ORUÇLUNUN MÜKÂFAATI

Ezü billâhi mineş şeytànir racîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn...

Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne hamd ü senâlar olsun... Rasûlü Muhammed-i Mustafâ aleyhi efdalüs salevât ve ekmelüt tahiyyât vet teslîmât Hazretleri'ne ihtirâmâtımızı Mevlâmız iblâ eylesin... Şefaatine cümlemizi nâil eylesin, yolunda cümlemizi dâim eylesin...

Öyle bir güzel bir aya vâsıl olduk ki, kıymetini bilenlere ne mutlu!.. Peygamber SAS Efendimiz, üçaylar girdiği zaman, --yâni receb, şa'ban ve ramazan ayları-- ibâdetine daha fazla düşkünleşirdi.

Rivâyet edilmiştir ki: "Receb ayı ekim ayıdır, şaban ayı bakım ayıdır; ramazan biçim, hasat ayıdır." Demek ki, sevapları kazanmak için hazırlıklar üçayların başında başlıyor ve bu zamana kadar uzanıyor.

Hadis-i şerifte bildirildiğine göre: Bu ayın evveli rahmettir, ortası mağfirettir. Namaz kıldıkça, oruç tuttukça insanın mükâfaatları artıyor, afvü mağfirete mazhar oluyor. Ahiri de (ıtkün minen nâr) cehennemden azad olmasıdır. Müslümanın günahlarından dolayı cehenneme düşmesi durumunun kalkmasıdır. O tehlikenin kendisinden uzaklaşmasıdır. Cehenneme girmeyince de:

(Femen zühziha anin nâri ve udhilel cennete fekad fâz) "Ne mutlu cehenneme girmeyip de cennete girebilenlere; işte fevz bulanlar onlardır." buyruluyor. Böyle güzel bir aydır. Üçayların sonuncusudur, hasat zamanıdır. Ve hepimizin dilinde olduğu üzere, minarelerde mahyalarda yazıldığı üzere onbir ayın da gerçekten sultanıdır.

İbn-i Abbas RA, fakih bir sahabidir. Ebâdile-i erbaa'dan, dört Abdullahtan birisidir. Kendisine sormuşlar: "Ayların en hayırlısı hangisidir?" diye... "Ayların en hayırlısı ramazan ayıdır." diye cevap vermiş. Bunu da hepimiz biliyoruz, tereddüdümüz yok...

Ebû Zerr-i Gıfârî RA Hazretleri'nden rivâyet edilmiş ki:

(Ennehû semia rasûlallah SAS yeklü: Yevme ühille şehru ramadàn) Peygamber SAS buyurmuş ki: "Ramazan ayının hilâli göründüğü zaman, (lev ya'lemul ibâdi mâ fî şehri ramadàn) Ramazan ayındaki mükâfatları, sevapları, nimetleri, rahmetleri insanlar hakkıyla bilselerdi; (letemennel ibâdi en yekûne şehru ramadàn, seneten) bunu bilen kullar bütün senenin ramazan olmasını temenni ederlerdi."

Hani biraz oruç tutuyoruz, hani 33 rekâtı buluyor akşamları kıldığımız şu namazlar; ama mükâfatı çok büyük!.. Kıymetini bilenler, "Keşke bütün sene ramazan orucu olsaydı!" diye temenni ederlerdi. Peygamber SAS Efendimiz'in böyle bildirdiğini naklediyorlar.

Demek ki, hakîkaten ne kadar ihtiram etsek, ne kadar sevsek, ne kadar gayret etsek azdır. Güzel bir aya ulaşmış bulunuyoruz. Allah'a hamd ü senâlar olsun...

Bu hadis-i şerifleri hep Abdülkadir-i Geylânî Efendimiz'in Gunyetüt Tàlibîn kitabından okuyorum. O kitabı çok seviyorum. Abdülkadir-i Geylânî Efendimiz'i de hepiniz çok seversiniz. Allah şefaatine nâil eylesin... Evliyâullahın en büyüklerinden, en meşhurlarından, Kàdirî Tarikatı'nın piri, çok büyük alim... Peygamber Efendimiz'in sülâlesinden... Onu da ben çok seviyorum, yanımda gezdiriyorum. Tam ramazan ayıyla ilgili bölümü de var, güzel bilgiler veriyor. Başka kitaplarda bulunmayan bilgileri, rahatlıkla burda toplu olarak görüyoruz. Onun için Allah onun da ruhunu şâd eylesin, makamını daha yüksek eylesin... Bizleri de onun şefaatine nâil eyleyip cennette ona komşu eylesin...

