V. DERS

25 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 532/11 - 534/13

Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.

Bismillâhir rahmanir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...

İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah... Ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:

532/11 (Kâne izâ dehale ramadân, etlaka külle esîrin ve a'tâ külle sâil.)

Bu okuduğumuz hadis-i şerifler... Peygamber SAS'in hayatındaki harekâtı tesbit edilmiş zamanında... Nasıl yapmış, nasıl yatmış, nasıl kalkmış, nasıl oturmuş, nasıl yemiş, nasıl içmiş?.. Bu gayet güzel bir şekilde tesbit edilmiştir. Dünyada bu devlet hiç kimseye verilmemiştir. Hiç kimsenin böyle hayatı tesbit olunmuş; daha dünya görmemiştir böyle bir şey... O zamanki insanlar, üzerinde gayet titizlikle durmuşlar, Efendimiz'in her halini gayet güzel bir şekilde tesbit edip bize emânet etmişler... Allah hepsinden razı olsun...

Bize yakışan şimdi, bu dinlediğimiz tesbit edilmiş hayatı, kendimize mümkün mertebe mal edebilmek; onun yaptığını yapabilmeye çalışmak... Yerken nasıl yiyormuş?.. İçerken nasıl içiyormuş?.. Misvağı nasıl kullanıyormuş?.. Helâya nasıl gidiyormuş, nasıl okuyormuş?.. Çıkarken nasıl çıkıyormuş, neler okuyormuş?.. Bunlar, hepimizin bilmesi ve yapması lazım olan şeylerdir ki, Efendimiz'in bunları bize ta'lim buyurmasının sebebi, "Siz de böyle yapın!" demektir. Bunu okumaktan maksad, bunları yapabilmeye çalışmaktır.

Geçenki derslerimizde helâya girip çıkmanın ehemmiyeti üzerinde çok durdular. Helâya gitmeyi biz basit görürüz. İşte bir zaruret hissediyoruz kendimizde... Gidiyoruz, o def-i haceti yapıp çıkıyoruz. Her insanda ve her hayvanda olan bir hadise... Bu, kolay bir şey değil... Bunun inceliklerini insan biraz düşünüp, Efendimiz'in dualarının ne kadar yerinde olduğunu takdir ederse, insan bunları kendi de yapmaya çalışır.

E, yiyoruz elhamdülillah... Bu yediğimiz yemekler vücûda kuvvet veriyor. "Bugün bir insanın içerisinin yaptığı şeyleri, makinalara yaptırmak lazım gelse, dünya makina kesilir!" diyorlar. Dünya makinaları insanın şu içeride yaptığını yapamaz yine lâyıkı vechiyle... Ama Cenab-ı Hak bu kuvveti içeriye vermiş. Hiç haberimiz olmadan burdan yuvarlıyoruz; taksimat olaraktan, bütün azalarımıza kuvvetler gidiyor. En nihayette bir de aşağıdan def'-i hacet hadisesi var... O da olmasa, olmaz.

Bunların ne kadar yerinde olduğuna, ne güzel: "Elhamdü lillâhillezî... Evveline ahirine, yâ Rabbî sana hamd olsun... Güzel güzel yedirdin, tadı damağımızda... Vücûdumuz kesb-i kuvvet etti. E, bize zarar verecek bazı fuzûliyetler vardı içerde; onları da kolaylıkla bizden çıkardın. Çıkaramayanlara bir sormalı!.. Def-i hacet edemeyen, kabız haline tutulan bazı insanlar var; eczanelerden ilaç alırlar, "Aman şunu yapalım, bunu yapalım..." Bazen fayda da vermez. Derken bir sıkıntının içerisinde, ateş yükselir; şu olur, bu olur...

Onun için, girdiğin vakitte hamd edeceksin: "Allah'ım çok şükür... Güzelce yedik, içtik, vücûdumuz kesb-i kuvvet etti. Şimdi o fuzûlî olan şeyler de, güzelce bizden defolup gitti." diyerekten...

Giderken de dua edeceksin: "Yâ Rabbi, bu pislik yeridir, habis yerdir. Burası şeytanların bulunduğu bir mahaldir. Onların şerrinden de beni muhafaza et!.. Sonra, bu gıdalara verdirmiş olduğun kuvvetlerle de, bizi senin taatlerinde daim eyle!.." gibi çeşitli dualar... Çünkü, bir çeşit değil kaç çeşit dua buyurmuş Efendimiz... Ama hulâsası şuna geliyor.

Şimdi receb ayı geliyor. Önümüzdeki bir ay sonra receb ayı gelecek. Onun için de şöyle buyurmuşlar:

532/10 (Kâne iza dehale receb, kal: Allahümme bariklenâ fî recebe ve şa'bân, ve belliğnâ ramadân...) Receb, güzel bir ay... Şa'ban, o da güzel bir ay... Bu aylar bize bir nimet... Günahlarımızı götürüyorlar; bir de bizi uyandırıyorlar, uyanıklık veriyorlar: Bak, öteki ay gitti, sen de gideceksin ha!.. Aklını başına al! Bu ay geldi ama durmayacak, o da gidecek. Her gelen gidiyor. Her gelen gibi senin de gideceğini hatırla! Bu ayın kıymetini bil, Allah-u Teâlâ'ya yapılması lâzım olan tâat ü hasenâtı yap!..

Onun için receb geldi miydi, (Allahümme bariklenâ recebe) "Yâ Rabbi bunu bize mübarek et!" diyeceğiz. Nasıl olacak mübarekliği?.. İbadet ü taatler edersek, hayr ü hasenâtlar edersek; o bize mübarek olur. Yook, vurdum duymaz gelir gidersek; receb bize, yüzümüze bakmadan gider.

Cenâb-ı Peygamber'in en çok oruç tuttuğu ay, şa'ban ayıdır. Recebde de tutarmış ama, şa'banda tuttuğu daha çok olurmuş. Ramazanda umûmîdir, hepimizin tuttuğu bir aydır.

532/11 (Kâne izâ dehale ramadân, etlaka külle esîrin ve a'tâ külle sâil.) Ramazan ayı gelince de, bütün esirleri salıveriyor... Her kapıya gelen dilenciyi, fukarayı geri çevirmiyor... Ramazanın hürmetine... (etlaka külle esîrin ve a'tâ külle sâil.) Her sâilin eline bir şey veriyor ve bütün esirleri de âzâd ediveriyor... Ramazan-ı şerifin hürmetine...

532/12 (Kân, izâ dehale şehri ramadân) Ramazan ayı geldiği vakitte... Bakın: (şedde mîzerehû) (şedd: Şiddetlendirmek, sıkıştırmak. mîzere: Bele bağladıkları kuşak nev'inden peştemal.) Beline bağladığı peştemalı, yâni karnını sıkarlardı... Gerek kuşakla sıksın, gerek peştemalıyla sıksın, gerek başka şeyle sıksın... Onu sıkıştırmaktan murad, açlığa hazırlanmak, açlığa tahammülü artırmak...

(sümme lem ye'ti firâşehû) Bakınız, iyi dikkat ediniz: (sümme lem ye'ti firâşehû...) Ondan sonra, ramazanda yatağına girmezlerdi!.. (firaş: yatak) Niçin?.. İbâdât ü tâtle meşgul olurlardı. (hattâ yenseliha.) Ramazan çıkıncaya kadar... Hazret-i Aişe validemizin nakli...

533/1 (Kân, izâ dehale ramadân) --Yukarıda şehr-i ramazan dedi, burda yalnız ramazan dedi.-- Ramazan ayı geldiği vakitte, (teğayyera levnühû) mübârek yüzlerinin siması değişirdi, tegayyür ederdi. Nasıl bir adam korktuğu vakitte rengi sararır; onun gibi yüzünün rengi değişirdi.

