GÜNAHTAN VAZGEÇMEK

Ezü billâhi mineş şeytànir racîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn...

Azîz ve muhterem kardeşlerim!..

Allah-u Teâlâ Hazretleri şu mübârek ayın feyiz ve bereketinden âzamî istifade eden, hissemend ü hissedâr olan kullarından eylesin cümlemizi... Namazlarımızı, niyazlarımızı, terâvihlerimizi, oruçlarımızı rahmetine ermemize, rızâsını kazanmamıza vesîle eylesin...

Peygamber SAS Efendimiz, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin bir hadis-i kudsîde şöyle sorduğunu bize bildiriyor. Ben size okuyayım, sonra açıklamasını kısaca yapayım. Çok da uzatmadan sohbeti tamamlayalım:

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki, Allah-u Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmuş: (Yebni âdem!)

Tabii, Allah-u Teâlâ Hazretleri Peygamberimiz'e neler neler öğretmiş.

(Eddebenî rabbî ve ahsene te'dîbî) [Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi güzel eyledi.] buyurmuşlar. Dürrü yetimi Allah-u Teâlâ Hazretleri kendisi yetiştirmiş, ulûm-u evvelîn ve ahirîni kendisine nasib eylemiş. Kütüphaneler dolusu hadis-i şeriflerini bir insanın ömrü boyunca okuyup bitirmesinin imkânı yok gibi... Hazine... Maarif hazinesi hadis-i şerifleri... Çok şeyler öğretmiş, çok şeyler göstermiş, hiç bir kula nasib olmayacak mertebelere çıkarmış. Mîrac nasib eylemiş, dergâh-ı izzetine hâl-i hayatında kabul eylemiş. Hiç bir beşere nasib olmayan ikramlarla taltif eylemiş.

Çünkü, server-i enbiyâdır, peygamberlerin dahi serveridir. Habîb-i Mustafâsıdır, seçkin kuludur. Çok şeyler bildirmiştir kendisine... İşte onlardan birkaç cümle:

(Yebni âdem!) buyurmuş Allah-u Teâlâ Hazretleri... Peygamber Efendimiz bize naklediyor. Peygamber Efendimiz'in, Allah'ın kendisine bildirdiği şeyleri bize, kendi sözleriyle nakletmesine hadis-i kudsî diyoruz.

Hadis-i kudsîde, "Ey Ademoğlu!" buyrulmuş. Hepimiz Hazret-i Adem AS'ın neslinden geldiğimiz için, hepimiz Adem AS'ın evlâtlarıyız. Adem AS'ın oğulları, kızları, nesli olduğumuz için, Ademoğlu, benî Adem denmiş. İbn olunca, oğul demek; benî olunca oğullar demek... Benî Ademiz hepimiz, Adem'in evlâtlarıyız. Bize sesleniyor, hadis-i kudsîde hitab bize... Ademoğullarına Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin hitabı...

Niçin bu hitabları okuyorum?.. Çünkü, sonundaki cümle güzel... "Bu söylenenleri yapın da, sizden ben hoşnud, râzı olayım!.. Şu söylenenleri yapın da benim rızâmı kazanın!.. Bu güzel işleri yapmakla beni râzı edin!" buyrulduğu için; şu söylenilen şeyleri dinleyip yaparsak, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızâsına ereceğimiz için, rızasını kazanacağımız için... Ve Allah-u Teâlâ bu hadis-i kudsîde, "Bu işleri yaparak benim rızamı kazanın!" diye kendisi emretmiş olduğundan okuyorum. O sebepten bu satırları seçtim.

(Yebni âdem!) "Ey Ademoğlu! (Hel asaytümûnî fezekertüm gadabî fenteheytüm an ma'sıyetî?) Hiç bana isyan edecekken, bir günahı işleyecekken, benim günahkârlara gazab ettiğimi, cezâ vereceğimi hatırlayıp da, aklına getirip de, bana isyan etmekten kendini çektin mi hiç?.. Tam günah işleyecektin, her türlü şartlar tamamdı, yapacaktın; benim gazabımı, cezâlandıracağımı düşünüp de vaz geçtin mi?.."

Misâl: Yusuf Sûresi'ne nasıl anlatılıyor, bismillâhir rahmânir rahîm:

(Ve lekad hemmet bihî ve hemme bihâ) Zelihâ Valide kapıyı kapatmış, Yusuf AS çok müstesnâ güzel... Rasûlüllah Efendimiz daha güzel... Bu arada söz sözü açıyor, söyleyelim:

Birisi diyor ki:

"--Rasûlüllah'ın yüzü kılıç gibi parlardı."