Tabii, biz onun kitabını okudukça da ona sevab gidiyor. Çünkü, kitap sadaka-i câriyedir. Bir insan bir kitap yazdı da, o kitaptan istifade edildi mi; istifade edildiği müddetçe yazan insana sevab yazılır. Bir insan bir talebe yetiştirdi de, o talebe İslâm'a hizmet etti mi; hizmet ettiği müddetçe hocasına sevab yazılır.

Hocanız meselâ, kimbilir hangi hocadan yetişmiş. Namazı kıldırdı, elhamdü lillâh beraberce namaz kıldık. Hem bu hocaefendi sevab kazanıyor, hem siz sevap kazanıyorsunuz, hem hocaefendiyi yetiştiren hocaefendi sevab kazanıyor. Hem de sizi müslüman yetiştiren anne-babalarınız sevab kazanıyor. Kabirde ise bile sevab kazanıyor.

Bir müjde var müslüman kardeşlerim: Cuma günleri kabirdeki geçmişlerimize, bizim bu dünyada yaptığımız işler haber olarak verilir. Yâni, "Senin dünyadaki oğlun, kızın dünyada şöyle yaptı, şöyle yaptı, şöyle yaptı..." diye cuma günü kabirdekilere bildirilir. Kabirdekiler, geçmiş olan, ahirete irtihal etmiş olan geçmişlerimiz, --Allah cümlesine rahmet eylesin, kabirleri nur dolsun, makamları âlâ olsun... Cennet bahçesi olsun kabirleri, ruhları şâd olsun...-- dünyadaki evlatlarının iyi işler yapmalarından sevinirlermiş; nurları ve sürûrları ziyâde olurmuş.

Nûr, ışık demek... Bak burda ışıklar sönse, göz gözü görmez. Işıklar var, avizeler var, avizelerin güzelliği var... Tatlı tatlı oturuyoruz. Ben bu kitabın harflerini, yazılarını görebiliyorum. Nur güzel bir şey... Kabirde de insana nur lâzım, sıratta da nur lâzım!.. Sıratta ibadetlerimiz önümüzde nur olacak.

(Nûruhüm yes'â beyne eydîhim ve bieymânihim) Mü'minin önünden arkasından, ibadetleri nur gibi aydınlatacak yolunu; faydasını görecekler. Nurları artarmış, sürûrları artarmış. Sürûr da sevinç demek... Sevinirlermiş, şâd olurlarmış; kabirlerinde memnun ve mesrûr olurlarmış. Evlâtları işi şeyler yaptıkları zaman...

Amma, eğer kötü şeyleri yapıyorlarsa veya iyi şeyleri yapmıyorlarsa, üzülürlermiş. Biliyorsunuz kötülük iki türlüdür:

1. Kötülükleri yapmak.

2. İyilikleri yapmamak.

Farzları tutmazsa insan, bir çeşit kötülük yapmış olur. Kötülükleri yapmışsa, o da bir başka çeşit kötülüktür, ayrı...

Demek ki, iyi bir evladın vefat etmiş anne ve babasına en güzel hediyesi, kendisinin iyi insan olmasıdır. Çünkü, kendisinin yapmış olduğu bütün ibadetlerin sevabının bir kopyası anne-babasına gider. Kendisinin sevabından bir şey eksilmez; telâşlanmasın, üzülmesin... Ondan alıp ona verilmiyor. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rahmeti çok, nimeti geniş, hazineleri sonsuz... Bir kopyası diyorum, yâni bunun kazandığı sevap ne kadarsa, bir misli de onlara verilirmiş. Elhamdü lillâh bu da büyük bir nimettir.

