Mehmed Zahid Kotku (RhA)

ANA-BABAYA İSYAN

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-âkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Sizlere hacca gitmeden evvel, anaya babaya itaatin lüzûmundan bahsediyordum. Şimdi de, anaya babaya itaatsizliğin cezasının ne kadar ağır olduğunu duyurmak istiyorum. Bu ana baba işi çok feci bir işmiş, yâni.. Şimdi öğrensek de geçti bizden; vaktiyle öğrenmek lâzımdı. Onun için, genç kardeşlere şimdi tavsiye edeceğim.

Ananın babanın kıymetini bilmek lâzım!.. Ana-babanın kıymetini bilip de onun rızasını almadan, yaptığımız işlerde muvaffak olmanın imkânı yok... İstersen bey ol, istersen paşa ol; ne olursan ol, kıymeti yok yâni.

Buhàrî ve Müslim hadisidir. Cenâb-ı Peygamber diyor ki: "Size büyük günahları bildireyim mi?" Üç defa söylemiş. Çeşitli rivayetler var. Bunlar üç tanedir:

Bunun birisi, "Allah'a şirk koşmak, gâvurların yaptığı gibi Allah ikidir, üçtür demek. Karısı var, kızı var demek..." Çirkin şeyler. Elhamdü lillâh onları biz yapmayız, putlara da tapmayız amma, bazı ufak tefek şirkin küçük tabakaları var; inşallah onları da Cenâb-ı Hak afv ü mağfiret eder.

Çünkü, Allah'ın işine karışmak da şirk!.. Onun işine karışmak caiz değil. Bazan yağmur yağdırır, bazan yağdırmaz. Bazan kuraklık verir, bazan fazla yağmur verir... Onun işine karışmak iyi değil. Bu, şirkin affolunan kısımlarıdır; ötekiler felâket... Birisi bu.

İkincisi: (Ukkul-vâlideyn) "Valideyne âsî olmak." Ana-babanın sözününü dinlememek, onların hatırını kırmak, onları incitmek. Onlara, senin aklın ne erer demek... Okumuş, belki de profesör olmuş, ne olursa olsun; anasına babasına böyle çirkin sözler söylemek, valideyne isyanın içine girer.

Bunları söylerken Cenâb-ı Peygamber, Kâbe'nin duvarına dayanıyormuş. Derken bir köle gelmiş. Bunun üzerine demiş ki:

(Ve kavlü zûr, ve şehâdeti zûr) "Yalan söz ve yalancı şahitlik kebâirin büyüklerindendir." Büyük günahlardır. Maalesef, insanlar maksatlarına erişebilmek için beş-on kuruşa tenezzül ederekten; bilmedikleri halde bildik, görmedikleri halde gördük diyerek şahitlik ediyorlar. Hakim de ne diyecek, o şahitlerin şahitliğine göre hükmü veriyor. Bu çok büyük bir hata ve kusurdur.

Onun için, Cenab-ı Peygamber o kadar tekrarlamış ki bu sözü, etrafında olanlar, "Ah ne olurdu sakin olsaydı Rasûlüllah..." diyorlarmış. Heyecana gelmiş yâni... Buhàrî ve Müslim, bir de Tirmizî Hazretleri bunu rivayet etmiş.

Yine Buhàrî'nin bir rivayetinde kebâir:

(Eşşirkü billâh) "Allah'a şirk koşmak." Bunun kısa bir misâlini söyleyeyim. Bâyezid-i Bestami Hazretleri demiş ki:

"--Yâ Rabbi, ben hiç şirk koşmadım!"

Bâyezid malum meşhur bir evliyâ. Demiş ki:

"--Yâ, filan vakitte süt içtin de, karnın ağrıdıydı. O karnının ağrısını sütten bildin, benden bilmedin!" demiş. İncelik noktaları...