Nûrâniyetini öyle anlatıyor. Etrafındaki parlak şey o... O zaman aynaları bile şimdiki gibi camdan yapmıyorlar, gümüşten yapıyorlar, parlatıyorlar, ayna olarak kullanıyorlar. Onun için, "Kılıç gibi parlardı." diyor. Ötekisi de diyor ki:

"--Ne kılıç gibisi yâ; ay gibi idi, güneş gibi idi." diyor, Rasûlüllah SAS Efendimiz'in simasını söylerken...

Allah-u Teâlâ Hazretleri şu mübarek günlerde gül cemalini görmeyi nasib eylesin...

Yusuf AS'ı görünce, kadınlar ellerini kestiler. Kapıdan girince şaşırdılar ne yapacaklarını... Ellerinde elma vardı, bıçak vardı. Unuttular dünyayı, ne yapacaklarını şaşırdılar, ellerini kestiler.

(Katta'nâ eydiyehünne) Parçaladılar, elleri kesildi şaşkınlıktan... O güzelliğin ziyâdeliğinden... Öyle güzellik!..

(İnne hâşâ lillâh, mâ hâzâ beşerâ) "Allah Allah! Hâşâ, beşer değil bu!.. (in hâzâ melekün kerîm) Soylu bir melek bu!" dediler.

Şimdi Yusuf AS'a Zeliha Vâlide tutulmuş. Yusuf AS da bir yiğit delikanlı... O da asâletli bir insan, bir vezir hanımı, hanımefendisi... "Hadi bakalım!" diye kapıyı kapatınca, o ona o ona heves etmişti ama, Yusuf AS tuttu kendisini...

(Lev lâ en raâ burhâne rabbihî) "Rabbinin burhanını görmeseydi..." Rivâyete göre, Ya'kub AS'ı görmüş karşısında birden... Ya'kub AS, ellerinin parmaklarını ısırır vaziyette gözünün önünde görünmüş. O zaman aklı başına gelmiş, toparlamış kendisini... Tabii, netice itibariyle ne dedi:

(Rabbis sicnü ehabbü ileyye mimmâ yed'ûnenî ileyh) "Bu kadınların bana yaptırmak istedikleri şeyi yapmaktansa, hapse girmek daha iyidir." dedi, hapse girmeyi tercih etti. Neden?.. Allah'ın mükemmel kulu, seçkin kulu, güzel kulu, asil kulu, peygamber oğlu peygamber; onun için...

İşte bu hadis-i kudsîde Allah-u Teâlâ Hazretleri soruyor biz Ademoğullarına: "Hiç bir günaha niyetlenip de tam böyle şartları müsâitken, günahı işleyecek duruma ayağınız kaydı kayacak gibiyken, Allah'ın gazabını düşünüp de çektiniz mi kendinizi, bıraktınız mı?.. Yapmamağa muvaffak oldunuz mu?" diye soruyor. Bu ne demek?.. Böyle yaparsanız, ben râzı olurum demek...

Nitekim, Yusuf AS'ı da taltif eyledi, hapisten çıkarttı da vezir eyledi. Ondan sonra da yine kaderde varmış, Zelîha Valideyle evlendirdi. Helâl yoldan oldu. Nikâhla, düğünle dernekle, normal bir şekilde oldu. Kaderde varmış, günahla olmadı, sevaplı yoldan oldu.

Söz sözü açıyor. Bir kitapta okumuştum, çok hoşuma gitti, size de anlatayım: Hazret-i Ali RA namaz kılmağa Kûfe mescidine gelmiş, atı var yanında... Hizmetçisi de var... İkisi beraber namaz kılacaklar. Orda birisini görmüşler, "Mübârek şunu tutuver!" demişler. Hayvanın yularını eline tutuşturmuş Hazret-i Ali Efendimiz... İçeri girmişler. Namazı kılmışlar. Çıkarken kesesini çıkarmış, beş dirhem bahşiş ayırmış. Tutuverdi ya adam; eh onu taltif etmek için beş dirhem avucuna ayırmış. Verecek çıkınca...

Ama dışarda bakmış, adam yok... Hayvan da yok... Allah Allah... Biraz bakınmışlar, hayvanı bulmuşlar; öbür tarafta duruyor ama, yular takımının dizginini çalmış adam, almış götürmüş. Hayvanı çalamamış ama, yularını çalmış. Bu sefer elindeki parayı hizmetçisine vermiş, "Git çarşıdan bir yular al!" demiş.

Biraz sonra hizmetçisi bir yularla gelmiş. Aaa, bakmışlar, kendi malları olan yular... "Ne oldu?" demiş. "Yularcıya gittim almak için... Ondan aldım." demiş.

Az önce birisi getirmiş bunu, ona satmış. Kaça satmış? Beş dirheme satmış. "Yâhu bu bizim malımız!" deyince de, "Hadi kârımı almayayım, bari hırsıza verdiğimi ver!" demiş. Beş dirhemi dükkâncıya vermiş. Dükkâncı da çalıntı malı kâr etmeden sahibine iade etmiş.

