Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
YALNIZ VE TOPLU ZİKİR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..
a. Endonezya İlginç Bir Ülke
Size Endonezya'nın Jakarta şehrinden hitap ediyorum. Burası güney yarımkürede oluyor. Şimdi aldığım haberlere göre, İstanbul yoğun kar yağışı altındaymış ve bir hayli zorlanıyormuş İstanbul'daki kardeşlerimiz. Çocuklar kar topu oynuyorlarmış.
Ama burası güneşlik, ekvatora yakın bir yer. Bugün çok da güzel bir havası var. Başka günler kapalı oluyordu, sisli oluyordu. Çünkü burda iki mevsim varmış; bir yağmurlu mevsim, bir güneşli mevsim. Altı ay yağmurlu, altı ay güneşli... İşte muson yağmurları denilen yağmurlar başladı mı, şakır şakır devamlı yağmur yağarmış. Ama bu yağmurlu mevsim geldiği halde, bizim bugün hava gayet güzel. Otelin yirmibeşinci katından denizi görüyorum, vapurların gittiğini görüyorum. Güzel bir yerdeyiz, güzeli bir gündeyiz, sıcak bir yerdeyiz. Soğutucu cihazlar çalışıyor dairemizde, fazla sıcaktan rahatsız olmayalım diye...
İşte böyle ilginç gelebilecek ikinci husus, cuma namazını kıldık. Ben size şimdi burda konuşmayı cumadan sonra yapıyorum. Halbuki siz benim konuşmamı cumadan önce dinleyeceksiz. Burada Türkiye'den beş saat önce güneş doğuyor, beş saat önde gidiyor. Cuma namazı da tabii beş saat önce kılınıyor.
Burda çok güzel bir cami bulduk, cumayı orada kıldık. Adına El-Ezher Camisi demişler. Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi'ne özenerek gàliba...
Evvelki cumayı İstiklâl Camii'nde kılmıştık. İstiklâl Camii güney yarımkürenin veyahut Asya da dahil en büyük camisiymiş. Endonezya'nın istiklâlini remzetmek için, belirtmek için yapılmış çok yeni bir cami. Hükümet sarayının karşısında çok geniş bir alanda gerçekten muhteşem bir cami. Geçen cumayı orda kılmıştık. Fakat ben bu sefer bizim şoföre dedim ki:
"--Çok resmî bir cami olmasın; biraz daha sıcak havalı, resmî ağızlı olmayan bir cami olsun, samîmî bir camiye götür!"
Bu sefer de tarihi bir cami olan El-Ezher Camii'ne getirdiler. Soğan gibi kubbesi olan, üst katı, alt katı olan, üst katında bütün pencereler açık, fırıl fırıl rüzgar esiyor. Çok hoş bir cami... İnşaallah resimlerini alırız da, size televizyonumuzdan belki seyrettirme imkânımız olabilir. İşte böyle bir yerden size cuma konuşmamı yapıyorum...
Endonezya çok ilginç bir ülke. Daha önceleri Avusturalyalı kardeşlerimiz, bizi Avusturalya'ya çağırıyorladı. Ara yerlerde, Singapur'da veya Kuala Lumpur'da mola vererek Avusturalya'ya geçiyorduk... Bu sefer de Jakarta nasib oldu. Ama önceki senelerde Avusturalya'daki kardeşlerimize, "Yâ şu Endonezya'yı bir görsek!" diyorduk. Endonezya'da biraz sıkı bir askerî rejim var, dindar kimseler de hapse atılıyor filân gibi sözler duymuştuk. Fakat biz bir hayli güzel gördük. Zaten buraya ilk gelişimiz ama, o söylenenler gibi görmedik veya biz hissetmedik...
Çok çok büyük bir şehir, 12 milyon nüfusu var. Çok modern, yüksek binaları var. Yepyeni, Amerika'da görülebilecek gibi, Avrupa'da az görülen binalar, çok büyük çarşılar var. Bu bizim Bakırköy'deki Galeria filân gibi, aynı isimle buralarda da toplu çarşılar var. Bizim kaldığımız otelin yanında da öyle. Anlaşılan Avrupalılar buralara çok sermaye getirmişler, çok yatırımlar yapmışlar.