(ve kesüret salâtühû) Başlardı namazını artırmağa... Çoğaltırdı. Kırk rekât namazımız var, başka... Ondan gayrı fazla namazlarımız var: İşrak, duhâ, evvâbîn, teheccüd gibi namazlar... Bunları da artırırdı. Meselâ işraki iki kılıyorsa dört, dört kılıyorsa sekiz; duhayı sekiz kılıyorsa on-oniki, daha fazla; gece namazlarını şu kadar kılıyorlarsa, daha fazla kılarlardı, artırırlardı.

(vebtehele fidduâ') Yalvarırken de, daha çok gayret gösterirlerdi. (ibtihal: Kesilmek, dünya alâkalarından kesilerekten Hakk'a kendisini tam mânâsıyla vererek yalvarma, yakarma, ibâdet, tâat.)

(ve eşfaka levnühû.) Mübârek yüzleri de şafak rengini alırdı.

533/2 (Kân, izâ dehalel aşrü) Ramazanın yirmisinden sonraki son on gününe îtikâf günleri diyorlar. Bu on gün girdiği vakitte, (şedde mîzerehû) --Yukarıda ramazan gelince belini sıkardı deniliyordu.-- bu onda, midesini daha fazla sıkıyordu. Camiden çıkmazdı.

Evvelki günlerde ramazanı tutmakla beraber, evine gider gelir, çarşısına pazarına gider gelir, eşine dostuna gider gelir; fakat, yirmiden sonra hepsi kesilirdi. Yirmiden sonra yalnız Allah'a dönüyor... Bütün ibâdât ü tâatı --tabiri câiz değilse de-- Allah'la başbaşa kalabilmek... Onun için sıkıştırıyor kendisini...

(ve ahyâ leylehû) Bütün geceyi ihyâ ediyor. İbâdetle geçiriyor bütün gecelerini... Evine de gitmiyor. Zâten oruçlu... Yemekle içmekle de alâkası yok...

Bu îtikâf sünnet-i seniyyedir. Sünnet-i kifâye deniliyor ama, her müslümanın bunu yapması âdetâ bir borçtur. Çünkü, Peyşgamber SAS Hazretleri, peygamber olmazdan evvel dahi bu îtikâfa devam ediyorlardı. Peygamber olduktan sonra da hiç terketmemişler.

Hacca gidenler bilirler, Hıra dedikleri dağ, Mekke'den galibâ birkaç saat mesafe uzaklıkta... Ordaki, o dağın içerisindeki mağaraya girerler, orada ibâdetle meşgul olurlardı.

Bizim burdaki evlerimizde yemeklerimiz bol... Orda, o sıcakta su kaynar!.. Suyun sıcaklığı, havanın sıcaklığı, her şeyin sıcaklığı... Ama orda, onlara tahammül ederek Allah'a kendini verebilmek, büyük bir nîmettir.

Onun için (ve ahyâ leylehû) gecelerini de ihyâ eder, ibâdet ve tâatle geçirirlerdi. Uykularını da terkederlerdi; çünkü, (lem ye'ti firâşehû) "Yatağına girmezdi." diyor. Yatağına girmeyince, gecesini ibâdetle ihyâ ediyor.

Hayat ibâdettedir. Hayata kavuşmak maddelerle olmuyor. Bugün ne milyonerler var, hayatları hiç hayat değil... Geceleri de korku içerisindedirler. Hayatlarında lezzet yoktur vesselâm!.. Niçin?.. Allah'a yönelmeyen insanın hayatı, hayat değildir.

Çünkü, hayatı veren Allah'tır. Sen o Allah'tan kesildikten sonra, Allah sana yardım eder mi?.. "Bu hayatı sana ben verdim! Bu ruh benim ruhum!.. Ben sana bunu vermişken, sen benden ayrılıyorsun ve bana da dirsek çeviriyorsun..." demez mi?.. Ayrıldığın da bir şey değil de, dirsek de çeviriyorsun, inkâra kalkışıyorsun!.. Sen deli misin, divâne misin, aklın mı yok hiç?.. Bir başındaki örtüyü yapan olduğuna, kendi kendine olmadığına herkesin aklı erer de; bir baş örtüsü kendine olamıyor da, koskoca kâinat bu mevcûdiyetiyle berâber nasıl olur tabiatın îcâdı?.. Bu kadarcık şeyi idrak edemeyen insan, elbette insan değildir.

Binâen aleyh, hayat Allah-u Teâlâ'ya yönelmekle kabildir. Allah-u Teâlâ'ya yönelmeyen hayatlar hiç de hayattan sayılmaz. Onun için, müslümanın vazifesi, hayatı bize veren Allah'a yönelerekten ondan hayata tazelikler istemektir. İbadetlerle hayatta tazelikler olur.

Biz niçin günde üç defa yiyoruz? Yetmiyor, dört defa da yiyoruz. Niçin?.. "Kuvvetimiz yerine gelsin, artsın, kuvvetli olalım!" diyerekten... Binâen aleyh, imanımızın artması için, ruhumuzun kuvvetlenmesi için de tâate muhtacız. Ne kadar çok yapabilirsek, ruhumuz o kadar genişler, kuvvetlenir. Ondan sonra, o gecenin ibâdetleri ne kadar tatlıdır, bir bilseniz!..

Şimdi bugün, günahlarımı yazıyordum da, o günahları yazarken, bakma günahına geldi. "Bakmak günah-ı kebâirdendir." diyor. İster kadına bak, ister gence bak... Bu bakmakta bir zehir var... Bu zehir, şeytan-ı aleyhil lâ'nenin zehirli oklarından bir oktur. Bunu attı mıydı o, kime attıysa o yandı. Neden yanıyor?.. Şeytanın o zehirli oku, onu zehirleyecek. Nasıl ki, mikrobu yutan gürültüye gidiyor. Bu zehir de onu öldürür.

Her kim ki, Allah korkusundan o bakmayı terkederse, Allah-u Teâlâ onu tebdil eder, değiştirir, imanı kuvvet kesb eder. İmanın lezzetini bulur o adam!.. Neresinde?.. (fî kalbihî) Kalbinde... Kalbinde onun tadını bulduktan sonra, geceleri ihyâ eder, gündüzleri ihyâ eder... Hayr ü hasenâtta, her şeyde öndedir. Niçin?.. Allah-u Teâlâ'dan imdat geliyor, mütemâdiyen imdat geliyor.

Yağmurlar yağmazsa ne oluyor aziz kardeş?.. Bar bar bağırıyoruz, aman yandık diyerekten... Yağmur yağmayınca, yerde bir şey olmadığı gibi; Allah'tan rahmet gelmeyince, gönüllerde de bir şey olmaz. Allah'tan rahmet gelmesi için, Allah'ın yasaklarından kaçmak lâzım!.. Yasaklardan kaçınmadıkça, Allah'ın rahmeti gelmiyor. O bir perde üzerimizde... Yasaklar, şu caminin kubbesi gibi bir perdedir. Rahmet-i ilâhiyye inmez içeriye... Ne zaman onu terkediyoruz; Allah-u Teâlâ o zaman tebdil ediyor, rahmet-i ilâhî gönle iniyor.

Ondan sonra sen, zincirle çekseler çıkmazsın ibâdetten... İbâdetten ayrılamazsın. Çünkü, Allah'ın rahmeti eriştikten sonra, insanın Allah'tan ayrılmasına imkân yok!.. Allah cümlemizi rızâsının yollarından ayırmasın...

Onun için, (ve ahyâ leylehû) Cenâb-ı Peygamber gecelerini böyle ihya etmekle beraber, (ve eykaza ehlehû) hanımlarını ve çocuklarını da uyarırlardı: "Kalkın bakalım! Allah-u Teâlâ'nın rahmetinin yayıldığı bir andır bu an!.. Siz de kalkın!"

Tatlılıkla, güzellikle, çeşitli iltifatlarla onları kaldırıp, gece ibâdetlerine alıştırmak lâzım!.. Hayat, yalnız bu dünya maddelerini toplamakla, dünya varlıklarının içerisinde perişan olmakla olmuyor. O gecenin karanlığında, herkes sükût bir halde iken, kendini kaldırıp da, "Allah'ım, ben senin divanına geldim!" demenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu ancak erbabı anlar. Allah lütfetsin cümlemize...