Sizin de düşünürseniz: Meselâ, Bursa'nın kestane şekeri vardır. Biz Bursa'dan geçerken gideceğimiz şehre kestane şekeri alıp götürüyoruz. Bilmiyorum Antalya'nın nesi meşhurdur. Veyâhut Afyon'un kaymağı var, kaymak şekeri var, kaymaklı lokumu var... Her beldenin kendine göre meşhur bir şeyi var... Amma, "Acaba ahirete göçmüş olan geçmişlerimize biz burdan ne hediye gönderebiliriz?" diyecek olursanız; iyi müslüman olun, en iyi hediye odur. Namaz kılın, Kur'an okuyun, hatim indirin, sadaka verin, hayır yapın, hasenat yapın!.. Siz iyi insan oldunuz mu, anneniz-babanız mesrur olur, memnun olur, rüyanıza girer, teşekkür eder. Yapmadığınız zaman da girer. Bazan bakarsınız, mahzun, üzüntülü görürsünüz. Sizden bir şey istiyor, hayır istiyor demektir o... "Evlâdım, beni unutma!" demek mânâsına gelebilir.

Şimdi ramazanla ilgili hadis-i şerifleri okumaya devam ediyorduk. Abdullah ibn-i Ebû Evfâ RA rivâyet etmiş ki:

(Kàle rasûlüllah SAS) Peygamber SAS bildiriyor. İlmin kaynağı Peygamber Efendimiz... Allah-u Teâlâ Hazretleri onun gönlüne akıtmış nurları, ilimleri, maârif-i ilâhiyyeyi, ulûm-u ledûniyyeyi... O da 23 sene boyunca ümmet-i Muhammede anlatmış. Hem Kur'an-ı Kerim'i anlatmış, hem Kur'an-ı Kerim'de olmayan detayı, teferruatı anlatmış; hem de mücessem hayatıyla İslâm'ı yaşamış. "İşte böyle müslüman olunur, işte Kur'an'a böyle uyulur." diye önümüzde elle tutulur, gözle görülür, müşahhas, mücessem bir misal olmuş oluyor. O da çok güzel...

Biliyorsunuz ressamlar, heykeltraşlar model koyuyorlar karşılarına da, yaptıklarını ona göre yapıyorlar. Bizim de model insanımız, örmek insanımız, imtisâl edeceğimiz, iktidâ edeceğimiz büyüğümüz Peygamber-i Zîşânımız Muhammed-i Mustafâ SAS... Onun izinden yürüdük mü, kurtuluruz. Bütün ilimlerin, dînî bilgilerin kaynağı da onun hadis-i şerifleridir. Kur'an'ı da zâten Allah ona indirmiştir. Vahiy ona gelmiştir de, o bize söylemiştir. Kur'an da ondan geçerek bize gelmiştir.

O halde Rasûlüllah SAS Efendimiz başımızın tâcıdır. Sünnet-i seniyyesi de başımızın tacıdır. Ondan istğnâ mümkün değildir. Kur'an bana yeter demek mümkün değildir; çünkü, vahy-i gayr-i metluv'dür. Rasûlüllah SAS'in sünnet-i seniyyesi de Kur'an'ın izahıdır, şerhidir, tefsiridir, mücessem örneğidir. Tabii, bu sözleri niye söylüyorum: Bazı eksik akıllılar, eksik bilgililer çıkıp da, yalan yanlış sözler söyleyebiliyorlar; biz işin gerçeğini bilelim diye söylüyorum.

Buyurmuş ki Peygamber SAS Efendimiz:

(Nevmüs sâimi ibâdetün) Bakın oruçlunun mükâfatlarına!.. "Oruç tutanın uykusu da ibadettir." Oruçlu ya, bazan şöyle bir mahmurluk çöküyor, halsizleşiyor, ben biraz şuraya uzanıvereyim diyor. Bunun yazı var, kışı var, sıcağı var, soğuğu var... Uzun günleri var...

Stokolm'e gittik. Kutuplara yakın bir yer, biliyorsunuz. Dokuza yakın sabah namazı oluyor, onikiye yakın öğle namazı oluyor, bire yakın ikindi namazı oluyor, üçe yakın akşam oluyor; kocaman bir gece... Yazın gitsek, yazın da tersi; kocaman bir gündüz, azıcık bir gece... Teravihi sıkıştıracak zamanı bile zor buluyorlar. Ordaki kardeşlerimizin kimisi de işçi olduğundan, çalışıyorlar. Ellerinde mâdenî parçaları birbirine yapıştırmaya mahsus kaynaklar... "Hocam! Sıcakta 60 derecede, 70 derecede, gözlüğü takıyoruz, metalleri birbirine kaynatıyoruz, gemi inşâ ediyoruz." filân diye söylüyorlardı. Allah râzı olsun... Uzun oruçlar da olabiliyor. Tabii, böyle olunca da bazan biraz uyku uyumak gerekebiliyor.