Toplum çok kutuplaşmış durumda... Çok zengin insanlar ve çok zengince yaşam var bir tarafta... Öbür tarafta da gecekondular, çöplerin arasında çok fakir insanlar görülüyor. Hava da soğuk olmadığı için, sadece yağmurdan korunmayı düşünmüşler. Tenekelerden üstünü kapattıları barakacıklarda, bazen bir katlı, bazen iki katlı, derme, çatma çivilenmiş, kontraplaklarla yapılmış barakalarda yaşıyorlar. Önleri çöplük, arkaları çöplük... Allah onlara da iyilik, hoşluk versin...
Endonezya'da gayr-i müslimlerin sayısı çok az, belki % 10, belki % 5... Ama sermaye onların elinde deniliyor. Bütün ülkelerde öyle oluyormuş umûmiyetle... "Paraya hâkim olan, cihana hakim olur!" diye iktisatçıların bir sözünü hatırlıyorum. Önce paraya hâkim olmayı düşünmüşler ama müslümanların da paraya hâkim olanları var Suudlular gibi, Kuveytliler gibi... Onlar bu kuralı uygulayamıyorlar. Yâni paralarıyla cihana hâkim olmak, ayrı bir hüner demek ki....
Allah ümmet-i Muhammed'e iyilikler, hoşluklar versin... Zenginler fakirlerin halinden anlasın, zenginliği onlarla paylaşsın. Hayır hasenât yapsın, fakirlik yok olsun... Hem dünyada, hen ahirette herkes mutlu olsun diye temennî ediyorum.
b. Zikreden Kimsenin Misâli
Bugün ilk hadis-i şerif İmam Buhàrî RA'den. Biraz kendimi İmam Buhàrî Hazretleri'yle hemşehri gibi sayıyorum, kökenimiz Buhara'danmış. Onun Ebû Musa el-Eş'arî RA'den rivâyet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
(Meselüllezî yezküru rabbehû vellezî lâ yezküruhû meselül-hayyi vel-meyyit.) Sadaka rasûlullah...
Niye Buhàrî ismini söyledim? En sağlam hadis-i şeriflerin toplandığı hadis kitaplarının başında, İmam Buhàrî'nin kitabı Sahih-i Buhàrî geliyor. Zaten bizim Diyanet İşleri Başkanlığı da Buhàrî'nin kitabının açıklamasını, on iki cilt ve bir de içindekileri güzelce bulmaya yarayan yardımcı bir ciltle on üç cilt halinde neşretti. Okumanızı tavsiye ederiz. Çok kıymetli bir kaynak kitap. Oradan bir hadis-i şerif söylendi mi, tamam, herkese tatmin duygusu gelir, akan sular durur. "Tamam, İmam Buhàrî rivâyet etmişse sağlamdır hadis-i şerif..." diye.
Bu hadis-i şerif zikirle ilgili. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki bu sahih hadis-i şerifte:
(Meselüllezî yezkürü rabbehû vellezî lâ yezküruhû) "Rabb'ini, Mevlâ'sını, yaradanını zikreden insan ile zikretmeyen insan, (meselül-hayyi vel-meyyit.) diri ile ölmüş kişiye benzer. Yâni Allah'ı zikreden diri gibidir; Allah'ı zikretmeyen ölmüş kişi gibidir, canı çıkmış kişi gibidir."
Demek ki, Allah'ı zikretmek son derece kıymetli ve Allah'ı zikredenler bir çeşit hayatla, hay, yaşam durumunda, yüksek bir manevî yaşama sahipler. Allah'ı zikretmeyenler de maalesef manevî bakımdan ölmüş durumda.
Tabii her cuma çeşit çeşit konuları size okuyarak, konularda bir çeşitlendirme yapmak istiyoruz. Böylece merakı canlı tutmak, ilgiyi canlı tutmak güzel bir şey. Bunu yapmak lâzım. Yeknesaklıktan, hep aynı şekilde, biteviye işin böyle gitmesinden korunması lâzım çalışmaların... Bugün bu zikir konusunu seçtik. Türkiye'de bazı kimseler zikrin bir ibadet olduğunu bilmez. Bazıları çok iyi bilir ve yapar, bazıları hiç bilmez, bazıları da zikrin karşısında... Sanki zikir, sanki elinde tesbih olmak, sanki Allah'ı zikretmek suçmuş gibi düşünür, müslüman olduğu halde...
