II. DERS
9 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 550/2 - 552/7
Euzü billâhi mineş şeytanir racîm.
Bismillâhir rahmanir rahîm...
Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel akıbetü lil müttakîn...Vessalâtü, vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...
İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabü kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha...Ve külle muhdesün bid'ah... Ve külle bid'atün dalâleh... Ve külle dalâletün fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:
550/2 (Kâne yebdeu bişşerab, izâ kâne sâimen ve kâne lâ yaubbü yeşrabü merreteyn, ev selâsen.) (Revâhüt tâberânî an ümmü seleme.)
Beraber bir salâtü selâm okuyalım:
"Allaaahümme salli alâ seyyîdinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed. Kemâ sallayte, alâ ibrâhime, ve alâ âli ibrâhime, inneke hamîdün mecîd... Allahümme bârik, alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin kemâ bârekte, alâ ibrâhim, ve alâ âli ibrâhime inneke hamîdün mecîd."
Efendimiz SAS, oruçlu oldukları vakit, oruçlarını su ile bozarlarmış; ve o suyu içerken de, iki veyahut da üç yudumda içerlermiş... Bir bardak suyu iki veya üç yudumda içerlermiş, birden içmezlermiş.
Halbuki Arabistan'da yüreği yanınca insanın, su da eline geçince, birden içiverir; öyle yapmamışlar. Birden içmek de dalak hastalığına sebep olur, diyorlar.
550/3 (Kâne yebdeü izâ eftara bittemr.) Yine iftar ettikleri vakitte, bazen kuru hurma ile --her mevsim yaş hurma bulunmaz-- iftar ederlermiş.
550/4 (Kâne yebdû ilettelâ'.) Yağmurun yağdığı vakitte seller gelir, o seller geldiği vakitte vadiye, çöllere çıkarlarmış; o suyun akışını seyredip yıkanmak, temizlenmek üzere... Cemaate de, "Buyurun, gidelim!" derlermiş. Cemaati de yanlarında götürürlermiş.
Bir sefer yine çok yağmur yağmış. O zamandan Medine'de adet kalmış. Hepsi birden suların aktığı yerlere gider, orda sıcak mevsimlerde yıkanırlarmış.
550/5 (Kâne yeb'asü ilel metahir, feyü'tâ bilmâi feyeşrabehû yercû berekete eydil müslimîn.) Tabii su, bizim memleketlerdeki gibi çeşmelerden akmıyor da, suların biriktiği yerlere oraya mahsus su getirmek için adamlar yollarmış. "Gidin, bana ordan su getirin!" diyerekten...
Bir de herkesin eli değermiş o suya... Herkes elini sokup da ordan su alıyor... Ordan, müslümanların ellerinden bereket umaraktan --başka su var ama-- o sudan da aldırırlarmış. Halbuki biz, oraya gelip de elleri suya giriyor diye, o suyu dolduranlara kızarız; ayıplarız onları...
550/6 (Kâne yebîtül leyâlî, elmütetâbiate tâviyen, ve ehlihû lâ yecidûne aşâen ve kâne ekseru hubzihim hubzeş şaîr.) Ahmed ibn-i Hanbel'in, Tirmizî'nin, İbn-i Mâce'nin Hazret-i İbn-i Abbas'tan rivayeti...
Efendimiz SAS mütetabiaten, birbiri üzerine böyle bir kaç gün, aç olaraktan yatarlarmış... Akşam iftar edecek bir şey bulamıyorlar, aç yatıyorlar ve ertesi günün orucunu da yine tutuyorlar. (ve ehlihû) Ailesi de öyle... (lâ yecidûne aşâ') Akşam yemeği bulamıyorlar.
(ve kâne ekserü hubzühüm hubzeş şaîr.) Ekseriya yedikleri de, arpa ekmeği imiş. Arpa ekmeği yani...
550/8 (Kâne yettebiül harir, mines siyâb, feyenziahû.) Bazı esvablar gelir, onların üzerinde çizgi çizgi ipekler bulunur. Karışık bir kumaş, içerisinde ipekler var... O ipekleri böyle söker, çıkarırmış arasından...