Gece hiç uyku uyumuyorlar. Akşamı kılıyorlar camide... İftarı ediyorlar, yatsıyı kılıyorlar, teravihi kılıyorlar. Biraz oyalanıyorlar, sohbet ediyorlar. Sonra sabah namazını kılıyorlar, işe gidiyorlar. Kahraman insanlar... Ondan sonra da tabii, işten çıktıktan sonra azıcık uyuması lâzım bu zavallının...

(Nevmüs sâimi ibâdetün) Oruçlunun uykusu da ibadettir. Sonra: (Ve samtühû tesbîhun) "Susması tesbih sevabı kazandırır." Sübhânallah demiş gibi, tesbih çekmiş gibi sevap kazanır. Sükûtu da sevaptır. Biraz keyfi kaçıyor insanın, eskisi gibi çok konuşmuyor. Oruç güzelleştiriyor insanı...

Uykusu ibadettir, sükûtu tesbihtir; (Ve duâhuhû müstecâbün) "Duası da makbuldür." Oruçlunun duası mükbulür; çünkü, Allah'ın sevgili kulu oluyor. Allah için bıraktı yemesini, içmesini, ailevî münâsebetlerini... Nefsinin iştihâ duyduğu kuvvetli arzularını Allah için bıraktı. Allah onun için seviyor. Kendisi nâmına fedâkârlık yaptığı için seviyor, duası da müstecâb oluyor.

O halde ne yapmak lâzım?.. Oruçlunun duasını kazanmak lâzım! Gönlünü hoş etmeye çalışmak lâzım, hizmet etmek lâzım! İkram etmek lâzım, iftar ettirmek lâzım!.. Böylece onun müstecab duasını elde etmeye, kazanmaya çalışmak lâzım!..

(Ve amelühû müdàafun) Ameli de kat kat sevaplandırılır. Mudàaf demek, kat kat demek... Ne kadar sevaplandırılır, oruçlunun amelinin sevabı nedir?.. Oruçlunun ramazanda ibadetler, başka zamanda yaptığı ibadetlerin aynı olsa bile yetmiş kat daha sevaplıdır. Az bir fark değil, yetmiş kat fark bayağı güzel bir şeydir.

Şimdi biz bilmiyorum, ramazanın dışında nafile namaz kıldık mı yatsıdan sonra?.. Gece yatarken abdest alıp namaz kıldık mı, gece teheccüde kalkıp namaz kıldık mı bilmiyorum ama, ramazanda yirmi rekât terâvih kılıyoruz ilâveten... Yirmi rekâtı yetmişle çarparsak, sanki 1400 rekât kılmış gibi oluyoruz yâni... Sadaka versek, yetmiş kat... Tesbih çeksek, yetmiş kat daha fazla... vs. Hepsi böyle gidiyor.

Onun için bazı bilgili müslümanlar, işin esrarını büyüklerinden, hocalarından duymuş olan müslümanlar, zekâtını ramazanda verirler. Biliyorsunuz zekât için bir takım şartlar vardır. Bir şartı da, zekât verilecek metâ'ın ele geçmesinden sonra üzerinden bir yıl geçmesi lâzım!.. Meselâ, bir para kazanmışsın şu anda, hemen zekâta muhatap olmuyor. Bir sene geçtiği zaman, havalân-ı havl deniliyor; bir sene geçtikten sonra zekât buna terettüb ediyor. Bir sene geçtikten sonra zekât vereceksin ama, bunları ayarlayıp, kaydırıp, erkene alıp ramazanda zekât verir bazıları...

Ramazanda gidin Suudî Arabistan'a... Bazı Suudlular ne kurnazdır, ne açıkgözdür. Arapçaları da olduğu için gayet iyi bilirler. Bakarsın zekât yağıyor her tarafa... Desteyi çıkartır adam, Mercedesin'in penceresinden elli elli, yüz yüz verir. Neden?.. Ramazanda yetmiş kat daha sevaplı her şey...

Amel-i mudaaf dediği o... Mudàaf kat kat demek ama, yetmiş kat olduğunu başka hadis-i şeriflerden biliyoruz.