Müslüman olmayana ne diyelim? Onlar İslâm'ı bile suç olarak görürüler, imanı, ibadeti de suç olarak görürler. Müslümana düşman olurlar. Saldırırlar, öldürürler... Kafkasya'da, Balkanlar'da, Bosna-Hersek'te, başka yerlerde gördüğümüz gibi... Kâfirin tabii huyu öyledir, yâni yılan ısıracak, akrep sokacak... Ona bir şey diyemeyiz ama, mü'minin zikre düşman olması anlaşılır bir şey değil!
Ben anlıyorum tabii, çünkü insanoğlunun aklı çok acayip bir varlık. Bir levha gibi veya hamurdan, her çeşit şekli alabilen bir madde gibi... Birisi onu alıp da yoğurur, bir şekil verirse, hangi şekli verirse akıl öyle oluyor. Yâni biz aklı böyle gerçekleri bulan bir alet diye düşünüyoruz. Ama akıl gerçekleri bulamıyor. Bakıyorsunuz bilmem kaç yüz milyonluk koca Hindistan'da öküze, ineğe tapıyor millet... Öküze tapılır mı?!. Akla sığar mı, mantığa sığar mı?!. Söylesen kıyamet kopar. Gidip de orda:
"--Ya öküze tapmayın!" desen, hindular ayağa kalkarlar, silâhlarına sarılırlar, cami yıkarlar, müslüman öldürürler.
Akla mantığa sığmaz ama yapıyorlar. Japonlar da güneşe tapıyorlar. Bu kadar akıllı, bu kadar çalışkan, bu kadar karınca gibi, arı gibi vızıl vızıl çalışan, delicesine çalışan insanlar, ama inançları bozuk... Demek ki akıl başlı başına, gerçeği bulmaya yeter bir âlet olmuyor. Ayrıca aklın bir şeyle yönlendirilmesi lâzım. İşte, bazılarının akılları, kafaları da hamur gibi olduğu için, onu eline alan, ona bir başka bir şekil verirse; sivri şekil verirse sivri oluyor, yamuk şekil verirse yamuk akıl oluyor.
O zaman akla güvenmemek lâzım. Aklın imanla, vahiyle yönlendirilmesi, doğruyu görecek hale gelmesi lâzım!.. Bir de Allah'ın tevfikinin refîk olması lâzım. Allah yardım ederse oluyor. Allah yardım etmezse, insan gerçekleri göremeyebiliyor.
Elimde Amerika'da verilmiş bir makale vardı. Okuyacağım da inşaallah özetini de size sunacağım. Bu meşhur alim Newton, inanç hakkında çok ilginç şeyler söylemiş. İnşallah onu okuyup, özetini size sunacağım. Çünkü çok meşhur bir kimse... Böyle meşhur kimselerin, böyle akıllı kimselerin fikirlerini bilsinler, öteki insanlar da akıllarını başlarına toplasınlar diye...
Hâsılı Türkiye'de bazıları zikrin karşısında... Niye karşısındasın, zikrin nesi fenâ?.. Allah'ı zikrediyor; Allah'ı zikretmek fenâ mı?.. Kur'an-ı Kerim'de var, hadis-i şerifte var. Kur'an-ı Kerim'de Allah çok zikretmeyi tavsiye buyuruyor. Okuduğum hadis-i şerifte de zikreden kimse canlı, dipdiri bir kimseye benzetiliyor. Zikretmeyen, zikirsiz bir kimse de ölmüş, cansız, işi bitmiş kimseye benzetiliyor. Bu kadar farklı, bu kadar önemli. O halde zikir yapmamız lâzım!..
Bir de şu var aziz ve muhterem kardeşlerim; dünyada her çeşit laf söyleniyor, her çeşit fikir ortaya atılıyor, her çeşit iş yapılıyor. Yâni giyimli gezenler var, giyimsizler var. Çıplaklar var, açıklar var; kapalılar var, örtülüler var, çok örtülüler var vs. vs. İnsanlar çok çeşitli fikirlerde olabiliyor. Biz kendimiz, kendimizin ne olduğunu düşünmeliyiz, nasıl olmamız gerekiyorsa öyle yapmalıyız. Nasıl olmamız gerekiyor?.. İyi müslüman olmamız gerekiyor. İyi müslümanlığın ölçüsü ne?.. Kur'an-ı Kerim'e uygunluk, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifine uygunluk.
