X. DERS

27 Haziran 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 558/5 - 560/9

Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.

Bismillâhir rahmanir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...

İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:

558/5 (Kân, yu'cibühû en yed'û selâsen ve en yestağfire selâsen.) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri, dua ederken söyledikleri duayı üç defa tekrar ederlerdi. Ve istiğfar ederken de üç defa istiğfar ederlerdi. İstiğfarlarını tekrarlarlardı, bir kere ile bırakmazlardı. Tabii 3 olur, 5 olur, 15 olur, 25 olur... İnsanın haline göre... 100 olur, 1000 olur... İstiğfar ne kadar çok olursa, insan o kadar temiz olur.

İstiğfar âdetâ hamamda yıkanma gibidir. Yıkanan adam, bir suya girer çıkar, olur. Bir kere sabunlanır çıkar, o da olur. Kese yapılır, o da olur. Daha fazla yıkanır, o da olur. Ne kadar çok yıkanırsa, o kadar temiz olur.

Onun için, istiğfar hepsinden daha mühimdir, daha çok yapılması lâzımdır. Bâhusus sıkıntısı olan, derdi olan, meşakkati olan, fakir olan her kişiye istiğfar çok lâzımdır. Çok istiğfarla, ne kadar isterse o kadar malı artar, sıhhati yerine gelir, hastalıkları gider.

Bunların çoğu kabahatlerin kesretinden, çokluğundan ileri gelir. O kabahatlerin çokluğu, bizi çeşitli rahatsızlıklara sokar. Biz bunların tedavisini ancak doktorlardan ararız. Fakat doktorların bunlarla alâkası yoktur. O rûhî bir hastalıktır. Ruhun hastalığı bedene de sirayet eder. İkisi birdir onların... Ruhun hastalığı bedene de sirayet edince, beden de muzdarib olur. O zaman bunun çaresi, istiğfara devamdadır.

İstiğfar, yalnız "Estağfirullah!" demekle olmaz. İstiğfar demek, yanlış yoldan dönmek demek... Yanlış yoldan dönmedikçe, yolumuzu döndürmedikçe istiğfar etmiş olmayız.

Meselâ vapur gidiyor Karadeniz'e... Rusya'ya gitmesi lâzım. O anlayınca yanlışını, istiğfar etse olur mu?.. Herhalde dümeni çevirip, ne tarafa gidecekse o tarafa yönelmesi lâzım. Dümeni çevirmedikçe, istiğfar kâfî gelmiyor. Allah affetsin kusurlarımızı... Kusurlarımızı bulup, ondan kurtulmanın çaresini bulmak lâzım.

Onun için, "Pişmanlık, istiğfardır." demişler. İnsan, yaptığı hataya pişman olursa, o istiğfardır. Çünkü pişman oldu yaptığına... "Bir daha yapmam!" diyor. İçten geliyor o pişmanlık... O istiğfar sayılır, diliyle demese de... Ama, bu pişmanlık gelmeden, günde yüz de dese, bin de dese, sevap olursa da fayda olmaz. Çünkü, yine yanlış yolunda gidiyor.

558/6 (Kâne yu'cibühüz zirâ'.) Cenâb-ı Peygamber koyunların kol kısmını severdi. Hayvanın geri tarafı değil de, kol tarafı hoşlarına giderdi.

558/7 (Kâne yu'cibühüz zirâân vel ketf.) Kollar ve kolların kürek denilen kısımları hoşlarına gidermiş. Et alındığı vakitte oralardan alıp yerlermiş. Çünkü, hakikaten lezzet itibariyle de daha güzel oluyor.

558/8 (Kâne yu'cibühül hulüvvül bârid.) Cenâb-ı Peygamber, soğuk tatlıları da severmiş. Hulüv, tatlı şerbet... Şerbetlerin soğuğunu severmiş. Bal şerbeti, başka şerbetler soğuk olduğunda hoşlarına gidermiş.

558/4 (Kân, yu'cibühüt teheccüd minel leyl.) Geceleri kalkıp da namaz kılmak, hoşlarına giden âdet-i seniyyelerinden birisidir. Ki, bize de "Hiç olmazsa bir koyun sağacak kadar zaman olsa da, kalkın da gece namazı kılın!" diyerek tavsiyeleri vardır. Ondan dolayı, kendileri bazan gece erken vakitte, bazan orta vakitlerinde, bazan da son vakitlerinde muhakkak teheccüd kılarlarmış.

558/9 (Kâne yu'cibühür rîhut tayyibeh.) Güzel kokuyu da severler, hoşlarına gidermiş. Onun için, daimâ kokulanırlar idi. Maamâfîh kendileri koku sürünmeseler de, vücûd-u şerifleri misk gibi kokardı.