550/9 (Kâne yettebiut tıybe fî ribaun nisâ') Hanımların evlerine gittikleri vakitte, onların koku kaplarını araştırırmış. O kokulardan alıp sürünmek için...
550/10 (Kâne yetebevveü libevlihî kemâ yetebevveü limenzilihî.)
O zaman bizim yüznumaralarımız gibi yüznumaralar yok... Medine-i Münevvere'de adet olmamış öyle bir şey... Herkes def'-i hâcet için dışarılara gider, boşluk yerlerde hâcetini görürdü. Evlerin içinde böyle bir şey bulunmazdı.
SAS'in idrarını yapması için, içerde bir kap bulundururlarmış. Gece vakti idrarı geldiği vakitte ona yaparmış.
550/11 (Kâne yeteharrâ sıyâmel isneyn vel hamîs.) Pazartesiyi, perşembeyi de arar dururmuş; "Ne zaman pazartesi gelecek, ne zaman perşembe gelecek ki, oruç tutayım!" diyerekten...
Oruç tutması için, pazartesi ve perşembe günlerini gözlermiş; "Pazartesi gelse de oruç tutsam, perşembe gelse de oruç tutsam"diyerekten...
550/12 (Kâne yetehattemü fî yemînihî.) Ekseriyetle yüzüklerini sağ elinde bulundururlarmış.
550/13 (Kâne yetehattemü fî yesârihî.) Bazen de yüzüklerini sol elinin parmağına takarlarmış.
550/14 (Kâne yetehattemü fî yemînihî, sümme havvelehû fî yesârihî.) Yüzüğünü evvelâ sağına takıyor, sonra çevirip soluna takıyormuş. İki tarafa da takmanın cevazına işaret...
550/15 (Kâne yetehattemü bil fiddah.) Yüzükleri de gümüşten imiş. Evvelâ bir zaman altın takmışlar da, sonra haram olduğunu beyan ederek, terketmişlerdir. Gümüş yüzük kullanırlarmış.
550/16 (Kâne yetehallefüüü fil mesîri feyüzcad daîfe ve yerdifü ve yedû lehüm.) Cemaatle bir yere giderken, daima kendileri geride kalırmış ki, geride kalanları ileriye sevketsin. Zaif, yürüyemeyen insanlar olurmuş; onları ileriye doğru yetiştirmek için, kendisi daimâ geride kalırlarmış.
Zaten her yere giderken de, kendisi önde gidip de, arkasından adam istemezmiş. O büyüklük oluyor ya, öteki büyükler gidiyorlar; arkadan da talebesi gidiyor. Bunu yapmazlarmış. "Siz önden gidin ben arkadan geleyim!" dermiş.
550/17 (Kâne yeteavvezü min cehdil belâi ve derkiş şeka', ve sûil kadai ve şemâtetil a'dâ'.) Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış; "Ansızın gelecek belâlardan, şekavetlerden, su-i kazalardan, müslümanların düşmanlarının sevineceği bazı felaketlerden yâ Rabbî sana sığınırım; onlardan beni muhafaza et!.." diyerekten...
551/1 (Kâne yeteavvezü min hamsin) Bu şeyden de yine Cenab-ı Hakka sığınırlarmış:
1. (minel cübün) Korkaklıktan... Korkaklık iyi bir şey değil...
2. (vel buhl) Sıkılıktan.
3. (ve sûil umr) Kötü bir ömür olur, insan yaşar ama, rahat yaşayamaz. Sıkıntılar içerisinde, ölümü arar bazen insan... Ondan Cenab-ı Hakka sığınırlarmış.
4. (ve fitnetis sadr) Göğüs hastalıklarından... Aynı zamanda insanların içerisinde bazı pis kuruntular olur, ötekini berikini çekemez... filan. Gıll ü guş diyor onlardan ve hasedden de Cenab-ı Hakka sığınırmış.
5. (ve azâbil kabri.) Birisi de kabir azabından Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış.