Beş dirhem meselesi böyle denk düşünce, Hazret-i Ali Efendimiz demiş ki: --Toplanmış herkes, meraklı taifesi her zaman böyle toplanır.-- "Ey cemaat, bakın burda büyük bir ibret var!.. Şimdi ben bu hırsıza cebimden beş dirhemi çıkartıp bahşiş olarak, helâlinden, gönlüm râzı olarak verecektim. Sabretseydi beş dirhemi alacaktı. Ama sabretmedi, ne aldı?.. Gene beş dirhem aldı. Helâlinden almadı, haramından aldı. Çaldı, götürdü sattı, beş dirhemi aldı, kaçtı. Neticede beş dirhem alacaktı, beş dirhem aldı. Allah beş dirhem almasını yazmış, beş dirhem aldı.

Yalnız, iki yol göstermiş Allah: Bir helâl yol, bir haram yol... Sabretseydi helâlinden beş dirhem alacaktı. Sabretmedi, hırsızlık yaptı, gene beş dirhem aldı. Rızkı, nasibi beş dirhem... O günki rızkı geldi ama, helâlden gelmedi haramdan geldi. Yol iki tane ama, sonuç aynı, sonuç değişmiyor." demiş.

Hazret-i Ali Efendimiz'in kesesine bakacak olursak, Hazret-i Ali Efendimiz'in kesesinde de değişen bir şey yok: O beş dirhemi çıkarttı, zâten bahşiş olarak verecekti. Ama niyetine göre sevap aldı. Beş dirhem onun kesesinden çıktı, dükkâncının eline verilmiş oldu. Dükkâncıda da değişen bir şey yok: Ötekisine beş dirhemi verdi, satın aldı; berikisine beş dirheme sattı. Ama ne oluyor; insanlar yaptıkları işlerle ya sevap kazanıyorlar, ya günah kazanıyorlar. Kader değişmiyor ama, kazancın cinsine göre günah veya sevap alıyor; cennet veya cehennem oluyor, aziz ve muhterem kardeşlerim!..

Yusuf AS sabretti, harama tevessül etmedi, yanaşmadı, hapsi tercih etti; Allah da o nikâhı nasib etti. O kadınla evliliği bu sefer normal yoldan, anlı şanlı, düğünlü dernekli nasib etti. Şimdi biz bu misâli niçin anlattık?.. İnsanın kendisini harama karşı tutmasına misâl olarak anlattık. Yâni, insanoğlunun karşısına fırsatlar gelir. Canı da ister, nefsi de ister. Uzansa alacak, kopartacak elmayı ama, "Koparmamam lâzım, bu elma haram!" diye o elmayı koparmaz, başka yerden birisi bir tabak elma getirir. Onun nasibinde varsa elma yemek, değişmez ama, insanın harama karşı kendisini tutması lâzım!.. Böyle yaparsa, Allah o kulu sever.

Şimdi Allah'ın sevdiği şeyler soru şeklinde karşımıza geliyor. Bunları bilin diye söylüyorum. Kendimize tutacağız, harama göz çevirmeyeceğiz. Kendimizi tutacağız, harama kulak vermeyeceğiz. Kendimizi tutacağız, harama destek vermeyeceğiz. Kendimizi tutacağız, haram olan yere adımımızı atmayacağız.

Takvâ dediğimiz şey nedir?.. Ne diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Hakim'inde, bismillâhir rahmânir rahîm:

(Yâ eyyühellezîne âmenû kütibe aleykümüs sıyâm, kemâ kütibe alellezîne min kabliküm lealleküm tettekn) "Ey iman edenler! Daha önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, oruç size farz kılındı, boynunuza vazife olarak yazıldı; tâ ki, takvâ sahibi olmayı öğrenesiniz, takvâyı öğrenesiniz." İşte takvâ... Bir günahı yapacakken yapmamak, sakınmak...

Burda da onu soruyor Allah-u Teâlâ Hazretleri: "Hiç böyle beni hatırlayıp, benim gazabımı düşünüp de bir günahtan kendini çektin mi?.." Çekmeyi öğreneceğiz. İrademizi, terbiyemizi alacağız, ramazanda aldığımız bu terbiyeyi hayatımızda tatbik edeceğiz. Harama el uzatmayacağız, harama bakmayacağız, haramı söylemeyeceğiz, haramı yemeyeceğiz, harama doğru adım bile atmayacağız.

(Ve hel âteytüm ferâidî kemâ emertüküm?) "Benim emrettiğim farzları, farizaları, size emrettiğim şekliyle güzelce yerine getirdiniz mi?.. Yaptınız mı?.. Zekâtsa, zekâtı verdiniz mi?.. Namazsa, namazı kıldınız mı?.."

