Mehmed Zahid Kotku (RhA)
ALLAH KORKUSU
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàh!..
Çok değil, bir-iki dakikanızı rica edeceğim.
Evvela şunu hatırlatayım ki, cuma ayrı bir gündür; ibadeti de ayrı bir ibadettir. Namaz bambaşka bir şeydir. Namaz kılan birisinin önünden geçmenin vebalini eğer insan bilmiş olsa, senelerce orda dikilir de, o müslümanın önünden geçmez! Onun önünden geçmek, Allah ile onun arasını bozmak gibidir. Onun için buna dikkatinizi çok rica edeceğim.
İnsan beş dakika daha oturmakla ölmez. Elhamdü lillâh, öyle bir darlık, sıkıntılık içinde değiliz. Bazı müstesna insanlar rahatsız olabilir. O rahatsızlıkları dolayısıyla çıkmak isterlerse, ona bir şey diyemeyiz ama, o da kendisini koruyaraktan, müslüman kardeşine eziyet etmeden çıkabilirse ne a'lâ... Çıkamazsa, oturur beklerse, daha büyük sevaplar alır. Bu ayrı bir mevzu...
Şimdi asıl hoca efendinin söylediği hutbenin ve her cuma da söylenen hutbelerin tesiri olmayıp, bir kulağımızdan girip, diğer kulağımızdan çıkması; bu inkâr kabul etmez bir hakikattir. Her cuma bir çok va'z ü nasihatler dinliyoruz, kitaplar okuyoruz; fakat tesirini de hiç göremiyoruz. (Kellim kellim lâ yenfa') "Konuş konuş, fayda etmez." tabiriyle beraber, herkes yine bildiğini okumaktan vaz geçmiyor. Bu tabii, vehametin vehameti, tehlikenin tehlikesidir.
Onun için, Cenâb-ı Peygamber SAS kurtuluşu üç şeyde bize tarif ediyor. Kurtulma, necât, selâmet üç şeyin altındadır: Birisi,
(Haşyetullàh, fis-sırri vel-alâniyyeh.) Allah korkusunun gönle girmesidir. Hepimiz Allah korkusunu birbirimize tavsiye ederiz de, Allah'dan korkup korkmadığımızı hiç ölçmeyiz. Meselâ, hasta olduğumuz vakitte tansiyonumuzu ölçtürüyoruz; ona aklımız eriyor. Kanımızı ölçtürüyoruz, nasıl diye; ona aklımız eriyor. Fakat, Allah'dan korkup korkmadığımızı hiç ölçtüğümüz yok... Hep menfaatimiz, nefsimizin arzusu neyse, onu yapmaktan da geri kalmıyoruz.
Onun için, haşyetullah deyince, biz Allah'ı bilmiyoruz! Lâ ilâhe illallah diyoruz ama, dilimiz diyor. Lâ ilâhe illallah derken, Allah-u Teàlâ'nın bizi gördüğünü ve bildiğini, her hareketimizden haberdar olduğunu, hatta içimizde saklanan kuruntuları bile bildiğini; yarın yapacağımız, ömrümüz boyunca yapacağımız her şeyi de bildiğini söylüyoruz ama, yine içimize yerleşmiyor.
Şimdi birçok insan der ki:
"--Allah bizi nasıl görecek? Ben görmediğim şeye nasıl inanayım?.."
Şimdi, benim konuşmamı göreniniz var mı? Sesimi göreniniz var mı?.. Kimse görmez sesi, yalnız işitir. İşitmesiyle de, "Haa, ses var!" der. Fakat sağır olursa ne yapalım?.. Sağırsa duymaz; duymadığı için de, sesi inkâr eder. Biz de ona inanalım mı şimdi?..
Aziz kardeş! Allah-u Teàlâ'ya görmediğime inanmam diyen, deliden başka bir şey değildir. Delinin delisidir, hem de zır delidir. Görmediğin senin gözünün önünde... Her gün aldığın havayı görüyor musun sen? Aklını görüyor musun? Gösterir misin aklının nerde olduğunu?.. Fakat bunlar hep cevârihle bilinen, gözümüzle görmek suretiyle, kulağımızla işitmek suretiyle, hislerimizle idrak ettiğimiz şeylerdir.
Sana dense ki: "Şu cami tabiatın eseridir. Vaktiyle işte seller gelmiş, taşlar dikilmiş, şöyle olmuş, böyle olmuş..." İnanan olur mu?.. Kimse inanmaz. Başındaki gayet basit takke, tabiatın eseridir desen kimse inanır mı? Koskoca kainat; ağırlığını kimsenin bilemeyeceği, sayısını da yine kimsenin bilemiyeceği bu koca kainat, nasıl olur da sahipsiz olur?..