Tabii, kabri biz görmedik, oraya koyuyoruz ölüyü dönüyoruz. Ne olduğunu ona sormak lazım, bizim bir şeyden haberimiz olmuyor. Ama SAS Hazretlerinin her şeyden haberi olduğu için, bize haber veriyor ki, "Azab-ı kabir hakdır!.."
Oraya gireceksiniz. Can çıkmıştır ama, vursalar iğneyi sesin çıkmaz ama o alem, bu alemin hesabıyla ölçülmez. Burda iğneyi batırırsın, anlamaz; ateşe atarsın anlamaz; kesersin, anlamaz. Meselâ --Ne diyorlar doktorlar ona?-- otopsi yapıyorlar, kesiyorlar, parçalıyorlar; onun hiç haberi olmuyor orda... Ama, sormalı bakalım haberi mi olmuyor, yoksa hareketi mi olmuyor?..
O azab-ı kabir ayrı bir şey, Allah esirgeye... O imansız gidenler için ebediyyen felaket yeri!.. İmansız gitti miydi, her sabah her akşam cehennemdeki yeri gösterilecek kendisine... "İşte senin kazandığın yer burası!.." diyecekler. Onu görmesi zaten yetiyor adama... Onu görmesi yetecek.
Mümin olarak iman ile gittiyse, ona da cennetteki yeri "İşte senin yerin de burasıdır!" diye gösterilecek. O da sevinç içerisinde "Oh yâ Rabbi! Çok şükür, burasını kazanabildim!" diyerekten...
Bu beş şeyden sığınırmış. Allah cümlemizi muhafaza eylesin, bu kötü şeylerin hepsinden...
551/2 (Kâne yeteavvezü minel cân) Cinnîlerin şerrinden de Cenâb-ı Hakka sığınırlarmış.
Biz de şimdi bugün, cinniye inanmayan bir güruh da var... Halbuki mesela, şu mikrobu biz görüyor muyuz?.. Hiç birimiz görmüyoruz mikrobu... Doktor diyor ki, "Mikrop vardır." Nerden görüyorlar?.. İşte aletlerle görüyoruz diyor, bir şeyler diyor. O aletler tabii bizde olmadığı için, biz göremiyoruz o ufacık mahlûku...
Cinnî de böyle ufacık bir mahlûk, beşerin gözünün dışında... Fakat beşerin gözünün dışında olduğu halde, yine çeşitli kılığa girebilen bir mahlûk. Çeşitli kılığa girer; insan olur, hayvan olur, kedi olur, köpek olur... Anlamazsın ne olduğunu... Onların şerrinden Cenab-ı Allaha sığınmış, Cenab-ı Peygamber. Kuranda da emri var.
Bizden evvel yeryüzünde onlar yaşamışlar... Taife-i Cin yaşamış, bizden evvel yeryüzünde... Onlar da iki kısım; müslüman ve gâvur olaraktan... Ömürleri boyu birbirleriyle döğüşür durur onlar da... Kafirleri müslümanlara düşmandır daima... Ve müslümanlara zarar vermek için çalışırlar.
Bazı hastalıklar vardır; ne doktor hakkından gelebilir, ne başkası hakkından gelebilir, çaresi de bulunmaz. Zavallı çeker gider onu... Aklı bozuk derler, bir şey derler. Halbuki, onların bir şeysine uğramıştır. Onların okları var diyor. O attıkları oklardan insana isabet ederse, taun denen hastalık gibi, insanı aynı zamanda alıp götürüveriyor. Ama nerden geldi ok; onu bilmiyor.
(ve aynil insân) İnsan gözünden de Allah'a sığınırlarmış. Göz değmesi tabir ettiğimiz şey ki, bu haktır. Allah-ü Teâlâ herkesin gözünde bir şey yaratmış. Meselâ yılanın gözü, bakıyor hayvana... Hayvan onun karşısında eriyor; ondan sonra onu istediği gibi yutuveriyor. Başka mahlûklarda da var böyle... Gözleriyle cezbediyorlar karşılarındaki mahlûkları; teshir ediyor kendisine... Ondan sonra onu yiyor, yutuyor.