(Ekîmüs salâh) diyor meselâ Allah; "Namazı dosdoğru ikame ediniz!" diyor. (Sallüs salâh) "Namazı kılın!" demiyor, "Namazı dosdoğru ikame ediniz!" diyor. Yâni, güzel yapmak mânâsı çıkıyor. (Ve lâ teznû) "Zina etmeyin!" demiyor, (Ve lâ takrabüz zinâ) "Zinaya yaklaşmayın!" diyor. Zinanın yakınına bile gitmeyecek insan... Zinaya yaklaştıracak şeyleri bile yapmayacak; bakmayacak, konuşmayacak... Bunları sağlamak için haremlik olacak, selâmlık olacak, ayırım olacak, örtünme olacak... Bunların hepsi Allah'ın birer emri, haram olmasın diye tedbir...

"Emrettiğim şekilde farzlarımı yerine getirdiniz mi?.. Verilecekse, verdiniz mi?.. Yapılacaksa, yaptınız mı?.."

(Ve hel âteytümül mesâkîne min emvâliküm?) Mallarınızdan fakirlere, miskinlere ayırıp da verdiniz mi?.. Hayrınızı, hasenâtınızı yaptınız mı?..

Biliyorsunuz zekât, fazîlet bile değildir, mecburiyettir. Zekât fakirin zengindeki hakkıdır.

(Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma'lûm) "Zenginlerin mallarında mâlûm miktarda bir hak vardır." Başkasının hakkı... Kimin?.. (Lis sâili vel mahrûm) "Dilencinin, mahrum olan, fakir olan insanın hakkı vardır." O mal onun değil ki, hakkı hak sahibine veriyor. Erkeksen, babayiğitsen, cömertsen zekâttan fazla ver!.. Cömertliğin ölçüsü % 2.5 değil ki...

Hazret-i Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz ne kadar vermiş, % 2.5 mu vermiş?.. Rasûlüllah SAS isteyince hepsini vermiş de, Peygamber SAS Efendimiz soruyor:

"--Yâ Ebûbekir! Evine barkına, çoluk çocuğuna ne bıraktın?.."

"--Allah ve Rasûlünü bıraktım." diyor.

Neden?.. Sıddîkıyet makamında da ondan... Sıddîk... O makamın şânı öyle... Sıddîkıyet verişiyle öyle veriyor, her şeyini veriyor. Ölümden korkmuyor. Neden?.. Rasûlüllah SAS Efendimiz de yoksulluktan, mahrumiyetten korkmazdı. O da onun has ümmeti olduğundan, o da korkmuyor.

Bir bedevî gelmiş Peygamber Efendimiz'in yanına... Çok hoşuma gidiyor, gözümün önüne geliyor böyle sahneleri... Ganimet koyunları gelmiş böyle... Şimdi biz yolda da görüyoruz bazen böyle kıvırcık koyunlar, beslenmişler, bembeyaz tüyleri pamuk gibi... Yanlarında da kuzuları var... Aman ne güzel kuzuları var diye hoşuna gidiyor insanın... Çünkü mevsim yağışlı, otlar bol, hayvanlar besleniyor. Durum iyi...

Bedevi Peygamber Efendimiz'i ziyarete gelmiş. Yâni köylü, kabileden, çölden birisi... Bakmış, koyunları çok beğenmiş:

"--Aman yâ Rasûlallah! Ne güzel koyunlar bunlar böyle!.." demiş.

Cinsi de güzel demek ki, besili de her halde, çok beğenmiş.

"--Çok mu beğendin?.." demiş Rasûlüllah SAS Efendimiz...

"--Çok güzel, çok beğendim yâ Rasûlallah!"

"--Al öyleyse hepsini!.." demiş.

Biz olsak bir tane veririz. Veyahut, "Kesin, şuna bir but verin!" deriz. Veya, kellesini hanımlar evde zor yapar diye, ütülemesi soyması zor diye, "Kellesini, paçalarını verin!" deriz. Çünkü uğraşamayacağız. Bizim kafamız, mantığımız böyle çalışıyor ama, Rasûlüllah SAS diyor ki:

"--Al hepsini!.."

"--Hepsini mi yâ Rasûlallah?.."

"--Evet hepsini!.."

Hepsini almış. "Şşşt... Hey... " bilmem ne diyerek koca sürüyü akşamleyin kabilesine götürmüş.

"--Allahu ekber!.. Bu ne?.. Sen sabahleyin tiril tiril gittin kabileden; akşama böyle koyun sürüsüyle geliyorsun. Çapulculuk mu yaptın, hırsızlık mı yaptın; ne bu böyle kocaman bir sürü?.." demişler.

"--Muhammed verdi. Muhammed fakirlikten korkmayan bir insanın verişiyle veriyor." demiş.