Kokular, ruhların gelmesini temin ederler. Güzel kokulara melekler gelirler. Melekler, güzel kokular nerdeyse, oraları bulurlar; arıların çiçekleri buldukları gibi... Orda füyûzât fazla olur. Onun için --mevlidlerde olsun, vesâir zamanlarda olsun-- kokular kokuturlar, koku dağıtırlar. O sebeplerden...

558/10 (Kâne yu'cibühül fâlül hasen ve yekrahüt tıyereh.) Tıyere diye; yolda giderken tavşan geçer, kedi geçer, köpek geçer... Ona karşı bir uğursuz sayma duygusu vardır adamın... "Bu yoldan gitmek iyi değildir." der döner. Yahut, horozun sesini, veya başka bir kuşun sesini duyar; "O kuş iyi ötmedi." der. "Bir şey olacak!" diye işini değiştirir. Rasûlüllah Efendimiz, bunları sevmezlermiş.

Ama karşıdan birisi çıkar; ismi Hasan'dır, ismi Ali'dir, ismi Cemil'dir... Bunlardan tefe'ül edermiş ki, "Bak, güzel şeylerle karşılaştım, inşaallah işim de iyi olacaktır." gibi...

558/11 (Kâne yu'cibühû en yelkal adüvv, ınde zevâliş şems.) Düşmanla ancak güneş öğleyi geçtikten sonra, ikindiye doğru karşılaşmayı severlermiş.

Çünkü, öğleden evvel olan karşılaşmalarda sıcak fazla oluyor, rüzgâr da olmuyor. Onun için, askerin bunalması ihtimaline karşı, dâimâ harbi öğleden sonra yapmak isterlermiş. O zaman hafif, tatlı bir rüzgâr eser; o rüzgâr sayesinde düşmanla döğüşmesi daha hoşlarına gidermiş.

558/12 (Kâne yu'cibühül inâel müntabık.) Kendileri evlerimizdeki kapların kapalı olmasını tavsiye ediyorlar. Yemek kaplarının kapanması hoşlarına gidermiş.

Hattâ rahmetli Hoca Efendimiz derdi ki: "Geceleri bir an vardır ki, zehir yağar; o vakit kaplara da isabet eder. Biz onun farkında değiliz. Ondan sonra, rahatsızlıklar olur insanda... Binâen aleyh, kapak bulamazsanız, hiç olmazsa bir çöpü, 'Bismillâhir rahmânir rahîm.' diyerek kabın üzerine korsanız; umulur ki, o gelecek zehirleri men etsin. Mânevî bir kapaktır o..."

Şimdi elhamdü lillah, kapaklar bol... Onun için yemek kaplarımızı muhakkak örtmeliyiz. Örtmezsek, sıçan gelir, böcek gelir, zehirli böcek gelir, örümcek gelir... başka bir şey gelir, karışır. O da bizim boğazımıza gidiverir, Allah esirgeye... Çeşitli rahatsızlıklar olur.

Onun için, mâdem ki Cenâb-ı Peygamber seviyormuş kapların örtülmesini; biz de sevelim de, kaplarımızı açık bırakmayalım!..

558/13 (Kâne yu'cibühül arâcîn en yümsikühâ biyedih.) Arâcîn, üzüm salkımı... Üzüm salkımlarının evlerinde bulunmasından memnun olurlar, hoşlarına gidermiş. Ondan elleriyle tadarlarmış.

Hurma salkımları da öyleymiş, yalnız üzüme mahsus değil... Hurma salkımlarının da evlerinde bulunmasını arzu ederlermiş.

558/14 (Kâne yu'cibühü en yetevaddaa min muhdbin min sufrin.) Bakır kaplardan, ibrik gibi şeylerden abdest alması da hoşlarına gidermiş. Ama bakırdan yapılmış olan... Topraktan yapılanları olduğu gibi, bakırdan yapılanları da varmış. Ne şekilde olursa artık...

558/15 (Kâne yeuddül ây, fis salâh.) Namaz kıldıkları vakitte. namazda okudukları ayetleri parmaklarıyla sayarlarmış. Burda parmak yok ama, içinden mi sayıyor, nasıl sayıyorsa artık...

Çünkü rekâtlarda okunurken, ön rekâtlarda meselâ, sabah namazının birinci rekâtında uzun okunur. İkinci rekâtı birincinin yarısına yakın okumalıdır. Birinci rekâtta okuduğu 10 ayet ise, ikinci rekâtta hiç olmazsa 5-6 ayet okumak için, ayetleri saymak gerekebilir. Parmakla sayar, aklından sayar; nasıl sayarsa...