Onun için, biz leş gibi akşamdan yatıyoruz, leş gibi de sabahleyin kalkıyoruz. Niçin?.. Yatarken bir âdâb var. Peygamberimiz bakın neler söyledi, "Bunları okumadan yatmayın, şeytandan sakının!" dedi. Şeytan başımıza üç tane düğüm vuruyor, "Uyu, hiç kalkmamak şartıyla!.." diyor. Müdahalesi var... Nefisle birlikte onlar bizi perişan etmeye çalışıyorlar. E biz uyandıkça, "Allaaah... Lâ ilâhe illallah... Elhamdü lillâh... Sübhânallah..." ne biliyorsak... Bu tesbihleri yapınca, düğümler çözülüyor kendiliğinden... Abdest aldık mıydı, ikincisi çözülüyor. Namaza durduk muydu, onun bağladığı efsunların hepsi mahvolup gidiyor. Ondan sonra, Allah-u Teâlâ'nın rahmeti başlıyor gönüllere inmeye...

Gönüllere inince de, o gönüller... Hani yeşeren tarlaların rengine doyum olmuyor... Rençber bakar: "Oooh, yemyeşil arpacıklar, buğdaycıklar... Başaklarını sallamışlar, yeşil, gayet parlak bir şekilde... Yağmurlar yağmış..." Ne zevk duyar bu rençber,Ê"Oh yâ Rabbi şükür, bu sene yüzüm gülüyor!" diyerekten... Neden?.. Rahmetlerin bol inişiyle bol mahsûl alacak!.. E bu gönüllere de bu rahmet-i ilâhiyye erişince, bol ibâdetler hâsıl oluyor.

O bol ibâdetlerle kendimize bakıyoruz, "Şu Rasûlüllah'ımız nasıl yaptı, biz de öyle yapalım!" diye içimizden bir aşk, bir şevk, bir neş'e geliyor. Bu ne hacıya mahsus, ne hocaya mahsus!.. Bütün müslümanların vazifesi...

533/3 (Kân, izâ deâ liraculin esâbethüd da'veh, ve veledihî, ve velede veledihî.) Cenâb-ı Peygamber, birisine dua buyurdular mı; o buyurdukları dua o adama, onun çocuğuna, çocuğunun çocuğuna da isâbet edermiş. Te'siri fazla...

533/4 (Kân, izâ deâ bedede binefsihî.) Eyyüb Sultan Hazretleri rivâyet ediyor bu hadisi... Duaya başladıkları vakitte, evvelâ kendisine dua ediyor: "Allahümme salli alâ muhammed..." Ondan sonra başkalarına da --kimlere lâzımsa-- dua ediyor.

533/5(Kân, izâ deâ ferefea yedeyh, meseha vechehû biyedeyh.) Dua etmeye başladıkları vakitte, ellerini kaldırırlardı. Bu ellerini kaldırmasında bir hali yok Efendimiz'in; çeşitli halleri var... Zamanına göre her çeşit yapmışlar. Bazan böyle yapmışlar (ellerini birbirine yapıştırmadan, önünde tutarak), bazan böyle yapmışlar (kolların ileriye uzatarak), koltuklarının altındaki beyazlıklar görülmüş. Bazan da böyle yapmışlar (ellerini bitiştirerek)... Nasıl yaptılarsa...

Dua ederken ellerini kaldırıyor, dua ediyor ediyor; sonra da (meseha vechehû biyedeyh.) bitirdi miydi, yüzünü böyle sıvazlıyor. Bazan da vücûdunu da sıvazlıyor. Yâni, o rahmet-i ilâhiyye nâzil olmuş avuçlara da, o avuçlardan da böyle vücud cihetlerine yayılsın diyerekten, mesh yapıyorlarmış teberrüken...

533/6(Kân, izâ deâ ceale keffeyh, ilâ vechihî.) Dua ederlerken, elinin içini yüzüne doğru çevirirlerdi. (bâtın: iç, zâhir: dış) Bazan da ellerinin içini aşağıya çevirdikleri olmuş ama, bunu ancak yağmur dualarında, "Yâ Rabbi, yağmurun böyle, böyle nâzil olsun!" diyerekten yapmışlardır. Ama sair zamanlarda böylece (ellerin içi yüze doğru bakacak şekilde) dua edilmesini tensib buyurmuşlar.

533/7(Kân, izâ deâ min minberihî yevmel cumuah) Cum'a günü hutbeye çıkmak için minbere yaklaştığı vakitte, (selleme alâ men indehû minel cülûs) orda oturanlara, "Esselâmü aleyküm!" derdi. Aşağıdayken daha, o yöne gidiyor ya, gidinceye kadar orda oturanlara selâm verirlerdi.

(feizâ saidel minber) Yukarı çıktığı vakitte, (istekbelen nâs, bivechihî) yüzüyle nâsa döner; (sümme sellem) ondan sonra, cemaate "Esselâmü aleyküm!" derdi. (kable en yeclis) Oraya çıktıktan sonra oturuluyor ya, oturmadan evvel cemaate bir selâm verir, ondan sonra otururdu.

Bu Şafîlerce yapılmakta, fakat bizim mezhebimizin imamı, bizim bilmediğimiz başka şeylerden dolayı bunu tecviz etmemiş... Oraya bizim aklımız ermez.

Hazret-i İbn-i Ömer'den rivâyet edilmiştir.

533/8(Kân, izâ zekera ehaden fedeâ bedee binefsihî.) Cenâb-ı Peygamber ashabını ararlardı. Bir adam üç gün gözüne görünmezse, "Şu filânca nerde, ne oldu?" diye ararlardı ashabını... Binâen aleyh, böyle hatırladıkları vakitte ona dua da ederlerdi. Evvelâ kendisine, ondan sonra ona karşı bir dua ederdi.

533/9(Kâne izâ zebehaş şâte yekul, ersilû bihâ ilâ asdikai hadîce.) Müslim'in hadisidir. Kurban veya başka bir hayvan kestikleri vakitte, evvelki vazife, "Bundan şu kadarını Hazret-i Hatîce'nin akrabalarına veriniz!" derdi.

Hazret-i Hatîce ilk hanımı ya... İlk hanımı olduğundan dolayı, ondan gördüğü insânî muamelelere mukabeleten, onun akrabalarına da sadaka göndermekten de hâlî kalmıyor. Bizim kurbanda dağıttığımız gibi dağıtılır, şuna buna verilir ama, "Hazret-i Hatîce'nin akrabalarını unutmayınız!" diye tavsiyede bulunurlarmış.

533/10(Kâne izâ raal hilâl) Hilâl diye ayın birinci, ikinci ve üçüncü günlerine denir. Üçü geçtikten sonra kamer diyorlar, ay oluyor. Ayı böyle birinci, ikinci veya üçüncü günü gördükleri vakitte, --birinci, ikinci günü buralarda pek görülmez de, üçüncü günü pekâlâ açık olur-- (kale hilâlü hayrun ve rüşd) "Yâ Rabbi, bu ayı sen bizim için hayırlı ve bizi irşada yarayan, doğru yola götüren bir ay eyle!.. (amentü billezî halakake) Ey ay, seni yaradan Allah'a ben iman ettim." Üç kere böyle diyor.

Şimdi "Tabiat icadı!" diyerekten insanlar bir tabiat almışlar gidiyorlar. Onun için, "Seni halk eden Allah'a ben de iman ettim. Senin de hâlikın o Allah, benim de hâlikım o Allah... Beni insan olarak yaratmış, seni de taş olaraktan yaratmış... Orda tepemizde, aldığın ışığı vereceksin; başka vazifen yok... Üç defa bunu dedikten sonra, (sümme yekul, elhamdü lillâhillezî) "Şu Allah'a hamd ü senâlar olsun ki, (zehebe bişehrin kezâ ve câe bişehrin kezâ) bir ayı giderdi, yerine yeni ayı getirdi." Meselâ cemâziyel evvel ayı şimdi... Bu ay bitince, cemâziyel âhir gelecek. Biri gidiyor, diğeri geliyor. Oniki tane ay... Bunları götürüp getiren Allah... Onbeş günde kocaman bir şekil alıyor, onbeş günde de sönüyor ufacık bir şey oluyor, kayboluyor. Otuz günde veya yirmidokuz günde bir ay tamam oluyor. İkinci ay geliyor, gidiyor.