Ben niçin size cuma vaazlarında hadis-i şerif okuyorum?.. "Dinin aslını öğrenelim, yanlışlardan kendimizi kurtaralım! Bir takım yaygın, fakat yanlış fikirleri kafamızdan, gönlümüzden, kalbimizden söküp atalım! Yanlışlar yaşamasın içimizde, hayatımıza yanlış yön vermesin!" diye...
c. Toplu Halde Zikretmenin Sevabı
Demek ki, Allah'ı zikretmesi lâzım! Peki tek başına mı zikredecek, toplu mu zikredecek?..
--Toplu zikrederse olmaz, bak ona razı olamam!..
Toplu zikir hakkında da hadis-i şerifler var. Şimdi uzun bir hadis-i şerifi parça parça okuyup, onun anlamını vererek sohbetimi tamamlamak istiyorum.
Bu da revâhuş-şeyhàn diyor. Yâni iki şeyh rivâyet etmiş bu hadis-i şerifi. Tabii burdaki şeyhten maksat, büyük alim demek. Revâhuş-şeyhàn dedi mi, İmam Buhàrî ile İmam Müslim, iki büyük hadis alimi, derya gibi, en yetkili kimse oldukları için onlara o unvan verilmiş. Onların rivâyet ettiği yine sağlam bir hadis-i şerif. Niye size sağlam bir hadis-i şerif okumaya özen gösteriyorum? Çünkü herkes, bir hadis söylense bile arkasından soruyor:
--Bu hadis sahih mi?..
"Evet, bu hadis sahih!" demeyi seviyorum ben. Evet ne istiyorsun yâni? İşte bu hadis-i şerif sahih; dinleyecek misin?.. "Bu hadis sahih mi?" diye sordun; dinleyecek misin, tutacak mısın?.. Bazısı itiraz etmek için soruyor, dinlemek için sormuyor:
--Bu hadis sahih mi?..
"Bu hadis sahih mi?" derken sahih değildir demek istiyor, inkâr etmek istiyor ama, sahih deyince o zaman yüzünü buruşturuyor. Tamam teslim oldum demiyor, kabul demiyor. Kabul etmiyor. O zaman onun, "Hadis sahih mi?" diye sormasının da kıymeti yok, çünkü kötü maksatla soruyor. Doğruyu öğrendikten sonra doğruya uymuyor.
Bu hadis-i şerif de sahih.
(Kàle rasûlüllah SAS:) Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: (İnne lillâhi teàlâ melâiketen yetfûne fit-turkı yeltemisûne ehlez-zikri) Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bazı melekleri vardır ki, onlar yollarda dolaşırlar, zikir ehlini ararlar. Zikir ehlini arayarak, her tarafa dağılıp yollarda dolaşır bu melekler. Allah'ın bazı melekleri zikir yapan insanları arıyorlar, çevreye dağılıyorlar, her tarafta onları arıyorlar.
(Feizâ vecedû kavmen yezkürûnallàhe azze ve celle tenâdev helummû ilâ hàcetiküm) Böyle zikir yapan bir topluluk görürlerse, bir tanesi ararken zikir yapan bir toplulukla karşılaşmışsa, aziz ve celil olan Allah'ı zikreden bir kavme rastlarsa (tenâdev) birbirlerine seslenirler:
"--Hey, tamam; (helummû ilâ hàcetiküm) aradığınız burdaymış, gelin!" diye ötekileri de haberdar ederler.
Öbür melekler de oraya gelir. (Feyehuffûnehüm biecnihâtihim iles-semâid-dünyâ) Kanatlarıyla tâ en yakın semâya, birinci semâya kadar yukarıya, onları çepeçevre çevrelerler, kuşatırlar, bu zikir yapan insanları... Zikir yapan insanları melekler kanatlarıyla kuşatırlar, es-semâed-dünyaya kadar, birinci semâya kadar..."
(Velekad zeyyennes-semâed-dünya bimesàbîhâ) buyruluyor âyet-i kerîmede. Birinci semâ yıldızların olduğu semâdır. Ondan sonra yıldızsız altı semâ daha vardır ki, oraların uzaklığını rakamlar bile ifade edemez.
Yâni kanat verilen melekler, göklere kadar onları çepeçevre sarıyorlar, kuşatıyorlar, kucaklıyorlar. Kucaklama gibi, yâni sevgiden...
(Feyes'elühüm rabbühüm ve hüve a'lemu:) Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi en iyi bildiği halde o meleklerine sorar: (Mâ yeklü ibâdî)
"--Benim kullarım neler söylüyorlar?"
