Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

İNANCIN DOĞRU OLMASI

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Size, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin mübarek selâmıyla, Amerika'dan, Pensilvanya eyaletinin önemli, büyük şehri olan Pitsburg şehrinden, merkezden, camiye yakın bir yerden arıyorum. Cumanız mübarek olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına cümlenizi erdirsin...

a. En Önemli Konu Din Konusu

Az önce arkadaşlarla toplantı halindeydik, konuşma da yaptık. Amerika'da tabii muhtelif milletlerden insanlarla karşılaşmak, insana ayrı bir şevk ve heyecan veriyor. Muhtelif kimselerle tanıştık. Birisi:

"--Ben Amerika'nın yerlisiyim." dedi.

Ötekisi:

"--Ben Pakistan'dan geldim." dedi.

Berikisi:

"--Ben Yemen'den geldim." dedi.

Birisi:

"--Ben Mısır'lıyım." dedi...

Her milletten böyle kardeşleri görünce, insan tabii çok memnun oluyor. İslâm'ın cihan-şumüllüğünü, yâni bütün cihana yaygın, Allah'ın razı olduğu ne kadar güzel bir din olduğunu, bir kere daha hissetmiş oluyor ve çok seviniyor. Hele dünyanın çok önemli, etkili bir devleti ABD'de, onun içinde müslümanların yerleşmiş olması, camiler yapmış olması; hattâ Amerika'dan oturum almış, vatandaşlık almış kimseler olarak resmî görevler alması ve müslümanlığını yaşayarak, sakalıyla, başörtüsüyle bu görevlere devam etmesi, gerçekten çok ibret verici, önemli ve dikkat çekici olaylar...

Buradaki bu engin hürriyetin ve inancına göre serbestçe hareket edebilmenin dünyanın her yerinde olmasını temennî ederiz. Kimsenin inancından, sakalından, başörtüsünden, dininden, tarikatından dolayı tâciz edilmemesini temennî ederiz. İnancından dolayı kendisine yan bakılmamasını temennî ederiz. Herkesin gözünü dikmiş olduğu, hayranlık duyduğu bir ülkede bunları söylüyorum.

Muhterem dinleyiciler, sevgili kardeşlerim! Hayatımızda uğraştığımız çeşit çeşit konular vardır. Bunların bir kısmı diğerinden daha önemlidir, ama en önemli konu hangisi? Yâni bizim hayatımızda zihnimizi işgal eden kalbimizi, aklımızı, fikrimizi meşgul eden en önemli konu hangisidir?.. Din konusudur, inanç konusudur, iman konusudur. Niçin en önemlidir?.. Çünkü din insana hem dünyada, hem ahirette lâzım!..

Dünyada din, insana ahlâk öğretiyor, fazilet öğretiyor, yardım öğretiyor... Sevmeyi öğretiyor, başkalarına acımayı öğretiyor, düşkünü tutup kaldırmayı öğretiyor, yoksulu korumayı öğretiyor, zengine cömertliği öğretiyor... Kişisel, ruhî, ailevî, ictimâî sayısız faydaları var... Topluma ve kişiye, insanların mutluluğuna çok çok faydaları var... Onun için dünyada da önemli, ahirette de önemli. En önemli konu din konusu...

Tabii, din konusunun en önemli konu olduğunu, insan Amerika'da çok daha iyi hissediyor. Mahsustan, yâni kasd-ı mahsusla, bilerek, isteyerek, işlek yoldan kolay gidebileceğimiz öbür şehre, hedef şehre gitmiyoruz, ara yollara sapıyoruz. Köylerden geçiyoruz, mahallelerden geçiyoruz, dar yollardan geçiyoruz. Amerika'yı daha yakından tanımaya çalışıyoruz.

En çok dikkatimizi çeken hususlardan birisi, o kadar çok ibadethane var ki, o kadar çok kilise var ki, şaşmamak mümkün değil... Bir meydanın dört köşesinde, dört tane kilise olabiliyor. Daldığınız bir yerde şöyle etrafınıza bir göz attığınız zaman, bir kaç tane kiliseyle mutlaka karşılaşıyorsunuz. Hem de şehrin en gösterişli binaları oluyor. En güzel, taştan yapılmış, köşe başında, temiz, pak, bahçesi çiçekli, çimenli, güzel binalar olduğunu görüyorsunuz.