E bu da güneş gibi dâimâ bütün dursaydı ne yapardık?.. Kim şekil verecekti buna?.. "Sen böyle büyü büyü, ufal ufal otuz günde; biz de böyle günleri bilelim!" deyip de yapabilecek bir kuvvetin sahibi var mı ortada?.. Var mı böyle bir kuvvet sahibi?.. Ama, Allah --celle ve âlâ-- ne nizam, ne usül, ne kanun koymuş ki, o otuz günde devrini ifâ ediyor; onbeş günde büyüyor, onbeş günde ufalıyor... İşte bu sûrette de bir ay oldu diyoruz. "Ver bizim aylığı!" diyoruz. Neden?.. Ay tamam oldu.

Ama dâimâ yuvarlak olsaydı, biz o zaman bir takdir yapacaktık; şimdi güneşe yaptığımız gibi... Ama o da Allah'ın takdirine benzemez.

533/11 (Kân, izâ zehebel mezheb eb'ad.) Def'-i hâcet yapmaları icâb ettiği sırada uzaklara giderlerdi.

Bizim evlerimizde eskiden bahçeler olurdu. Helâlar, bahçenin uzak bir köşesine yapılırdı. Ben küçüklüğümde buraya geldiğim vakitte, ev içerisinde helâyı görünce, çok ayıpladıydım. Çocukluğumla berâber, "Evin içinde nasıl helâ olur?" diyerekten aklım almıyordu. Zâten bir pis koku da oluyordu evin içerisinde... Bugünkü teşkilât da yok tabiatiyle... Bir koku evin içerisine yayılıyordu.

Sonra, odalarla yanyana... Oraya giden adam bazan rahatsız olur, bazan şu olur, bu olur... Onun rahatsızlıkları yanındaki insanları incitir. Ama uzakta olursa, --dedelerimiz hep öyle, evlerin uzak köşelerine yapmışlar-- oralarda insan def'-i hâcetini rahatça yapar.

Efendimiz de bunun için uzağa gidermiş, "Kimse duymasın, kimse rahatsız olmasın, kimse incinmesin!" diyerekten...

533/12 (Kâne izâ raal matar, kale allahümme sayyiben nâfiâ) Yağmur yağmaya başlayınca, "Yâ Rabbi, bu yağmuru bize hayırlı, bereketli, yümn ü ihsanlı ver! Zararı olmasın bu yağmurun bize..." diye duâ edermiş.

Yağmur yağıyor, bakıyorsun bir afet... Orasını su basmış, burda köprüyü almış götürmüş, orda insanları sürüklemiş götürmüş. Bir afet bu... Onun için, "Yâ Rabbi, bunu faydalı olarak bize ver! Zararı olmasın bu yağmurun bize... " Bunu dememiz lâzımken, hiç bunu diyenimiz olmuyor.

Bazan sıkıştığımız vakitte, "Yağmur duasına çıkalım!" diyoruz. Yağmur duasına çıkıyoruz amma, o duanın arkasından bir yağmur gelip de bir felâket getirirse, ona karşı da bir tedbirimiz yok...

Cenâb-ı Peygamber bakın ne güzel söylüyor: (allâhümme sayyiben nâfian) "Faydalı yağmur isteriz yâ Rabbi! Fayda olsun..." Dâimâ yağarsa, yine zararlı olur; otlar biter, mahsûl çürür... Harman yapılacak; yağmurun altında harman olmaz. "Nâfi' olarak, zamanında ver yâ Rabbi!" demek lâzım.

533/13 (Kâne izâ raal hilâl, sarafa vechehû anhü.) Ayı gördükleri vakitte, aya bakmazlarmış. Yüzünü çevirirlermiş aydan... Çünkü, ay da mahlûk... Ay da Allah'ın yarattığı bir şeydir. Onda bir şey varmış gibi zannetmemeli... Tabiatının îcâbı, güneşten aldığı ışıkları bize vermekle me'mur...

Onu orda nasıl durdurmuş o Allah?.. O aradaki mesâfeyi nasıl tertib etmiş o Allah?.. Hangi kanun yapabilir bu işi aziz kardeş?.. Hep bunlar Allah-u Teâlâ'nın tertibidir.

Şu bizim vücûdumuzdaki tertib, tabiatın îcâdı mı diyeceksin?.. Kaşı ne güzel koymuş... Kirpiği ne güzel koymuş... Gözü ne güzel koymuş... Yerli yerinde her şey... Bunları sen tabiatın îcâdıdır dersen, seni tımarhâneye koymaktan başka çâre yoktur. Bunları yapan hep kuvve-i kudsiyye sahibi olan, varlıkların sahibi olan Hazret-i Allah'tır. Biraz düşünmek ister yalnız... Bunlar dışardaki a'zâlar... Ya onun içindeki a'zâlar?.. O kafadaki, beyindeki a'zâlar... İçerimizdeki, ciğerimizdeki, midemizdeki, kalbimizdeki teferruatı bilmekten de aciziz. Doktor da bilemez onların hepsini... O da karşıdan görüyor işte... Ama hakîkatini Allah'tan başka kimse bilmez. Onları ne güzel tertib etmiş de bize vermiş!.. Elhamdü lillâh nîmetlerine...

533/14 (Kâne izâ raal hilâl, kale hilâlü hayrun ve rüşdün allahümme innî es'elüke min hayri hâzeş şehr) Ayı gördükleri vakitte, "Yâ Rabbi, bu ayın hayrını senden isterim!" diye üç kere söylüyor. (ve hayrel kaderi) "Kaderin hayırlısını senden ister; (ve eûzü bike min şerrihî) bu ayın şerrinden ve kaderin de şerrinden sana sığınırım!" (selâse merrât) Üç defa da onu söylüyor.

533/15 (Kâne izâ raal hilâl) Ayı gördüğü vakitte, --daha iki üç günlük iken-- (allahümme ehillehû aleynâ bilyümni vel îmân, ves selâmete vel islâm, rabbî ve rabbikellah.) "Yâ Rab! Bu ayı bizim üzerimize yümn ü bereket kıl... Bu ay üzerimize bereketli olsun... Mahsullerimiz bereketli olsun, kendimiz bereketli olalım, çocuklarımız bereketli olsun, her şeyimiz bereketli olsun... İmanımız bereketli olsun...

İman bereketli olunca kuvvetli olur, sarsılmaz, kapılmaz. Nasıl ki, yağmur yağdığı vakitte, sel ufacık taşları sürükler götürür önünde... Fakat, kocaman taşları sürükleyemez. Yahut kendileri bir kayaya tutunduysa, onu da sürükleyemez. Onun için insan, dinine iyi sarılırsa, bağlanırsa, öyle gelen fırtınalara ehemmiyet vermez, kıymet vermez. O fırtınalar da ona hiç tesir etmez.

Onun için, (Allahümme ehillehû aleynâ bilyümni vel îmân...Ves selâmeti vel islâm...) Bakın, ne güzel dualar!.. "Yâ Rabbi! Şu imanımın bereketini isterim, selâmet isterim, İslâm'ı da isterim yâ Rabbi!.." Hakîkî İslâm olarak yaşamak... İslâm'ın adıyla yaşıyoruz biz... Allah-u Teâlâ o hakîkî İslâm'ı yaşamayı cümlemize nasib etsin...

Bununla berâber, (rabbî ve rabbikellah.) "Benim rabbim de Allah, senin de rabbin Allah!.." Ay, kendini iyi bil yâni... Senin de rabbin Allah, benim de rabbim Allah... Kâinâtın da rabbi Allah...