Biz fakirlikten korkarız, elimiz titrer, "Aman, çoluk çocuğa ne kalacak?" deriz. O fakirliktenr korkmayan bir insanın verişiyle vermiş. Bütün kabile hayran kalmış, bütün kabile meftûn olmuş, bütün kabile gelmiş müslüman olmuş. Bir sürü koyun mu iyi, bir sürü mü'min mi iyi?.. Bir sürü mü'min kazanmış. Koyunu vermiş, mü'mini almış Rasûlüllah SAS Efendimiz; ziyan mı etti?.. Daha kârlı oldu. Çünkü hâlismü'minler kazanılmış.

Yâni, vermekten korkmayan bir verişle verdi. Ebûbekr-i Sıddîk de has ümmeti olduğu için, o da verdiği zaman hepsini veriyor, fakirlikten korkmuyor. Diyor ki:

"--Allah'ı ve Rasûlünü bıraktım aileme!.."

"Allah yeter. Allah, Rasûlünün yolunda yürüdükten sonra aç açık bırakmaz. Neylerse eyler ama, benim itimadım tam..." demiş oluyor.

"Miskinlere mallarınızdan verdiniz mi?.." Vereceğiz. Neden vereceğiz?.. Hakları var onların... Bizim malımıza onların hakkı karışmış durumda... Onu verdiğin zaman zaman mal temiz oluyor. Başkasının hakkı girmemiş, gasbedilmemiş bir temiz mal oluyor.

Onun için, zekâtın Arapça'da kelime mânâsı temizleme demektir. O çıktığı zaman, senin malından onun hakkını ayırdığın zaman mal temiz oluyor. Zekât, insanda cimriliğin olmadığını gösterir. Cimrilikle normal müslümanlığın hudududur. Zekâtını verdi mi, o insana cimri diyemezsin. Ama, zekât cömertliğin alt hududur, üst hududu değildir. Cömertliğin üst hududu sıddîkıyet verişidir. Hepsini verirsin Allah yoluna, neyin varsa verirsin... Canını da vermişler. Diyor ki Osmanlı şairi:

Cân-ı cânân dilemiş, vermemek olmaz ey dil,

Ne nizâ eyleyelim, ol ne senindir ne benim!..

Canı cânân isteyince vermemek olur mu?.. Senin de değil, benim de değil bu can; onun!.. Vermiş, böyle söylemiş.

"Miskinlere, fakirlere malınızdan verdiniz mi?.." diyor. Demek ki, verince memnun olacak.

Ramazanın vasıflarından bir tanesi nedir, hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz ramazan için ne diyor:

(Şehrül müvâsâti) Müvâsât; malla birine iyilik yapmak, mâlî bir şeyler vermek demek... Ramazanda Kur'an okunacak, teravih kılınacak, oruç tutulacak... Başka?.. Biraz da keselerin, ambarların kapıları açılacak, biraz da fakirlere verilecek... Para verilecek, eşyâ verilecek, yüzleri güldürülecek... O zaman Allah râzı olur. Neden?.. Gönül yapmak Kâbe'yi imar etmek gibi sevaplıdır. Gönül yıkmak Kâbe yıkmak gibi günahtır.

Peygamber Efendimiz Kâbe-i Müşerrefe'nin karşısına geçti de:

"--Ne kadar güzelsin, na kadar mübâreksin ey Kâbe!.. Ne kadar muhteremsin amma, Allah'a yemin olsun ki, mü'min kulun kalbi Allah indinde senden daha kıymetlidir." dedi.

Mü'minin gönlü Kâbe'den daha muhterem... Namazlı niyazlı bir fakire sen bir şey verip de gönlünü aldın mı, ne kadar sevap kazanıyorsun!..

Bizim İstanbul'da anlattılar, hoşuma gitti: Zenginin birisi kurban bayramında namazdan çıkınca; böyle ak sakallı, boylu poslu, cemaatten fakir bir insan vardı, onun koluna girmiş, "Gel!" demiş. Zengindi, oranın hatırlı zenginiydi; Allah rahmet eylesin... Hepsi ölüyor ama, "Yiğit ölür, şan kalır." derler, arkasında şânı kalıyor, nâmı kalıyor. Caminin önündeki koyun sürülerinin yanına çekmiş, götürmüş. Demiş ki:

"--Şu koyunlardan en güzelini, en irisini seç bakalım!.. Kimisinin eti tatlı olur, güzel olur, sen anlarsın bu işten, en güzelini seç bakalım!" demiş.

Fakir de o zenginin parası olduğunu biliyor. Yâni, para hesabı yapmayacak. Gitmiş, en kocaman, en besli, en iyi cinsini seçmiş.

"--Efendim bu iyidir, bunu alın!" demiş.

"--Tamam! Çek kenara!.." demiş.

Koyuncunun parasını vermiş. Ondan sonra da fakire demiş ki:

"--Al bunu, evine götür!.. Çoluk çocuğunla ye, keyfine bak!" demiş.

