ORUÇLUNUN DUASI
Eùzü billâhi mineş şeytànir racîm.
Bismillâhir rahmânir rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil àlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn...
.................
Peygamber SAS Hazretleri buyurmuşlar ki:
(Etâküm şehru ramadàn) "Size ramazan ayı geldi. (şehru bereketin) Bereket ayı..." Bereket, her şeyde bereket var... Sofralar bereketleniyor, zamanlar bereketleniyor, her şeyde bir bereket hasıl oluyor. Tamam, işte bu mânevî ayda, Allah-u Teâlâ Hazretleri bir kerre şerri, şer kaynaklarını bağlattırıyor. Hayır imkânlarını arttırıyor. Onun için, her bakımdan bir bereket var bu ayda... Hem mübareklik var, hem de her şeyde bir müsbet artış var...
(Fîhi hayrun) "Bunun içinde hayır vardır." Bu ayın içinde nice nice hayırlar vardır, görüyoruz. Ayrıca, biliyoruz ki, içinde bin aydan daha hayırlı bir gece var... Neresinde?.. Saklamıştır Allah... Allah-u Teâlâ Hazretleri kesin olarak beyan etmemiş. İçinde bin aydan daha hayırlı bir gece olduğunu Kuran-ı Kerim bildiriyor:
(Leyletül kadri hayrun min elfi şehrin) [Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.]
Peygamber Efendimiz'e sormuşlar:
"--Yâ Rasulallah, bu sadece senin ömründe, yani dünya tarihinde bir defa olan bir gece mi, her sene mi?"
"--Her sene!" buyurmuşlar.
Her sene ramazanın içinde, bin aydan hayırlı bir gece var. Neresinde?.. Saklı... Peygamber Efendimiz bir ipucu vermiş. Diyor ki:
"--Ramazan'ın son on gününde arayın!"
Son on gününde saklı, bin aydan hayırlı bir gece var... O bin aydan hayırlı geceye tesadüf eden, o gecede Allah'ın sevdiği ibadeti yapan, 83,3 yıllık ibadet yapmış gibi sevab kazanacak. Bin ay o kadar sene ediyor. Çok kıymetli bir şey... Ne yapacağız?.. İçinde hayır olduğu anlaşıldı, tamam. (Fîhi hayrun) Bu ayın içinde hayır var... Anladık ki bir hayırlı gece var... Her gecesinde hayır var, bir de bin ay kadar kıymetli kadir gecesi var bu ayın içinde...
--E, ne yapacağız hocam? Acaba bir bilgin var mı bu hususta, ne yapmamız gerekiyor?
--Evet bir bilgim var: Bu geceyi yakalamak için Peygamber Efendimiz, ramazanın son on gününde camide i'tikâfa girerdi.
İ'tikâf kuvvetli bir sünnettir. Bir beldede kimse i'tikâfa girmezse, o beldenin ahalisinin hepsi sorumlu olur. Çünkü Efendimiz'in kuvvetli sünnetidir. "Niçin o mâlûm ve kuvvetli yapmadınız?" diye belde ahalisine sorgu sual olur. Onun için işi müsait olanlar şimdiden kararlaştırsınlar, müftülüklere müracaat etsinler, imamlara müracaat etsinler: "Ben filanca camide i'tikâfa girmek istiyorum. Bilesiniz, mâlûm olsun." diye... İtikafa girsinler Ramazan'ın son on gününde!..
Peygamber Efendimiz i'tikâf etmiştir, Ashab-ı kiram da i'tikâf eylemişlerdir. Siz de i'tikâf eyleyin! Ramazanın son on gününde o şerefi, o sevgiyi, o ibadeti, siz de tatmış olun.
(Yuğaşşîkümullah) Allah sizi hayırla kaplar. İçinde bir hayır vardır, o hayrı sizin üzerinize yayar. Sizi hayırla örter Allah... Yeryüzü, müslümanların üstü hayırla, kaplanır. Sonra, (feyenzilur rahmetü) rahmet iner. Bu ayda gökyüzünden Allah'ın rahmeti yağar. Hanelere, gönüllere, evlere, ülkelere, beldelere, camilere yağar rahmet...
(Ve yahuttu fîhil hatâ') Allah bu ayda, günahları affeder. Her akşam iftar vakti affediyor. Her sahur vakti affediyor. Her yalvarana mağfiret ediyor. Yani çok insanlar mağfirete eriyor, çok insanlar affoluyor bu ayda... Allah bizleri de mağfurîn zümresine dahil eylesin, ilhak eylesin...
(Ve yestecîbu fihid duâ) "Allah bu ayda duaları da kabul eder." Bilmiyorum, ne istiyorsunuz Allah'tan?.. Yani, el açıyoruz, birşeyler isteniyor. Duaları da bilmek lâzım!.. İnsanın neyi isteyeceğini bilmesi lâzım.
Mirac'dan biliyorsunuz, Peygamber SAS Efendimiz'in bile izni olup olmadığını soruyorlar. Ama bu ramazan ayının bereketlerinden, güzelliklerinden bir mânevî husus şudur ki, göğün kapıları açılıyor. Yâni engel olmadan dualar Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin kabul edeceği makama vâsıl oluyor.
(Yenzurullâhi tenâfüseküm) Allah-u Teâlâ Hazretleri sizin hayırlardaki gayretinize, birbirinizle yarışırcasına yaptığınız ibadetlere rahmet nazarıyla nazar eder. (ve yübâhî biküm melâiketehû) Meleklerine sizi gösterip sizinle mübâhat eder. Yâni öğünmek gibi bir söz bu kelime... "Bakın, meleklerim görün; sizin tenkid ettiğiniz insanoğulları ne güzel ibadetler yapıyorlar!" diye medheder, mübâhat eyler. Allah-u Teâlâ Hazretleri bizleri meleklerine göstererek takdirlerini onlara ifade eder.