Demek ki, bizim bu batılıların hepsi --Almanya'da da aynı şeyi izlemiştim, Amerika'da da çok kesin olarak söylüyorum-- dindar insanlar. Dinlerine bağlı, kiliselerine bağlı, din adamlarına saygılı, başkalarının dinî inançlarına karşı da saygılı kimseler. Yâni dindarlıkları kesin...

Ama burada bir önemli nokta var: Yâni herkes, Amerikalı da dindar, Alman da dindar, biz Türkiye'deki vatandaşlarımız da dindarız, Araplar da dindar ama, dindarlığın sadece dindarlık olması bir insanda yetmiyor. Dünyada yetse bile, ahirette yetmiyor. Mühim olan da ahiret... Bir insan dünyada yanlış bir inanca sahib olsa, yanlış olduğundan ahirette faydasını görmeyeceği gibi, üstelik pek çok da zararını göreceğinden, inancın yanlış olmaması çok önemli...

Burada bir otelde kalmayı arzu ettik. Arkadaşlarımız bizi evlerinde misafir etmek istedikleri halde, camiye bitişik bir yerde kalabileceğimiz halde, üniversiteye yakın bir büyük, meşhur, on katlı, çok değerli bir otelin içinde kaldık. Asansöre girerken dikkatimi çekti; otuz kadar kilisenin, ibadethanenin adresi ve ibadet saati bir çerçeve olarak duvarın bir kenarına konulmuş. Her odada İncil var, Tevrat var, mukaddes kitapları var... Ve ben inceledim, "Bakalım, bu otuz kadar ibadethaneyi, ne zaman ibadet ettiklerini yazıyorlar; acaba bizim müslümanların camilerini de yazmışlar mı?" diye. Baktım, bu şehirde olan hristiyanlar, hiristiyanların çeşitli tarikatları, mezhepleri hepsi var... Sonra yahudilerin ibadet saatleri, yerleri, adresleri var; hinduların adresleri var, hepsi var... Baktım müslümanların camisi yok!

İlkönce, "Bu kadar büyük, meşhur, kocaman bir otelde bu kadar büyük bir levha koymuşlar, hepsinin adresi var da, niye müslümanların camisinin adresi ve ibadet saati yok?" şöyle bir üzülür gibi oldum. Sonra düşündüm; müslümanların ibadet saati belli, her müslüman günde beş vakit ibadet etmek zorunda... Onun için onu oraya yazmağa lüzum yok; saatler, takvimler bunları belirtiyor. Demek ki, İslâm'ın özelliğinden kaynaklanıyormuş diye müsterih oldum. Aslında İslâm'a saygılılar.

En önemli şey iman, din, inanç ama, onun da en önemli tarafı inancın doğru olması... Bu bakımdan, bugünkü konuşmamda, size ta Amerika'dan yaptığım konuşmamda, doğru inançla ilgili hadis-i şerifleri okumak istiyorum.

Şimdi burada bu Amerikalılar'ın bir bayramı var. Ne olduğunu da pek sorup anlayamadım ama, herkes evinin önüne iskelet asmış, kabak koymuş. Bizim tarlalara kargalar gelmesin, konmasın diye koyduğumuz korkuluklara benzeyen şeyler koymuş. Elbisenin içi doldurulmuş, sandalyeye oturmuş; bir süpürgenin üstünde cadı uçuyor... Kırmızı bir kabakları var, harıl harıl kabak satıyorlar. Ben onun için anlayamadım, kabak bayramı diyorum anlatmak için...

Bir şey var, neymiş?.. Kötü ruhları kovmak için kuru kafaları sopaların ucuna takıyorlar. Çocukları toplamışlar, başlarında öğretmenleri, geceleyin fener alayı yapıp, ışıklarla mezarlığa kadar gidiyorlar, geliyorlar...

Acıdım. Tabii, bir inançla yapıyorlar bunları... İnançlarını yaşıyorlar yâni, çoluk çocuk, ilkokul öğrencisi, ortaokul öğrencisi, liseli, üniversiteli, Amerika'da olan herkesin evinde görülüyor bu... Ama yazık, boş, lüzumsuz.

İslâm'da ibadetler hikmetli... Hattâ bir Kanadalı diplomat müslüman oluyor. Soruyorlar:

"--Niçin müslüman oldun?" diye.

