MZK ve TASAVVUF SEMPOZYUMU

GERÇEK İHTİYAÇLAR İLE SINIRSIZ İSTEKLERİN DENGELENMESİNDE TASAVVUF

Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN

Efendim hepinizi selamlıyorum. Bu toplatıyı düzenleyen arkadaşlarımıza da teşekkür ediyorum.

Bugünkü toplum ister Amerikan toplumu, ister Avrupa toplumu, ister bizim toplumumuz olsun büyük bir tüketim yarışı içinde... İnsanlar ister Amerika, ister Avrupa, isterse de Asya ve Afrika kıtasında yaşasınlar, giderek büyük bir köye dönüşen dünyada, bir reklâm saldırısıyla yüzyüzedirler. Hepimiz hergün akıl almaz bir şekilde tüketime koşturuyoruz. Bütün bir insanlık, her gün yeni birşeyler satın almayla öylesine meşgul ediliyor ki; ne düşünmeye, ne doğruyu aramaya ne de yakınlarının dertleriyle ilgilenmeye vakit bulabiliyor. Dünyanın her ülkesinde insanlar, evleriyle alışveriş merkezleri arasında adeta mekik dokuyorlar. Gerçekten ihtiyaç olup olmadığına bakmadan, durmadan birşeyler satınalma, günlük yaşantının vazgeçilmez bir parçası haline gelmekten öte, herkesin özendiği bir hayat tarzına dönüştü.

Evler artık küçük bir fabrika haline geldi. Günümüzde pek çok evde tek bir araba, buzdolabı, televizyon ve telefonla yetinilmiyor. Evler ile pazarlar arasında trafik giderek yoğunlaşıyor. Evin dışındaki yoğun trafik, evlerin içinde de kendini gösteriyor. Ailelerarası ve aileiçi harcama yarışı ekonominin belkemiğini oluşturuyor. Televizyonlar sabahlara kadar kapatılmıyor. Evler beyaz ve kahverengi eşyaların işgali altında. Duvarlar, pencereler, parkeler neredeyse her gün silinip temizleniyor. Evlerin yönetimi büyük bir sanayiye dönüştü. Toplumda herkes şöyle ya da böyle bu sanayinin güclenmesine önemli ölçüde katkılarda bulunuyor. İstanbul'da büyük bir süpermarkete gidildiğinde, toplumun nasıl bir tüketim krizine yakalandığı açıkça gözlenebilir.

İnsanlar, gerçek ihtiyaçlarıyla sınırsız istekleri arasında sonu gelmez bir yarış içindeler. İnsanların karnı tok, sırtı pek ama gözleri aç, istekleri sınırsız... Bir ekonomide gerçek ihtiyaçları karşılamak, bir ölçüde mümkündür. Ancak, sınırsız istekleri tatmin etmek hiç bir zaman mümkün değildir. İnsanların karınları her zaman doyurulabilir; ancak gözlerinin doyurulması imkânsızdır. İnsana bir vadi dolusu ürün verseniz, peşinden ikinci bir ürün dolu vadi ister. İnsanın kazanma yeteneği modern dünyada öylesine istismar edildi ki, açgözlülük bilimin, teknolojinin, ekonominin ve sanatın odak noktası haline getirildi. Bolluk, insanın gerçek ihtiyaçlarını karşılamasından daha çok sınırsız isteklerinin körüklenmesine yolaçtı. İstekleri doyurma için, kazanma yolunda insanın tutum ve davranışlarını belirleyen erdem, erdemsizlik oldu.

Eskiden tutumluluk bir erdemdi. Şimdi ise israf bir erdem. Ne kadar çok harcıyorsanız, ne kadar çok tüketim yapıyorsanız o kadar çok değer kazanıyorsunuz. Tüketim bir statü göstergesi haline geldi. Amerikalıların bir deyimi var: "Arabanızdan daha güzel olamazsınız. Arabanız ne kadar güzel ise; siz de o kadar iyi, o kadar güzelsiniz." Bu tür değer yargıları oluştu. Ve bu değer yargıları sadece Amerika toplumunda, Avrupa toplumunda değil bütün dünyada geçerli hale geldi.

Alışveriş merkezlerinin mâbet gibi ziyaret edildiği bir dönemde, bizler müşlümanlar olarak ne yapabiliriz?.. Alışverişin böylesine yüceltildiği bir yapıda, dünya ile ahiretin bütünleştirilmesi nasıl gerçekleştirilebilir?.. Harcamanın değil, tutumluluğun bir erdem olduğu anlatılmazsa, ihtiyaçlarla isteklerin arasını açmak mümkün olmayacaktır. Ayrıca gerçek ihtiyaçlarla, sınırsız isteklerin arasına metafizik değerler yerleştirilmezse, toplumların çözülmesinin ve dağılmasının önüne geçmek oldukça güçtür.