Bu zatlardan birisi de, Abdülkadir-i Geylani'nin huzuruna gelmiş. Yağmur yağıyormuş çöle... Çöle yağmur yağarken demiş ki:

"--Yâ Rabbi, çölde suya ne ihtiyaç var? Bu yağmur bizim memlekete yağsaydı, mahsuller güzel olurdu. Bu çöl, kum, bir şey olmaz burda; suya yağmura lüzum yok..." demiş.

Abdülkàdir-i Geylâni'yi ziyaret edip gittikten sonra, kapısında bekleyen dervişe demiş ki:

"--Bu zat, yüksek bir veliydi ama düştü mevkiinden..." demiş.

"--Neden efendim?"

"--İşte, Allah'ın işine karıştı; bu yağmuru çöle vereceğine bizim memlekete vereydin, diye hatırından geçirdi." demiş.

"--Biliyor mu?.."

"--Bilmiyor." demiş.

O derviş yetişmiş arkasından, demiş:

"--Sen böyle bir hata etmişsin..."

Hemen tevbekâr olmuş. Boynuna ip taktırmış, kendisini sürüklettirmiş. "Allah'ın işine karışanın cezası budur." diyerekten.. Allah affetsin... Allah'ın işine karışma!..

O kafirler şirk yapıyorlar; ikidir diyor, üçtür diyor; gecenin Allah'ı var, gündüzün Allah'ı var; sıcağın Allah'ı var, soğuğun Allah'ı var; hayr edici Allah var, şer edici Allah var diye bir sürü Allah zikrederler. Kâbe zabtolunduğu vakitte 360 taneydi bunlar; hepsini kırdı attı Peygamber Efendimiz... Elhamdü lillâh, onlardan şimdi yok ama, böyle ufak tefek bazı hatalarımız olur. Onu da Allah affeder.

Şirke gelince;

(İnneş-şirke lezulmün azîm.) Her günahı affeder Allah şirki affetmez.

İkincisi, bunun yanında, (Ukkul-vâlideyn) "Ana babaya asi olmak" çıktı. Allah'a şirkle, ana babaya asi olmak bir arada zikrolunuyor. Üçüncüsü, (Katlün-nefs) "Adam öldürmek." Şimdi bakın işin ehemmiyetine: Adam öldürmekle ana-babaya asi olmak yanyana. Ha adam öldürmüşsün, ha ana babaya asi olmuşsun; aynı günah işleniyor.

Birisi de, (Yemînül-gamûs) "Yalan yere yemin etmek." Bu şimdi pek bollandı. Vallà, billâ diyerekten herkes söyler bunu... Pazarda satacak bir patates, bir domates; vallà bu fiata, billà şu fiata aldım deyip bir de yalanını katar. Yalanına bir de yemin ekler. Bu çok büyük hatadır. Doğruyu söyle; alırsa alır, almazsa almaz.

Gamûs, gams'ten; batmak... Suya batan adama (Gamese) "Suya battı." derler. Bu da günaha batırıyor. Günah da cehenneme batırıyor nihayet...

Bu günahlar bir başka rivayette de şöyle bildiriliyor: İnd-i ilâhîde, kıyamet gününde büyük günahlardan birisi Allah'a şirk koşmaktır. İkincisi, mü'min bir nefsi öldürmek, haksız yere... Kanun idam cezası verirse, o müstehak; fakat, böyle bir şey olmadan keyfi öldürürse... Birisi de, harp meydanında düşmanla karşılaşacağı bir anda; iki kıt'a birbirine girişmiş o anda, kurtulmayı kaçmakta buluyor. Bunun günahı ile ana-babaya asi olmanın günahı; adam öldürme, harbden kaçma, şirk etme günahları ile ana-babaya isyan aynı seviyede...

Bir de, (zemmül-mühsane) namuslu kadına iftira ediyor. Bir de sihir var ya --Allah esirgeye-- onu öğreniyor. Yapmak ayrı, öğrenmek de ayrı; öğrenmesi de günah!.. "Öğren de yapma!" derler ama, ne lüzumu var? Onu öğreneceğine Kur'an'ı öğren, başka bir faydalı ilim öğren!..