Diyor ki:

"--İslâm'daki ibadetlerin hikmetli olduğunu, mantıklı olduğunu gördüğüm için müslüman oldum. Budizmi tanıdım, Güneydoğu Asya'da bulundum, çeşitli dinleri gördüm ama, İslâm'ın inancının güzelliğini görünce, hayran kaldım. İbadetlerinin hikmetli, mantıklı olduğunu gördüm, onun için İslâm'ı seçtim." diye bir Kanadalı söylüyor.

b. "Lâ ilâhe illallah" Sözünün Gereği

Mühim olan inancın doğru olması. Şimdi bu konudaki hadis-i şeriflere başlıyorum. Peygamber SAS Efendimiz, Enes RA'ın rivâyet ettiğine göre şöyle buyurmuşlar; mübarek sözlerini de okuyalım, hadis-i şeriflerin sözlerini, âyetlerin sözlerini okuyup, ondan sonra anlatmak daha uygun. Çünkü dinleyenler daha iyi anlarlar:

RE. 462/2 (Lâ ilâhe illallah temneul-ibâde min sahatillàh, mâ lem yü'sirû safkate dünyâhüm alâ dînihim, feizâ âserû safkate dünyâhüm alâ dînihim sümme kàlû lâ ilâhe illallah, rüddet aleyhim ve kàlellàhu kezebtüm)

Bu mühim bir husus, biz müslümanları da ilgilindiriyor. Gayrimüslimleri de ilgilendirir ama, "Lâ ilâhe illallah" diyen biz müslümanlarız. "Allah'dan başka tanrı yok, yeri göğü yaratan, âlemlerin hàlıkı, insanları yaratan, yaşatan, rezzak, kàdir-i mutlak yaradanımız bir, ondan başka ilah yok!" diyoruz. Lâ ilâhe illallah sözüyle bunu ifade ediyoruz, kelime-i tevhid diyoruz ve bu çok önemli bir söz. Peygamber Efendimiz buyuruyor:

"Bu 'Lâ ilahe illallah' sözü, 'Allah başka tapılacak mâbud yoktur, ancak ve sadece Allah vardır.' sözü, (temneul-ibâde min sahatillah) kulları Allah'ın kızgınlığına maruz kalmaktan korur."

Demek ki, Allah "Lâ ilâhe illallah" demeyenlere kızıyor. Öyle demeyenler gazabına mâruz kalıyor, gazabına muhatab oluyor, gazabı karşısında kalıyor, Allah'ın kızgınlığını celbediyor. Lâ ilâhe illallah demeyenler, putlara tapanlar, aya, güneşe tapanlar, yıldızlara tapanlar, daha başka şeylere tapanlar demek ki, kâinatı yaratan yüce Mevlâ'nın, her şeye gücü yeten, "Ol!" dediği zaman istediği şeyi olduran Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin kızdığı bir kul oluyor.

"Lâ ilâhe illallah demek, kulları Allah'ın kızgınlığından korur, kızgınlığına maruz kalmaktan korur..." Ne kadar korur?.. (Mâ lem yü'sirû safkate dünyâhüm alâ dînihim) Safka taraf, yön, cihet demek... "Dünya tarafını dinleri tarafına tercih etmediği müddetçe Lâ ilâhe illallah sözü kulları Allah'ın gazabına uğramaktan, hışmına uğramaktan, cezaya, belâya uğramaktan korur. (Feizâ âserû safkate dünyâhüm alâ dînihim) Ama böyle yapmazlar da dünyalık tarafını din tarafına tercih ederlerse, menfaati, dünyalığı, parayı, pulu, maddiyatı, inançsızlığı tercih ederlerse; (Sümme kàlu lâ ilahe illallah) yaşamları böyle olur, ticaretleri böyle olur da, laf olsun diye 'Lâ ilahe illallah' derlerse, o zaman makbul olmaz. (Rüddet aleyhim) Bu söz onlara çarpılır, gerisin geri verilir, reddedilir, kabul olunmaz."

(Ve kàlellàhu) "Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki onlara: (Kezebtüm) 'Yalan söylediniz, siz yalancısınız. Hem lâ ilâhe illallah diyorsunuz, hem de Allah'ın sözünü dinlemiyorsunuz. Hem Allah'ın varlığını birliğini biliyorsunuz, hem Allah'a güzel kulluk etmiyorsunuz. Hem mü'min olduğunuzu dilinizle ifade ediyorsunuz, hem de îmanınızın gereği olan dininiz için çalışmayı yapmıyorsunuz da, dini bir kenara atıyorsunuz, dünyaya yöneliyorsunuz. Dünyalığı dine tercih ediyorsunuz. Onun için yalancısınız' der Allah-u Teàlâ Hazretleri" diye bildiriyor.