Ahmed ibn-i Hanbel'in, Tirmizî'nin, Hâkim'in Talha RA'den rivâyeti...

533/16 Yine bir dualarında: (Kâne izâ raal hilâl) Bakın, ne güzel tesbit etmiş o Ashâb-ı Kirâm... Allah, onların hepsinden razı olsun... (kale allahu ekber) Çeşitli duaları var Efendimiz'in, bir çeşit değil ki... (allahu ekber, allahu ekber) İki defa tekbir alıyor, ayı gördüğü vakitte... Sonra diyor ki: (elhamdü lillâh) iki; (lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) oldu üç...

Ondan sonra, (allahümme innî es'elüke hayra hâzeş şehr) "Yâ Rab, bu ayın hayırlarını isterim senden..." Otuz gün bu... Bu kadar saat var içerisinde... Onların içerisinde hep hayırlar olsun... Şer olmasın bize...

(ve eûzü bike min şerril kader) "Kaderin şerrinden de sana sığınırım yâ Rabbi! (ve min şerri yevmil mahşer) Kıyametin şerrinden de sana sığınırım yâ Rabbi!.."

O gün zebâniler bizi yakalar, götürürler oraya... "Ooo, bunu neden yaptın, bunu neden yaptın?.." diye sorarlar. Dört sual var: "Bu parayı nerden kazandın?.. Bu parayı nereye harcadın?.. Bu gençliği nerelerde zâyî ettin?.. Sana verdiğim ömrü nerede zâyî ettin?.. Söyle bakalım, cevabını ver de ondan sonra geç!.." Bu dört sualin cevabını vermedikçe, hiç bir kimse ayağını kımıldatamayacak!..

"Yevm-i mahşerin şerrinden de sana sığınırım!" diyor. Bizi de îkaz ediyor, "Siz de böyle deyiniz!" diyor. Yâ Rabbi, o mahşerin şerrinden ki, orda hesaba çekildiğimiz vakitte, ne yaparız biz?.. Herkes o hesabın altında mahvolur. Onun için, Cenâb-ı Hak bizi hesaba çekilmeden, kolay bir şekilde cennete sürüklenen kullarının arasına kabul buyursun... Mahşerin şiddeti çok acı!..

534/1 (Kâne izâ raal hilâl) Yine ayı gördükleri vakitte, (allahümme ehillehû aleynâ bil'emni vel îmân) Yukarıda yümn dedi, burda da emn dedi. "Emn ü iman isterim yâ Rabbi!" (ves selâmeti vel islâm) "Selâmetle İslâm'ı da isterim yâ Rabbi!.." Adı müslüman olsun, yetmez; kendisinin de müslüman olması lâzım... Müslüman ne?..

(El müslimü men selimel müslimûne min lisânihî ve yedihî.) --Takvim yapraklarına kadar geçmiştir. Herkes okur, bilir.-- "Müslüman o insandır ki, onun elinden, dilinden bütün insanlar, bütün müslümanlar emindirler. Kimseye zarar gelmez." Elinden şuna buna zarar geliyorsa, o müslümanın adı müslümandır.

Onun için Cenâb-ı Peygamber "Emn ü imanı isterim yâ Rabbi! Hakîkat-i İslâmiyyeyi isterim yâ Rabbi!" diyor. Yâni bize diyor. Ona laf olur mu hiç... Onun söylemesinden maksad, bize işaret, bize tembih ki, "Siz böyle deyin de, imanı ve hakîkat-i İslâmı isteyin!" diye...

Bizde imanın şartları, "Lâ ilâhe illallah, muhammeden rasûlüllah." dedik ya, oldu işte iman... Bizim bildiğimiz bu... Amentüye de iman ettikten sonra oldu. Ama hakîkat-i imana gelince, kul kendisini aradan çıkarıyor.

(vet tevfîkı limâ tühibbu ve terdâ) "Yâ Rab, senin sevdiğin ve razı olduğun işleri işleyebilmek için bana tevfik ver, bana yardım et!.. Ki, senin sevdiğin ve razı olduğun işleri ben yapabileyim. Sen tevfik vermezsen, ben ne senin sevdiğin şeyleri, ne de razı olduğun şeyleri yapabilirim; tâkatim kâfi gelmez. Ama, sen bana yardım edersen, o zaman bunları yapmağa muktedir olurum. Onun için, sen bana tevfikini ver!" diyor.

Fakat derler ki:

(El'ucbü hicâbüt tevfîk.) Büyük levhalarla yazılıdır bazı camilerde... Ucüb denilen bir şey var ya, kendini beğenmesi insanının... "Kendini beğenmese şeytan çatlarmış." derler. "İnsan da kendini beğenmese çatlar." derler. Hepimizde bir huy: "Ooo, benden daha iyisi mi var?.. Ne olacak işte namazımda, niyazımda, camide; elimden tesbihim düşmez, kitabım düşmez. En iyi adam daha kim olur?.." Öteki ona göre, öteki ona göre...

Bu hizipçilik şimdi, hep hizipçilik... Kaça bölündük bilmem?.. Yâni, şu bir vücuddur. Bu vücudun kolunu alsan neye yarar yâhu?.. Kulağını alsan neye yarar yâhu?.. Bacağını kessen, alsan, ayırsan neye yarar yâhu?.. Bu vücud birdir. Bu vücudun a'zâları, hep bu vücuda yardımcıdır. Bu vücud ayrılmaz birbirinden... Bir milletin ki, böyle parçalanmıştır efradı; o milletin efradından hayır olmaz. Onun için, Allah affetsin kusurlarımızı...

Kusurlarımız çok tabiatıyla... Kusurlarımız çok olduğu için, bu dağınıklık kalbimize gelmiş; kalbimizden şimdi çıkmıyor işte artık... Sen sen, ben ben... Sen beni beğenmiyorsun, ben seni beğenmiyorum... Sen ayrı bir hizip, ben ayrı bir hizip... Olur mu böyle müslümanlık?..

"Elmüslimûn kel bünyân" "Elmüslimûn kel cesedil vâhid." Bir cesed, bir binâ nasıl?.. Şimdi burada ufacık taşlar var... Kumlar da var, ufacık ufacık... Kocaman taşlar da var. Şimdi o koca taş dese ki, "Senin burda ne işin var, git burdan!" Gitti miydi, o koca taş durmaz orda, o da yuvarlanır. Çünkü, o koca taşı tutan ufak kum parçaları... Değil mi efendim?.. Demiriyle, çeliğiyle birbirine bağlanıyor; güzel bir şey meydana geliyor. Sen ayrılırsan, ben ayrılırsam, nasıl olur bu binâ?..

Allah kusurlarımızı affetsin... Bu kadarcık şeyi biz müslümanlar henüz idrak mi edemiyoruz?.. İdrak etmemek kabil de değil... İdrak ediyoruz ama, içerde ne kadar bir inatçılık var ki, nal diyor da mıh demiyor... Merkep köprüden gelir, bir türlü geçmez. Niçin?.. İnadı var işte... Biz de bu inadımızdan dolayı birbirimizle kaynaşamıyoruz vesselâm... Allah kusurlarımızı affetsin...

Onun için, gece dualarında yalvarırken, "Yâ Rab! Beni affet ama bu millete merhamet eyle yâ Rabbi!.. Bu millet İslâm milletidir. Senin peygamberine iman etmiştir. Kitabını da canı gibi sever. Kusurlarından dolayı bunları muâheze etme yâ Rabbi!.. Gönüllerini bunların birleştir yâ Rabbi!.. Bu millet yine bir araya gelsin..." diyerekten yalvaralım Allah'a...

Şimdi bazı gazetelerde okuyoruz: "Kırk milyon kardeş olacak!" Nasıl olur canım?.. Gönüller birleşmeyince kırk bir araya gelmez. Evvelâ gönüllerin bir araya gelmesi lâzım!.. Gönüllerin bir araya gelmesi için de, kötülüklerin ortadan kalkması lâzım!..