Daha; (ve eklür-ribâ) faiz yemek... Bir de, (ve eklül-mâlel-yetîm) yetim malını yemek. Yetim malını yemek, ateş yemek gibidir. Tabii, mâsum çocuk ne bilecek? Anasından, babasından bir şey kalmıştır; fakat onu idare edecek adam --amca, dayı neyse-- keyfe mâ yeşâ harcar paraları... İstediği gibi yer içer; caiz değil. Yetimin malını muhafaza edecek. Ancak, yetimin malını çoğaltmak için kullanabilirse ne âlâ... Yalnız, kullanan adam isterse nafakası kadar alır.

Yine burda bize anlatılan şey, ana-babaya isyanın ne kadar ağır ve kötü bir şey olduğunu duyurmaktır. Bu günahlarla beraber oluyor.

Bir büyüğü daha:

"Üç kişiye Allah-u Teàlâ kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmayacak." İnsan sevdiğine güler yüzle bakar, sevmediğine de bakmaz. Bunlardan birisi: (Àkkun livâlideyhi) "Valideyne asi olan insana, Allah rahmet nazarıyla bakmayacak!" Bakmadı mı, yandı demektir. Allah'ın rahmetinden mahrum kalmıştır.

İkincisi: (Ve müdminül-hamr) "İçkiye devam eden insan." Burada hamr geçiyorsa da, her içki bunun içine dahildir.

Üçüncüsü: (Vel-mennân) "Verdiklerini başa kakan." İcabında iyilikler yapmıştır. Sonra bir gün gelmiş kızmıştır: "Ulan, ben sana bu kadar iyilikler yaptım da, sen bugün nankörlük yapıyorsun bana!" diyerekten, onun başına kakıyor. Bakın, bu da öteki günahlarla bir seviyede... Başa kakmak, o zavallıyı böyle hakir düşürmek, onu rahatsız etmek, pek iyi bir şey olmuyor. Bu üçünün yüzüne bakmıyor Allah.

Bir üçü de, (Lâ yedhulül-cenneh), cennete girmeyecek! Birisi: (El-àkkul-vâlideyn) "Valideynine asi olan adam cenneti ummasın!"

Hatta şöyle bir hikâye gördüm: Isfahan şehrinden bir hacı efendi hacca gelmiş, 30 seneden beri de orda ikamet ediyor ve Allah'a yalvarıyor ki, beni affet diyerekten... Her sene bir veli gider, "Senin haccının kabul olmadığını Allah bana bildirdi, ben de geldim sana bildirmeğe..." dermiş. O adam tabii, ağlaya sızlaya yine devam edermiş.

Gençlik iktizâsı sarhoş olmuş. O sarhoşluğunda, anası buna yapma evladım dediyse de, kızarak anasına bir tokat vurmuş; anasının da dişi kırılmış. Anası buna kahrolasın mı dedi, ne dediyse gayri... Bu da artık ne kadar yalvardıysa, --anası da biraz katı yürekli anlaşılan-- affetmemiş... Bu adam gelmiş Kâbe'ye affettiririm diye yalvarmaya. O sene de Mâlik ibn-i Dinar isminde bir zat hacca gitmiş:

"--Yâ Rabbi, acaba hacıların içinde haccını kabul etmediğin adam var mı ki?" demiş.

Velilere ilham olur.

"--Filân yerdeki, filân memleketli hacının haccını kabul etmedim, başka hepsininkini kabul ettim." denilmiş.

Gitmiş, aramış bulmuş adamı; demiş:

"--Yahu, sen ne yaptın böyle?.."

"--Sorma, böyle bir kabahat yaptım." demiş. Onun için, ana-babaya asi olmak çok fena... Affı da çok zor.