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Demek ki, bütün müşrikler, kâfirler dünyada, ahirette çok büyük tehlikede, Allah'ın gazabına uğruyorlar. Allah onları hem dünyada cezalara, belâlara uğratır, hem de ahirette cehennemine sokar. Ama müslümanların da, lâ ilâhe illallah diyenlerin de, lâ ilâhe illallah'ı doğru söylemeleri lâzım! Lâ ilâhe illallah dedikleri zaman, lâ ilâhe illallah sözünün gereğini yapmaları lâzım! Şu fâni dünyanın, fâni lezzetlerini, eğlencelerini, zevklerini, menfaatlerini tercih edip de, dinlerinin emirlerine aykırı işler yapmamaları lâzım!..

Bazı insanlar mâlesef, "Ben lâ ilâhe illallah diyorum, ben müslümanım!" filân diyorlar, bu sözü söylüyorlar. Hakîkaten de, ben onların samîmî olduğunu biliyorum, kabul ediyorum, yalancı olduğunu söylemiyorum. Samîmî olarak bunu söylüyorlar ama, yaşamları lâ ilâhe illallah'a uygun olmuyor. Allah'ın emirlerine, yasaklarına uymuyorlar. O zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri, (Kezebtüm) "Siz yalancısınız, yalan söylüyorsunuz!" diyor. Lâ ilâhe illallah sözlerini onlara reddediyor, lâ ilâhe illallah sözü onlardan kabul olmuyor.

Demek ki, bir müslüman "Lâ ilâhe illallah" diyecek, îmanını kurtaracak, doğru bir dine girmiş olacak ama, dünyayı tercih etmeyecek. Dünya menfaatini, keyfini, zevkini, eğlencesini, hırsızlığını, arsızlığını, yüzsüzlüğünü tercih etmeyecek. Dinini tercih edecek; dininin emirlerini, yasaklarını, faziletlerini, dinin kendisine gösterdiği hayat tarzını tercih edecek.

Bizim dinimiz bize ne emrediyor, yâni hangi hayat tarzını emrediyor? Temiz olmayı emrediyor. Temizlik dinin yarısı; ne kadar güzel, ne kadar çağdaş, ne kadar çağlar üstü... Her yönden temiz olmak; bedenen temiz olmak, kalben temiz olmak, niyet olarak temiz olmak, elbisesi temiz olmak, ibadet yeri temiz olmak, evi temiz olmak, evinin önü temiz olmak, ticareti helâl, temiz olmak... Temizliğin maddî, mânevî, mecazî, hakîkî, anlaşılan her çeşidini tavsiye ediyor. Ne kadar güzel, temizlik dini İslâm, bu bir...

Ondan sonra İslâm samîmîyet dini... Samîmîyetsizliği reddediyor. Allah'a karşı samîmî olacak, Rasûlullah'a karşı samîmî olacak, hâlis olacak; Kur'an'a karşı samîmî olacak, müslüman kardeşlerine karşı samîmî olacak, müslümanların önderlerine karşı, âlimlerine karşı samîmî olacak, saygılı olacak, bağlı olacak.

Başka? İyiliği emrediyor, merhameti emrediyor, hiç kimseyi üzmemeyi, ezmemeyi emrediyor, kurda, kuşa; yâni insanlardan gayrı yaratıklara da iyilik yapmayı emrediyor. Ne kadar güzel!.. Merhameti emrediyor, zulmü yasaklıyor.

Sonra; kimseyi sömürmemeyi, istismar etmemeyi, kimsenin sırtından bedavadan geçinmemeyi, elin emeği ile yaşamayı, kendisi temiz kazanıp, başkalarına da iyilik yapmayı emrediyor... Din bu.

Adam bunları yapmıyor. Ne yapıyor?.. Pis. Ne yapıyor?.. Kalbi kötü. Ne yapıyor?.. İşleri kanunlara göre bile suç. Ne yapıyor?.. Başkasını sömürüyor, aldatıyor, yalan söylüyor vs... Bunları neden yapıyor?.. Dünya menfaati için. Neden yapıyor?.. Dinini bir tarafa atıp da bu hayata daldığı için, bu fâni hayata daldığı için yapıyor. Bizim inançsızlardan farkımız olması lâzım! Dinimizin emirlerine göre haramlardan kendimizi çekip, farklı insan olduğumuzu göstermemiz lâzım!.. Onlar gibi yaşayıp da, ondan sonra "Lâ ilâhe illallah" demek, Allah tarafından kabul edilmiyor, reddediliyor. Allah-u Te`Œlâ Hazretleri, "Senin bu sözün başına çalınsın, senden kabul etmiyorum bu lâ ilâhe illallah sözünü, sen yalan söyledin!" buyurur diye Peygamber Efendimiz bildiriyor.