Ebû Hayseme'den rivâyet edilmiş ki:

(Kânû yeklûne ramadànu ilâ ramadàn, vel haccü ilel hac, vel cumuatü ilel cumuah, ves salâtü iles salâh, keffârâtün bimâ beynehünne mectünibetil kebâiru) "Bir ramazan evvelki ramazan ile, bir hac önceki hac ile, bir cuma önceki cuma ile, bir namaz önceki namaz ile arasındaki günahlar için kefarettir. Günahların silinmesi için sebeptir." Ne şartıyla?.. (mectünibetil kebâir) Büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde bunlar bir evvelki ile aralarındaki günahların silinmesine, affedilmesine sebep olur, kefaret olur. Bu da çok güzel bir şey...

Şimdi biz bir ramazana yetiştik elhamdü lillâh, üçüncü dördüncü günündeyiz. Geçen sene ramazanı da yaşamıştık, bu ramazana eriştik. Demek ki ramazanı güzel tutabilsek, geçtiğimiz bütün sene hatalarımız kusurlarımız ne olmuşsa, Allah onları silecek. Cuma kıldığımız zaman güzelce, bir önceki cuma ile aradaki günahlar silinebilecek. Onun da tabii bazı şeyleri var; meselâ cuma günü gusül abdesti alarak gelmek gibi... Bir namaz kendisinden önceki namazla aradaki günahları sildirecek. Demek ki, namaza müdâvim olmak lâzım!.. Demek ki, cumaları kaçırmamak lâzım!. Demek ki, ramazanları iyi değerlendirmek lâzım!..

Hazret-i Ömer RA, biliyorsunuz aşere-i mübeşşere'den... Cennetlik olduğu hayatında kendisine tebliğ edilmiş on kişiden birisi Hazret-i Ömer... Başka?.. Peygamber Efendimiz'in kayınpederi... Kızın vermiş, binâen aleyh kayınpederi... Başka?.. Peygamber Efendimiz'le kabir arkadaşı olma şerefine ermiş insan... Peygamber Efendimiz'in gömüldüğü odada o da gömülü... Efendimiz'e o kadar yakın gömülmek herkese nasib olmaz. Allah nasib etmez, savurur atar istemediği kulu... Ona nasib olmuş.

Hazret-i Aişe Validemiz'in bir menkabesi vardır Delâil-i Hayrat kitabında... Rüya görmüş Hazret-i Aişe Validemiz RA... Rüyasında üç tane dolunay, gökten gelmiş odasına düşmüş. Allah Allah!.. Kocaman mehtap Hazret-i Aişe Validemiz'in odasına geliyor, orda kayboluyor. Gitmiş babası Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz'e anlatmış. Rüya tâbir etmeyi severdi Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz... "Babacığım, ben böyle bir rüya gördüm." demiş. Rüyanın tabirinde: "Kızım, senin odana, hücrene --Peygamber Efendimiz'in zevcesi; mescidin kenarında hücresi var... Peygamber Efendimiz'in şu anda kabri orada... Orda otururdu Hazret-i Aişe Validemiz.-- üç mübarek insan defnolunacak; bunlar yeryüzünün en mübarek insanlarıdır." demiş.

Aradan zamanlar geçmiş. Rasûlüllah SAS Efendimiz irtihal-i dâr-ı bekà eyleyince, "Ne yapalım?" diye düşünmüş sahabe-i kirâm... Birisi demiş ki: "Peygamberler nerede vefat ederse oraya gömülürler, nakledilmezler başka yere... Buraya gömülecek!" demiş. Bunun üzerine oraya gömmüşler. Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz kızının yanına gelmiş, demiş ki: "Kızım, hani sen bir rüyâ görmüştün ya, ne kadar zaman evvel... Üç tane dolunay senin hücrene geliyordu. Ben de sana, 'Yeryüzünün en hayırlı insanlarından üç kişi senin hücrene gömülecek.' demiştim ya, işte rüyada gördüğün dolunaylardan birisi bu!.. Bu en hayırlısı..." demiş.

Mübârek belki de ikincinin ve üçüncünün kim olduğunu da biliyor. Çünkü, onlar evliyânın en yüksekleri... İkincinin kendisi olduğunu, üçüncünün de Hazret-i Ömer olduğunu Allah-u A'lem, biliyordur. Onlar büyük zatlar...