Adam sandı ki, zengin kendisine alacak... Zengin evine götürecek sandı, kendisine seçtirtiyor sandı; halbuki zengin fakire verecekmiş meğerse... Bilseydi utanırdı, küçüğünü seçerdi. "Bu yeter efendim, lüzum yok!" filân derdi. Zengin evine götürecek diye, en kocamanını, en babayiğitini, en pahalısını seçmiş, iki misli, üç misle fiata... zengin de parasını verdikten sonra, "Al, hadi evine götür! Ben senin için aldım." demiş.

Bu güzel... Bak, unutulmuyor. Benimle ilgisi yok ama, ben de duydum hoşuma gitti, dua ediyorum. Cömertliği yapan öldü, Isparta'dan dua geliyor ramazan gününde... İnsan ölüyor, bak nâmı kalıyor arkasından... Yaptığı güzel şey kalıyor muhterem kardeşlerim!..

(Ve hel ahsentüm ilâ men esâe ileyküm?) Bir soru daha: "Size kötülük yapana hiç iyi davrandınız mı?.."

Kötülük yapana umûmiyetle karşılık veririr, bir yumruk atana biz de bir yumrduk atarız. Usül böyledir. "Ne yapalım, o başlattı kavgayı..." deriz. Ceketi çıkartırız, bir kafa vururuz, bir yumruk atarız, bir çelme bilmem ne... Alt alta, üst üste... Neden?.. O başlattı...

Ne diyor bak Allah-u Teâlâ Hazretleri, Peygamber SAS Efendimiz'in bahsettiğine göre ne soruyor bize soru olarak: "Sana kötülük yapana sen iyilik yaptın mı?.."

Birisini anlattılar Pakistan'da... Gitmiş çift süren bir insanın yanına... Mübârek adam, sakallı, derviş, mücahid bir insan... Çift süren insanı çağırmış tarlanınkenarına... Kardeşim demiş, ona dînî bakımdan nasihat etmiş. Adam da, "Benim işimi bıraktırıp da beni bunun için mi çağırdın?" diye kaldırmış bir tane patlatmış, adamın ağzını burnunu kanatmış. O da bir taraftan ağzını burnunu siliyormuş, bir taraftan da: "Özür dilerim, seni üzdüm kardeşim, haklısın! İşinden alıkoymamam lâzımdı." diyormuş. Adam bakmış ki, karşısındaki mübarek bir insan, pişman olmuş, ağlamış, eline sarılmış.

Yâni, "Kötülük yapana sen hiç iyilik yaptın mı?" diye Allah soruyor CC, Peygamber Efendimiz'in bildirdiğine göre... Bir düşünün bakalım hayatınızın kronolojisini, göz önüne getirin: Size kötülük yapmış, iyice böyle cezâyı haketmiş, bekleyip köşe başında, "Bizim mahalleden geçerse ben buna gösteririm!" demeyecek bir adam...

Bir iyilik yaptın mı?.. Demek, böyle yaparsa Allah sever. Böyle olursa, muhabbet olur. Böyle olursa, yaralar kapanır. Böyle olmazsa, kan davası yürür gider.

Adam Diyarbakır'dan Bursa'ya, İstanbul'a kaçıyor, izini kaybettiriyor. Ötekisi de polis hafiyesi gibi koklaya koklaya izini buluyor, orada onu haklıyor; "Tamam, intikamımı aldım." diyor. Neden?.. O da zamanında onun ailesinden birisini öldürmüş. Bu öldürmemiş ama, bunun ailesinden birisi öldürmüş. Halbuki İslâm'da:

(Ve lâ teziru vâziretün vizre uhrâ) Birisinin cezâsı ötekisine yüklenmez ki... Katili yakalarsan, cezâlandır. Kendin cezâlandıramazsın İslâm'da, kadı hükmeder. Yâni, ihkàk-ı hak yoktur. Zarar vermek yoktur, mukàbele biz zarar yoktur İslâm'da... Mecelle'nin kaidesidir bu...

.................

"Kötülük edene iyilikle mukabele etseydiniz sevabı kazanacaktınız, benim rızâmı kazanacaktınız. Malınızdan verseydiniz, rızâmı kazanacaktınız. Farzlarımı tutsaydınız sevabını kazanacaktınız, rızâmı kazanacaktınız. Bir günahtan benim hatırım için, gazabımdan korkarak çekinseydiniz, rızâmı kazanacaktınız." Bunlar bunu gösteriyor.

Hadis-i kudsînin bir başkası hatırıma geldi: Yarın mahşer günü, rûz-ı mahşerde Allah-u Teâlâ Hazretleri bir kuluna diyecekmiş ki:

"--Kulum! Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin!"

"--Sübhânallah! Yâ Rabbi, sen âlemlerin rabbisin, sen hastalanır mısın?.. Ne demek yâni?.."

"--Filânca kulum hastalanmıştı, onu ziyaret etseydin, beni ziyaret etmiş gibi sevab alacaktın."