Bu önemli bir husus... Bu önemli bir ikaz olduğu için ben sizlere bunu hatırlatmak istiyorum. Özet olarak, anlaşılır bir şekilde cümlelerle söylemek gerekirse: Sakın ahireti unutmayın, mahkeme-i kübrâyı unutmayın, Allah'ın emirlerini unutmayın!.. Kur'an'ı okuyun, Allah'ın emirlerini emir olarak yazın deftere... Yasaklarını da karşı sütuna yazın, bunlar da haramlar, yasaklar diye... Emirlerini tutun, yasaklarından kaçının! Sevapları işleyin, günahları yapmayın!.. Allah'ın sevdiği kul olmağa çalışın!..

"Lâ ilâhe illallah" sözü o zaman insana fayda verir, aksi takdirde fayda vermez. Allahın kabul etmez olduğu anlaşıldığından, ikaz olsun diye söylüyorum.

c. "Lâ ilâhe illallah" Sözü Cennetlik Eder

Yine bir başka hadis-i şerif, aynı konuda, lâ ilâhe illallah'la ilgili başka bir ifade, Peygamber Efendimiz'in başka bir hadis-i şerifi... İbnün-Neccâr rivâyet etmiş, yine Enes RA'den, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

462/3 (Lâ ilâhe illallahu kelimetün azîmetün kerîmetün alellàhi teàlâ, men kàlehâ muhlisan istevcebel-cenneh, ve men kàleha kâziben asamet mâlehû ve demehû, ve kâne masîruhû ilen-nâr.)

Bu hadis-i şerifin güzel sözlerini okuduktan sonra mânâsını da açıklayalım: "Lâ ilâhe illallah sözü, (kelimetün azîmetün kerîmetün alellàhi teàlâ) çok muazzam bir sözdür, çok ulu bir sözdür, çok yüce bir sözdür ve Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin nazarında çok kıymeti olan, soylu, asil bir sözdür. Lâ ilâhe illallah sözü, Allah indinde çok değerli, önemli bir sözdür. (Men kàleha muhlisen) İhlâs ile, kalbinden inanarak kim 'Allah'dan başka ilah yoktur' diye, bu sözle Allah'a inancını ifade ederse, (istevcebel-cennete) cenneti kendisine gerekli, zorunlu, vacib kılar. Yâni bunu ihlâsla söyleyen cennetlik olur. (Ve men kàleha kâziben) Kim bu sözü aldatmaca olarak, yalan olarak söylerse..."

Belki Peygamber Efendimiz'in zamanında böyleleri de vardı, müslümanlardan korkuyorlardı, toplumun tepkisinden korkuyorlardı, Rasûlullah'ın ve müslümanların karşısında aksini söylediği takdirde başına geleceklerden korkuyordu, söylüyordu. Yalandan lâ ilâhe illallah diyordu; inanmadığı halde, müslüman olmadığı halde, mü'min olmadığı halde söylüyordu.

Peki o zaman ne olur? (Asamet malehû ve demehû) "Bu söz, bu kelâm onun malını ve canını korur; yâni malı heder olmaz, malı elinden alınmaz, hayatına kasdolunmaz, müslümanların arasında müslümanların himayesinde, müslümanlardan sanılır, sayılır, korunur ama; (ve kâne masîruhû ilen-nâr) akibeti cehenneme düşmek olur, sonucu cehenneme gider." Yalandan söylediği için, kurtulmaz, cehenneme gider, cehennemde yanar. Yalandan söylememek lâzım, aşk ile, şevk ile, inanarak söylemek lâzım!..