Tabii, biliyorsunuz meleklerin mâcerâsını... Adem AS'ın yaratılması bahis konusu olduğu zaman, "Yâ Rabbi sen yeryüzünde kan döken, fesat çıkartan varlıklar mı yaratacaksın?" diye söyleyince; "Sizin bilmediklerinizi ben bilirim." diye Allah-u Teâlâ Hazretleri cevab vermişti. Onlar da hatâ ettiklerini anladıklarından, istiğfar sadedinde, Beytül Ma'mur'un etrafında, hacıların Kâbe'nin etrafında tavaf ettiği gibi tavaf etmişlerdi. Tabii bu ramazanda meleklere mü'minleri gösterip de Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin, mü'minleri medhetmesi; "Bakın, hani siz, 'Bu insanlar kan döker, günah işler.' diye söylüyordunuz, ne güzel ibadetler ediyor?" diye bir mânâ da taşıyor.
(Feeddullàhe min enfüsiküm hayrâ) Mâdem Allah-u Teâlâ Hazretleri bunca hayrı hasenâtı, nimetleri bu ayın içinde kullarına böyle hazırlamış; ey kullar, ey mü'minler, siz de kendiniz nefislerinizden bir gayrete gelin ve Allah'a karşı kulluk vazifelerinizi edâ edin!.. Yâni, siz de gayrete gelin, bu güzel ayın içinde çalışmalarınızı yapın!..
Abdullah ibn-i Ebî Evfâ RA'den Rasûlüllah SAS'in bir hadis-i şerifi daha var okumak istediğim; Peygamber SAS buyuruyor ki:
(Nevmüs sàimi ibâdetün) Mükâfatlar, özellikler, husûsî ikramlar bu aya mahsus... "Oruçlunun uykusu bile ibadettir." Gece namaz kılar, sahura kalkar, camiye gelir, mukabele dinler, dayanamaz; uzun günler olur, yorulur açlıktan, susuzluktan; uyuyabilir. "Onun uykusu bile ibadettir." buyuruyor Peygamber Efendimiz...
(Ve samtühû tesbîhun) Sonra, "Sükûtu da tesbih gibidir." Yâni, insan oruçlu olduğu zaman biraz boynu bükük duruyor, sessiz duruyor. Benzi sararmış oluyor. Ama sükûtu bile tesbihtir, onun da sevabı vardır.
Zâten, sükût bir ibadettir. İslâm'da sükût, tefekkürün sebebi olduğundan veya kötü şeyler söylememek için insanın kendisini tutma olduğundan, sükût bir ibadettir. Müslümanların genel kanaatleri, "İbadet nedir?" diye sorsalar, ilk hatıra gelen şeyler: Namazdır, tamam namaz ibadettir... Oruçtur, oruç ibadet... Zekât, zekât da ibadet... Tabii, o da mâlî bir ibadettir; keseni açıyorsun, fukaraya kendi öz kazancından, temiz alın terinden kazandığın şeyini veriyorsun. İslâm'ın güzelliklerinden birisi budur ki, parayla da ibadet yapılıyor. Parasını sarfederekten mâlî yönden de gayret göstermek sûretiyle, o da bir ibadet oluyor; tamam...
Hac da ibadettir; Kâbe-i Müşerrefe'yi ziyaret ediyor. Sükût da ibadettir. İnsanların çoğu kadrini kıymetini bilmez. Ya hayır söylemeli insan, ya da sükût etmeli!.. Hele sükûtu tefekkür olursa, düşünme olursa; o zaman en büyük ibadetlerden birisi de o oluyor. Peygamber SAS Hazretleri buyurmuş ki:
(Lâ ibâdete ket tefekkür) "Tefekkür kadar kıymetli, sevabı çok olan ibadet olmaz!"
Bir rivayet vardır:
(Tefekkürü sâatin hayrun min ibâdeti seneh) "Bir saatlik, bir miktar tefekkür bir senelik ibadetten hayırlıdır."
Başka bir rivâyet var:
(Tefekkürü sâatin hayrun min ibâdeti sittîne seneh) "Bir saatlik tefekkür altmış yıllık ibadetten daha hayırlıdır."
Tabii, ikisi de doğru olabilir. İnsanın düşündüğü şeyin önemine göre, düşündüğü şeyin insan hayatında meydana getirdiği değişmeye göre, altmış yıllık ibadete de bedel olabilir. Bakıyorsunuz, bir insan yaptığı hata kendisine söylendiği zaman veya bir hadiseden ibret aldığı zaman, bir derin düşünceye dalıyor, kötülükleri bırakıyor, doğru yola giriyor, tevbekâr oluyor. Eh işte o tefekkür, o zaman altmış yıllık ibadetten hayırlı oluyor.
(Ve duâühû müstecâbün) "Oruçlunun duası da müstecâbdır." Dua da ibadettir. İnsanların bazılarının bilmediği hususlardan birisi de budur.
(Edduâü hüvel ibâdetü) Biz sanıyoruz ki, namazı kıldığımız zaman elimizi açıyoruz, bir şeyler istiyoruz Allah'tan... Tabii, istiyoruz, Allah-u Teâlâ Hazretleri dua edene istediğini verecek ama; o istemek, o dua, o da ibadettir. Yâni insan sabahtan akşama Allah'tan bir şeyler istese boyna, istesin; çünkü ibadet etmiş olur. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(Men lem yed'ullàhe gadıballàhu aleyhi) Şaşılacak bir müjde bu!.. "Allah'a dua etmeyenlere Allah gazab eder." Yâni, "Ey kulum çok dua ettin, yeter artık, çok isteme!" demez de, isteyenin istemesinden memnun olur da, o istemesini ibadete sayar. Aksine Allah'a dua etmeyene, Allah'tan bir şey istemeyene Allah gazab eder. Dua da ibadettir.
Onun için, kimisi namazı kılıyor, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah... Esselâmü aleyküm ve rahmetullah..." diyor, kalkıyor gidiyor. Mübarek, namaz da ibadettir, arkasındaki dua da ibadettir. O da sana sevab kazandıracak! Hem sevab kazandıracak, hem de istediğin şeyi Allah verecek!..