Birisi Rus kafası, birisi Çin'in kafası, birisi Amerika'nın kafası, birisi İngiliz'in kafası... Olur mu?.. İslâm kafası lâzım!.. Peygamber'in istediği: (allahümme ehillehû aleynâ bil'emni vel îmân, ves selâmeti vel islâm) Bu kafanın bulunması lâzım... Bu kafa olmadıktan sonra, perişanlıktan başka bir şey yok...

(vet tevfîk, limâ tuhibbu ve terdâ, rabbünâ ve rabbükellah.) Ey yıldızlar, hepiniz Allah'ın mahlûkusunuz. Bizim rabbimiz de Allah, sizin rabbiniz de Allah...

534/2 Yine tekrar bir ayrı duası: (Kâne izâ raal hilâl) Hiç ayı gördüğümüz vakitte dua edenimiz oluyor mu?.. Hiç yapanımız oluyor mu?.. Bakın, kaç çeşit dua geldi. Cenâb-ı Peygamber'in ayı gördüğü vakitte yaptığı dualar... Halbuki hepimiz me'muruz bunları yapmakla...

Onun için, dua kitaplarından birer tane edinmeniz ve bu duaları ezberlemeniz lâzım!.. Elham'ı nasıl ezberliyorsak, bu duaları da öyle ezberleyelim. Çünkü, "Her zaman kitap cebimizde gezsin de, ayı gördüğümüz vakitte bakalım, o duayı okuyalım!" desek, o olmaz tabii... Ama, kısa kısa olan bu duaları, insan sıkışırsa ezberler. İsterse ezberler. Ezberlediği vakit de, her zaman okuyabilir.

Şimdi ise, (izâ raal hilâl, kal, allahümme ehillehû aleynâ bil'emni vel îmân, ves selâmeti vel islâm, ves sekîneti vel âfiyeti ver rizkıl hasen.) Burda iman ve İslâmiyeti istedikten sonra, sekîneyi de istiyor. (sekine: Rahatlık, sakinlik, huzur.) Bir kimsede o sekine olunca, evinde de rahat eder, her yerde rahat eder. Ama o sekine olmazsa, eve gelirsin bir kavga, çıkarsın bir kavga... Şu yok, bu yok... Şundan şöyle, bundan böyle, rahatsızlıklar oluyor insanın içerisinde... Ki, onlara karşı sekineti isterim yâ Rabbi!.. Sükûnet hasıl olsun... Evimizde de, kendimizde de, etrafımızdaki insanlarda da hep sekînet hasıl olsun... Hepimiz rahat olalım...

(vel afiyeti) Hepimiz afiyette olalım... Afiyet isteriz. Afiyet, imandan sonra en büyük nîmet!.. Afiyet olmadıktan sonra, hiç bir şey olmaz. Afiyet, sağlık... O sağlık olmayınca ne gece kalkabilirsin, ne gündüz kalkabilirsin, ne bir şey yapabilirsin... Görüyoruz hastaları, Allah muhafaza etsin... Onun için Allah-u Teâlâ bu afiyetten de bizleri ayırmasın sonuna kadar...

(ver rizkıl hasen) Afiyetle beraber güzel bir rızık isterim yâ Rabbi!.. Haramdan olmasın. Helâlinden olan güzel bir rızık ver yâ Rabbi!.. Nâmerde muhtac etme, başkalarının eline baktırma!.. Para kazanmak için ağır yüklerin altında bizleri ezdirme!..

Meselâ şimdi görüyoruz, Allah yardımcıları olsun... Alıyor arkasına kırk tane, elli tane tuğlayı, tek tek merdivenleri çıkarmağa çalışıyor. Kolay iş değil bu... Çamuru taşıyor, bilmem neyi taşıyor. Ağır işler...

Bize kömürleri getiriyorlar, güzel güzel yakıyoruz ama, o kömürü çıkaranların halini bir kere düşünsek... Bazan göçüveriyor. Altına bakıyorsun beş kişi, on kişi, elli kişi ölüvermiş... Gaz patlıyor, şöyle oluyor, böyle oluyor... Bir sürü afetleri var...

Ama güzel rızık, helâlinden, tatlı tatlı, kolaycacık gelirse, ona can kurban... (ver rizkıl hasen) Güzel rızık... Yorulmadan, meşakkatsiz... "Meşakkatsiz olmuyor." dersin, meşakkatsiz niçin olmasın?.. Mülk Allah-u Teâlâ'nın... O istediği vakitte, böyle tabiatiyle her şey nasıl cereyan ediyor; o da öyle cereyan eder, rızkı verir.

534/3 (Kâne izâ raal hilâl) Ayı gördükleri vakitte, (kale hilâlü hayrun) "Yâ Rab, bu ayı hayırlı bir ay yap!.. Hayırlı bir ay olsun, bu bize..." Kavga olmasın, gürültü olmasın... Şimdi çocuklar okumuyorlar mektepte... O onunla döğüşüyor, o onunla döğüşüyor. Neden?.. Ay bir aydır amma, kimisi için hayırlıdır, kimisi için de şerlidir. Bir aydır amma herkese ayrı ayrı tecellî var... Sen hayrını istersin, sana hayrı gelir; rahat edersin. Öteki de istemez, ona da şerri gelir. O da belâların içerisinde kavgayla gürültüyle ömrü geçer. Hepimizi Allah muhafaza etsin...

(hilâlü hayrun) "Bu ayı hayırlı olarak isterim Yâ Rabbi!.. Her şeyleri hayırlı olsun... Huzur içinde olalım..."

(elhamdü lillâh) "Allah'a hamd olsun ki, (ellezî bişehrin kezâ) o ayı giderdi ama, (ve câe bişehrin kezâ) bak yerine başka bir ay daha geldi."

(es'elüke min hayri hâzeş şehr) "Yâ Rabbi, bu ayın hayrını isterim senden..." (ve nûrihî) Yukarıdaki dualara bakın, bir de bu duaya bakın: "Bu ayın nûrunu da isterim senden yâ Rabbi!.." orda rızk istedi, selâmet istedi, İslâmiyet istedi. Burda da şimdi bu duasında, hayrıyla beraber nûrunu da istiyor. Çünkü nur olmayınca, aziz kardeş, hiç bir şey olmaz!.. Şimdi şu ışıkları söndürelim... Birimiz çıkmak istese, hepimiz birbirimizi çiğneriz yâni... Ben bir şey okuyamamam, bir şey de söyleyemem... Göremem ki!.. Niçin?.. Işık yok... Nur dedikleri ışıktır. Bu ışık olmayınca hiç bir şey olmuyor.

Onun için, Cenâb-ı Peygamber'in çeşitli dualarının içerisinde, "Yâ Rabbi! Benim nurumu üstümden ver, altmdan ver, sağımdan ver, solumdan ver, önümden ver, ardımdan ver... Nur ver bana yâ Rabbi!.. Nurumu artır, nurumu ziyâde eyle..." diye duaları da var...

Nuru istiyoruz. Işık olmayınca bir şey olmuyor çünkü... O nur olmasa, insan kör gibidir. Körün hali nasıl, nursuz insanın hali de öyledir.

Onun için, bu ayın hayrını isterken, nur zâten dahildir bu hayrın içine ama, tekrarlayarak: "Nûrunu da isterim bu ayın... Hayrıyla beraber ayrıca bir de nurunu isterim. Nurlu olayım, nurlanayım..." diyor.

Daha: (ve bereketihî) "Bu ayın bereketini de isterim senden..." Bereket bambaşka bir şeydir. Bereket senin benim bildiğim gibi değil...