"--Kulum! Acıktım, beni doyurmadın!"

"--Fesübhânallah! Yâ Rabbi, sen âlemlerin rabbisin, sen acıkmazsın, münezzehsin böyle sıfatlardan... Bu ne demek?.."

"--Filânca kulum acıkmıştı, açtı. Sen onu doyursaydın, beni doyurmuş olacaktın." diye böyle hadis-i şerifler var... Yâni, Allah kullarına merhamet etmeyi, iyilik yapmayı seviyor, râzı oluyor. Bunu anlıyoruz hadis-i şeriflerden...

(Ve hel afevtüm limen zalemeküm?) "Size zulmedeni hiç affettiniz mi?.." Tamam, zulmü sabit, kesinlikle size haksızlık yapmış... Affettiniz mi hiç?.. Affetmek çok büyük mükâfat kazandırıyor insana... Ayet-i kerimede medhediliyor:

(Vel kâzimînel gayza vel âfîne anin nâs) "İnsanları affeden..." Takvâ ehli insanların sıfatları... Şimdi biz ramazanda takvâyı öğreniyoruz ya... Bir aylık takvâ kursundayız ya şu anda... Takvâyı öğrenme kursundayız biz ramazanda...

(Lealleküm tettekn) "Tâ ki takvâyı öğrenesiniz, takvâ ehli kul olasınız." buyruluyor ya... Nedir takvâ ehlinin sıfatı, müttakîlerin sıfatı nedir?..

(Ellezîne yünfikne fis serrâi ved darrâ') "Sevinçili zamanında, sıkışık zamanında infak eder." Cömerttir; kesesini açar, kasasını açar, çuvalın ağzını açar, ambarın kapısın açar... (Vel kâzımînel gayz) "Kızgınlığında kendisine hakim olur, kızgınlığını yutar. (Vel âfîne anin nâs) İnsanları da affeder." Ne yapalım, insanoğulları böyledir. Yunus Emre cennet mekân, ne güzel söylemiş:

Yaradılanı hoş gör,
Yaradandan ötürü!..

Öyle ince, kıtı kıtı, ufak tefek işlerle uğraşma diyor.

Nazar eyle itürü,
Bazar eyle götürü,
Yaradılanı hoş gör,
Yaradandan ötürü!..

"Nazar eyle itürü" ne demek, "Keskin nazar et, bakınca dikkatli bak! Gelişigüzel bakma, işe keskin bir şekilde bak!" demek... "Bazar eyle götürü" İşi toptan hallet; öyle parekende, ufak tefek işlerle uğraşma! "Yaradılanı hoş gör, yaradandan ötürü!" Hoş gör şu insanları, böyledir bu insanlar işte... Çiğ süt emmiştir, vefasızdır, kusurludur, iyiliği unuturlar... vs. Ne yapalım?"

Zulmedeni affedersin, yaralar o zaman kapanır, toplumlar o zaman güzelleşir. Kötüler o zaman yaptığına pişman olur. İşler böyle düzelir. Yoksa başka türlü, işlerin kötüye doğru gidişi engellenemez.

(Ve hel vesaltüm limen kataaküm?) "Sizinle alâkayı kesene siz gittiniz mi?.." Ahbaplığı hiçe saymış, size hiç uğramıyor, halinizi hatırınızı sormuyor, ilgiyi kesmiş gelmiyor; siz ona gittiniz mi?.. Bu da çok önemli!..

Hocamız Cennetmekân Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, kerâmetlerini herkesin bildiği, gördüğü, söylediği çok mübârek bir zât... Televizyonlarda hayatı anlatılıyor. Bir şehre geldi. Dedi:

"--Filâncaya ziyarete gidelim!"

Ziyarete gidelim dediği şahış kendisinden küçük yaşta, kendisinin müridi ve kendisinin aleyhinde konuşan bir insan... Dedikodusunu yapan, edepsizlik eden, aleyhinde konuşan bir kimse... Ben de yanaştım yanına:

"--Baba! O şahıs sizin aleyhinizde ileri geri konuşuyor, sizi pek sevmiyor, size muhalif..." dedim.

Hassaten onun yanına gitti. Özellikle onun evine gitti ve onun üzerinde çalıştı. Yâni, "O benim aleyhimde konuşuyormuş!" demedi. Sonunda o şahsın nasıl dönüp değiştiğini, nasıl Hocamız'a bağlandığını ben biliyorum.

(Ve hel vefeytüm limen hàneküm?) "Size hıyanet edene siz vefâlı davranabildiniz mi, davrandınız mı?.."

(Ve hel eddebtüm evlâdeküm?) "Çocuklarınızı güzel edeblendirip terbiyelendirdiniz mi?.."