Diyebilir ki insan, hatırına getirir şeytan, aklına gelebilir böyle bir şey:
"--Ben bazı şeyleri istiyorum, olmuyor..."
Böyle diyenler var... Meselâ geçende duydum, kadının birisi:
"--Allah benim dualarımı kabul etmiyor." diyormuş.
Şimdi Allah-u Teâlâ Hazretleri, kul bir şey istediği zaman duasını, şartlarına uygunsa kabul eder. Tabii, haramla beslenmiş, haram yiyen, haram konuşan, haram giyinen insanın duasını kabul etmeyeceğini anladık hadis-i şeriflerden... Ama helâlinden yemiş, şartlarına uygun bir insanın duasını üç şekilde kabul eder:
1. İstediğini aynen ona verir. "Yâ Rabbi, tarlam kurudu, yarın yağmur ihsan eyle... Yoksa mahvolacağım, çok zarara uğrayacağım." der. Bakarsınız ertesi gün şakır şakır yağmur yağar. Allah bazan kulun istediğini aynen verir.
2. Bazan istediğinden a'lâsını verir. Bu neye benzer?.. Hasta doktora diyor ki:
"--Bana aspirin ver!"
Doktor da diyor ki:
"--İyi ama, senin midende ülser var, gastrit var... Aspirin yersen miden daha fenâ olacak. Sen aspirini niye istiyorsun; başın ağrıdığı için... Tamam, ben sana aspirin vermeyeceğim ama, başının ağrısını geçirecek daha güzel bir ilâç vereceğim!" diyor.
Allah da bunun gibi, kul bir şey istediği zaman istediğini vermiyorsa, daha iyisini verecektir de onun içindir. Biraz sabretmek lâzım!..
Diyor ki Peygamber Efendimiz: "İstedim de Allah vermedi demeyin; biraz sabredin, durun bakalım!.. Her şeyin biraz sabırlı olması lâzım! Tamam, kabul olmuştur, olacaktır."
Peygamber Efendimiz bir müşrikle münakaşa ederken, Cebrâil AS müşrikin yanına gitmiş, bir şeyler yapmış, gelmiş. Peygamber Efendimiz sormuş:
"--Yâ Cebrâil kardeşim, ne yaptın?.."
"--Ben onun can damarını koparttım." demiş.
Yâni o anda bir şey anlamıyor ama, Cebrâil ona ne yaptıysa yaptı, biraz sonra belâsını bulacak. Yâni zamanı var, işin bir oluşma müddeti var...
Onun için telâş etmemek lâzım, istemek lâzım!.. İstedikten sonra edeble beklemek lâzım!.. Allah bazan istediğinden a'lâsını verir, onu görürsünüz. Beklediğiniz zaman, böyle misaller sizin hayatınızda da vardır demek istiyorum. Benim hayatımda çok misaller var...
3. Bazan da mükâfatını Allah ahirette verir. Dua eden kimseye duasının karşılığını ahirette verir. Neden?.. Öyle bir şey istemiştir ki, olmayacak. Meselâ; babası veya, hocası, veya oğlu, sevdiği bir kimse vâdesi yetmiş, artık vefat edecek... Yanındakiler el açıp dua ediyorlar: "Yâ Rabbi buna sağlık ver, afiyet ver, ömür ver, ayağa kalksın... vs." diye, ama ölecek.
Bu çeşit dualar olduğu zaman Allah-u Teâlâ Hazretleri yine mükâfatı verir. Yine kulunun duasına icabet eder; duasının karşılığını ahirette verir. İstediği şey kader-i ilâhiyeye aykırı bir şeydi, olmayacak bir şeydi.
Hem de bazan ne oluyor, hani derler ya: Ekinci yağmur yağmasını ister, çömlekçi güneş çıkmasını ister. Dünya üzerinde her insanın ayrı bir arzusu oluyor. Bazısı olmayacak o zaman... Çünkü zıt şeyler isteniyor. İkisi de iyi kul, zıt şeyler istiyorlar. O zaman olmayacak olana Allah ahirette mükâfat verir.
Askerdeyiz. Bir arkadaşımız, Abdülkadir-i Geylânî KS Hazretleri'nin vaazlarını ihtiva eden bir kitabın tercümesini şöyle şurasına sokmuş. Müslüman mütedeyyin bir arkadaş ama, cebinde güzel bir kitapla geziyor. Boş bir vakit buldu mu, açacak okuyacak, istifade edecek. Çünkü, ilimden bir bölümü öğrenmek, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır. "İlimden bir bahsi kişinin teallüm etmesi, öğrenmesi hem dünyadan, hem de dünyanın içinde mevcud olan bütün her şeyden daha hayırlıdır, daha sevablıdır." diyor Peygamber Efendimiz... Yanında kitapla geziyor, ne kadar güzel!.. Keşke bu alışkanlık bütün müslüman kardeşlerimizde yerleşmiş olsa... Fırsat bulduğu zaman insan, elini cebine sokup açsa, okusa...
Ben üniversitede hocalığım zamanında talebelere söylerdim: "Yanında kalemle beraber şuranızda bir defter olsun! Hani şurda cep oluyor ya ceketlerde, orda bir defter olsun; beğendiğiniz güzel bir şeyi hemen kaydedin!.. Yanında kalem olsun. Akıl defteri, hafıza defteri gibi bir defter olsun. Bir de, cebinde bir kitap olsun.
Muhterem kardeşlerim! Biz ilme en büyük hizmeti vermiş olan bir ümmetiz. Müslüman ecdadımız, dünya tarihinde emsâli görülmemiş alimler olmuşlar; cihan durdukça adları anılacak, eserleri okunacak kıymetli kimseler... Sonradan biz şimdi bu devirde o ilim sevgisini, o ilmin sevabını pek bilmediğimiz için gevşetmişiz. O arkadaş cebinde kitapla geziyordu. Temenni ederiz ki, hepiniz gezin!