Sabah namazında birinci rekât uzun, ikinci rekât kısa; öğle ve ikindi namazlarında rekâtların müsâvî olması lâzım. Birinci rekâtta kısa okuyup, ikinci rekâtta uzun okumak caiz değil... Bir iki ayet fazla zarar etmez.

558/16 (Kâne yu'rafü birîhit tayyib.) SAS Hazretleri o güzel kokusuyla tanınırdı. Bir yerden geçtiği zaman, o kokuyu hissedenler, "Burdan Peygamber geçmiş, yahut burada Peygamber vardır." diye bilirlerdi. O mübârek kokusundan... Hattâ çocuklar bile, çocuklardan hangi çocuğa eli değdiyse, o çocuğu tanırlardı ki, "Buna Rasûlüllah'ın eli değmiş." diye...

558/17 (Kâne yuakkıdet tesbîh.) Bir rivayette de, (yaiddüt tesbîh.) "Sübhânallah... Sübhânallah..." diye tesbih çekiyoruz ya, bunları parmakları ile sayarlardı. Tesbih yoktu. Bizim bu tesbihlerimiz sonradan îcâd olmuştur. Bizim de bu tesbihlerimizi parmağımızla yapmamız evlâdır. Çünkü parmaklarımız da şehâdet edecek bizim bu tesbihlerimize...

558/18 (Kân, yuallimühüm minel hummâ ve minel evcâi küllihâ en yekulû: Bismillâhil kebîr, eûzü billâhil azîm, min külli ırkın neârin ve min şerri harrin nâr.)

Gerek hummâ hastalıklarında, gerek sancılı çeşitli hastalıklarda --ağrı, sızı... nelerse-- bunlara karşı Rasûl-i Ekrem'in şu duası vardı: "Bismillâhil kebîr, eûzü billâhil azîm, min külli ırkın neârin ve min şerri harrin nâr."

Bu duaları topladık kısmen de, yazarken en nihâyet iş günahlara dayandı. Biz bu duayı ediyoruz, bize tesir etmiyor. Kurşunu attığınız vakitte, kurşunun önünde kalkan dediğimiz demirden, çelikten maddeler var... Atılan kurşun ileri geçmiyor. Mâni oluyor o siperler... Aynı şekilde günahlarımız da, bizim dualarımızın ileri geçmemesine sebep oluyor, dualarımızın kabul olmasına mâni oluyor.

Şimdi yazıyorum, günahların sayısı 400'e geldi. Belki 300 daha yazacağımı zannediyorum. Bu kadar günahın çoğundan haberimiz de yok!.. Bunları bir kere okumakla da olacak gibi değil... Tekrar tekrar okumak lâzım. Çünkü, "Ettekrârü ahsen, velev kâne yüzseksen." derler. Tekrarlamak efdaldir. Ne kadar çok tekrar olursa, hafızada daha iyi yerleşme oluyor. Okuyup geçti miydi, o da rüzgâr gibi geçer seninle... Ama üzerinde durup, tekrar tekrar onu kafanda tutarsan, bakarsın ki o tesir eder; anlarsın onu ondan sonra...

Binâen aleyh, bizim de bu duaları okuyup da, bize tesir etmemesinin sebeplerinden birisi günahlarımız... Başka sebepler de olabilir de, en büyüğü günahlarımız... Bu günahlardan kurtulmanın çaresi de, hiç olmazsa her gün, her akşam Efendimizin tavsiyelerini, "seyyidül istiğfar" diye okuduğumuz istiğfarları okuyarak; "Aman yâ Rabbi! Beşeriyet iktizâsı çok çeşitli günahlarım var... Hakkından gelemiyorum ama, sen affet!.. Ve beni bu günahlarımdan kurtar!" diyerekten dua etmek gerekiyor. Çünkü, beşer hatâdan sâlim olmuyor. Ancak büyük evliyâ olursa ve peygamber olursa, o zaman Allah-u Teâlâ'nın himâyesine girer; o himâye-i ilâhiyyeden sonra kurtulur.

559/1 (Kâne ya'melü amelül beyt) Mübârek SAS Hazretleri, ev işlerini görürler idi. Ailelerine yardım da ederlerdi. (ve ekserü mâ ya'melü elhıyâtah.) En çok evde yaptıkları şey de, dikiş idi. Yırtık dikmek, yeniyi dikmek, ayakkabıların yırtıklarını dikmek... Şimdiki gibi dikici yoktu, herkes kendi işini kendisi görürdü.