O Allah öyle Allah'dır ki, işte bu koca varlığı yaratmış, onun içerisinde de bizi yaratmış. En mümtaz bir mahlûk iken, bize de diyor ki: "Ben sizin her hareketinizi biliyorum. Benim nazarımdan hiçbir şeyiniz kaçmaz. Kaçmaz olduğunu bilin de, gönderdiğim kanun-u ilâhî olan kitâb-ı ilâhîye uyun! Sizin için, ondan başka saadet yoktur."
Onun için saadet istiyorsan, necat istiyorsan haşyetullahı, Allah korkusunu gönle sok!.. Allah korkusunu gönle nasıl sokacaksın? Allah'ı bilmedikçe insan, Allah'dan nasıl korkacak?.. Aslanı görünce korkuyoruz. Neden yahu?.. Aslan parçalar. Yılanı görünce korkuyoruz; ne yapar? Sokar. E, akrep?.. Akrep de öyle... E, Allah?.. Görmüyoruz ki... Görmüyoruz ama, bilmiyor muyuz ki vardır? Hepimiz biliyoruz. Bu koca kainat sahipsiz olmaz, vesselâm.
Onun için, üç şeyden birisi haşyetullah... Bunu gönle sokmak lâzım. Nasıl sokacaksın?.. Yemek değil ki, ağzımızdan akıtalım. Yahut iğne ile enjeksiyon yapalım. Bu Allah-u Teàlâ'nın yolunda, Peygamber'in yolunda giderekten; Allah'ın varlığını iyi bilerek, ma'rifet-i ilâhiyye ile olur.
Allah, bizi yaratan ve bütün hareketlerimizi de yaratan, her şeyimizi gören... "Basîr" diye hafız okuyor. Allah-u Teàlâ dâimâ görmekte... Gece görsün de gündüz görmesin, gündüz görsün de gece görmesin; olmaz. Her an görüyor Allah... Kimi?.. Herkesi görüyor. Nasıl görüyor?.. Aklın erer mi; senin de ermez, benim de ermez. Ama Allah, "Görüyorum!" diyor, "İşitiyorum!" diyor. "Her hareketinizi işitiyorum, görüyorum, biliyorum!" diyor. "Habîrim!" diyor. E, bunu içeriye yerleştir bakalım!..
Dâimâ Kur'an'ı oku, bu ayetler önüne geldi mi biraz titre! Allah'ı iyi düşün!.. O varlığın karşısında eğilmek mecburiyetini hissedersin, ibadet içinden doğar. Hocanın söylemesine de lüzum kalmaz.
Onun için, Allah'ın rızası vâlideynin rızasına bağlı. Neden?.. O seni dünyaya getirdi. Bak, bu kâinatın içerisinde, bu varlığın sahibini görecek, bilecek; ona gideceksin. Onu öğrenmek için geldin buraya... Buraya gelmenin sebebi, o Allah-u Teàlâ'yı tanımak, bilmek ve görmek... Ma'rifetullah diyorlar, o ma'rifetullah burda ele geçecek.
Bu ana-baba bizi buraya getirdi, çöplüğe atar gibi atmadı. İkinci bir ana-baba olarak Allah'ı bize tanıtanlar var. O, bu dünyanın cifesine getirdi; cifeden kurtarıp, saadete eriştirmek için de hocalarımız vasıta... Bu hocalarımız vasıtası ile de biz, Allah-u Teàlâ'ya gitmenin yolunu öğreneceğiz. Kur'an-ı Kerim'i okuyacağız. O Kur'an'ı okumadıkça, Allah korkusu içe inmez!..
İkincisi:
(Vel-adlü) Adalete riayet. Ne zaman?.. (Fil-gadabi ver-rıdà') Her halde adaletten ayrılma!
Üçüncüsü:
(Vel-iktisàd, fil-fakri vel-gınâ) Zengin ol, fakir ol; iktisada riayet et!..
Peygamber'den daha üstün müsün? Onun hayatını niçin beğenmiyorsun, kendine nümûne etmiyorsun?.. O, bir öğün yerdi de, sen niçin beş öğün yiyorsun?.. O, bir şeyle kanaat ederdi de, bazı gün taş bağlardı zavallı karıncağızına... İbret olsun insanlara da, sıkıntılara tahammülü öğrensinler diye. Açlığını kimseye de bildirmezdi.
Onun için, zenginlikte de iktisad, fakirlikte de iktisad... Fakir zaten mecbur iktisad etmeye. Fakat, zengin de mecbur iktisad etmeye... Çünkü, o fakirin hakkı da, o zenginin parası içerisinde... Memleketin saadeti için, zengin-fakir hepimiz iktisada riayet edeceğiz. Çok ihracat yaparız, memleket rahata kavuşur.