Bir de zıt bir misal vereyim: Japonları tanıyan bir arkadaş anlattı. Zıt misal, ters misal ama, insanın hatırında iyi kalır. "Hocam, çok kitap okuyorlar." diyor. Avrupalıların içinde en çok Almanlar okur, ama Japonlar kat kat daha fazla kitap okuyorlarmış. "Yüznumaralarında bile kitap rafı var!" diyor. Yâni bu ne demek?.. Orda iken bile okuyor.
Tabii, biz ilmi bu kadar da ayağa düşürmeyiz; her şeyin bir yeri var, âdâbı var, erkânı var, güzelliği var... Biz yapmayız ama, adamların halini bilelim, çok okuyorlar. Biz de sair zaman vaktimizi zayli etmeyelim, onları orda geçelim ama, adam yüznumaradaki oturuşunda bile kitap okumak için oraya kitaplar koymuş. "Orda bile kitap rafı var." diye söyledi bir arkadaş... Ben görmedim, hayretler içinde kaldım.
Şimdi bizim arkadaşımız cebine kitabı koymuş; Allah râzı olsun, müslüman mütedeyyin bir kardeşimiz... Şimdi böyle üniversitelerden mezun, yüksek tahsilli çok kardeşlerimiz var böyle... Çok güzel, şuurlu yaşıyorlar. Kitabı buraya koymuş. Yanımda da bir talebem vardı. "Ne yazıyor bakalım, şu kitabı ver bakalım, ne kitabıymış?" dedi, cebinden çekti. Parkasının cebinden çıkarttı kitabı... Ben de baktım Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz'in vaaz kitabı... Vaazlarının tercümesi... Dedim, "O zaman besmeleyle bir sayfa açın da, madem kitabı almış olduk, bir nasihat etmiş olsun bize Abdülkàdir-i Geylânî Efendimiz (KS)..." dedim. Şu söyleyeceğim hadis çıktı müjde olarak, nasihat olarak bize:
Ahirette müslümanlardan bazıları; defterler açılacak, sevaplar günahlar tartılacak ya mahkeme-i kübrâda... Bir takım sevaplar göreceklermiş, defterlerine yazılmış muazzam sevaplar... "Allah Allah!.. Bu sevabı ben acaba nerden kazanmışım?.. Nerden almışım, bu sevabın geliş yeri neresi?.." diyecekmiş. Soracakmış:
"--Yâ Rabbi! Ben bu sevabı nerden kazandığımı bilemedim; aceb ne ola bu?" diye...
O zaman, Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuracakmış ki:
"--Ey kulum! Bu sevablar sen dünyada iken dua ettiğin için, o dualarının sevabı olarak senin defterine yazıldı. Çünkü, senin o anda istediğin şey, benim kader-i ilâhime zıt idi, olmayacak bir şeydi. Ama, dua ettin diye ben sana bu sevabı bahşettim, ihsan ettim. Böyle karşıladım senin duanı..." diyecekmiş.
O zaman kullar, ordaki o sevabın büyüklüğü karşısında:
"--Keşke Allah-u Teâlâ Hazretleri dünyadaki bütün dualarımızın mükâfatını böyle ahirete bıraksaydı, bu tarzda verseydi!.." diyeceklermiş.
Demek ki, dua kabul olur. Eğer insan haram yememişse, haram giymemişse, Allah'ın sevmediği bir durumda değilse, duası kabul olur. Çünkü, Allah vaad etmiş:
(Ve kàle rabbüküm üd'ûnî estecibleküm) "Bana dua edin, ben duanıza icabet edeceğim!" diye... Dua kabul olur. Ama dua, ya hemen istediğin gelir, öyle kabul olur; ya istediğinden a'lâsı gelir, öyle kabul olduğunu anlarsın; ya da ahirette verilecektir.
Niye bu izahatı verdik?.. Bu ramazanda yapılan duaları Allah kabul eder. "Oruçlunun duası müstecab olur." diyor Peygamber SAS Efendimiz... Bu müjdeyi okuduğumuz için bu izahatı burdan verdik.
Duası müstecab olan insanlardan birisi de biliyorsunuz, hastalardır. Hastanın da uykusu ibadettir, iniltisi tesbihtir, duası müstecabdır. Hasta olduğu için yapamadığı alışkanlık olan amelleri de, yapılıyormuş gibi sevabı yazılır. Yapamadığı halde, hastalık dolayısıyla yapamadığı için, yapılıyormuş gibi amellerinin sevapları yazılmaya devam eder. Ve defter-i âmâlindeki bütün günahlar da silinir, defteri tertemiz olur. Hastanın da durumu böyledir.
Demek ki oruçlunun da durumu böyle... Uykusu ibadettir, sükûtu tesbihtir, duası müstecabdır ve ameli mudàaftır. Mudàaf ne demek?.. Kat kat değerlendirilmiş, büyütülmüş demek... Oruçlunun yaptığı bütün ameller yetmiş kat daha sevaplıdır; orucu müstesnâ... Çünkü, hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz bildiriyor ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri: "Oruç benimdir, benim için tutulmaktadır. Binâen aleyh, onun mükâfatını ben vereceğim!" buyuruyor. Hesaba sığmayacak kadar, bigayri hisâbdır orucun mükâfatı... Yalnız öteki hayrat ü hasenâtına yetmiş kat verileceğini hadis-i şeriflerden biliyoruz.
Bir müjde daha ramazanla ilgili, muhterem kardeşlerim, Ebû Hayseme RA'den:
(Ramadànu ilâ ramadàn) "Bir ramazan öteki ramazana kadar, eski ramazan bu ramazana kadar; (vel haccü ilel hac) evvelce yaptığın hac ile bu sefer yapmış olduğun hac, ikisi arası için; (vel cumuati ilel cumuah) evvelki kıldığın cuma ile, bu sefer kıldığın cuma arası; (ves salâtü iles salâh) evvelki kıldığın namaz ile bu kıldığın namaz arası, (keffârâtün limâ beynehünne) aralarında günahlara kefarettir. Günahlara kefaret olur, affına sebep olur, günahlar silinir.
Demek ki, ramazanı âdâbına uygun olarak tutabilmişsek, geçtiğimiz geçen seneki ramazandan bu ramazana kadar aradaki hatalarımız, günahlarımız neyse onlara kefaret olur ve silinir. Bir müjde bu...