Koyunları sağma hizmetini de yine kendi yaparlardı Mübârek SAS... Bu yapmalarından da bize, "Sizde böyle ev işlerinde yardım edin!" diye ikaz var.

Meselâ, o hanımları almışızdır ama, onları köle diye almadık ki!.. Köle başka, hanım başka... Bütün işleri onun sırtına yükleyip de, bizim karşıdan bakmamız da câiz değil... Allah kusurlarımızı affetsin... Bir de kafa tutarız ona ayrıca, o da başka... Bâhusus ramazanlarda, meselâ oruçlu oldukları vakitte gelirler; "Bu tuzsuz olmuş, bu acı olmuş... Bu pişmiş, bu pişmemiş..." diye bir sürü kavga ve gürültülerin çıktığı da mâlûm...

559/2 (Kân, yeûdül marîd, ve hüve mu'tekif.) Cenâb-ı Peygamber SAS, îtikâfa girerler, îtikâfta oldukları sırada hastaları da ziyaret ederlerdi.

Fakat bu, hastaları ziyaret etmek... Meselâ, insan îtikâftan ihtiyacı için --abdest tazelemek için meselâ-- dışarıya çıkar. O sırada bir hastayı da ziyaret edebilir; fazla meşgul olmamak şartıyla...

Sonra, bizim fıkıh kitaplarımızda, "Îtikâfçı camisinden ancak abdest almak için, def'-i hâcet etmek için dışarıya çıkabilir. Yemek içmek için de; eğer kendisine yemek getiren kimse yoksa, bir adamı yoksa, o zaman yemek ihtiyacı için çıkabilir. Fakat, fazla yerlere gitmemek şartıyla... Meselâ, burda bir helâ varken, bu helâyı bırakıp da daha uzaktaki helâya gitmek, çeşmeye gitmek câiz olmaz.

Bazan itikâf ettiği yer ufak mescid olur, cuma kılınmaz. O ufak mescidde îtikâfa girer. Orda cuma kılınmadığı için yanındaki, en yakınındaki cuma kılınan cami hangisi ise, oraya gider. Uzak camilere gitmek câiz olmaz.

Bu îtikâfı, Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri gerek Mekke-i Mükerreme'de, gerek Medine-i Münevvere'ye geldikten sonra hiç bırakmamışlardır. Binâen aleyh, bize de ders ve tavsiyedir ki, herkes onu yapabilsin. Hattâ bazı insanlar, iş münâsebetiyle camide oturmalarına imkân bulamazlarsa, evlerinde de niyet ederek otursalar, o da belki câiz olabilir ama; evlerinde oturdukları vakitte cemaate gelmek şartıyla... Cemaate gelir, namazı kılar; sünneti de evde kılmak şartıyla hemen gider, yine evindeki odasına girer.

Evlerde îtikâf, yalnız kadınlara mahsustur. Kadınlar camilere gelmezler. Onların evlerinde namazgâhları olacak. Her kadının evinde namaz kıldığı bir yer olmalı... O namaz kıldığı yeri perde ile çevirir, içeriye girer. Artık ordan çıkmaz dışarıya...

559/3 (Kâne yeîdül kelimete selâsen liteakkıle anh.) Nasihat ederken, kelimeleri söylerken üç defa söylerlerdi.

Yukarıda dedi ya: Dua ederken üç defa söylerler, istiğfar ederken de üç defa istiğfar ederlerdi. Burda da deniliyor ki: Nasihat ederlerken bazı kelimeleri üç defa tekrar ederlerdi ki, anlaşılsın; anlaşılmadık bir şey kalmasın. Üçten sonra sorulursa, ona da cevap vermezlerdi. Üç defada anlaması lâzım herkesin...

559/4 (Kâne yağtesilü bis sâ', ve yetevaddau bil müd.) Allah hepimizin kusurunu affetsin... Sularımız bol elhamdü lillah amma, israfımız da çok... Cenâb-ı Peygamber, bir sa' su ile gusl edebiliyordu. Sa' denilen bir ölçek ki, 1040 dirheme diyorlar. Yâni, bir okka... Eski okka, 1200 dirhemdi. Ona yakın bir su ile bir gusl edebiliyor... Müd de onun dörtte biri; o da abdeste kifâyet ediyor.

Halbuki bize, bakırlarla su yetmiyor. İsraf ediyoruz. Ama bu yıkanmak için değil, gusl için... Yıkanmak başka, gusl başka... Yıkanırken tabii, sabunla yıkanılacak. O zaman sabun da yok; sidr denilen bir ot var, onunla yıkanıyorlar. Elleri yıkamak için sabun, ilk bid'at olarak meydana gelmiş, Peygamber SAS'den sonra...