Birinci hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere, "Lâ ilâhe illallah" sözünün gereğini yapmak lâzım. Allah'a inanıyorsan, Allah'ın emirlerini tut; Peygamber AS'a inanıyorsan Peygamber Efendimiz'in nasihatlerini öğren! Efendimiz'in buyruklarını, hadis-i şeriflerini anla, anladığını uygula; Rasûlullah'ın sünnetine uygun yaşa!.. Kur'an'a inanıyorsan, Kur'an-ı Kerim'i oku; Kur'an-ı Kerim'in içindeki emirlere kendini uydur, hayatını Kur'an'a uygun bir hayat eyle!.. İslâm fıkhına, İslâm hukukuna inanıyorsan, Allah'ın emirlerini, fıkhın ahkâmını her konuda uygula!..

Şimdi, bu ikinci hadis-i şerif... Böylece, "Lâ ilâhe illallah" demenin ihlâsla olması gerektiğini Peygamber Efendimiz bize öğretmiş oluyor. "Lâ ilâhe illallah" sözünün de gereği var, icabı var... "Lâ ilâhe illallah" diyenin yaşaması gereken bir tarz var... Onları da yapması gerektiğini; dünyayı tercih etmemesi, dinini tercih etmesi, dünya menfaatine aldanmaması, dinin emirlerine sarılması gerektiğini anlıyoruz.

d. "Lâ ilâhe illallah" Sözü Belâları Önler

Gelelim bu konuda üçüncü hadis-i şerife, İbn-i Abbas RA'dan bize rivâyet olunduğuna göre, Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 462/5 (Lâ ilahe illallah, tedfeu an kàilihâ tis'aten ve tis'ìne bâben minel-belâ', ednâhel-hemmü) "Lâ ilâhe illallah sözü, bu sözü söyleyen mü'minden doksandokuz çeşit belâyı def eder, belâ ona gelmez. Lâ ilâhe illallah diyen kimseye, doksan dokuz çeşit belânın gelmesini engeller bu söz... Gelecekken durdurur, gelmesini engeller, lâ ilâhe illallah diyeni kurtarır. (Ednâha) Bu belâların en aşağısı, (el-hemmü) hemdir; yâni tasadır, üzüntüdür, iç sıkıntısıdır, insanın kederidir, gamıdır, elemidir."

"Lâ ilâhe illallah" diyenin doksandokuz cins belâsı uzaklaşır, kelime-i tevhid onu korur; en aşşağısı iç sıkıntısı, kaygı ve tasa... Bunları bile alır gider. Onun için, bazı kardeşlerim ruhî rahatsızlıklarını bana anlattıkları zaman, diyorum ki:

"--Aşk ile, şevk ile lâ ilâhe illallah deyin! Bu söz sadece manevî bakımdan insana sevap kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda maddî faydası da vardır. İlaç gibidir, ruh hastalıklarını tedavi eder, üzüntüleri def eder. İnsanın içini nurlandırır, şenlendirir, alnını pırıl pırıl parlatır, kale gibi sağlam, şeker gibi, lokum gibi, kaymak gibi tatlı bir insan haline getirir." diye söylüyorum.

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Onun için dindarlığımızı, "Lâ ilâhe illallah" sözünü söyleyen ehl-i tevhid oluşumuzu iyi düşünelim ve iyi uygulayalım!

Bir de Abdülaziz Hocamız Rh.A derslerinde söylemiş, ben de duyanlardan dinlemiştim, Râmuz'da da okudum: Lâ ilâhe illallah âşikâre tevhiddir. Yâni Allah var, Allah'ın şeriki naziri yok... Budistlerin taptığı Buda nedir?.. Bir insandır. Onun heykelini yapıyorlar, niye tapınıyorlar? Tapınmamaları lâzım!.. Bu Güneş nedir? Gökteki varlıklardan bir tanesidir. Japonlar'ın güneşe tapınmaması lâzım!.. Bu haçın üstünde bir heykel var, gûya Hazret-i İsâ imiş. Buna da tapmamaları lâzım, çünkü o da Allah'ın mübarek bir peygamberidir. Teslis vs. yanlıştır, sonradan çıkmıştır, doğru değildir.

Tamam, bu "Lâ ilâhe illallah" anlaşılıyor. Lâ ilâhe illallah'ı Kur'an-ı Kerim'de açıklayan sûre hangisidir?.. İhlâs Sûresi dediğimiz, "Kul huvalllàhu ehad" sûresidir.

(Kul huvallàhu ehad) "De ki ey Rasûlüm; ey mü'min ve îmanlılar deyin ki: O Allah bir tektir, onun şeriki, nazîri yoktur. (Allahus-samed) Her mahlûka ihtiyacını veren, muhtaç olduğu ihtiyaçları karşılayan, yaratan, yaşatan, her varlığın varlığını devam ettiren odur, sameddir. (Lem yelid ve lem yûled) Ne onun çocuğu olmuştur, ne de o birisinin çocuğudur. Doğurmamıştır, doğmamıştır."