İnsanoğlunun gözüne de verilmiş bu sıfat... Ben okumuştum bir vakit, gayri ne kadar doğru olduğunu bilmem: Hindistan'da yol açıyorlarmış. Sarp bir kayalığa rast gelmişler. Çok para harcamışlar. O gün, bugünkü aletler de yok meydanda... Bir türlü yolu açamıyorlar. Birisi demiş ki, "Yahu, çok para harcıyorsunuz, bir iş de yapamıyorsunuz. Filan yerde bir adam var, çağırın! Dağa şöyle bir nazar etsin, kâfî!" demiş. Olur mu?.. Getirmişler adamı... Dağ tuz buz olmuş.
Bu işin çok hayvanları öldürdüğü meşhurdur. Çiftçinin hayvanına şöyle bir bakar, hayvan gidiverir gürültüye... İnsana bakar, insan gider. Zehir oluyor gözünde. Bilmediğimiz bir zehir var, Cenab-ı Hak yaratmış onu. Bazı insanların gözünde fazlaca oluyor. Öteki adama dokunuyor, o adamı hasta yapıyor. Belki de hiç iyi olmuyor sonra... Allah esirgeye...
Ondan sığınırlarmış... (hattâ nezeletil muavvizetân) "Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi" sûreleri nâzil oluncaya kadar Cenab-ı Hakk'a sığınmışlar; cinlerin şerrinden, gözü değenlerin şerrinden... (felemmâ nezelet) Ne zaman ki, "Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi" sûreleri nazil olmuş... (ehaze bihimâ ve tereke mâ sivâhümâ.) Ondan sonra, onları okumak kafî geliyor. Onları okumakla diğer sığınacağı şeyleri bırakmış. Yetiyor yâni...
"Kul eûzü birabbil felak"la, "Kul eûzü birabbin nâsi"ye devam ederseniz, Allah-ü Teâlâ sizi her türlü cinnî şerrinden de, hâsidlerin şerrinden de, gözü değenlerin şerrinden de muhafaza eder inşaallah... Onun için, sabahda akşamda onların kıraatine devam etmeli!..
551/3 (Kâne yeteavvezü min mevtil füc'eti) Ansızın ölmekten de Cenab-ı Hakk'a sığınırlarmış. (ve kâne yu'cibuhû en yemrida kable en yemût.) İsterlermiş ki, ölmeden evvel biraz hasta olup yatsınlar da, ondan sonra ölüm gelsin.
Çünkü insan bilmez ki ani bir ölüm gelince, kelime-i şehâdeti söylemesi ya nasib olur ya olmaz. İnsan çeşitli halde bulunabiliyor. Allah muhafaza etsin. Amma hastalığında, baktı ki artık umut kesiliyor; başlar "Allah... Allah... Allah..." diye dilinden bırakmamaya...
551/6 (Kâne yetemesselü bihâzel beyt) Bu beyti de söylerlermiş bazan: (kefâ bil islâm, veş şeybi lilmer'i nâhiyen.) Şiire benzemesin diyerekten, ters çevirip söylermiş. (kefâ bil islâm) İslâm kâfîdir insana!.. İslâm insanı her kötülükten alıkor, her iyiliği de zorla sevdirir. (veş şeybi lilmer'i nâhiyen.) Yaşlılık da... Sakallar ağardı mıydı, saçlar ağardı mıydı; o da sana büyük bir vaizdir. Seni başka şeylerden men eder. Eğer o yaşının çokluğu, sakalının ağardığı, saçının ağardığı ona fayda vermiyorsa; o artık taş gibi bir adamdır. Saçı ağarmış, hala kötülük yollarından hak yoluna dönemiyor; fenâ bir hal...
Onun için bakınız Hazret-i Ömer'in hikâyesi ne kadar güzel: Her gün bir vaiz gelirmiş, gençlik zamanlarında... "Ya Ömer, ölümü unutma!" diye nasihat edermiş. Sakalında ak olmuş bir gün... O gün vaiz gelince, "Git artık sana ihtiyaç kalmadı! Vaiz belirdi; bu vaiz bana yeter, dışardan vaaz ettirmeğe lüzum yok!" demiş.