Burda ilk evvelâ cennete girmeyecek, (El-àkkul-vâlideyn) "Anasına babasına asi olan." Bağırmak kolay, bağırıp çağırmak kolay; fakat, onun gönlü incindikten sonra onu tamir çok zor... Ne derler: "Kalb sırça bir saraydır, kırılınca tamiri müşkildir." Ne ananın babanın, ne de başkasının kalbini kır; kimsenin kalbini kırma! Her kalbde bir aslan yatar. Hepsi Allah'ın kulu...

İkincisi, deyyus; yâni iffetsiz adam, ailesini sakınmayan adam, ailesinin kötülüklerine göz yuman adam...

Üçüncüsü de, racule; kadının erkek elbisesine girişi, kadının da ceket pantolon giyip erkek gibi gezmesi... Bunların hiçbirisi caiz değildir.

Bir tane daha okuyayım:

(Yürâhu rîhul-cenneh, min mesîreti hamsi mieti âm) "Cennetin kokusu tam beşyüz yıllık yoldan duyulur." O kadar güzel bir koku... O kadar uzaklara kadar yayılır. "Fakat bunun kokusunu duyamaz, yaptığı amelleri başa kakanlar." Yukarıda da geçti. "İkincisi, ana babaya asi olanlar. Üçüncüsü de, içkiye devam edenler." Bizim dersimiz içki bahsi değil, öteki de değil; ana babaya asi olan kimse cennete giremeyecek, onu duyurmak...

Ebû Ümâme Hazretleri Rasûlüllah SAV'in sahabesindendir. Müslüman olmuş, Rasûlüllah'ın yanında bir müddet hizmet etmiş. Rasûlüllah demiş ki:

"--Sen de git, kavmini imana davet et! Burda benim yanımda oturmakla ne olacak; kavmini imana davet et!"

"--Peki yâ Rasûlallah!" demiş, gitmiş kavmine:

"--Yâ bunların hükmü geçti, Allah'ın Rasûlü geldi. Allah birdir, şeriki naziri yoktur, mülkün sahibidir." demiş.

İşte, bizim bildiğimiz Allah'ı tarif etmiş. Onlar da develerini sulamaya gelmişler:

"--Sen bizim aramıza fitne sokuyorsun; bizi ecdadımızdan gördüğümüz ibadetlerden alıkoydun; ne fena adamsın sen!" diyerekten çıkışmışlar.

O zat da orada bunalmış, biraz su içmek istemiş. Su da vermemişler. "Sen öl burada..." demişler. Fakat Cenab-ı Hakk'ın rahmeti, orada okuduğu şeylerle hepsi imana gelmiş.

Yalnız, imana ihlâs ile davet edici olmak lâzım! İhlâs ile davet etti miydi, Allah esbabını halkeder; imana gelir insanlar. Menfaat için olursa, olmaz.

Burda da, "Üç kişiden ne farzları, ne nafileleri kabul olunur." buyruluyor. Bu çok mühim: Ne farz ibadetleri kabul olur, ne de nafile yaptığı ibadetleri kabul olur. Kim bunlar?.. Onlardan birisi, Anaya babaya asi olanlar. Allah kusurumuzu affetsin... Bunları duyurmak isteyeceğim ama, ezan da okunuyor galiba?.. Allah cümlemizi affetsin... Tevfîkat-ı samedâniyyesine mazhar eylesin...

Allah bizi çok güzel bir mahlûk olarak yaratmıştır. En güzel mahlûk biziz. Çok mahlûkları var Allah'ın... Melekler var, hiç günah işlemezler; biz onlardan efdalizdir. Yaratılışları onların öyle, ellerinden gelmez fenalık... Fakat, biz nefislerimizi ıslah edebildiğimiz takdirde, o günahsız meleklerden daha iyi oluruz, izn-i ilâhiyye ile...