Yâni beşere mahsus olan bu sıfatlar; işte annesi vardır, babası vardır, evlenmişlerdir, nikâhlanmışlardır, çocukları olmuştur... Bunlar insanlara mahsus, mahlûka mahsus sıfatlardır. Allah-u Teàlâ Hazretleri evlât edinmekten veya birisinin oğlu olmaktan münezzehtir. Eğer oğluysa, tenâsülle baba-oğul diye giderse, o zaman ne olur?.. Devam eder, yâni olmaz, mantık dışıdır. Bu açık bir tevhid; (Ve lem yekün lehû küfüven ehad.) "Onun şeriki, naziri, hiç ona denk olan bir varlık da yoktur."

"--Bir Allah var, tamam inandım da, bir de onun karşısında filan..."

Öyle bir şey yok! Karşı güç vs. öyle bir şey yok! Allah-u Teàlâ Hazretleri kàdir-i mutlaktır, kâinatın sahibidir, hiç bir şey ona denk olamaz. Her şey onun mahlûkudur, o ne dilerse öyle yapar.

Bu âşikâre, görünen, bilinen bir şeydir. İlkokul çocuğu da anlar bunu, tahsilsiz de anlar. Tahsilli de çok derinden anlar, severek anlar. Gözyaşlarıyla okur, sever, mânâsının derinliğine inip zevkine varır. Amma bu âşikâre tevhidden başka, bir tevhid çeşidi daha var: Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh...

Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh da örtülü, perdenin arkasındaki tevhiddir. "Bütün güç, kuvvet Allah'tadır." demek. Lâ havle, tahvil edici değiştirici güç yoktur; velâ kuvvete, herhangi bir kuvvet yoktur; illâ billâh, hepsi Allah'ın elindedir. "Başka bir varlıkta böyle bir değiştirme gücü, bir şeyi yaptırım gücü, kuvveti vs. yoktur; her şey Allah'ın kudreti elindedir." Bu da perdenin arkasındaki derin tevhiddir. Bu da gizli tevhiddir. Demek ki, lâ ilâhe illallah olarak derinlemesine öğreneceğiz...

Zaten tasavvuf dervişi ne yapar? Hakîkî muvahhid yapar, hakîkî tevhidci yapar. Tasavvufta ilerleye ilerleye bir mürid, tevhidin mertebelerini geçe geçe, yüksele yüksele derinleşe derinleşe sonunda Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin varlığını, birliğini çok yakından, âşikâre, çok güzel anlar, hakîkî muvahhid olur.

Burda tabii çeşit çeşit insanlar var, bazı yerlerde de üzücü ifadelerle karşılaşıyoruz. Onları da tabii saklayıp söylemeyip sabretmek lâzım ama bazıları, bizim ecdadımıza, Osmanlılar'a;

"--Onlar sofî idi filân..." diye tenkid ediyorlarmış.

Halbuki niye tenkid ediyorlar? Hakîkî muvahhid olarak, tasavvuf terbiyesi sonunda tevhidin bütün inceliklerini öğrenip, en iyi muvahhid olarak onlar yaşamışlar. Ne güzel de hizmetler etmişler, cihadlar etmişler, görevler yapmışlar. Yapan yapmış, yapmayan yapmamış.

Tabii iyisi de var kötüsü de var. Kimisi gazel yazmış, şarap içmiş, zevk etmiş, keyif yapmış, ömrünü öyle geçirmiş. Eh, eden bulur; ne ekerse insan onu biçer. İyiye iyi, kötüye kötü... Kötüyü medih de etmiyoruz, iyiye de iftira edilmesine razı gelemeyiz, onları savunmak da vazifemiz.

f. Hiç Bir İyiliği Hor Görmeyin!