İşte bu Hazret-i Ömer büyük zât... Peygamber Efendimiz'in kayınpederi... Hücresine gömülmek nasib olmuş. Niye bunları anlatıyorum muhterem kardeşlerim?.. İslâm aleminde çeşitli mezhebler oluşmuş da, yersiz yurtsuz düşmanlıklar da oluşmuş. Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz'e, Ömer Efendimiz'e düşman insanlar var... Onlara mantıklı bir söz olarak söylüyorum: "Bakın, hayırlı bir insan olmasalardı, bunların Peygamber Efendimiz'in yanına gömülmelerini Allah nasib etmezdi. Hem aşere-i mübeşşere olduklarını Peygamber Efendimiz söylemiş, hem de kabrine gömülmek nasib olmuş. Burdan artık anlayın, aleyhinde konuşmayın şu mübâreğin!.. Dilinizi uzatmayın, bilmediğiniz işlere karışmayın!" demek istiyorum yâni...

Hazret-i Ömer RA, şehr-i ramazan geldiği zaman dermiş ki:

(Merhaban bişehri hayrin) "Hoş geldin ey hayırla dolu olan şehr!"

Şehr sözünü açıklayayım: Bizim ay dediğimiz 29-30 günlük zaman parçasına Arapçada şehr derler. Şehr-i ramazan, ramazan ayı demek... Farsçada mah derler. Mâh-ı ramazan, Farsça ramazan ayı demek... Şehr deyince, hani surları olan, evleri olan mekân aklınıza gelmesin. Bizim o anlamda kullandığımız şehir kelimesi, Farsçadan gelme...

Ramazan geldiği zaman, "Merhaba hoş geldin ey hayır ayı!" dermiş. (Hayrü küllühû, sıyâmü nehâruhû kıyâmu leylühû) Gündüzkü orucu, geceki namazı; hepsi hayır... Geceki namazı nedir?.. Gece ne zaman başlıyor?.. Güneş battığı zaman, akşam ezanı okundu mu, gündüz biter gece başlar. Geceki namaz dediği teravih namazıdır.

Ama teravih namazını kıldıktan sonra aşık-ı sàdıklar, evlerine gitmişler, abdestleri var, biraz daha namaz kılmışlar... Oh, nûrün alâ nûr, kaymak üzerine kaymak!.. Çok güzel, Allah kabul etsin...

Veyâhut, uyumuş... Gündüz çalıştı, terâvih namazını kılınca biraz daha yoruldu, geldi. Şimdi kış olduğundan, saat sekizde bitiyor her şey... Dışarı çıksa uyuyamaz insanlar, yine bir şeylerle vakit geçirirler. Hadi diyelim uyudu. Sahura kalktı. Sahura kalktığı zaman abdest alacak, iki rekât teheccüd namazı kılacak!.. Neden?.. Kur'an-ı Kerim'de teheccüd namazı, Peygamber Efendimiz'e tavsiye edilmiş bir namaz... Bismilâhir rahmânir rahîm:

(Ve minel leyli fetehecced bihî nâfileten lek, asâ en yeb'aseke rabbüke makàmen mahmûdâ) Peygamber Efendimiz'e böyle buyuruyor Rabbimiz... "Geceleyin teheccüd namazı kıl!" diye emrediyor, tavsiye ediyor. Efendimiz de hiç bırakmamış teheccüd namazını...

Hadis-i şerifinde de buyurmuş ki:

(Rek'atâni minel leyli) "Geceleyin kılınan iki rekât namaz, (hayrün mined dünyâ ve mâ fîhâ) dünyadan da, dünyanın içindeki her şeyden de daha kıymetlidir."

Dünyadan da deyince, insan zihninde tecessüm ettiremiyor. İçindekiler de deyince, o zaman iş biraz daha iyi anlaşılıyor. Dünyanın içinde neler var neler: Sahiller var, köşkler var, saraylar var, hazineler var... Çok şeyler var dünyada... Dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı, geceleyin kalkıp da iki rekât namaz kılmak...

Başka zaman kalkamıyoruz. Neden?.. Geç yatıyoruz, uykumuzu alamıyoruz, alışmamışız; gece kalkamıyoruz, sabah namazına zor kalkıyoruz. sabah namazına bile kalkmak zor oluyor. Hani halkın, avâmın umûmî durumu budur. Ama, dinimiz o kadar güzel ki, avamına havâsına ramazan ayında, şerbet bahanesine, tatlı bahanesine, baklava, börek, çörek, pilâv bahanesine geceleyin kaldırıyor. Geceleyin uykuyu herkes bölüyor mu?.. Bölüyor. Ahlamadan, ohlamadan memnun olarak kalkıyor. Çocuk da kalkıyor, büyük de kalkıyor, efe de kalkıyor, pehlivan da kalkıyor... Herkes kalkabiliyor.