Ama bizde 70 oluyor, 80 oluyor, 90 oluyor; halâ insan o gençlik devrinin hallerini bırakamıyor... Tabiat-ı saniye diyorlar ona; bir insan gençliğinde nasıl alıştıysa öyle gidiyor. "Kötü huyları ancak teneşir temizler!" diye bir misalimiz var ya, onu bırakamaz o artık... Kolay bir şey değil... Büyük gayret sarfetmesi lazım ki, bırakabilsin. O da ancak gençlikle olur. İhtiyarlıkta azim kalmaz artık. İhtiyarlıkta ancak kendi derdinle meşgul olursun; başın ağrır, belin ağrır, karnın ağrır... Öyle riyazet yapacak, nefsiyle uğraşacak hal kalmaz insanda...
Onun için ancak gençlik vakitlerinde nefsin hakkından gelip de, onu islaha kadir olabilirsen, ne âlâ sana...
551/7 (Kâne yetenevveru fî külli şehrin) Her ay önlerini ve koltuk altlarını temizlerlermiş.. (Ve yükallimü ezâfirehû fî külli hamsete aşere yevmen.) Her 15 günde de tırnaklarını keserlermiş.
Ayda bir kere tennûr kullanıyorlar. 15 günde bir de tırnaklarının temizlemesini yapıyorlar.
551/8 (Kâne yetevaddau inde külli salâtin) Bunlar hep Efendimiz SAS'in hayatına aid olan şeyler... Her bir vakite abdest alırlarmış. Bazan da bir abdestle bir kaç vakit namaz kılmışlar ama, ekseriyetle yaptıkları her namaza taze abdest almaktır. Bu gün de yine en iyisi odur. İnsan farkına varmaz, abdesti bozulur... Farkında olmaz insan, bazı lüzumsuz şeyler olur... Elhamdü lillah, sularımız bol... Onun için, her namaza taze abdest almak iyidir.
551/10 (Kâne yetevaddau sümme yükabbilü ve yüsallî velâ yetevadda') Abdest aldıktan sonra, bazan hanımlarını öptükleri de olurmuş. Öptükten sonra taze bir abdest almazlar, o abdestle namaz kılarlarmış. Fakat bu Rasûlüllah SAS'e göredir.
Bize göre ise, böyle bir hal abdestimizin bozulmasına sebeb olabilir. Gençlerin böyle hallerde, nefislerinde uyanıklık hasıl olunca, mezî gelebilir. Mezîden evvel bir de vedî vardır. Bunlar sidik gibi değildir. Sidiğini insan tutabilir. Sıkarsın kendini, sidik çıkmaz. Fakat buna hakim olmak elde değildir. Burundaki sümüğün aktığı gibi... Bazı hani nezle olur da, burun nasıl akar; yahut bazı insanların gözü sulu olur. Gözlerinden su akar, hakim olamaz tutmağa...
Binaen aleyh, böyle bir hal nefisten geldikten sonra, o su çıkar; sen de onun farkına bile varamazsın, abdestin bozulur. Onun için bize câiz değil.
551/11 (Kâne yetevaddau vâhideten vâhideten vesneteyn isneteyn, ve selâsen selâsen) Efendimiz üç türlü abdest almışlar; bir kere yıkamışlar âzâlarını... Bu bir kere yıkamak farzdır. Bir kere yıkamakla abdest olur, bununla namaz kılınır. İki yıkarsan, sünnet olur. Üç yıkarsan, sünnetin üstüne bir sünnet daha olur.
Bazan su kıt olur, su az olur. Namaz vakti gelmiştir. O su ile üç defa yıkasan yetmeyecek... Bir kere yıkamak suretiyle farzı yapar, namazını kılar. Sünneti terkettik ama, su yok ne yapalım?..