559/5 (Kâne yağtesilü hüve vel mer'etü min nisâihî min inâin vâhid.) Kendisi ve hanımlarından birisi, bir kaptan ikisi birden guslederlermiş. Bir o elini sokar, bir hanımı elini sokar, kaptan suları alırlarmış.

559/6 (Kân, yağtesilü yevmül cumuah, ve yevmül fıtr, ve yevmün nahr, ve yevmü arafeh.) Cuma günü, ramazan bayramı günü, kurban bayramı günü ve kurban bayramından önceki arefe günü... Bu günlerde guslederlermiş. Bâhusus Arafat'a giden hacıların, arefe günü orada bir imkân bulup gusletmeleri daha evlâdır. Bunda icmâ-ı ümmet varmış ki, bu günlerde böyle gusletmek lâzım!..

559/7 (Kân, yağtesilü mak'adehû selâsen.) Taharetlenirken de üç kere yıkamayı yine adet edinmişler.

559/8 (Kân, yüğayyirül ismel kabîh.) Çirkin isimleri değiştirirlermiş. Meselâ şimdi, çok çeşitli adlar koyuyorlar ya; işe yaramaz bilmediğimiz sözler... Onları değiştirir, "Senin adın Ahmed olsun, Mehmed olsun, Ali olsun..." gibi adlara çevirirlermiş.

559/9 (Kân, yüftıru alâ rutabâtin kable en yusalli) Oruçlu oldukları vakitte, namazdan evvel birkaç hurma yiyerekten iftar ederlermiş. Rutab, yaş hurma... (ve in lem yekün rutâbâtün) Taze hurma olmazsa, (fetemerâtün) kuru hurma ile iftar ederlermiş. (ve in lem yekün temerâtün) Kuru hurma da bulunmazsa, (hasâ hasâvetün min mâ'.) sudan böyle bir avuç alır, oruçlarını bozarlarmış. Oruçlarını bozmadan namazı kılmamışlar.

Halbuki, bizim burda çok hatalarımız da oluyor. Ramazanda geliyoruz camiye... Top atılıyor. Arkasından müezzin efendi, "Allahu ekber... Allahu ekber..." diyor. Oruç bozacak bir şey de yok... Hemen, biz de duruyoruz namaza...

Ramazanlarda herhalde azıcık tehirli kamet etmeli... İnsan ağzına meselâ, bir hurma atsa; bunun yenmesi, boğazdan geçmesi, ağızdaki çöplerinin kalmaması için, zaman lâzım... Ağzımıza atar atmaz namaza durursak, ağzımızdaki çöpler kıraate de mânî olur, namazımızı da ifsad eder. Namazda iken yutacağız onları... Ağızda kalan şeylerin namazda iken yutulması, namazın ifsadına sebep olur.

559/10 (Kâne yeflî selbehû, ve yahlübü şâtehû ve yahdümü nefsehû.) Cenâb-ı Peygamber, üstlerini temizler, koyunlarını sağar, nefsinin hizmetlerini de kendisi yapardı.

Bugün onu yazıyordum da, nefsinin hizmetlerini kendisi yapmayıp, başkasına buyurmak da haram imiş. Kendi işini başkasına buyurmak, hele çocuk olursa, kat'iyyen câiz değildir. Kendi çocuğun olursa, câizdir. Taleben olursa, câizdir. Fakat, başkasının talebesine, başkasının çocuğuna "Şunu da yapıver!" demek câiz değildir.

Cenâb-ı Peygamber kendi işini kendi görürken, bizim kendi işlerimizi başkalarına gördürmemiz ne kadar câiz olur bilmem?..

559/11 (Kân, yakbelül hedâyete ve yüsîbü aleyhâ.) Cenâb-ı Peygamber, gelen hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık mükâfatlar yaparlarmış. Hediyenin karşılığını da verirlermiş.

559/12 (Kân, yukbilü bivechihî ve hadîsihî alâ şerril kavmi yeteellefühû bizâlik.) Kavmin şerlileri üzerine sözlerini çevirerekten, onlara hitâb ederekten, belki de korkutaraktan söylerlermiş ve bununla da ülfet hasıl olurmuş.

Şerli adamlardan korkmak, korkuyu üzerine celbetmek olur. O, senin korkak olduğunu anladı mı, sana hücum eder durur. Fakat, korkuttun muydu, uzak kaçar senden...

Yâni, şerrül kavm olan, kavmin şerlileri olan kimselere karşı şiddetli olmayı tavsiyeden ibârettir; Allahu a'lem bisSASâb...

559/13 (Kân, yukabbilü ba'da ezvâcihî sümme yusallî velâ yetavadda'.)