"Tebârekellezî biyedihî"deki mübâreklik neyse, bu bereket o berekettir ki, Cenâb-ı Peygamber SAS, zannedersem Tebük Muharebesi'nde... O zaman böyle askerî teşkilâtlar yok, nakliye vasıtaları yok, bir şey yok... Herkes cebine ne koyduysa, onunla gidiyor. Nesi varsa erzak olarak sırtına almış, cebine koymuş; o onun nafakası... Bir kısmının nafakası bitti. Ashâb-ı Kirâm dediler ki, "Yâ Rasûlallah! Aç kaldık, nafakamız bitti!.." Rasûlüllah Efendimiz, "Herkes nesi varsa getirsin şuraya!.." dedi. Bir yaygı yaydılar. Herkes hazır olan, kalan nafakası neyse getirdi oraya... Koca bir öbek oldu. Cenâb-ı Peygamber, "Gelin!" dedi. Ordan bir kapla hepsine taksim etti.

Ordan, adını belki yanlış söylerim, ya Enes, ya Ebû Hüreyre... Ona da isabet ederekten bir tas neyse verdiği, "Hâlâ duruyor!" derdi. Duruyor, bitmiyor yâni o... Peygamber'in duası, nasıl çocuğunun çocuğuna, daha ileriye kadar gidiyor ya; bereket de bitmiyor aziz kardeş!.. Yalnız o mazhariyete nâil olmak lâzım... Allah'ın yasaklarından sakın, kendine yönel; bak, Allah-u Teâlâ'nın ne nimetleri tecelli eder üzerinde!..

Şimdi biz sabahleyin --başka camilerde yaparlar mı, yapmazlar mı bilmem-- camimizde oturuyoruz. Çünkü, --şimdi burda gelecek-- Cenâb-ı Peygamber böyle otururdu sabahleyin namazdan sonra... Tâ işrake kadar oturur, tesbihiyle meşgul olurdu. Cemaatiyle meşgul olurdu. İki rekât işraki kılar öyle çıkardı Peygamber SAS... Elhamdü lillâh biz de onu, bir vesileyle yapıyoruz. Ama bunu yapınca, hiç eksiksiz bir hac ve umre sevâbı veriliyor bir kere... Ondan sonra, "Rızkın senin arkandan koşar!" diyor.

Sen hani rızkı kazanmağa gideceksin ya... Sabahleyin erkenden dükkânını açmağa gidiyor. Gece yarısına kadar dükkânlarda duruyor. Kimisi demiriyle uğraşır, kimisi satmakla uğraşır. Bakarsın bazan kâr eder. bazan zarar eder. Fakat burda rızık senin arkandan, seni kovalar, "Nereye gidiyorsun? Dur bakalım, beni al da öyle git!" der.

Onun için, "Bu ayın nurunu da isterim, bereketini de isterim yâ Rabbi!.. (ve hüdâhü) İhdinas sırâtal müstakîm'de istediğimiz hidâyeti de isterim!.." O hidâyet olmayınca da olmaz. Günde beş vakit namazda kırk defâ --her rekâtımızda birer kere okuyarak-- "İhdinas sırâtal müstakîm." diye, Cenâb-ı Hak'tan o istikameti, o hidâyeti istiyoruz da, niçin nâil olamıyoruz, bilemem!.. Allah affetsin kusurlarımızı...

Çünkü onun altında, "Bu istediğim yol yahudinin yolu olmasın!.. Bu istediğim hidâyet yolu nasarânın yolu olmasın!" diyor. Biz ise nasarânın yolunu, yahudinin yolunu kendimize yol edindiğimizden dolayı, "İhdinas sırâtal müstakîm." dilimizin ucundan kayboluyor.

Evvelâ yolu tesbit etmek lâzım: "Bu benim yolum, harekâtım, yaşayışım yahudinin yoluna mı benziyor, müslümanın yoluna mı benziyor?.. Allah'ın Rasûlü'nün yolu mu, yoksa yahudinin yolu mu?.." Giyimin, yiyimin, yatışın, kalkışın, bütün harekâtın nasıl?.. Hesapla bakalım... Götürseler bizi şimdi başka insanlarla mukayese etmeğe; "Ayır bakalım, bunların hangisi müslümandır, hangisi değildir?" deseler nasıl ayırt edeceğiz?..

Vaktiyle bilmiyorum hangi büyüğe on tane kız, on tane oğlan getirmişler... Körpe ama hepsi, birer ikişer yaşlı belki... "Bunları ayır; hangisi oğlan, hangisi kız?.." demişler. "Yüzleriniz yıkamamışsınız; çeşmenin başına gidin de yüzlerinizi yıkayın!" demiş. Şimdi, tabiatının îcâbı kız çocukları, şöyle serpiştirirler; nasıl yapıyorlarsa... Oğlan çocuğunun yıkayışı başkadır, kız çocuğunun yıkayışı başkadır. Ordan ayırıvermiş adam... "Bunlar oğlan, şunlar da kız!" demiş. Çünkü, yıkama tarzları farklı...

Kadının namazı da öyledir, abdesti de öyledir; her şeyleri ayrıdır, çalımları da ayrıdır. Ordan bulup çıkarıyor işte... E şimdi bugün biz nasıl ayıracağız birbirimizi?.. Allah affetsin kusurlarımızı...

Onun için, o nur olmazsa, o bereket olmazsa bir şeye yaramayız. Onun için dâimâ isteyelim ki, "Yâ Rabbi, nurunu da ver, bereketini de ver... İmânı da ver, emni de ver, afiyeti de ver, selâmeti de ver... İslâm'ı da ver hakkıyla..."

(ve tuhûrihî) "Temizliğini de ver yâ Rabbi!.." Temiz yaşayalım, temiz olalım... İnsan her zaman suyu bulamazsa, yıkanamazsa, abdest alamazsa, çamaşırını yıkayamazsa kokar; etrafındaki insanları rahatsız eder, tâciz eder. Bizim şimdi birçok şikâyetçilerimiz, "Aman, bu camilere giriyoruz; o ayakları pis adamların pis kokularından nefret ediyoruz." diyorlar. Bunu yapmak doğru mu?.. Çorabımız pek kirli ise, yenisini alamıyorsak, çıkarırız; ayağımızı yıkarız, temiz ayakla gireriz. Çorapla girmek şart değil ya...

(ve muâfâtihî) "Afiyetini de isteriz yâ Rabbi!.."

534/5 (Kân, izâ raâ mâ yuhibbü kal, elhamdü lillâhillezî bini'metihî tetümmüs sâlihât) Kendilerinin hoşuna giden bir hal olduğu, sevindiği vakitler dermiş ki: (elhamdü lillâhillezî bini'metihî tetümmüs sâlihât) "Cenâb-ı Hakk'ın nîmetleri, böyle güzel şeylerin gelmesiyle tamam olur, güzel olur. Elhamdü lillâh yâ Rabbi, verdin bu nîmetleri..."

(ve izâ raâ mâ yekrehu) Bazan da insanın sevinmeyeceği haller olur. Sevinmeyeceği hallerde ne yapacak?.. Yine bakın: (elhamdü lillâhi alâ külli hâl) "Yâ Rabbi, her halim üzerine sana hamd olsun!.. İyilik de senden; bazan iyilikler verirsin, bazan vermezsin... Bazan yükseltirsin, bazan indirirsin... Yükseltmek de senden, indirmek de senden... Binâen aleyh, senin her haline ben râzıyım." diyor.

(rabbi eûzü bike min hâli ehlin nâr.) "Şimdi ben senin her haline razıyım ama, şu ehl-i nâr olan, cehennemlik kâfirlerin halinden sana sığınırım yâ Rabbi!.."

Binâen aleyh, sen Cenâb-ı Peygamber'in sığındığı o küffârın hâlini hal edinirsen; kumar peşinde, içki peşinde, dans peşinde, balo peşinde... Karısı belli değil, erkeği belli değil... Hristiyanın yoludur o!.. Hristiyanın yolunu yol edindikten sonra, o yolun varacağı yer cehennemdir.

