Mehmed Zahid Kotku (RhA)

İhyâ'dan okuduğum bir dersi size söylemek isteyeceğim. Anlatabilirsem ne alâ:

Câbir RA rivayet ediyor: Biz toplu bir yerde oturuyorduk, bir kaç kişi vardı. Rasûl-i Ekrem SAS çıkageldi ve bize dedi ki: (Yâ ma'şerel-müslimîn!) "Ey müslüman cemaat! (İttekullàh, ve sılû erhàmeküm) Ey müslümanlar, Allah'tan korkun!.."

Bu kelime üzerinde Kur'an-ı Azimüşşan'da bir çok ayette durulur. Bir çok hadiste bize hep Allah korkusundan bahsedilir. Allah korkusu olmayınca hiçbir iş olmaz. İmanın kökü Allah korkusuna bağlıdır. Allah korkusu olsa, dünya balla kaymak olur. İbadetleri, Allah korkusu olanlar yapar. Allah korkusu kendisinde olan insan, ibadetlerine devam eder. Allah korkusu kendisinde olan insan, günahlardan kaçar ve korkar. Çünkü, ibadetleri Allah sever; haramları da sevmez. Haram şeylere cehennemi vaad etmiş; amel işleyenlere de cenneti vaad etmiş... Binâen aleyh,

(Re'sül-hikmeti mehàfetullah) Hikmetin başı, Allah korkusudur." Allah korkusu olmayınca, hiçbir şey olmaz... Hikmetin mânâsı çok geniş. Onun için, imanın kökü Allah korkusudur. İlmin başı Allah korkusudur. Bir ilimde Allah korkusu yoksa, zarardan başka bir şey değildir. Efendimiz SAS diyor ki:

(Allàhümme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa') "Fayda vermeyen ilimden yâ Rabbi, sana sığınırım." Binâen aleyh faydalı ilim, Allah'tan kendisinin korkusunu artıran bir ilimdir. Ne olursan ol; yalnız, içinde Allah korkusu olsun da, emr-i ilâhiyeye itaat edip, Allah'ın yasaklarından kaçınabilesin.

Altından geliyor, sıla-i rahim.. Sıla-i rahim: Akraba ü taallûkàtını --amca, dayı, teyze, hala vs.-- ziyaret etmek, onların hukukuna riayet etmek...

Akrabadan daha kuvvetlidir komşu!.. Çünkü, akrabanın herbiri bir taraftadır; kimisi İzmir'de, kimisi Erzurum'da, kimisi bilmem nerde... Başının sıkıştığı vakitte sana yetişecek olan komşudur. Onun için, komşunun hukuku, akraba ü taallukat hukukundan aşağı değildir. Binâen aleyh, sıla-ı rahim yapın; hem akraba ü taallûkàtınıza, hem de komşularınıza karşı nâfî olun.

Şimdiki insan komşusunu tanımıyor, alâkası da yok. Hepimiz öyle, umûmî... Halbuki, İslâm'da komşunun o kadar kıymeti var ki... Evini satarken, evvelâ komşusuna söyleyeceksin:

"--Ben bu evi satıyorum, sen alacaksan sana vereyim?"

Sen dersen ki, "Bir milyon isterim, filanca veriyor." O da derse ki, "Benim bir milyon vermeye gücüm yetmez ama, yediyüzbin lira vereyim." Yediyüzbin liraya komşuya vereceksin, bir milyona başkasına vermeyeceksin... Komşu hakkı, bu... Buna da riayet edenimiz kaç tane çıkar, bilmem.

Sıla-ı rahim yapınız; çünkü, sevap cihetinden sıla-i rahimden daha çabuk sevap yoktur. En çok sevap sıla-i rahimdedir. (İyyâküm vel-bağy) Zulümden sakınınız! Çünkü, en çabuk musibeti olan şey zulümdür; cezası çabuk olur. Valideyninize asi olmayın! Çünkü, cennetin kokusu bin yıllık yoldan duyulur; anasına babasına asi olan bu kokuyu bile duyamayacak.

Geçenki derste nasıldı: O kadar ibadet ediyor ki çocuk, sararmış solmuş, incelmiş, zayıflamış, bir şeysi kalmamış; iğne-iplik kalmış... "Anan baban senden razı olmadıkça, ben senden razı olmam!" diyor Allah...

Senin evvelâ, ananı babanı kendinden razı etmen şart!.. Öyle ki, anne baban senin için "Allah ömrünü uzun etsin! Tuttuğun toprak altın olsun!" diyecek halde olmalı... Evlad anasına karşı bu kadar mutî olmalı.

Binâen aleyh, sıla-i rahim yapınız, sevabı çok çabuk gelir. Zulümden sakınınız, azabı çok çabuk gelir. Valideyninize karşı asi olmayınız; çünkü cenneti kokusu bin yıllık yoldan duyulurken, onu duyamazsınız.

Allah hepimizin kusurunu affetsin... Bu akşam cuma gecesidir. O televizyonlar, boş şeyler; hepimizin hoşuna da gider. Bunlar saatlerce bizi meşgul eder. Bakarız bakarız, hayran hayran seyrederiz. Şimdi, bu akşam cuma gecesi; bir Sûre-i Kehf'i oku bakalım!.. Bir de Sûre-i Duhàn'ı oku bakalım! Tebâreke'yi de oku, Amme'yi de oku arkasından!.. Allah'a dua et, yalvar!.. Sevaplarını da dedelerimize, babalarımıza hediye edelim de, onlar da sevinsinler kabirlerinde; "Çok şükür yâ Rabbi, iyi bir evlâd bırakmışız da, bak bizi hatırlıyor." diyerekten.