Başka zaman kalkmaz, ayağından sürüklesen kalkmaz. Kuvvetliyse, bağırır, çağırır, kaldıracak insanı yanından kaçırttırır, kalkmaz. Ama ramazanda kalkıyor. Ne yapacak?.. Mâdem kalkmış, abdest alacak, iki rekât teheccüd namazı kılacak; dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı mükâfatları kazanacak. Kaçırmayacak bu fırsatı... Ben de bunu kaçırmayın diye, size sözün arasında söylüyorum.

Hazret-i Ömer ne dermiş?.. "Her şeyi, her haliyle hayır olan; gündüz orucu da hayırlı, gece namazı da hayırlı olan ey mübârek ay, hoş geldin!.." Gecesindeki namaz da hayırlı, gündüzündeki oruç da hayırlı...

Gündüzündeki orucun hayırlı olması neden muhterem kardeşlerim?.. Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Essavmü lî ve ene eczî bihî) "Oruç benimdir, orucu ben kendime kabul ediyorum. Onun mükâfatını ben vereceğim. Hesâba gelmeyecek şekilde mükâfatını ben vereceğim." Çünkü, oruç gizli bir şeydir. Namaz gibi değildir ki!.. Namaz kıldığın zaman görünüyor; oturuyorsun, kalkıyorsun, selâm veriyorsun... vs. Oruçta belli olmuyor, sormazsan bilemezsin. Ramazanda herkes oruçludur diye tahmin ederiz de, ramazanın dışında bir insanın oruçlu olup olmadığını anlayamazsın.

"--Buyur!" dersin;

"--Yiyemeyeceğim, teşekkür ederim!" der.

"--Yâhu, otur, buyur soframıza!.."

"--Teşekkür ederim, almayayım." der.

"--Oruçlu musun?" diye sorarsın.

Neden?.. Bilemiyorsun, çünkü oruç gizli... İbadetin gizlisi makbul olduğundan ve oruç nefse hakimiyeti temsil ettiğinden... İnsan nefsine hakim oluyor, nefsini yeniyor, arzusunun esiri olmuyor, iradesine sahib oluyor, kendisini tutabiliyor. Bu çok makbul olduğundan, "Oruç benimdir, mükâfatını ben vereceğim!" buyuruyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...

Onun için, her ne kadar aç kalıyorsak da bunun çok faydası var... Bir kere doktorlara sorun, tıbbî faydası var... Şeker fabrikası Burdur'da var, bilmem Antalya'da da var mı? Senenin bazı aylarında fabrikayı bakıma almazlar mı?.. Kampanya biter. Ondan sonra şeker fabrikası demonte edilir, sökülür, boruları ve sâiresi her şeyi temizlenir, bir dahaki kampanyaya hazır hale getirilir. Öyle olmazsa, bir dahaki sene o fabrikada şeker işlenemez. Yâni, bütün cihazları bulaşmış, bozulmuş, tıkanmış olur.

İnsan vücudu da öyledir. Bir ay elhamdü lillâh şöyle bir tatil ediyor mide... Pankreas bezi tatil ediyor, bütün sindirim cihazları tatil ediyor, karaciğer rahatlıyor... Göbeklerimizde, sırtımızda, karnımızda birikmiş olan yağlar eriyor. Bazan da daha beter şişmanlıyor insan... O da hanımların kabahati... Çok güzel yemekler yapıyorlar.

..............

Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlemizi gaflet uykusundan uyandırsın, ârif, âgâh kullarından eylesin... Âşinâsından eylesin, evliyâsından eylesin... Ömürlerimizi rızâsına uygun geçirmeye muvaffak eylesin... Tevfikını refik eylesin, has kullarından olmayı nasib eylesin... Hüsn-ü hâtimeler ile ahirete göçmeyi nasib eylesin... Cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin...

Bihürmeti esrârı sûretil fâtiha!..

4 Şubat 1995 / 3 Ramazan 1415

Mehmed Çiçek Camii - Antalya