Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

MÜSLÜMANIN BİRBİRİNİ SEVMESİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Avrupa'dan, Almanya'dan, Frankfurt'dan Kuzey Amerika'ya geçtik. Oradaki kardeşlerimizi, dostlarımızı memnun etmek için, ziyaret etmek için... Çünkü davet etmişlerdi. Aile eğitim toplantılarına katılamamıştık ama, "Geç de olsa bize yine buyurun!" demişlerdi. Onun için ziyarete gittik.

a. Allah İçin Ziyaretleşmek

Peygamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifi var. O cümleye, o gruba, o hadis-i şerifin anlamı içerisine girer faaliyetlerimiz... Peygamber SAS Efendimiz'den hadis-i kudsî olarak rivâyet edilmiş. Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki:

(Hakkat muhabbetî lil-mütezâvirîne fiyye) "Benim rızam için birbirlerini ziyaret edenlere benim muhabbetim vacib olur, hak olur." diye buyuruyor. Yâni Allah'ın kulu sevmesi, razı olması hak olur.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi de sevgisine, rızasına vâsıl eylesin... Müslümanlar arasındaki muhabbetleri, dostlukları, ziyaretleri yardımlaşmaları, samîmî ilişkileri kuvvetlendirsin...

Çünkü müslümanlar dünyanın her yerine yayılmışlar, mâşâallah; Amerika'da da bunu görüyoruz. Avrupa'da ben şaşırdım, hiç ummadığım kasabalarda kapalı, başörtülü, müslüman kardeşler gördüm. Camiler açılmış, en ummadığım uzaktaki kasabalara dahi yayılmışlar. Artık Almanya'da Türkler'i, müslümanları, camileri, ezanı bilmeyen, duymayan, tanımayan ahali kalmamıştır. Amerika'da da öyle, elhamdü lillâh... Her yerde İslâm yayılıyor.

Amerika'da ayrıca çok güzel şeyler gördüm; hürriyet havası var, herkes serbest. Çeşitli medeniyetlere mensub, anlayışlara mensub insanların bir arada huzurla yaşamasını esas almış bir toplum. Kendi tabirleriyle multicultural diyorlar. Çeşitli, değişik kültürlere mensub insanların huzur içinde, birbirlerine tecavüz etmeden, baskı yapmadan yaşamasını esas almışlar. Devletlerinin varlığı ve bekàsı buna bağlı olduğundan buna çok önem veriyorlar. Birisi ötekisini inancından dolayı kınasa, baskı yapsa, polis gelip onu sorgulamağa hak kazanıyor. O bakımdan kimse kimseyi inancından dolayı, kılığından, kıyafetinden, başörtüsünden dolayı kınamıyor, güzel bir şey... İmrendim.

Paralarına (In God we trust) "Biz Allah'a tevekkül ederiz." diye yazmış olmaları, başka paralarda görülmeyen güzel bir şey... Yâni inançlarını herkesin elinde dolaşan paraya aksettirmiş oluyorlar. İnançlarının şekillerini, işaretlerini paralarına işlemiş oluyorlar.

Bunlar tabii güzel şeyler. İnsan burada bu duygularla, medeniyetin, karşılıklı insanların birbirlerine, inançlarına sevgi, saygı duymasının, ilgi duymasının, birbirlerine nezaket ve zerafet dairesi içinde bakmasının güzelliğini görebiliyor. İnşaallah bizdeki aşırılıklar, sivrilikler de bertaraf olur da; o güzel, engin İslâm'ın, güzel, engin, tatlı kardeşlik havası hakim olur. Kimse kimseye yan bakıp, kaş çatıp, baskı yapmağa kalkışmaz.

İslâm'da muhabbet çok önemli. Müslümanın müslümanı sevmesi fevkalâde önemli. Candan bir sevgi ile, müslümanların birbirlerini kardeş olarak görüp, yardımlaşması lâzım! Birbirlerini sevmeleri gerekiyor, ihtiyaçlarına, yardımlarına koşmaları gerekiyor. Bu bakımdan, açtığımız sayfada mevcut olan bazı hadisleri hemen, bu kadar girişten sonra okumaya geçebilirim.

Yalnız burada dış görünüm olarak hoşuma giden bir başka şey; son bahar yaklaştı tabii, hava güneşli gidiyor ama artık bu sabah bir hayli serindi. Hattâ öğleye kadar, gezdiğim yerlerde pardüsüyle bile, güneşe rağmen serinliği hissettim. Burda çok güzel bir şey oluyor; yaprakların kimisi sararıyor, kimisi de çok güzel kırmızı, mor, canlı renklerle pastel renkler rengârenk oluyor. Yâni ormanlık, ağaçlık kısma baktığınız zaman, bir renk cümbüşüyle karşılaşmak, gerçekten sıcak bir görünüm veriyor, çok güzel...