Eğer mütaddit defalar hacca gidebilmişsek, yapılan hac makbul ise, helâl para ile yapılmışsa, aradaki günahlara kefaret olur. Tabi, hacca herkes gidemiyor, ama ramazana herkes erişiyor, her yerde ramazan var... Binâen aleyh, ramazan büyük bir müjde...
Bir de ne müjde?.. Cumalar müjde... Bir cuma evvelki cuma ile aradaki günahlara kefarettir. Binâen aleyh, cuma namazlarını müslümanların hiç terketmemesi lâzım!.. Evvelki günahları silmeye sebep oluyor.
Tabii, cumalarda günahların silinmesinin başka yolları da var... Cumaya gelirken gusül abdesti alındığı zaman da, on günlük günahı silinir. Bir de Sûre-i Kehf vardır onbeşinci cüzde... Cuma gününde bu sûreyi okuyanın da, on günlük günahı affolur diye müjde vardır.
Görüyorsunuz, gece gündüz hatalarımız olabiliyor, kusurlarımız olabiliyor ama ibadete devam edersek, cumaya devam edersek, hac vazifemizi yaparsak, ramazanları güzel tutarsak; bu ibadetlerin hepsi hataları götürüyor, siliyor. Hatalar silinince yarın rûz-i mahşerde yüzümüz ak olacak, kusurlardan dolayı bir ceza olmayacak.
Silinmeseydi;
(Fe men ya'mel miskàle zerretin hayran yerahû ve men ya'mel miskàle şerren yerahû) "Zerre ağırlığı kadar hayır işleyen, hayrının karşılığını görecek; zerre ağırlığı kadar şer işleyen de cezasını çekecek." ayet-i kerimesine göre o zaman çok perişan olacaktık.
Bir insan hac ederse günahlar o kadar silinir, o kadar tertemiz olur ki, dönerken "Acaba Allah beni affetti mi diye tereddüt ederse, ilk günah o zaman yazılır." diyor hadis-i şerifler... Yâni tereddüt bile etmeyecek. Silindi elhamdü lillâh, tertemiz oldu. Ama şartı ne?.. Helâl para ile haccedecek. İş dönüp dolaşıyor, bizim evliyâullah büyüklerimizin dediği noktaya geliyor: Helâl lokma yemek, haram yememek... Şu boğazından içeriye haramın girmemesi...
Biliyorsunuz Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz'in bu husustaki titizliğini... Birisi bir tabak hediye getirmiş. Beğenmiş ağzına almış, sonra sormuş: "Nerden geldi bu?.." Eyvah!.. Haram bir yerden geldiği anlaşılınca, parmağını boğazına sokarak çıkartmış, kusmuş. Şöyle demiş: "Haramla beslenen vücuda cehennem ateşi mutlaka dokunur, çare yok!.." Onun için haramın girmemesi lâzım!..
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, bizim evliyâullah büyüklerimiz, mürşid-i kâmillerimiz diyorlar ki: "Müslümanın her şeyden önce helâl lokma yemeğe dikkat etmesi lâzım!.. Kimsenin hakkını yememesi lâzım, haram yememesi lâzım!.. Haram ve helâli iyi öğrenmesi lâzım!.." Bu çok önemli...
Babayiğit Hazret-i Ömer RA Efendimiz emîrül mü'minîn iken, teftiş için çarşıya pazara girermiş. Nasıl girermiş?.. Kırbaçla girermiş. Yanında kırbacı, çarşıya pazara girermiş. Neyi teftiş ediyor?.. Sorarmış haramı, helâlı, muameleyi... Hangi muamele haramdır, hangi muamele helâldir; ne yaparsa faiz olur, ne yaparsa haram olur?.. İmtihan edermiş, bilemeyeni pataklarmış. "Haramı helâli bilmiyorsun, burda niye ticaret yapıyorsun?" diye dövermiş.
Onun için muhterem kardeşlerim, her şeyi başı helâl lokma olduğu için, buralarda maksadımız ramazanı anlatmak ama, yeri gelmişken altını çizip, koca harflerle söyleyelim: Her şeyin başı helâl lokma olduğundan kazancın helâl olmasına ve boğazdan haram lokma gitmemesine çok dikkat etmeliyiz. Çoluk çocuğumuza haram lokma yedirmemeye çok dikkat etmeliyiz. Helâlinden kazanmanın yollarını iyi ve doğru öğrenmeliyiz.
Keşke fakültelerimiz çeşitli meslek erbabına ilkönce... Meslekleri öğretiyor; doktor oluyor, mühendis oluyor, veteriner oluyor, ziraatçi oluyor, hukukçu oluyor... Çok güzel, Allah adetlerini arttırsın, mâşaallah... Amma temenni ediyorum ki, ilkönce kendi mesleklerinde ne yaparsa haram olur, ne yaparsa helâl olur; keşke ilkönce onu öğretse de insanlar kurtulsa... Çünkü, haram lokma yedi mi mutlaka cehenneme gidecek. O zaman ibadeti de kabul olmuyor. Hac yapıyor, kabul olmuyor. Dua ediyor, kabul olmuyor. Çok feci bir durum olmuş oluyor. O bakımdan bu arada, helâl lokmaya dikkat etmenizi hatırlatalım.
İki ramazan, aradaki günahlara kefaret olur. İki cuma, aradaki günahlara kefaret olur. İki namaz, aradaki günahlara kefaret olur. İki hac, aradaki günahlara kefaret olur... Bunları saydı. Bir şartla: (Mectünibetil kebâiru) Büyük günahlardan kaçınıldığı müddetçe... Büyük günahlar nedir?.. Adam öldürmektir, hırsızlıktır, zinadır... vs. O büyük günahlardan kaçınıldığı zaman, mü'minin düşe kalka , dikkat yürürken sağdan soldan bulaşıp karıştığı günahlar silinir. Büyük günahlardan sakındığı müddetçe...