Onun için, en güzel bir mahlukuz. İki şeyden ibaretiz, buna dikkatinizi çok rica edeceğim: Bir madde, bir mânâ... Maddemiz; işte toprak olan et, kemik, deri, şu, bu, vücudumuzun dış kısmı. Bunun bir vazifesi var, kafestir bu. Vazifesi kuşu içinde saklamak, kuşu muhafaza etmek... Kuş da gönüldür. Bu kafes bu gönül için yapılmıştır. Bu gönlün muhafazası herkesin vazifesidir.

Zengin olmak vazife değil. Hacı olmak, hoca olmak, şu olmak, bu olmak; hiçbirisi bunların kâfi değil... Allah'ın sevgili kulu olmak için, bu gönlü tamir etmek lâzım, bu gönlü beslemek lâzım!.. Bu gönlü imar etmek lâzım, bu gönlü Allah'ın seveceği bir gönül yapmak lâzım!..

Allah-u Teàlâ insanlara her gün nazar eder. Bu nazarlar cesedlerine değil... Bu güzel, bu çirkin, bu zengin, bu güzel giyinmiş, bu süslü; hiç kıymeti yok... Allah-u Teàlâ'nın nazarı hep gönülleredir. Gönlü bakalım bu adamın ne diyor?.. Nelerle meşgul?.. Fitne fesatla mı meşgul? Hayırlarla mı dolu içerisi?..

Onun için, biz gayretimizi hep bu gönüllerimizin ıslahı için sarfedeceğiz. Allah bize vermiş elhamdü lillâh, gönül bulunur bir nimet değil. O gönlü ıslah etmek için, çalışacağız. Ne zaman?.. Gecede, gündüzde... Neden?.. En büyük nimet... Zengin olmuşsun ne olacak; istersen mezarını altından yaptır, kıymeti yok... O gönül sende olmadıktan sonra bu dünyadan göçersen, yazık ahiretteki haline.

Binâen aleyh, o gönül ancak Allah'ın emirlerine itaatle mâmur olur. Allah'ın emirlerine itaatın başı da, anaya babaya hürmetle başlar. Anaya babaya hürmetle beraber, komşulara da hürmet lâzım!.. Hocalarına da hürmet lâzım, büyüklerine de saygı lâzım; hepsi lâzım bunların. Anasına babasına hürmeti tanımayan insan, başkalarına da saygısı olmayacağına hiç şüphe yok... Saygıyı hiç bilmiyor demek ki. Onun için başa ana-baba konmuş... Ana-babadan itibaren hep büyüklere insan hürmetkar olmalı, saygılı olmalı, sevgili olmalı...

İki şey var: Seveceksin, sevileceksin!.. Sev ve sevil!.. Sevmek için, sevilmek için, ne lâzımsa onu yapacaksın. Meselâ; büyüklere yakışan, sokaklardan geçerken komşu çocuklarını sevindirmek lâzım! Öyle sallana sallana geçmek olmaz. O çocukların eline birer hediyelik tutuşturuverirsin, birer şeker verirsin, bir şeyler verirsin. Çocuklar sevinir bundan, hacı baba geçsin diye bakarlar.

Büyüklere karşı da insan, daima onların yardımlarına koşmalı.. Giderken elinde sepeti varsa, sepetini al; torbası varsa torbasını al, taşıyıver... Büyüklere hürmet et, yolunu kesme, önüne geçme, saygı göster... İşte bunlar hep insanın İslâmlık vazifeleridir.

Allah hepimizi affetsin de, şimdi altta bir ders kaldı ama, onu da gelecek cumaya bırakalım inşallah!..

Ana babaya itaat çok mühim. Hacca gitmeden evvel başladım, şimdi 43. sayfaya geldi; hala ana-baba hakkı bitmiyor. Çok mühim... Hem de acınıyorum yazarken kendi kendime: Acaba bunu kim okuyup da, kim bununla amel edecek?.. Çünkü yetişen nesil, Allah tanımıyor ki, anayı babayı tanısın!.. Allah'ı tanımayan insan, anayı babayı nasıl tanısın? Evvelâ Allah'ı tanıtmak, Allah'ın yoluna sokmak lâzım ki; anayı babayı, büyüklere hürmeti, saygıyı bilsin; insanın kıymetini bilsin.