Sonuncu bir hadis-i şerifle konuyu tamamlamak istiyorum, sevgili Akra dinleyicileri! Süleym ibn-i Câbir RA'dan, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:

RE. 469/4 (Lâ tahkıranne minel-ma'rûfi şey'â, velev en tesudde min delvike fî inâil-müsteskî ve en telkà ehàke bibişrin hasen feizâ edbere felâ tağtâbeh.) Peygamber Efendimiz ısrarlı bir nasihatle:

(Lâ tahkıranne minel-ma'rûfi şey'â) "Aman sakın ha, iyilikten herhangi bir çeşidini hor ve hakir görmeyin! Ma'ruftan hiç bir şeyi hakir, küçük, önemsiz, görmeyin!" diye emir buyuruyor ama, çok ısrarlı bir emir. Fiilin sonuna nûn-u te'kid-i sakîne koymuş. "Aman ha, sakın ha iyilikten hiç bir şeyi hor, hakir görme!.."

Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasına uygun her işe; dinin, aklın, şeriatin güzel gördüğü her bir işe ma'ruf denir. Müslümanın emr-i ma'ruf yapması lâzım! Yâni ma'rufun, iyi, aklın ve dinin güzel gördüğü şeyin yapılmasını tavsiye de etmesi lâzım! Fiilî ma'ruf da lâzım. Fiilî olarak da, o emrettiği şeyi kendisinin de yapması lâzım! Hem kendisi yapacak, hem başkasına da yaptırmağa çalışacak, tavsiye edecek.

Ma'ruf iyilik demek. "Aman sakın ha, iyilikten hiçbir şeyi hor ve hakir görme!" diyor Peygamber Efendimiz. Çünkü, insan bir iyilik dolayısıyla cennetlik olabilir. Misâl veriyor:

(Ve lev en tesudde min delvike fî inâil-müsteskî) "Senden su isteyen bir kimseye elindeki kovandan suyu boşaltıvermen, al su mu istiyorsun diye ona su boşaltıvermen, su döküvermen bir çeşit iyiliktir."

"--Ben dökeyim elini yıka! Getir kovanı, benim kovamdakini sana dökeyim!" diye birazcık su vermek veya kovanın tamamını vermek.

Küçük bir şey ama bunu bile hor görme. Belki o bunun sebebiyle "Allah razı olsun!" der, bir bardak su bile olsa, "Çok şükür elhamdü lillah!" dedikten sonra sana dua eder, bir ma'ruf, bir iyilik, bu bile senin sebeb-i necâtın olur.

(Ve en telkà ehàke bibişrin hasen) "Mü'min kardeşin ile karşılaştığın zaman, onu güzel bir tatlı gülüşle, tebessümle, güleç bir yüzle karşılamanı bile önemsiz sayma!"

--Nihayet bir gülümsemedir, ne olacak insana yâni, bir gülücük?..

Ama o bile önemsiz değil. Bakarsın insan güleç yüzle karşılamaktan bile Allah'ın rızasına erer, cennetlik olabilir.

(Feizâ edbere felâ teğtâbeh) Tabii karşılaştığın bir insana gülüyorsun da, güleç bir yüzle karşılıyorsun, "Hoş geldin" diyorsun, tatlı söz söylüyorsun... "Kalkıp gittiği zaman arkasından gıybet etmemek, o da bir iyilik..."

Kimisi yüzüne güler, gittiği zaman da, giden adamcağızın arkasından bir sürü ileri geri laf söyler. O gıybet oldu işte, kötülük oldu, münkerâttan oldu. Halbuki ma'ruf nedir? İyiliktir, giden insanın arkasından konuşmamak da bir çeşit ma'ruftur.

Onun için, ma'rufun, iyiliğin, örfün hiç birisini hor ve hakîr görmeyin! Yâni yolun üzerindeki bir taşı kenara koymak bile olsa; birisini sevindirecek küçük bir tavır, bir hareket bile olsa iyilik yapmağa azmedin, gayret edin!.. Hayatınız iyiliklerle güzelliklerle geçsin. İyilikleriniz sevaplarınız biriksin, Allah'ın sevgili kulu olun! Lâ ilâhe illallah'ın hakîkî ehli, hakîkî sahibi, hakîkî erbabı olun sevgili Akra dinleyicileri!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri sizleri sıhhatli, afiyetli, aziz ve bahtiyar eylesin... Hem dünyada mutlu yaşayın, hem ahirette sevdiklerinizle beraber cennetlik olun... Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasına vasıl olun... Cemâliyle müşerref olun, hepimiz olalım!

Allah-u Teàlâ Hazretleri, mübarek cuma hürmetine dualarımızı kabul eylesin... Dünya ve ahirette hepimizi aziz ve bahtiyar eylesin... Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

Amerika'dan sevgiler, selâmlar, dualar; aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

17. 10. 1997 - AMERİKA