Büyük günahlardan sakınıyoruz. Mü'min olarak, mü'minler olarak sizler bizler sakınıyoruz. Yâni, hırsızlık yapmıyoruz elhamdü lillâh... Adam öldürmüyoruz, elhamdü lillâh... Allah böyle büyük günahlara bulaştırmasın... Yalnız, bu devrin bir mü'min için en tehlikeli büyük günahı zinadır. Maalesef zinaya herkesi bulaştırıyor zamane... Zamanedeki şartlar herkesi zinaya az çok bulaştırıyor muhterem kardeşlerim!..
Ne diyor Peygamber SAS Efendimiz:
(El'aynân, tezniyân) "Gözler de zina eder." buyuruyor. Gözün zinası nedir?.. Bakmaması gereken yere bakmasıdır. (Vel yedân, tezniyân) "Eller de zina eder." buyuruyor. Ellerin de korunması lâzım, harama değmemesi lâzım, haram bir şeyleri yapmaması lâzım!.. İşte bu gözle olan zinadan dolayı çok dikkat etmek lâzım!..
Nasıl oluyor bu gözle zinâ?.. Bir kere gazete ve mecmualarda oluyor. Ben şimdi bugün gelirken, bazı gazeteleri almayın dedim arkadaşlara... Şimdi birkaç tanesini daha sildireceğim, bunları da almayın diyeceğim. Üç-dört tane gazete alıyoruz ki, toplumun meselelerini duyalım, bilelim, çeşitli görüşleri öğrenelim diye... Hoca olduğumuz için, size bilgi hazırlayalım diye çeşitli gazeteleri alıyoruz. Bir gazetede bir erkeğin bir erkekle resmi var... Yarım yapmış ama o resim var... Bu korkunç bir şey!.. Ondan sonra o çıplak kadın resimleri var, onlar da feci şeyler... O mecmuaların bir kısmı sırf bu işi meslek edinmiş; korkunç şeyler... Ahlâksızlığın en kötüsünü reklam ediyorlar. Başlıklarla gıcıklayıcı konuları öne çıkarıyorlar, millet o dergiyi alsın diye... Dinî bakımdan tamâmen zinaya girecek, harama girecek şeyler...
--Tamam hocam, o gazeteyi almayalım, o mecmuaya bakmayalım! Gazete büfesinin yanından şöyle transit geçelim, uğramadan geçelim!..
--Peki, güzel; evdeki televizyon ne olacak?.. İşte o evdeki televizyondan müslümanlar çok zarara uğruyor.
Dün Konya'da vaaz veriyorum. Böyle kâğıtlar gönderiyorlar bize ya... Orda demiş ki:
"--Hocam! İçinde televizyon bulunan evden imanlı ölü çıkmaz diyorlar; doğru mu?.."
"--Yoook, o kadar uzun boylu değil, Allah'ın işine kimse karışamaz! İman meselesi... O kadar diyemeyiz ama, bu televizyonun tehlikesi de az değil..." dedim.
Neden?.. Hatırlıyorum ben, Ankara'da vaaza gitmiştim. Vaazı yaptık, o akşam Yunan asıllı İngiliz pop müzikçisi Yusuf İslâm'ın röportajı vardı 32. Gün'de... Mehmed Ali Birand'ın 32. Gün'ünde...
Ben Yusuf İslâm'la tanıştım. Ameliyat olmuştum, ziyaretime geldi İstanbul'da... Allah râzı olsun, tanıştık. Mâcerasını da biliyorum. İyi, ihlâslı müslüman, benden uzun sakalı var... Cübbeyle gezer, sarıkla gezer. Birisi görse, "Tamam, bu bizim Karadenizli bir molla..." diye zanneder. Tipi itibariyle böyle bir müslüman kardeşimiz... Sağlam müslüman...
Nasıl müslüman olmuş?.. Denizde boğuluyormuş, öyle bir noktaya gelmiş. Demiş ki: "Yâ Rabbi! Eğer ben ölümden kurtarırsan, bundan sonra ben sana güzel ibadet edeceğim. Hak din üzere güzel ibadet edeceğim." demiş. Bir vesile olmuş, yanından bir şey geçmiş, Allah kurtarmış onu boğulmaktan... Kurtulmuş. Bu unutmuş.
İnsanoğulları böyledir muhterem kardeşlerim!.. Zelzele olduğu zaman herkes softa kesilir; zelzele geçtiği zaman unutur. Kıtlık olduğu zaman, harb darb olduğu zaman, Kıbrıs'a çıkartma olduğu zaman herkesin nasıl olduğunu hepiniz biliyorsunuz; gazetelerin, radyoların havası değişti. O bittikten sonra dinle imanla ilgi azalıyor. Gemiye bindiği zaman dalgalar gemiyi sarstığı zaman;
(Deavullàhe muhlisîne lehüd dîn) ihlâsla Allah'a dua ederler; karaya çıktıkları zaman unutular. İnsanoğlunun yapısı bu...
Yusuf İslâm da verdiği sözü unutmuş. Ama rüya görmüş: "Hani sen, 'Yâ Rabbi bu ölümden beni kurtarırsan sana güzel ibadet edeceğim!' demiştin; ne oldu?" diye birkaç defa rüya gördükten sonra müslüman olmuş. Allah ikaz etmiş onu...
Bu kardeşimizi seviyoruz, çünkü tanışıklığımız da var... Eh, hadi seyredelim şunu dedim. Programın saatine baktık, o saatte 32. Gün'ü açtık. Allah cezasını versin hazırlayanların... Yusuf İslâm, müslümanların seyretmesi için konulmuş bir program... Ben de onun için seyrediyorum. Baş tarafında müstehcen bir filmin yatak sahnesini koymuş. Hainliğe bak, zalimliğe bak!.. Yâni, halkla alay eder gibi... Ben onu istemiyorum ki, ben Yusuf İslâm'ın neden müslüman olduğunu anlatacaksın diye senin programını izliyorum. Alçak! Ne diye müstehcen sahneyi koyuyorsun da beni günaha sokuyorsun?.. Kendin günaha giriyorsun zâten...