Cenâb-ı Peygamber SAS'e has şeylerdir. Onun için başkalarının, bizim gibilerin bunu hüccet edinmesi câiz değil...

Hem hanımlarının bazısını öpüyor ve sonra da abdest almadan namaz kılıyor. Ki, bu ona has... Bizde câiz değildir. Öptük müydü, abdestin bozulma ihtimâli yüzde şu kadardır.

559/14 (Kân, yukabbilü ve hüve sâim.) Oruçlu olduğu halde, yine hanımlarını öperdi.

Burda yine bizim kitaplarımızda yazar ki, "Oruçluların hanımlarını öpmesi câiz değildir." Bâhusus genç oldukları takdirde... Ama bu gençlik de kaça kadar sürer, bilmem?!.. İnsandaki şehvet kuvveti ne zaman biter, onu da bilmem. İnsanda o kuvvet mevcutken, öpmek câiz değildir. O zaman oruç bozulur, Allah esirgeye...

Ahmed ibn-i Hanbel'in, Buhârî'nin, Müslim'in, Ebû Dâvud'un, Tirmizî'nin, Neseî'nin, İbn-i Mâce'nin Hazret-i Aişe'den rivâyetidir. Çünkü, bu gibi işleri ancak onlar bilir.

559/15 (Kân, yukabbilü ve hüve muhrim.)

İhramlı olan hacı, ihrama girdikten sonra, o da öpemez hanımını... Hattâ elini tutamaz!.. Halbuki bir çok hacı efendiler hanımlarını yanlarına alırlar, ellerinden de tutaraktan tavaf ederler. Kendi hanımları olmakla berâber, câiz değildir. Çünkü abdestin bozulması ihtimali vardır.

Ama Peygamber yapıyor... Sen Peygamber'le kıyas olamazsın. O başka, biz başka... O ona has bir şeydir; başkası için câiz değildir.

559/16 (Kân, yükassimü beyne nisâihî feya'dil ve yekul: Allahümme hâzâ kasmî fî mâ emlik, velâ selümnî fîmâ temlik.)

Beşeriyette insanların birini daha çok sevme, birini daha az sevme özelliği vardır. Beşeriyetin iktizâsı... Birini çok sever, birini daha çok sever, birini az sever. Bu, insandaki tıynet dedikleri bir haldir.

SAS Efendimiz de, hanımları arasında adil bir taksim yaparlar ve Cenâb-ı Hakk'a karşı, "Yâ Rabbi, ben elimden gelen adaleti yapıyorum ama, yapamadığım kısımlardaki kusurumu da sen affet!.." diye dua ederlerdi.

559/17 (Kâne yaksuru fis sefer, ve yütimmü ve yüftıru ve yesûm.) Bakın, Cenâb-ı Peygamber seferlerde, muharebeye çıktıkları vakitte yahut yolculuğa çıktıkları vakitte namazları kasr ederler, ikişer rekâta indirirlermiş. Bazan da yine dört kılarlarmış... Bazan dört, bazan da kısaltarak iki rekât kıldıkları olmuş. (ve yüftıru ve yesûm.) Bazan oruç tutarlar, bazan da iftar ederlermiş. Seferde ruhsat var...

Seferde bazan iki, bazan dört kılması kendisine ait bir haldir. Biz fukahânın sözüne bakarız. Fukahâmız diyor ki, "Seferde üç günlük yola çıktın mı, namazları iki rekât kılmak gerekir." Memleketinin sınırından dışarı çıkmak şartıyla... Memleketinde durdukça olmaz.

Sonra, gideceğin yerde 15 günden azsa kalacağın müddet, orda yine iki rekât kılacaksın. Meselâ, Ankara'ya gittin. Ankara'da bir haftalık işin var... O bir haftanın içinde ikişer rekât kılacaksın. "Dört kılmak câiz değildir." derler. Efendimiz kılmış; o, ona mahsus...

Bir haftada işi bitmez, bir hafta daha durursa, yine misafirdir... İşi bitmez, bir hafta daha durur; yine misafirdir... İşi bitmez, bir sene daha durur; yine misafirdir. Çünkü, gideceğim diyor. Fakat iş bitmiyor, ekleniyor üzerine...

Asker de sefer halinde, gittiği yerde dâimâ misafirdir. Çünkü, orda ne kadar kalacağı belli değildir. Onun için ikişer rekâtla iktifâ eder. Ama bu seferî halinde... Bir de hazar hali vardır ki, bir yerde devamlı duruluyor. O zaman tabii, namazını dört kılar.