Yâni toplanmış o topluluk neler söylüyorlar diye meleklere Allah-u Teàlâ Hazretleri hitap buyurur. Bildiği halde sorar meleklere...
(Kàle yeklûne yüsebbihûneke ve yükebbirûneke ve yahmedûneke ve yümeccidûneke) Onlar da derler ki:
"--Yâ Rabbî onlar sana tesbih çekiyorlar, tesbih ediyorlar, "Sübhanallah" diyorlar. Sana tekbir getiriyorlar, "Allahu ekber" diyorlar. Sana hamdediyorlar, "Elhamdü lillâh" diyorlar. Senin şânını yüceltiyorlar yâ Rabbî! Senin şânına uygun, senin seveceğin güzel sözleri söyleyerek vakitlerini geçiriyorlar."
(Feyeklu: Hel reevnî?) Allah-u Teàlâ Hazretleri meleklerine sorar ki:
"--Onlar beni gördüler de mi, bana "Lâ ilâhe illallàh" diyorlar, "Allàhu ekber" diyorlar, "Sübhanallàh" diyorlar, hamdediyorlar, şükrediyorlar... Yâni beni gördüler de mi böyle yapıyorlar?"
(Feyeklûne: Lâ, vallàhi mâ raevke)
"--Yemin olsun ki yâ Rabbî onları seni görmedikleri halde böyle yapıyorlar."
Tabii Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni kullar görmez.
(Lâ tüdrikühül-ebsàr, ve hüve yüdrikühül-ebsàr) "Gözler onu göremez." Yâni gözlerin algılayacağı tâkatin üstünde olduğundan görmez. Yoksa Allah-u Teàlâ Hazretleri her yerde hâzır ve nâzırdır. "Ama Allah hepsini görür; gözleri görür, gönülleri görür." Her şeyi bilir, her şeye gücü yeter Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin...
Melekler derler ki: (Lâ vallàhi mâ reevke)
"--Yâ Rabbî sana yemin olsun ki, onlar seni hiç görmediler. Ama sana tesbih ediyorlar, hamdediyorlar, gözyaşları döküyorlar, 'Allah' diyorlar, 'Lâ ilâhe illallah' diyorlar, aşık-ı sâdık işte bunlar...
(Feyekûlü: Keyfe lev reevnî?) Allah-u Teàlâ Hazretleri meleklerine buyurur ki:
"--Beni görseler ne olurdu?"
(Kàle yeklûne: Lev reevke kânû eşedde leke ibadeten) Melekler:
"--Yâ Rabbî, eğer seni görmüş olsalardı ibadetlerini daha aşk ile şevk ile daha çok yaparlardı, daha candan yaparlardı, mest ü hayran olarak yaparladı. (Ve eşedde leke temcîden) Sana daha çok şânına uygun, yücelendirme sözlerini söyleyerek zikir yaparlardı. (Ve eksere leke tesbîhan) Seni daha çok tesbih ederlerdi, 'Sübhanallah' derlerdi. Aşkları, şevkleri ziyâdeleşirdi."
(Feyeklû fe mâzâ yes'elûn) Allah-u Teàlâ Hazretleri meleklerine sorar ki:
"--Peki ne istiyorlar bu kullarım? Yâni böyle toplanmışlar, "Sübhanallàh" diyorlar, "Elhamdü lillâh" diyorlar, "Allahu ekber" diyorlar..."
(Kàle yeklûne yes'elûnekel-cenneh) Derler ki:
"--Yâ Rabbî senden cenneti istiyorlarmış."
(Kàle yeklû ve hel reevhâ) Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki:
"--Onlar cenneti görmüşler de mi istiyorlar?"
(Kàle yeklûne lâ) Derler ki:
"--Hayır, onları cenneti görmeden böyle istiyorlar. (Vallàhi yâ rabbî mâ raevhâ) Onlar cenneti görmüş değiller ey Rabbimiz! Yemin olsun ki, görmüş değiller ama görmeden böyle cennete aşık olmuşlar, cenneti istiyorlar.
(Kàle yeklû: Fekeyfe lev raevhâ?) Bunun üzerine Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki:
"--Eğer cenneti görmüş olsalardı ne yaparlardı?"