"Yâ Rabbi, cehennem ehlinin halinden sana sığınırım!" derken, bize de: "Ümmetim siz de sığının Allah'a!.. Küffârın yolunu yol edinmeyin!" demek istiyor. O açık geziyormuş... Ne yapalım, kâfirdir; yeri zâten cehennem!.. İsterse, üstündekileri de çıkarsın öyle gezsin... O bizi alâkadar etmez. Biz müslümanız, müslümanca yaşamayı isteriz Allah'tan...

534/6 (Kân, izâ raâhü şey'ün kale allah, allah, rabbî lâ şerîke leh.) Bazı yerlerde üç defa demiş ama, burda iki defa diyor. Korkulacak, üzüntülü bir hal olduğu vakitte, (Allaaah... Allaaah... Allaaah... Rabbî lâ şerîke leh) "Yâ Rab, sen benim rabbimsin! Senin şerîkin de yoktur. Sen her şeyi kendin yaparsın. Kimseye danışmana lüzum yok, yardımcıya ihtiyacın yok..." dersin. Bakarsın ki, Allah-u Teâlâ, o korkuyu senden gideriverir.

Bazı insanlar geliyor, müracaat ediyor, "Çok korkuyorum!" diyor. "Gece korkuyorum, rüyamda korkuyorum... Şurda korkuyorum, burda korkuyorum..." diyor. En kolayı işte: "Allaaah... Allaaah... Allaaah... Rabbî lâ şerîke leh." de; tamam... Ama diyor ki, "Ben okuyorum, olmuyor..." Çünkü, günahlar varken olmaz!.. Günahlar varken, dualar olmaz. Günahlar perde... O perdenin içinde kapalı kaldıktan sonra dua et, ne edersen et... Ne yapalım?..

Bazıları derler ki, "Gâvurun duası kabul oluyor!.." Allah, gâvurun duasına, sussun diye verir. İstemez onun dua etmesini, onun için verir. Sevdiğinden değil...

534/7 (Kân, izâ radıye şey'en sekete.) Hoşuna giden bir şey oldu mu, sükût ederlermiş. Yâni râzı olduklarını ihbar ederlermiş.

534/8 (Kâne izâ refeel insâne izâ tezevvece kale bârekallâhu lek, ve bâreke aleyk, ve cemea beynekümâ fî hayrin.) Evliler evlendikleri vakitte, Cenâb-ı Peygamber onlara karşı derlermiş ki: (bârekallahü lek) "Hanımını Allah sana mübârek etsin! (ve bâreke aleyk) Seni de hanımına mübârek etsin!.. Güzel geçinin, mübârek olsun hayatınız... (ve cemea beynekümâ fî hayrin) Sizin aranızı da hayır ile cem etsin Cenâb-ı Hak... Evlendiniz, hayır mübârek olsun!.. Hayırla, mes'ud, bahtiyar olun, yaşayın!.." diye böyle dualar edermiş evlenenlere...

534/9 (Kâne izâ refea yedeyhi fid duâ' lem yahuttahümâ hattâ yemseha bihimâ vechehû.) Ellerini kaldırıp da dua ettikleri vakitte, ellerini yüzlerine sürmeden, bırakmazmış ellerini... Dua eder eder de, bırakıverir insan; öyle değil... Dua ettikten sonra, elleriyle yüzünü meshederlermiş, sıvazlarlarmış.

534/10 (Kâne izâ refea re'sehû miner rükûu fî salâtis subh, fî âhiri rek'atin kanete) Sabah namazının ikinci rekâtından sonra, --Şâfîlerin yaptıkları gibi-- kunut okurlarmış. Bizim imamımız tecviz etmemiş. Bizim o işlere aklımız ermez...

534/11 (Kâne izâ basaruhû iles semâ', kal, yâ musarrifel kulûb, sebbit kalbî alâ tâatike.) Şimdi böyle, semâya baktıkları vakitte diyor ki, "Yâ musarrifel kulûb!.." Çünkü, "Bütün kalbler Allah-u Teâlâ'nın iki parmağı arasında..." derler ki, celâl ve cemâl sıfatlarının arasındadır. İstediği gibi tasarruf eder, kullarının üzerinde... "Sen musarrifel kulûb'sün yâ Rabbi!.. Kalbleri istediğin gibi, istediğin tarafa çevirirsin... (sebbit kalbî alâ tâatike) Benim kalbimi de, sana tâatte tesbit eyle yâ Rabbi!.." Kalbim tâatinde tesbit olsun, dönmesin, bozulmasın...

Çünkü, bir şey ki sallanır; sallanan bir şeyi rüzgâr iki tarafa sallar durur. Ama tesbit olunursa, bağlarsan bir yere; olduğu yerde kalır. Binâen aleyh, (sebbit kalbî alâ tâatike) "Yâ Rabbî, benim kalbimi senin tâatin üzerine tesbit et!.. Tâatinden başka ayıp bir şey yapmasın!.."

534/12 (Kâne izâ rüfiat mâidetühû kal) Bakın şimdi sofra duası... Dün bir misâfir geldi. Onaltı yaşındaymış çocuk; yemekte bulundu. "Hadi bakayım, bize bir duâ et!" dedim. Çocuk Kırıkkale'den... Kırıkkale'nin imam-hatip mektebinde okuyormuş. Güzel bir dua etti, hoşuma gitti. Kendisine bir de kitap verdim.

Diyor ki Peygamber SAS, sofra kalkarken: (Elhamdülillâhi hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Elhamdü lillâhillezî kefânâ va evânâ gayra mükeffiyyin ve lâ mekfûrin ve lâ müveddain ve lâ müstağnin anhü rabbenâ.)

Tabii çok duaları var, bu bir duası... Başka çeşit duaları da var ki, onlar da çeşit çeşit... Bizim de kocakarılarımızın bir duası var: "Yâ Rabbi, eksiltme! Artsın, taşsın..." diye çeşitli dualar ederler. Nasıl edersen et, Allah'a hamd et ki, bu nimeti bize verdi; güzelce yedik içtik, karnımızı da doyurduk.

Allah esirgeye hayvanlar gibi olmamalı... At; boyna yer, doymaz. Bir taraftan yer, bir taraftan da çıkarır. O kabiliyette yaradılmış... Ama biz elhamdü lillâh, iki parça yedik mi doyuyoruz. O doygunlukla üç saat, beş saat rahat rahat yaşıyoruz meselâ...

Efendimiz SAS de ancak bir kere yermiş günde... Sonra geçenki derste de geçti, hâne-i saâdetlerini dolaşırmış: "Yemek var mı?.." "Yok!" "Öyleyse ben de bugün oruca niyet ettim." dermiş. Tabiatının îcâbı hiç zorlanmıyor. Bize de öyle olması lâzım, ortalığı ellialtıya kaldırmamak lâzım...

"Aman aç kaldık, üç gündür açız, hadi bize yardım edin!" diye gelen gelene... "Ben memlekete gideceğim, para verin!.." Seninle biz pazarlık mı ettik, memleketine gitmek için para vermeğe?.. Bunların ne olduğu belli değil ya, Allah kusurlarımızı hepimizin affetsin... Ayıp şeyler yâni... Ama bazan insan zarûrette kalır, ihtiyaç içinde olur. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek vazifemiz. Ama, ne olduklarını bilmiyoruz, kim olduklarını da bilmiyoruz. Sarhoş mudur, nedir?..

534/13 (Kâne izâ rakea sevvâ zahrahû) Cenâb-ı Peygamber, rükûa vardıkları vakitte, arkası böyle dümdüz olurdu. Bazı insanlar dik durur, bazıları da belini aşağıya indirir. Öyle değil; beli gayet düz dururdu. (hattâ lev subbe aleyhil mâ', lestekarra.) Hattâ suyu döksen oraya, ne aşağıya gider, ne yukarıya gider, orda durabilirdi. O kadar düz dururlardı. Yâni, siz de böyle yapın.

Allah cümlemizi affetsin... Tevfikat-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Razı olduğu ve sevdiği kulları arasına cümlemizi kabul etsin... Hüsn-ü hâtimelerle de ahirete göçmeyi cümlemize nasîb ü müyesser eylesin...

El-fâtiha!..