Ben istemedim ki öyle bir şeyi, söylemedin ki, pazarlıkta yoktu ki... Biz Yusuf İslâm'ı seyredecektik, ne yapacağımızı şaşırdık. Gözümüzü kapattık ama, istediğin kadar kapat... Evin içinde meyhane, evin içinde bar, evin içinde pavyon... Evin içinde kilise, evin içinde papaz... Evin içinde şarkıcı, evin içinde gazino... Her şey... Bu televizyon her şey...
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, göz zinası konusunda çok dikkat edin!.. Ne diyor Peygamber Efendimiz: "Gözler de zina eder." Yâni harama baktı mı, gözün zinası olur demek bu... Zina da büyük günahtır. Binaen aleyh, buradan pek çok kimse yaralanıyor, kan kaybediyor. Aman, gözümüzü açalım, çok ihtiyatlı ve dikkatli olalım!.. Bu büyük günahlara bulaşmayalım!..
Neden?.. (Mectünibetil kebâiru) Evet ramazanlar kefaret olacak, cumalar kefaret olacak, namazlar haclar kefaret olacak ama; büyük günahlardan kaçınırsak olacak... O halde ne yapalım?.. Büyük günahlardan kaçınmağa çok dikkat edelim!..
Bir insan yolda bir kadını görse, ilk görüş affolunur. İkinci baktığı zaman günah yazılmağa başlar. Çünkü, ikinci bakış şeytandandır. İlk gözüne takıldığı zaman; normal, ne yapsın, mâsum, çaresi yok... İkinci bakması şeytandandır, günah başlar. Onun için bizim Nakşî Tarikatı'nda prensiplerden bir tanesi acaibdir: (Nazar ber kadem) "Bakışı, nazarı pabucunun ucunda olacak, ayakkabısında olacak, ayağında olacak!" diyor. Ne demek bu?.. Sağa sola bakma, kız gibi hayâlı, edebli yürü demek... Sağa sola baktı mı insan, gördü mü, bazan orda günaha girer. Şair ne diyor:
Göz gördü gönül sevdi, a benim yüzü mâhım!
Kurbanın olam, var mı benim bunda günahım?..
Evet var... Göz baktığı için günah işte... Gözünü baktırtmayacaksın, tedbirini alacaksın, edebli olacaksın. Hanımını müeddeb, mestûre giyindireceksin. Kızına küçük yaşta, "Bak, bu başını örtersen şöyle sevab, böyle sevab..." diye öğreteceksin, tesettüre riayet ettireceksin.
Büyük günahlardan kaçınıldığı zaman affolunuyor, onu da müjdeledik.
Bir hadis daha okuduktan sonra, bir ihtarı yapıp sözümü keseceğim:
(An ebî hüreyrete radıyallàhu anhu anin nebiyyi sallallàhu aleyhi ve selleme ennehû kàl:) Ebû Hureyre RA'dan rivayet edilmiş ki, Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
(Men sàme ramadàne) "Kim ramazan ayında orucunu tutarsa," (ve kàmehû) Bu ne demek?.. Kàme ayakta durmak demek ama, ramazanda ayakta durursa; yâni teravih namazını geceleyin kılarsa demek... "Kim ramazan orucunu tutarsa, ramazana mahsus o sünnet olan o teravih namazını kılarsa; (îmânen vahtisâben) inanarak, mü'min olarak, bir de sevabını Allah'tan bekleyerek bunları yaparsa; (gufira lehû mâ tekaddeme min zenbihî ve mâ teahhara) evvelki ve sonraki günahları afvü mağfiret olur."
Bir hadis-i şerifte de Peygamber SAS Efendimiz, ramazan ayı için buyuruyor ki:
(Evvelühû rahmetün ve evsatühû mağfiretün ve ahiruhû itkun minen nâr) "Ramazanın evveli Allah'ın merhametine, rahmetine mazhar olmaktır. Ortası günahlarının silinmesi, afvü mağfiret olunmasıdır. Sonu da cehennemden âzâd olunmaktır." Neden?.. Ramazanda oruç tutmağa başladı, Allah'ın rahmeti yağıyor üstüne... Allah'ın merhametine mazhar oluyor. Ortasına doğru devam ediyor, ramazanın ortasında mağfiret olunuyor. Ramazanın sonunda da, "Sen artık cehennemeden kurtuldun, âzâd oldun!" diye müjdeye eriyor, cehennemeden kurtuluyor.
Şimdi en önemli noktaya geliyorum:
(Ve inneş şakıyye men harume fîhî rahmetallàhi azze ve celle) "Bu kadar güzel sevapların olduğu bu ramazan ayında, bir insan eğer bu hayırlara erememişse, bu ayda Allah'ın rahmetini kazanamamışsa, işte o eşkıyadır." diyor Peygamber Efendimiz...
Eşkıya, dağdaki eşkıya demek değil... İslâm literatüründe insanlar iki sınıftır. Birincisi süedâ, saidler zümresi; yâni dünya ve ahiretleri bahtiyar olup cennete gidenler... Bunun karşılığı ötekiler de eşkıyâdır. Şakîler; yâni Allah'ın rahmetine erememiş cehennemlikler zümresi demek... Şakî demek, cehenneme gidecek demek; said demek, cennete gidecek demek... Şimdi, "Bu ramazan ayının feyzinden, bereketinden, rahmetinden istifade edememiş olandır eşkıyâ... Asıl mahrum olan kimse odur." diyor Peygamber SAS Efendimiz...
Bu ne demektir aziz ve muhterem kardeşlerim: Bu kadar fırsatlarla dolu olan bu ayda kendimize dikkat edelim, ibadetlerimize dikkat edelim!.. Bu sevabları kazanalım da, bu sevabları kazanamayan, sınıfta kalan, okuldan tardedilmiş bir beceriksiz bir insan gibi olmayalım demektir. Önemli olan nokta budur.