559/18 (Kân, yukattıu kırâetehû âyeten âyeten) Cenâb-ı Peygamber, Kur'an okurlarken ayet ayet okurlarmış. Ağır, ağır... (elhamdü lillâhi rabbil âlemîn, sümme yakıf, errahmânir rahîm, sümme yakıf.) "Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn..." diyorlar, sonra duruyorlar. "Errahmânir rahîm..." diyorlar, sonra duruyorlar.

559/19 (Kân, yukallesü lehû yevmel fıtr.) Bayram günlerinde sevinç alâmeti olaraktan defler çalınırdı. Huzuruna geliyorlar, bayram diyerekten defler çalıyorlar. O zamanın adeti... Ona da bir şey dememişler.

Kals kelimesinde yeri örtmek ve çevirmek mânâsı vardır. Burada bayram gelmesinden dolayı, def çalmanın mubah olduğunu beyan etmişler.

559/20 (Kân, yukallimü azfârahû ve yakussu şâribehû yevmel cumuati kable en yerûha iles salâh.) Cuma günü, cuma namazına gelmezden evvel, tırnaklarını keser, bıyıklarını kısaltırdı. Bu da Peygamber'e mahsustur.

Bizim, bu gibi şeyleri ya perşembeden, ya da çarşambadan yapmamız lâzımdır. Cuma günü cemaat hacı halindedir. Hacı nasıl tırnağını kesemezse, tıraş olamazsa; cuma günü de cemaat bunları yapamaz, cumaya gelinceye kadar... Cumadan sonra serbesttir, keserse keser.

Onun için, "Yıkanmak cuma günü olur da, temizlenmenin cuma gününden evvel, perşembeden veya çarşambadan yapılması evlâdır." demişler.

560/1 (Kâne yekulü liehadihim ındel muâtebeti mâlehu teribe cebînüh.) Bir insana darılmak istedikleri vakitte, (teribe cebînüh) "Senin alnın yere sürünsün!.. Çok secde eylesin, çok namaz kılsın!" tabiriyle söylerlermiş.

"Alnın toprağa sürünsün!" demek, "Ona ibadetle dua etmek gibidir." demişler.

560/2 (Kân, yekumü izâ semias sârih.) Sârih, horozun ötüşü... Horoz ötüşlerinin vakitleri vardır. Sabah vaktinin horozu saatinde öter. Allahın kudreti işte... Her mahlûka bir kabiliyet vermiş Cenâb-ı Hak... Horoza da o kabiliyeti vermiş ki, sabahın erken vaktinde, "Sabah oldu!" diye müezzinlik vazifesini o yapıyor vesselâm... Cenâb-ı Peygamber de, o zaman kalkarlarmış, vakit oldu diyerekten...

Ahmed ibn-i Hanbel, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Neseî ve Abdülberr'in Hazreti Aişe validemizden rivayeti...

560/3 (Kân, yekumü minel leyl, hattâ tetefattara kademâh.) Allaaah!.. Cenâb-ı Peygamber, geceleri namaza kalkar, ayakta o kadar uzun dururlar idi ki; mübârek ayakları şişerdi.

Onun için, meselâ Elham'ı okur. Arkasından da "Kul eûzü"yü okur, "Kul hüvallah"ı okur; olur. Ama, uzun bir sûreyi okumak, Sûre-i Bakara'yı okumak, arkasından başka sûreyi okumak --10 sayfa, 20 sayfa-- kolay değil.

Bir seferinde durmuşlar namaza SAS Hazretleri... Sûre-i Bakara'dan başlamışlar. Arkasından birisi de ona uyarak namaza durmuş. --Nafile namazları kılarken de cemaat olmak câizdir. Birisi durmuş namaz kılıyor. Başka birisi de gelip, ona uydum diye niyet ederekten nafile namaz kılabilir. Her ikisi de sevap alırlar.--ÊSûre-i Bakara 48 sayfa... Birer dakika sürse, 48 dakika eder; yâni, bir saate yakın... Adam yorulmuş. "Şimdi bu, Amenerrasûlü'yü bitirince rükûa gider." diye düşünmüş. Bakmış ki, Âl-i İmran'a geçmiş. "Hadi bakalım, sabredeyim. Bu da bitince elbette rükûa gider." demiş. Sûre-i Nisâ'ya atlamış... "Kaçacaktım artık!" diyor. Tahammül olmuyor insanlarda...

Cenâb-ı Peygamber ise, böyle tahammülün fevkinde ibâdet ederken Sûre-i Tâhâ nazil olmuş:

(Tâhâ. Mâ enzelnâ aleykel kur'ane liteşka.) (Tâhâ:1-2) "Biz sana Kur'ân'ı kendine bu kadar meşakkat veresin diye indirmedik ki! Ne bu kadar kendini yoruyorsun?.."