(Kàle yeklûne: Lev ennehüm raevhâ kâne eşedde aleyhâ hırsan)
"--Eğer onlar cenneti görmüş olsalardı, cennete olan aşkları, şevkleri, hırsları, iştiyakları daha artardı. (Ve eşedde lehâ taleben) Cenneti istekleri daha da artardı. 'Ah şu cennete girsek, ah cennete dahil olsak!' derlerdi. (Ve a'zama fîhâ rağbeten) Rağbetleri daha da artardı."
(Kàle: Femimmâ yeteavvezûn?)
"--Neden Allah'a sığınıyorlar?
(Kàle: Yeteavvezûne minen-nâr)
"--Cehennemden sığınıyorlar yâ Rabbî!"
(Kàle yeklû: Ve hel reevhâ?)
"--Onlar Cehennemi görmüşler de mi cehennemden sığınıyorlar?
(Kàle yeklûne: Lâ, vallàhi mâ raevhâ)
"--Hayır, vallàhî yâ Rabbî, onlar cehennemi de görmediler ama korkuyorlar. İşte görmedikleri halde cehennemden sığınıyorlar."
(Feyekl: Keyfe lev reevhâ?)
"--Ey meleklerim! Eğer onlar cehennemi görselerdi, nasıl olurdu halleri?"
(Kàle yeklûne: Lev reevha kânû eşedde minhâ firâren)
"--Ah eğer onlar cehennemi bir görmüş olsalardı, ondan kaçınmaya çok daha fazla dikkat ederlerdi."
(Ve eşedde lehâ mehàfeten)
"--Cehennemden çok daha korkarlardı."
Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyi en iyi bildiği halde, bütün bu sorgulamaları her şey açığa iyice çıksın diye soruyor meleklerine.
(Kàle feyeklü: Feüşhidüküm ennî kad ğafertü leküm) Sonra der ki:
"--Ey meleklerim şahit olun ki, ben sizi şahit tutuyorum ki, ben bu zikreden kulları af ü mağfiret eyledim."
(Kàle yeklu melekün minel-melâiketi: Fîhim fülânün leyse minhüm) Bu arada meleğin birisi kalkar der ki:
"--Yâ Rabbî! Onların içinde bir adam var, onlardan değil... Oraya bir iş için gelmiş, bir sebeple gelmiş. Bu zikredenlerden değil, aralarından bir sebeple bulunuyor. (İnne mâ câe lihàcetin) Bir hâceti olduğu için, bir işi olduğu için gelmiş buraya yâ Rabbî. Bunlar gibi o amaçla toplanmış değil ama, bir sebeple gelmiş..."
(Kàle feyeklü: Hümül-cülesâü lâ yeşkà bihim celìsühüm.) Buyurur ki Allah-u Teàlâ:
"--Onlar öyle insanlardır ki, onlarla oturan insanlar mahrum olamaz, mahrum kalmaz. O mükâfâtımı ona da verin, onu da af ü mağfiret ettim." buyurur.
İki hadis-i şerif okumuş oldum ikisi de iyi kitaplardan, sahih hadis-i şerifler. Demek ki, Cenâb-ı Mevlâ'yı zikretmeliyiz. Sübhanallàh, Elhamdü lillâh, Allahu ekber demeliyiz. Allah'ı kalbimizde yâd etmeliyiz, unutmamalıyız. Allah'ın cennetini istemeliyiz. Cehennemden Allah'a sığınmalıyız. Cehenneme düşmemek için, günahlardan kaçınmalıyız. Cenneti kazanmak için, ibadet ve taat yapmalıyız.
Ama Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin zikri için bir arada toplanmak da ne kadar güzel, ne kadar faydalı! Melekler insanların etrafını alıyorlar, onları kanatlarıyla koruyorlar ve Mevlâ'ya onların hâlini anlatıyorlar.
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi, Ramazan'ın yaklaştığı şu güzel günlerde, Şa'ban'ın son ikinci yarısında halini düzelten, kendisini islâh eden, Rabbinin istediği şekilde kulluk etmeye yönelen kullarından eylesin... Ramazana iyi bir şekilde girmeyi nasib etsin... Ramazan'ın mükâfâtından, feyzinden, bereketinden en iyi şekilde istifâde etmeyi nasib etsin... Bayramlara ulaştırsın, hem dünyada hem ahirette... Ahiretteki bayram tabii asıl mühim olan bayram... Cennete girip, Allah'ın rızasına, rıdvân-ı ekberine vâsıl olmak, cemâlini görmek... Onları da nasib eylesin, sevdiklerinizle berâber.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..
19. 12. 1997 - Jakarta / ENDONEZYA