Bir adam ilim tahsiline çıkacakmış. O zamanın peygamberi duymuş --İslâm'dan evvel. "Çağırın şu genci, bana gelsin!" demiş. "Seyahate gidecekmiş, ilim tahsil edecekmiş; ona benim nasihatlerim var, o nasihatleri edeyim de öyle gitsin!" demiş. Söylemişler, gelmiş çocuk. Demiş:
"--Evlâd, sen tahsil-i ilme gidiyormuşsun, şunu dinle: Nerede olursan ol, Allah'dan kork! Gecede, gündüzde, nerede olursan ol, her yerde Allah'dan kork! Çünkü Allah seni her yerde görüyor."
Emri hilâfına bir iş yaparsan, o seni görüyor. Polise, jandarmaya, kanuna, şuna buna ihtiyaç yok; Allah görüyor bizzat... İkinci hatırımdan çıktı. Üçüncüde demiş ki:
"--Lokmanı helâl yap, helâlden ye!.."
Hoca efendinin dediği gibi, o dağda adamı soyup da para kazanan adam; o da rızkını yiyor, ama haramdan yiyor. Allah bize akıl vermiş, kitap vermiş, insanlık, İslâmlık vermiş... Helâl ile haramı tanıtmış. Müslümana layık olan helâlden yemektir. Yoksa haram rızık bol... Adamı vurursun alırsın; kasayı da soyarsın, bankayı da soyarsın yersin ama, haram olunca mes'ulsün tabii...
İslâm'ın en büyük esası, mes'uliyet gününü tanımak, ahiret gününü tanımak!.. Allah birdir tanıyor; fakat, öldükten sonra ahiret var deyince düşünüyor insan. Neden düşünüyorsun?.. O seni hiç yoktan yaratan Allah, yarın yine yaratacak...
--Canım, toz toprak olduktan sonra olur mu?..
O eski gâvurların dedikleri gibi, sen de diyorsan, olmaz. Ama, Allah'ı biliyorsan, olur. Allah, tozdan da yapar, tozsuz da yapar adamı!.. Tozsuz da yapar Allah... O öyle bir kuvvetin sahibi. Bu kainatın nesi vardı da, bu kainatı yarattı Allah... Hiç bir şeyi yoktu, hepsini icad etti yarattı. Binâen aleyh, Allah seni beni tekrar niçin yaratamasın yâhu?.. Bu kadar budalalık da olur mu dersiniz?..
Onun için, insanın Allah'tan korkması lâzım, ahiret gününü gözünün önünden ayırmaması lâzım! Defter eline verilecek,
(İkra' kitâbek) "Oku kitabını!" denilecek. Ne okuyacaksın o zaman?.. Onun malını çalmışsın, berikisini öldürmüşsün, berikisini zorla almışın; sonra onları yemişsin. Allah, sormayacak mı onların hesabını?..
Bu kâinatın bir hesap günü var. O hesap gününe ahiret günü diyoruz. Müslüman o güne inanmadıkça müslüman olamaz. Müslüman olabilmesi için ahiret gününe inanması lâzım! Öldükten sonra dirilmeyi, dirildikten sonra da cennet ve cehennemi bilmek lâzım!
Hayyam'ın bana bir şiirini okudular, çok ağrıma gitti. Onun için, Allah'la istihza edercesine çirkin sözler, insana hiç yakışmaz. İnsan bilmeli, ona göre hareket etmeli!
Bir tanecik daha söyleyeyim: Bir zat 80 sandık kitap toplamış, okumuş okumuş... Allah, o zamanın peygamberine demiş ki:
"--O adama söyle, 80 sandık daha kitap doldursa da 160 sandık kitabı olsa, hiç kıymeti yok; bildiğiyle amel etmedikçe!.."
Bildiğiyle amel etmedikce topladığı kitapların kendisine yükten başka faydası yok... Onun için, Sûre-i Cuma'da, "Merkep de taşır kitabı, onun gibi olmayın!" diyor." Merkebin kitap taşıdığı gibi olma, kitabın içindekilerle amel et! Duyduğunu, bildiğini işle... Yoksa, boyna bilgi toplamışsın ne fayda, Allah'ın emrine itaat etmedikçe...
Ona da üç nasihati var ama, bir tanesini söyleyeceğim:
(Velâ tü'zi ehaden minen-nâs) "İnsanlardan hiçbir kimseye eziyet etme yavrum!" demiş. Müslüman-gâvur hiç kimseye ezâ etme!..
Allah cümlemizi affetsin... Tevfîkàt-ı samedâniyyesine mazhar eylesin... Allah'ın yolunda gitmeyenlere tevfikàt-ı ilâhiyye de gelmez, boşuna bir duadır:
"--Yâ Rabbi, bana tevfikını refik et!.."
Neden edecek sana tevfikini refik, gitmiyorsun ki yolundan!..
Cenab-ı Hak yine kusurlarımızı affetsin... Kusurumu affedin! Allah cümlenizi iyilikler, sağlıklar, afiyetlerle bir çok cumalara da nâil eylesin...
El-fâtihah!..
8 Eylül 1978 Cuma