Kaldığımız evin önü, sağı, solu çayır, çimen... Yâni aslında sekiz tane dairenin bir arada olduğu bir blokta yaşıyoruz ama, son derece güzel, ferah yapılmış evler... Üç tarafı çayırlık ve çayırlar yemyeşil, insan imreniyor. Üzerinde sincaplar ve tavşanlar koşuşuyor. Yâni her an tavşanları görmek mümkün.

Bu gün de sabahleyin arabaya bindik, ana caddede gidiyoruz. Ah elimizde bir tele-objektif veyahut bir video kamera olsaydı. Çok güzel bir olay... Vasıtalar yokuş aşağı, birbiri arkasına dizilmiş akarken; yolun üstünde bir taraftan öbür tarafa uzanan kalın tellerin üzerinde elektirikli, kırmızı, yeşil, sarı yanan sinyallerin üzerinde, baktık sincabın birisi caddeyi üstten geçiyor. Yâni üst geçit, yaya geçidi gibi kullanıyor. Çok hoş bir manzaraydı.

Burda hayvanlara da bir müsamaha var. Yâni hemen, "Tavşan var, yakala, vur, kes, öldür!.. Sincap var, yakala, kovala, taşla!" demiyorlar, böyle bir şey yok... Hayvanlara da bir hayat hakkı tanımışlar. O da güzel, o sevgi, o muhabbet de güzel bir şey, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

b. Bir Mü'mini Sevindirmek

Bu sevgiyle, muhabbetle, dostlukla ilgili sözlerden sonra Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şeriflerine geçiyorum. Bu cuma günkü sohbetimde birinci hadis-i şerif; Abdullah ibn-i Mübarek'in rivâyet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:

RE. 408/3 (Men ekarra biayni mü'minin ekarrallahu biaynihî yevmel-kıyâmeh) "Kim bir mü'min kulun gözünü serinletirse, yâni ona göz serinliği verirse, Allah da kıyamet gününde onun kendi zatına, kendisine göz serinliği verir."

Göz serinliği, Araplar'da, gönül hoşluğu, gönül şenliği mânâsına kullanıllıyor. Yâni "gözümün şenliği" dediği zaman, gönlümün süruru, neşesi mânâsına geliyor. "Kim bir kimsenin gözünü serinletirse..." Yâni kuret-ü ayn dediğimiz durum olursa, gönlünü hoş ederse, sevindirirse demek. "Kim bir mü'minin kalbini yapar, serinletirse, Allah da onun ahirette kalbini hoş eder, onun sevindirir, onun gözünü şenlendirir, serinletir" diye buyurmuş oluyor.

Tabii burdan müslümanın müslümanı sevindirmesi gerektiğini, onun sevineceği hareketlerde bulunması, tavılar takınması gerektiğini, yüzüne gülerek bakması gerektiğini, güzel sözler söylemesi gerektiğini anlıyoruz.

c. Selâmlaşma ve Musafaha

Hemen bu arada şeklen yapılması gereken iş olarak da musafaha dediğimiz hadise var. Bu husustaki bir hadis-i şerifi de okuyalım. Efendimiz SAS buyurdu ki:

RE. 257/3 (Tamâmüt-tahiyyeti el-ahzü bil-yed vel-musàfahatü bil-yümnâ) Ebû Ümâme el-Bâhilî Hazretleri'nden rivâyet edilmiş. Bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Selâmlaşmanın tamamı, mükemmel olması, kâmil olması elini tutmakla olur. Karşısındaki kimsenin elini avuçlarına almakla olur ve sağ ellerle musafaha yapmakla olur."

Yâni bir insan bir kimseyi sevdi mi, elini avucuna alır; bir taraftan sevgiyle elini tutarken, bir taraftan da sevgiyle yüzüne bakar, tatlı güzel sözler söyler. Gözümüzün önünde o manzara canlanıyor. Yâni "Esselâmü aleyküm!" demek bir selâmdır ama, "Selâmlaşmanın tamam olması, eli tutmakla, sağ ellerle musafaha yapmakla olur." diye Efendimiz buyuruyor.

Musafaha dediğimiz elleri tutularak yapılan selâmlaşma tokalaşmadan daha başka türlüdür. Şöyle baş parmaklar yukarda olmak üzere yapılan bir el tutuşma şeklidir. Her iki elle birden karşı tarafın iki eli tutulursa, daha samîmî daha candan bir durum oluyor.

Bazıları da musafaha ederken hürmeten karşısındakinin elini öpmeğe kalkıyorlar. Onun üzerine öteki de öptürmemeğe uğraşıyor. Bunları, böyle güzel tevâzu sahnelerini Harem-i Şerif'te görüyoruz. O da onun elini öpmeğe çalışıyor filân...