Tüketimle gelen mutluluğun yerine, üretimle kazanılan erdemi geçirmede, elimizdeki tek kaynak, kutsal kitapların sonuncusu Kur'an'dır. İnsanlığın bilim ve teknolojinin biçimlendirdiği ekonominin haberlerine değil, peygamberlerin verdiği haberlere ihtiyacı var. Ekonominin insan ile Allah arasına yükselttiği duvarları yıkmak için, dünya sevgisiyle kirlenen insan gönlünün, Allah sevgisiyle arıtılması gerekir. Bunun en etkin ve kestirme yolu da, bizim kültürümüzde vazgeçilmez bir yer tutan tasavvuftur.

Tasavvuf, --Sezai Karakoç'un deyişiyle-- "Allah önünde her varı yok görmenin yoludur." Bütün bir hayatı tüketime ayarlayanlar, önünde ya da sonunda, büyük çöküntüyle karşı karşıya gelirler. Çünkü, kim dünyadan sınırsız isteklerini karşılamak için gerçek ihtiyacından daha fazlasını alırsa, farkında olmadan, ölüm sebebini almış olur.

Tasavvuf, en genel anlamıyla, müslümanların az yemesini, az konuşmasını ve az uyumasını öğrenmeleridir. Az uyumasını, az yemesini ve az konuşmasını öğrenenler, alan el değil veren el olmasını da kolaylıkla başarabilirler. Aslında veren el olmasını başaranlar, İslâm'ın ana ilkeleriyle sınirsız isteklerini dizginleyebilenlerdir. O zaman ekonomi gerçek ihtiyaçların karşılanmasına yönelerek, hayatın devam etmesinin vazgeçilmez bir aracına dönüşür. Böylece tasavvufun getirdiği yaşama biçiminde, sınırsız istekler ile gerçek ihtiyaçlar arasında eşsiz bir denge kurulur.

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de tasavvufun yolu, kötü niyetliler tarafından istismar edilebilir. Ancak tasavvuf istismar ediliyor diye, insanın gönlünün zenginleştirilmesinin bir yolu olan tasavvufu, hepten yok saymak mümkün değildir. Çünkü hiç bir müslüman, ayetler yanlış anlaşılıyor diye Kur'an'dan uzak kalamaz. Allah ve Rasûlü'nün sevgisiyle dolmayan gönüller, sınırsız isteklerle güç ve yoğunluk kazanan dünya sevgisiyle dolar. Onlar da Mevlânâ'nın ünlü benzetmesinde olduğu gibi, hayat gemisinin yüzmesine değil batmasına yolaçarlar.

İslâm, Yahya Kemal'in benzetmesiyle, bir cihad medeniyetidir. Cihadın bir yönü içe, bir yönü de dışa dönüktür. Güç olan cihadın içe dönük yönüdür. İç dünyasını güzelleştiremeyenler, dış dünyalarını güzelleştiremezler. Tesbih çekmesini bilmeyenler, silah çekmesini bilmezler. Çünkü tesbih çekmek en kolay; en kolayı başaramayanlar, en zorunu daha zor başarırlar. O yüzden insanlar belirli bir iç dünyanın eğitiminden geçmeden kitap ve sünneti İslamın temel kaynaklarını, hayatlarına geçirmekte zorluk çekebilirler.

İç dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı Mesnevî'de, dış dünyanın zenginleştirilmesinin ışığı da Mukaddime'dedir. Ancak onlar bir bütündür. Kur'an ve Sünnet'in çizdiği çerçeve içinde, biri diğerini zenginleştirerek, inanan insana büyük bir dinamizm kazandırırlar. Hayatın her alanında, inanan bir insandan daha verimli bir kaynak ve daha vurucu bir silâh yoktur.

Ekonominin bütün bir hayatın odak noktasına yerleştirilmesinin sonucu ortaya çıkan sınırsız istekleri dizginlemenin eşsiz araçlarından biri oruçtur. Oruç, müslümanlarda gözü olduğu kadar gönlü de doyurmanın eylemidir. Açgözlülük oruçla giderilir.