(Ve hel erdaytüm cîrâneküm?) "Komşularınızı sizden hoşnud edebildiniz mi? Size dua mı ediyorlar, memnunlar mı sizden?.."

(Ve hel seeltümül ulemâe an emri dîniküm?) "Yanlış iş yapmayalım diye, hakkı öğrenelim diye dînî konulardaki müşküllerinizi alimlerinize sordunuz mu?..

(Feinnî lâ enzuru ilâ suveriküm ve lâ mehâsinüküm) "Ben sizin şekillerinize ve güzelliklerinize bakmam!" Paranız varmış, soyunuz sopunuz iyiymiş... Dünyaca makbul çeşitli güzel sıfatlarınız varmış. Onlar beni ilgilendirmiyor demek yâni... Ben onlara bakmam, yüzünüze de bakmam, sûretinize de bakmam, sizin iyi vasıflarınıza da bakmam! (Velâkin enzuru ilâ kulûbiküm) Ancak sizin gönüllerinize bakarım!.. Gönlünüz temiz mi değil mi, içinde güzel niyetler var mı, içiniz pak mı; ona bakarım. (ve niyyâtiküm) Ve niyetlerinize bakarım.

(Fe erdavnî bihâzihil hısâli anküm) İşte bu saydıklarımı, benim istediğim şekilde yaparak benim rızâmı kazanınız! Beni bu vasıflarla kendinizden râzı ediniz!" diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...

Bir daha özetleyelim, hemen sözü keselim, bitirelim:

"Ey Ademoğlu!" diye başladı hadis-i kudsî... "Bir günahı işleyecekken, benim gazabımı hatırlayıp günahtan çektin mi kendini?.." Kendimizi çekeceğiz, günaha bulaşmayacağız; yapacağımız şeylerden biri bu...

İkincisi: "Benim farzlarımı benim emrettiğim şekilde yerine getirdiniz mi?.." Getirmek için öğrenmek lâzım!.. Farzlar nelerdir? Otuziki farz var, ellidört farz var... Eskiler böyle formül haline getirmişler, ezberletmişler çocuklara...

(Hel âteytümül mesâkîne min emvâliküm?) "Fakirlere mallarınızdan cömertlik yapıp verdiniz mi?.." Cömert olacağız. Cömert cennete yakındır, cimri cehenneme yakındır.

(Ve hel ehsantüm ilâ men esâe ileyküm?) "Size kötü davranana siz iyi davrandınız mı?..)

(Ve hel afevtüm limen zalemeküm?) "Size zulmedeni siz affettiniz mi?.."

(Ve hel vasaltüm limen kataaküm?) "Sizinle alâkayı kesip koparan, ilgiyi kesen akraba, dost ve sâire; onlara gittiniz mi? Siz ilgiyi koparmayıp devam ettirdiniz mi?.."

(Ve hel vefeytüm limen hàneküm?) "Size hıyanet edene siz vefâlı davranabildiniz mi, davrandınız mı?.."

(Ve hel eddebtüm evlâdeküm?) "Çocuklarınızı güzel edeblendirip terbiyelendirdiniz mi?.."

(Ve hel erdaytüm cîrâneküm?) "Komşularınızı sizden hoşnud edebildiniz mi? Size dua mı ediyorlar, memnunlar mı sizden?.."

(Ve hel seeltümül ulemâe an emri dîniküm?) "Yanlış iş yapmayalım diye, hakkı öğrenelim diye dînî konulardaki müşküllerinizi alimlerinize sordunuz mu?..

Çünkü, ben sizin yüzlerinize bakmam, dünyevî güzel sıfatlarınıza bakmam; gönüllerinize bakarım, niyetlerinize bakarım. Şu benim sorduğum sorulardaki hususlara dikkat ederek, bu sıfatları edinerek, beni kendinizden râzı ediniz, benim rızâmı kazanınız!" buyuruyor.

Allah-u Teâlâ Hazretleri şu mübârek eğitim ayında, takvâyı öğrenme ayında, ibadet ayında, Allah'ın rahmetinin cûşa geldiği şu ayda; evvelinin rahmet, ortasının mağfiret, sonunun cehennemden âzâd olunmak olduğu şu ayda cümlemizi tevfikàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin... Hakkı hak olarak görüp, ona uyacak bir kabiliyet ihsân eylesin... Bu güzel ayın hayrından bereketinden faydalanarak Allah'ın sevdiği takvâ ehli, müttakî, salih bir kul haline gelmeyi nasib eylesin... Kötü huylarımızı atmayı nasib etsin, iyi huyları kazanmayı nasib etsin...

Bundan sonraki ömrümüzde Allah'ın sevdiği kulları olarak, takvâ ehli kulları olarak, düzelmiş kulları olarak sırat-ı müstakimde dâim eylesin...

Bihürmeti esrârı sûretil fâtiha!..

3. 2. 1995 / 3 Ramazan 1415 - ISPARTA