beraber erişin... Hem dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar olun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

16. 01. 1998 - Sydney / AVUSTRALYA