Bu yüzden tasavvufta, ramazan ayı dışında da haftada en azından iki gün oruç tutma vazgeçilmez bir yer tutar. Çoğu kez, gün aşırı olmak üzere, Davud Peygamber orucu önerilir. Böylece sınırsız isteklerin önü oruçla kesilir. Müslümanlar, yılda bir ay olan orucu, tasavvufta olduğu gibi bütün bir yıla yayarlarsa, günlük yaşantı eşsiz bir dönüşüme uğrayarak, akılalmaz bir biçimde yalınlaşır. Her alanda yaşanan kaos, büyük olçüde ortadan kalkar.

Tasavvufun değiştiri ve dönüştürü potasında tek tek olgunlaşan, yeri ve zamanı gelince hep birlikte gün aşırı oruç tutmasını bilenler, gerçekten dünyayı değiştirecek gücü ele geçirirler. Aslında müşlümanlar, ellerindeki oruç gibi silahı etkili bir biçimde kullanabilirlerse, dünya ekonomisinin yönünü ve yoğunluğunu büyük ölçüde değiştirebilirler.

Herkes bilir ki, tüketilmeyen bir ürünün en güçlü bir ekonomi içinde bile üretilmesinin ekonomik açıdan hiç bir anlamı yoktur. Çünkü, gelişmiş ekonomilerde üretim gerçek ihtiyaçları karşılamaktan daha çok, sınırsız istekleri tatmin etmeye dönüktür. Oruçla sınırsız isteklerin önünün kesildiği bir toplumda, ekonomi gerçek ihtiyaçları karşılama bilimi olmak zorunda kalır.

Günün insanı, isteklerinin peşinde koşarak, Allah'tan habersiz iç dünyasını zenginleştireceğini sanıyor. Oysa iç dünyanın olgunlaşması Peygamber sevgisiyle silahlanmayı gerektirir. Peygamber sevgisiyle silahlanmayan insanların, kendilerini, çevrelerini ve toplumlarını değiştirmeleri mümkün değildir.

Sınırsız isteklerin bütün bir insanlığı ana sütünün bir çocuğu çektiği gibi peşinden surüklediği, ekonomik yapının dışına çıkabilmek için, tasavvufun yolu içinde olgunlaşarak, gerçek ihtiyaçların bilincine varmak gerekir. O zaman, insan ekonomiye değil ekonomi insana hizmet eder hale gelecektir. Böyle bir yapıda müşlümanlar dünyanın peşinden koşmaz, dünya müslümanların ardından gelir.

Günümüzün problemi, insanların tek tek olgunlaşarak üzerlerine bir yağmur gibi gelen bir mesaj bombardımına karşı hep birlikte hareket edebilmeyi öğrenmektir. Aslında biz müslümanların bugün elimizde, bundan daha güçlü bir silahımız da yoktur. İktisatta bir kural vardır. Tüketiciler bir malı alarak o malı alanları ödüllendirirler. Bir malı alamıyarak da o malı üretenleri cezalandırırlar.

Bugün üzerimize gelen Batı toplumuna karşı elimizdeki en güçlü silah gerçekten budur. Bizi hiç kimse zorlayarak silahla ne kola içiriyor, ne nescafe içiriyor, ne Amerikan dizileri seyrettiriyor, ne de bluejean pantolon giydiriyor, ne de kravat taktırıyor. Hepimiz bunları gönüllü olarak yapıyoruz. Biz hep birlikte hareket ederek bize saldıran medyaya, tüketim ekonomisine karşı tavır takınabilirsek; yeri geldiği zaman, onların ye dediklerini yemeyebilirsek, giy dediklerini giymeyebilirsek, iç dediklerini içmeyebilirsek; biz dünyanın peşinden değil, dünya bizim peşimizden gelir. Günümüzün problemi dünyanın peşinden gitmek değil, dünyayı peşimizden getirmektir.

İnsanların tutum ve davranışlarını basitleştirerek, basit ve sade yaşamasını öğrenerek, bu üzerimize saldıran ekonomiye direnebilir ve o ekonomiyi kendi istediğimiz doğrultuya yöneldirebiliriz. Bunun için elimizde inanmış bir insandan daha güçlü bir silah yoktur. Benim yine, Görünmeyen Üniversite isimli kitabımda detaylı olarak anlatmaya çalıştığım gibi, çağımızın problemlerinin üstesinden gelmede elimizdeki en güçlü silah budur. Biz hiç bir şeyimizle bizden olmayanlara benzemeyerek ve her şeyimizle onlara muhalefet ederek onları hizaya sokabiliriz.

Ben sözü fazla uzatmak istemiyorum. Hepinizi sevgi ile saygı ile tekrar selamlıyorum.

13. 11. 1994 - Eskişehir