551/12 (Kâne yeteyemmemü bissaîd, felem yemsah yedeyh ve vechehü illâ merreten vâhideh.) Temiz toprakla, suyun bulunmadığı yerlerde teyemmüm ederlermiş. Kollarını ve yüzünü mesh etmek suretiyle abdest tamam olur. Başka yerlerini toprağa bulamazlarmış. (illa merreten vahideh) O da birkere... Bir kere yapmak suretiyle gusle de kafîdir, abdeste de kafîdir. O gusül yerine geçer, gusül icab ettiyse yâni...
Adamın birisi toprağa bulanmış, yatmış toprağa; iki tarafa böyle dönüyor ki guslüm olsun... Su yok, teyemmüm ediyor, o suretle yapıyor... "Yok, öyle değil! Bir kere yüzü, bir kere de kolları mesh ettik miydi niyet ederekten; guslümüze de kâfî gelir, abdestimize de kâfî gelir." demiş.
Ama o aldığımız teyemmümle, bir namaz kılarız. Sonra bir namaz daha kılmak istersek, tekrar bir teyemmüm daha etmek lâzım. Bir abdestle iki vakit, üç vakit kılınabilir de, teyemmüme gelince, her namaza yenilemesi lazım.
551/13 (Kâne yectehidü fî aşril evâhir) Ramazanın sonraki günlerinde çok gayret sarf ederlermiş, ibadet babında ki, (mâ lâ yectehidü fî gayrihâ.) onu başka vakitlerde yapmazlarmış. Hattâ hiç yatmazlarmış da... Yemezlermiş de bazen...
551/14 (Kâne yec'alü yemînehû lieklihî ve şürbihî ve vudûihî ve siyâbihî ve ahzihî, ve atâihî) Sağ ellerini yemek için, içmek için, abdest için, giymek için, almak için, vermek için kullanırlarmış.
Bir şey alacak mı, sağıyla alır; verecek mi, sağıyla verir; giyecek mi, sağıyla giyer; papucunu sağ ayağını önce giyer, sonra solunu giyer... Böyleymiş...
(ve şimâlihî limâsivâ zâlik.) Solu da başka ihtiyaç yerlerinde kullanırlarmış. Sümkürmek lâzım gelirse, sol eliyle sümkürürler... Tahâret yapacağı vakitte, sol elleriyle yaparlar... Bunun gibi.
551/15 (Kâne yec'alü fassahû mimmâ yelî keffeh) Parmaklarındaki yüzükleri, avcunun içerisine çevirirlermiş, ekseriyle... Dışarıya görünüp de, göze çarpmasın diye, avuçlarının içine çevirirlermiş yüzüklerini...
551/16 (Kâne yücillül abbâs, iclâlel veledi livâlidihî.) Hazret-i Abbas, amcası... Ona, babasına hürmet eder gibi saygı ve hürmet gösterirlermiş. Amca da babadan bir parça oluyor.
552/1 (Kâne yeclisü kurfasâ') Otururlarken şöyle kalçalarının üzerine oturur, sonra dizlerini diker karınlarına doğru; elleriyle de böyle tutunurlarmış. Yâni Efendimiz SAS'in oturma tertipleri böyle imiş, ekseriyetle böyle otururlarmış. Dinlenmeye daha rahat oluyormuş.
552/2 (Kâne yeclisü alel ard) Yerin üzerine otururlarmış. (min gayri hâilin) Altında minder, kilim filân bir şey olmadan, doğrudan doğruya toprağın üzerine otururlarmış. (ve ye'külü alel ard) Yerken de yerde yerlermiş.
(ve ya'tekılüş şât) Koyunlarını da sağmak için, ön ayaklarını başlarına doğru bağlarlarmış; nasıl yapıyorlarsa... Sağmaya kolaylık olurmuş.
(ve yücîbü da'vetel memlûk) Köle adam, uşak yani... O da "Buyurun yâ Rasûlallah, bu akşam bizde çorba içelim!" dedi miydi, ona da giderlermiş. "Sen kölesin, nasıl olur da ben senin evine gidebilirim?" demezlermiş.