Cemaat diyor ki: "Yâ Rasûlallah! Senin geçmişin de affolunmuş, geleceğin de... Neden bu kadar kendini yoruyorsun?.." Demiş: (Efelâ ekûnü abden şekûrâ?) "Ben Allah'ın nimetlerine karşı şükredici bir kul olmayayım mı?.. Beni affetti diyerekten, uzanıp da yatayım mı?"

Allaaah... Biz bu kadar günahlarımızla neler yapıyoruz yâ Rabbi!.. Rahmetin bol yâ Rabbi...

560/4 (Kân, yükebbiru beyne ad'âfel hutbeh) Bayram hutbelerini okurlarken, hutbe esnasında tekbir alırlarmış: "Allahu ekber... Allahu ekber..." Biz de yapıyoruz ya... Ama biz çıkarken yapıyoruz, bir de inerken yapıyoruz. Burda hutbelerin arasında tekrarlıyor tekbirleri... (yüksirüt tekbîr) Ve bunu çoğaltıyor. (fî hutbetil ıydeyn.) İki bayram hutbelerinde... Gerek ramazan bayramı, gerek kurban bayramı hutbelerinde, bunu böyle arttırıyorlar.

560/5 (Kân, yektehılü bil ismid ve hüve sâim.) Oruçlu oldukları halde, gözlerine sürme çekiyorlar.

"Gözlere sürme çekmek, gözleri cilâlandırır." derler. Rasûl-i Ekrem SAS yapmış, biz de yapabilsek iyi ama; bu ismid denilen sürmeyi bizim burada bulmak da mümkün değildir.

560/6 (Kân, yektehılü külle leyletin) Her gece gözlerine sürme çekerlermiş. (ve yahtecimü külle şehrin) Her ay hacamat olurlarmış. Çünkü, bizim kış gibi değil; orda kışın da sıcak havalar... Her ay hacamat mümkün oluyor.

Her ay hacamat ve her gün göz sürmesi... Allah, bizlere de nasib etsin...

560/8 (Kân, yüksirül kınâ') Ekseriyetle yüzlerini örterlerdi.

Arapların yüzlerini örtme şekli vardır. Böyle, çenelerinin altından kapayıp ancak gözlerini bırakmak, ağızlarını kapamak sûretiyle yüzlerini örterler. Sıcak havalarda havayı doğrudan doğruya teneffüs etmek insana zarar verir. O, ağzı kapayan örtünün altından olan teneffüsle, insan kendisini daha iyi muhafaza edebiliyormuş. Hem sıcağın hararetinden, hem de bu nefeslerin tasfiyesinden bunun faydası çok oluyormuş.

(ve yüksirü dühne re'sihî) Ve başına çok yağ dökerlermiş. Nasıl yağsa artık... Zeytinyağı meselâ, "Hem başı serin tutar, hem de muzır olan mahlûkları öldürür." derler. Sürerler onlar, nasıl sürerlerse... Orda vücudlarına da sürerlermiş. Bu yağ sürme, vücutları da hararetten muhafazaya vesîle olurmuş. Hangi yağ olursa olsun... Çiçek yağları var; meyvalardan, nebatlardan çıkan çeşitli yağlar var...

560/9 (Kân, yüksirüz zikr, ve yekıllül lağv, ve yütîlüs salâh, ve yukassirül hutbeh, ve kâne lâ ye'nefü velâ yestekbir, en yümşiye meal ermileti vel miskînü vel abd, hattâ yakdıye lehû hâceteh.)

Zikrullahı çok yaparlarmış. Zikirler mâlûm, Kur'an okumakla da olur, "Allah... Allah..." demekle de olur, başka kitaplar okumak sûretiyle de olur. Gönülden Allah-u Teâlâ'nın unutulmaması, çıkarılmaması... Gönülde Allah-u Teâlâ'nın muhafaza edilebilmesi zikrullaha bağlıdır. Zikrullah neticesinde, Allah-u Teâlâ'nın gönülde muhafazası mümkün olur.

(ve yekıllül lağv) Boş sözü kat'iyyen söylemedikleri gibi (ve yütîlüs salâh) namazı çok uzatırlarmış. (ve yukassirül hutbeh) Hutbeleri de kısa yaparlarmış. (ve kâne lâ ye'nefü...) Bu hadis uzun, bunu gelecek dersimize bırakalım.

Allah kusurlarımızı affetsin... Cenâb-ı Peygamber'in şefâatine nâil etsin inşaallah cümlemizi... Ve onun sünnet-i seniyyesine ittibâ da nasîb etsin hepimize...

El fâtiha!..