İnsan öldürmesi kolay, ne olacak; bir kurşun alır götürür insanı.. Fakat, bu kurşunu sıkabilecek ne kadar kuvvet lâzımdır, ne kadar cesaret lâzımdır ki, sen bu Allah'ın yaptığı cesedi öldürüyorsun; bunun mes'uliyeti olmayacak mı?.. Allah sormayacak mı?. Yok imanı; "Dünyada ne yaparsan, öldün bitti." diyor... Bu İslam akidesinde olmadığı gibi, gâvur akidesinde de yok.. Gâvur da inanıyor ahirete. Gâvur da diyor ki, öldükten sonra ahiret var. Yahudi de diyor, Nasrânî de diyor, Rum da diyor, Ermeni de diyor...

Müslümanım deyip de, bu ahireti inkâr edip; vurduğum vurduk, kırdığım kırdık diyen insanın hali ne olur?..

Onun için, en büyük felâket insanları İslâm yolundan ayırmaktır. İslâm yolundan ayrıldıktan sonra, canavardan farkı olmaz onun.. Canavar yine ehvendir; vurursun ölür gider. Fakat, insanın canavarını vurmakla bitmiyor ki...

Allah cümlemizi affetsin... Tevfikat-ı samedâniyyesini ihsan etsin...

El-fâtihah!..

(Cuma namazından sonra musafaha yapıldı. Ayakta dua ettiler:)

Lâ ilâhe ilallàhul-halîmül-kerîm... Sübhànallàhi rabbil-arşil-azîm.. Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Nes'elüke mûcibâti rahmetike... Ve azàimi mağfiretike... Vel-ganimete min külli birrin... Ves-selâmete min külli ismin... Lâ teda'lenâ zenben illâ gafarte... Ve lâ hemmen illâ ferracte... Ve lâ hàceten leke fîhâ ridan, illâ kadaytehâ yâ erhamer-râhimîn!.. Yâ erhamer-râhimîn!.. Yâ erhamer-râhimîn!..

Bu mübarek cumamızı cümle ümmet-i Muhammed hakkında, bizler hakkında da mübarek ve müteyemmin eyle yâ Rabbi... Birçok hayırlı senelere, cumalara sağlık ve afiyetlerle kavuşmak da nasîb ü müyesser eyle... Bu konuşmalardan murad, senin rızanı tahsil için yapılacak amel ve taatlerdir; onları da bize lütfeyle yâ Rabbi!..

Allàhümme innâ nes'elükel-afve vel-àfiyeh... Fid-dîni ved-dünyâ vel-âhireh... Teveffenâ müslimîne ve elhıknâ bis-sàlihîn...

Kısacık bir nasihatim:

İnsan, Allah'ını bilirse, o insandan korkulmaz; Allah'ını bilmeyenden korkulur. "Allah'tan korkmayandan, sen de kork!" derler. Onun için, insan kendini tedkik edecek olursa, Allah'ı bilmeye kafidir. Bu insan, şu güzelliği ile, şu ma'rifeti ile --gökte de bugün uçuyor artık-- bu kendiliğinden, tabiatın iktizasıdır diyerekten körü körüne saplanmak, ne kadar abes!..

Birisi dese ki, "Şu cami, içindeki mobilyasıyla beraber, etrafındakileriyle beraber tabiatın eseridir."; inanan olur mu buna?.. E bu kadar ecrâm-ı semâviyye, ardıyye, bütün mahlûkatıyla beraber tabiatın eseridir dese; buna inanmak ne kadar doğru olur, bilmem?..

Allah kusurlarımızı affetsin de, Allah'ı bilmek ve ona kul olmak devletine Cenâb-ı Hak cümlemizi eriştirsin...

El-fâtihah!..

.........................

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

8 Aralık 1978 Cuma