Peygamber SAS Efendimiz minbere çıkıyormuş. Bir merdiven çıkmış, "Amin..." demiş. Bir basamak daha çıkmış, yine "Amin..." demiş. Bir daha çıkmış, yine "Amin..." demiş. Hutbesini okumuş. Aşağı indiği zaman sormuşlar, demişler ki:
"--Yâ Rasûlallah, siz her zaman böyle yapmıyordunuz. Bu sefer hutbeye çıkarken üç defa her basamakta amin dediniz; niye?.."
Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:
"--Cebrâil AS bana geldi. Üç beddua etti. Ben de o üç bedduaya amin dedim."
Nedir üç bedduası:
1. "Anasana babasına eriştiği halde --her ikisine veya bir tanesine-- cenneti kazanamayan evlâda yuh olsun, yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!" dedi, "Amin..." dedim.
2. "Ramazan ayına ulaşmış, yaşamış da, ramazan ayına girmiş de, ramazan ayının sonunda afvü mağfiret olamadan çıkmışsa, yuh olsun, yazıklar osun, burnu yerde sürtsün!" dedi, ben de "Amin..." dedim.
3. Ben yanında peygamber olarak Muhammed diye adım anılmış da, zikredilmişim de bana salât ü selâm getirmemiş bir kimseye, "Yuh olsun, yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!" diye Cebrâil söyledi, ben de "Amin..." dedim diyor.
Şimdi burdan ne anlıyoruz:
1. Anneye babaya iyi hizmet edeceğiz de cenneti kazanacağız. Çünkü, o bir hayır dua etti mi, "Allah seni cennetlik etsin evlâdım! Sağ olasın, çok güzel hizmet ettin." dedi mi cenneti kazanacak. "Cennet anaların ayağı altındadır." diye hadis-i şerifler var... Kazanamamışsa, yuh olsun, yazık olsun, çok fenâ...
Demek ki, anne babaya erişmişsek, öksüz büyümemişsek, annemiz babamız sağsa, birisi veya her ikisi sağsa cenneti kazanabiliriz. Bu büyük bir fırsattır, kazanmalıyız. Kazanamazsak çok büyük bir mahrumiyettir. Bir de Cebrâil'in ve Peygamber Efendimiz'in bedduasına uğruyor insan...
2. Ramazanda insanın afvü mağfiret olabileceği bir hava var, fırsatlar var, imkânlar var... Ramazana girip çıkınca afvü mağfiret olması lâzım!.. Bunu yapamamışsa, demek ki vazifelerini yapmamış, başaramamış; burnu yerde sürtsün, yuh olsun, yazıklar olsun!..
Onun için, ramazana çok dikkat etmemiz gerekiyor. Şimdi bu ramazanın sonunun nasıl gideceğini, şimdiye kadarki halimize bir bakalım, anlayalım: Bizde bir değişme oldu mu?.. Bizde bir düzelme oldu mu?.. Huylarımızda bir inkişaf var mı?.. Bir ölçelim bakalım! On gün oldu, yarın onbirinci günü tutacağız. Bu güzel ayın on gününde bu ilaçlar bize tesir etmiş mi?.. Biz bu kurstan istifade ediyor muyuz?.. Notlarımız birinci karnede iyi mi?.. Bakalım sene sonunda sınıfı geçecek miyiz, kursu başarı ile bitirecek miyiz?.. Bunu bir ölçmemiz lâzım!..
Şimdi bakıyorum yolda, top patladı, sigarayı yaktı adam... Eski hamam eski tas... Sen Allah'ın helâl kıldığı şeylere bile sabrediyordun, babayiğittin. Mâşaallah yemiyordun, içmiyordun. Senin için normal olan şeyleri bile yapmıyordun. Akşam niye mekruh --bazılarına göre haram-- olan şeyi yapıyorsun?.. Tutman lâzımdı kendini... Demek ki sen, bu işin ruhunu kavrayamamışsın.
Ramazanda takvâ sahibi olacaktın, nefsine hakim olabilecektin. Kötülükleri yapmayabilecektin... O hale gelecektin. Demek ki, daha gelememişsin, yapamıyorsun daha... Bu bir kırmızı işarettir. Amma henüz daha ramazan bitmemiştir, iş işten geçmemiştir. Daha ondokuz gün var... Bu önümüzdeki günlere gayret edelim de, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rahmetini kazanmağa çalışalım!.. Bu çok önemli bir nokta!..
Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemizi tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin... Hakkı hak olarak görüp, ona uyacak bir kabiliyet ihsân eylesin... Şu ramazan ayındaki mekanizmadan istifade ederek, bu güzel ayın hayrından bereketinden faydalanarak Allah'ın sevdiği takvâ ehli, müttakî, salih bir kul haline gelmeyi nasib eylesin... Kötü huylarımızı atmayı nasib etsin, iyi huyları kazanmayı nasib etsin...
Bir hadis-i şerif daha var, o ramazandan sonra belli olacak. Bir insan ramazandan sonra ramazandaki güzel huylarını bırakıyorsa, ramazandan önceki haline, düşük seviyeye düşmüşse, bu nedir?.. Oruçlarının, namazlarının, ibadetlerinin kabul olmadığına alâmettir. Kabul olmasının alâmeti nedir?.. Hâlinin daha iyi bir hâle dönmesidir. Ramazandan önceki hâli başka, ramazandan sonraki halinin çok daha güzel olması lâzım!..
Hani ne diyorlar: "Milattan önce, milattan sonra..." Yâni, sizin de hayatınızda ne olacak?.. "Ramazandan önce, ben eskiden şöyleydim; ama ramazandan sonra, elhamdü lillâh böyleyim!" diyebileceksiniz.
............
Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemizi gaflet uykusundan uyandırsın, ârif, âgâh kullarından eylesin... Âşinâsından eylesin, evliyâsından eylesin... Ömürlerimizi rızâsına uygun geçirmeye muvaffak eylesin... Tevfikını refik eylesin, has kullarından olmayı nasib eylesin... Hüsn-ü hâtimeler ile ahirete göçmeyi nasib eylesin... Cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin...
Bihürmeti esrârı sûretil fâtiha!..
10. 2. 1995 / 10 Ramazan 1415 - MERSİN