Hepimize değil her akşam, hatta her namazın arkasından, beş vakit namazın arkasından, akraba ü taallükatımıza dua etmek, ana-babalarımıza dua etmek vazifelerimizin başında geliyor. Onlara dua etmeyenlerin rızıkları kesiktir, diyor Efendimiz. Yâni, mâneviyatları olmaz onların. Maddiyatları ne kadar olursa olsun ama, mâneviyatları olmaz. Dâimâ nefislerine mağlub, şehvetlerine mağlub, şeytana karşı da mağlub olurlar. İmdâd-ı ilâhiyye verilmeyince, insan kendi kendine ne yapabilir? Hiçbir şey yapamaz. Hepimiz ölüme mahkum bir nesneyiz...

Binâen aleyh mezarını unutma!.. Ölüm, gözün ile kaşının arasındadır. Ne zaman geleceğini Allah bilir. Onun saati, dakikası yok; gençliğe, ihtiyarlığa bakmaz. Ne zaman gelecekse hazır olmak için, ölümü çok düşünmek lazım! Çünkü, ölüm insanı bu dünyadan ayırıyor; fakat, hakikatta Allah'a kavuşturuyor. Binâen aleyh, öyle bir ölüm olsun ki, Allah bizden razı olduğu halde ona kavuşalım... Allah bizden razı olmadığı halde ölüm, çok felaket!..

Onun için, Cenâb-ı Hak cümlemizi affetsin.. Sizlerden de bir ricam olsun: Mutlaka Kur'an-ı Kerim'i öğrenmeye çalışın!.. Dünya paraları burda kalacak, servetler burda kalacak, bütün şeyler burda kalacak... Bir kefene sarıp götürecekler bizi... Orda, Kur'an'ımız neyse onunla haşrolacağız. Binâen aleyh, Kur'an'ı öğreniniz!

Yalnız şunu da hatırlatayım: Almanya'dan bir doktor ahbabımız geldi. İngiltere'ye gitmişler. İngiltere'de, İngiliz asıllı kişilerden iman ü İslâm ile müşerref olmuş bir çok profesör, doçent ve bunun gibi kimselere rast gelmişler. Onlar bir köy almışlar, o köye toplanmışlar; bütün gün imanlarının ve İslâmiyetin nasıl kuvvetli olacağını mütalaa ediyorlarmış... İslam'ın kökü nedir: Arapça... Öyleyse Arapçayı öğrenelim diye kasdetmişler; cayır cayır çalışıyorlarmış...

Bize Allah, her türlü fırsatı vermişken, biz bu İngilizceyi öğrenebiliyoruz, Fransızcayı öğrenebiliyoruz, Almancayı öğrenebiliyoruz da, dinimizin kökü olan Kur'an-ı Kerim'i neden öğrenmeyelim?.. O kadar zor bir şey mi?.. Fransızca'dan da zor değil, Almanca'dan da zor değil; hepsinden kolay!.. Zaten lisanımızın çoğu onların kelimeleri ile dolu.

Onun için, Allah hepimizi affetsin... İman ile ahirete göçmek isteyen, Kur'an'a yapışsın, Kur'an'a sarılsın. Bizim için saadet-i dareyn ancak Kur'an yoludur. Kur'an yolu ile amel etmiş olsak; ne kimse kimseyi hor görür, ne kimse kimseye yan bakar... Yan da bakmaz. Herkes elinden geldiği kadar birbirine hürmet ve saygı gösterir. Allah'tan korktuktan sonra, bir cami dolusu altın olarak birisine versen de, şu adamı öldür desen, öldürebelir mi kardeş?.. Bir müslüman bunu yapabilir mi?.. Allah'tan korkan bunu yapabilir mi?.. Yapamaz... Bunu kim yapar?.. Allah'ı tanımayan yapar. E biz de onların arasına mı katılalım?

Allah'ın verdiği can. Biz vermedik ki o canı, onu veren Allah... Hepsi Allah'ın kulu. İnsan bir tavuğu bile keserken düşünüyor da, Allah kulunu nasıl olur da öldürür böyle?.. Demek ki, kabahat hep bizde ki, insanların Allah'sız olmalarına göz yummuşuz. Musibet başımıza gelince, "Vah, vah, vah, neden oldu?" diyoruz. Neden olacak, meydanda işte...

Allah hepimizi affetsin... Bu akşam yatmazdan evvel, yeni bir abdest alın; hiç olmazsa dört rekat namaz kılın! Mümkün oldukça okumak bilmiyorsak, hiç olmazsa Kulhüvallàhu ehad'ı, Elham'ı, daha kısa surelerden bildiklerimizi çokça okumak suretiyle, ecdadımızın ruhlarına hediye edelim!.. Hoca efendi dua okudu, biz de âmin dedik; o umûmî bir dua... Herkesin kendisinin, kendi akrabasının adlarını anaraktan, "Anamın babamın, filânın ruhlarına hediye ettim!" demesi, elbette umûmî bir duadan daha güzeldir.

Allah hepimizi affetsin... Kusurlarımızı affedin! Allah cümlemize iman-ı kamil, ahlâk-ı hasene ihsân buyursun...

Kasîde-i Bür'e'den beraberce okuyalım:

Hüvel-habîbüllezî türcâ şefâatühû,
Likülli hevlin minel-ehvâli muktehimi.

Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ;
Alâ habîbike hayril-halkı küllihimi.

(Üç defa okundu.)

El-fâtihah!..

21 Aralık 1978 Perşembe

(Yatsı namazından sonra)