Dünkü derste de geçiyor ki, her gördüğüne evvelâ Rasûlüllah SAS selâm verirlermiş. Selâm vermek bir iltifattır, selâm alan memnun olur. "Bak o bana, o büyüklüğü ile selâm verdi." diye düşünür. "Aleyküm selâm!" dediği vakitte, içinden bir sevgi de gelir. Fakat şimdi ne kadar acaib bir şey ki, büyükler katiyyen küçüklere selâm vermezler. Biraz büyüdü müydü, mutlaka küçük verecek selâmı... O da ya alacak, ya almayacak. Alırsa ne âlâ ama, alan da pek seyrek olur. Hele bu günün öyle büyüklük taslayanlarında...
(alâ hubziş şaîr.) Dâvette de yedireceği, arpa ekmeği... Şimdi, akşam Arap misafirler vardı. Onlar bize gelecek olmuşlar... Ne yapalım, ne yapalım, düşündük. Şimdi bir arpa ekmeği koysak önlerine, kimbilir ne derler bize?.. Aman ne derse desin!.. Demezlerdi belki ama, biz beceremeyiz bu işi... Allah affetsin kusurlarımızı...
Haaa, Arap misafiri akşam güzel bir konuşma yaptı bize... Şam'lı kendisi. Şam'lı ama, Şam'dan kaçmış şimdi Suudî Arabistan'da hocalık yapıyor. "Bizim aldığımız dersten size biraz bahsedeyim!" dedi. "Tabii bizim idaremiz hristiyan bir idare idi. Biz müslümanlar çoğuz, onlar az; ama idare ellerinde... Az olmalarıyla beraber idareyi ellerine geçirmişler, idare sahipleri... Biz dedik ki şunlara bir gösteriş yapalım da, gözdağı verelim!.. Haber yolladık, toplandık; bir yürüyüş yaptık. 'Biz bu kadar müslümanız, bakın, gözünüzü açın, bize elleşmeyin ha!..' der gibi, herifleri korkuttuk.
Bir kanunlar, bir maddeler... Bizi sıkı sıkı bağladılar, kımıldayamayacak bir vaziyete soktular. İki kuvveti de ellerinde tutuyorlar: Birisi maarif kuvveti, birisi ordu kuvveti. Müslüman olduğunu hissettikleri adamı kat'iyyen orduya almıyorlar. Maarifi de ellerine geçirdiler. Oraya da nerde kumarbaz var, nerde dürzîler var; onları maiyetlerine almışlar, hocaları da onlar... Mektepleri de onlar idare ediyorlar."
Allah selâmet versin... Demek istedi ki, "Gözünüzü açın!.. Yapacağınız işleri daima teennî ile yapın! Gösteriş yapıp da, düşmanı kendi üzerinize çekmeyin!.." demek istedi.
552/3 (Kâne yeclisü iza saidel minber) Hutbeye çıktığı vakitte cuma günleri............
..................................
552/4 (Kâne izâ yecmeu beynez zuhri vel asr, vel mağribi vel işâ', fissefer) Seferde oldukları vakit öğle ile ikindiyi, akşam ile de yatsıyı birleştiriyorlarmış.
Bunu İmâm-ı Şâfî delil edinmiş. "Her sefere çıkan adam bunu yapabilir." demiş. Fakat İmâm-ı Azam, bunu ancak orada caiz görmüş. "Başka yerde caiz olmaz; her vakit vaktinde kılınır." demiş. Allah cümlemizi affetsin...
552/7 (Kâne yuhibbüd debbâ'.) Altındaki hadiste de kabağı çok sevdiğini belirtmiş. Şimdi kabak mevsimi, kabağı da biraz fazla yemeli... Efendimiz sevdiği için yâni...
Allah cümlemizi affetsin... Tevfîkat-ı samedâniyyesine mazhar etsin... Râzı olduğu ve sevmiş olduğu kulları arasına cümlemizi kabul etsin... Hüsn-ü hâtimelerle de âhirete göçmeyi cümlemize nasîb ü müyesser eylesin...
El-Fâtiha!..