Hattâ geçen gün bendeniz --hayırdır inşaallah-- rüyamda gördüm. Hocamız Rahmetullahi Aleyh, şöyle ön tarafta namaz kılacakmış, sünnet kılıyoruz; ama deniz kenarı gibi kumsal bir yer... İleriye doğru gidecek on metre kadar orda imam olacak. Deniz önümüzde engin... Babam Necati Efendi de ön tarafa çağrılıyor, imamın arkasındaki boşluğa;

"--Yaşlısınız, muhteremsiniz, gelin!" filan diye...

Babam da öndeki sakallı kimselere, "Siz geçiverin!" diye işaret ediyor. Onlar da ısrar ediyorlar babam geçsin diye. Bu arada musafaha edelim derken, ellerini tutup, birbirlerinin ellerini öpmeğe kalkıyorlar. O onun elini, o da onun elini öpmeğe kalkışınca, bir tevazu sahnesi oluyor. Hem muhabbet, hem de karşı tarafı kendisinden üstün görüp el öpmek istemesi, bir tevazu oluyor. O karşı tarafın da bu tarafın elini öpmek istemesi, aynı tevazuya sahip oluduğunu gösteriyor. Hem muhabbet var, hem mahviyet var, hem tevâzu var, hem sevgi, hem saygı; her şey var.

Hocamız da uzaktan bakıyor, onların o halini görünce yanlarına yanaşıyor, o da onların ellerine ellerini katıp, onların ellerini öpmek ister gibi daha üstün bir tevazu gösterince; ben tabii sevincimden, hayranlığımdan "Ne kadar güzel tevâz!" diye rüyada mest olarak, çok memnun bir şekilde kumlara yaslanıyorum. Sonra da denize doğru yürüyorum, suların içine de ayaklarım giriyor. Mestlerim varmış, çoraplarım varmış, sonra onları çıkarıyorum.

Hâsılı, bu benim gördüğüm bir rüya, --hayırdır inşaallah-- bu vesileyle anlatmış oldum ama, böyle elle musafaha yapıldığı zaman, selâmlaşma daha sıcak olmuş oluyor, sevgi daha güzel ifade edilmiş oluyor. Selâmlaşmanın tamamı böyledir diye bildirilmiş.

Selâmlaşma bir muhabbet eseridir. Musafaha daha üstün bir sevgi eseridir. Bunların hepsi çok çok güzel şeyler...

Mü'mini sevindirmenin çok çok çeşitleri var. Parası olan parasıyla sevindirir ama, hiç bir şeyi olmayan tatlı diliyle, güzel tavırlarıyla, sevgisini ifade edecek davranışlarla o gönül almayı gene sağlayabilir. Peygamber SAS bu sevginin tahakkuk etmesine çok önem vermiş. Hadis-i şeriflerde sevginin artması için tavsiyeleri var. O hadis-i şeriflerden bir ikisini size nakledeyim:

d. Hediyeleşme Sevgiyi Arttırır

Meselâ, Aişe-i Sıddìka validemiz radiyallahu teàlâ anha'nın rivâyet ettiğine göre Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Tehadev tezdâdû hubben) "Birbirinizle hediyeleşiniz, o zaman birbirinize karşı muhabbetiniz artar." Sevginiz hediye yoluyla ifade edilmiş olur. "Hà bak, bu beni seviyormuş da hediye verdi." diye, o da ona hediye verir.

Mümkünse hediyeyi hediyeyle karşılamak lâzım. Tabii bunu da zarif bir şekilde yapmak lâzım. Yâni hemen anında birisi birisine verip, ötekisi de ona karşılığını verdiği zaman, tatsız oluyor. Yâni "Ben senin hediyenin altında kalmak istemiyorum!" gibi bir tavır oluyor, o da iyi olmuyor. Zamanını kollamalı, fırsatını kollamalı. "Bu bana hediye vermişti, bir zamanı gelince ona vermeyi düşünüyorum!" demeli.

Hediyeleşmeyi SAS Efendimiz tavsiye ediyor. Hattâ başka bir hadis-i şerif daha okuyalım:

RE. 259/2 (Tehadev feinnel-hediyyete tuda'ifül-hubbe ve tezhebu bigavâiles-sadr.) "Hediyeleşin birbirinizle, çünkü hediyeleşlemek, hediye vermek, verilen hediye sevgiyi kat kat arttırır ve insanın içinde, kalbinde göğsünde saklı olan çeşit çeşit kinleri, kırgınlıkları, gaileleri giderir." buyurmuş.

Demek ki, müslümanlar birbirlerini çok sevecek, sayacak. Sevgisini selâmla ifade edecek, musafaha ederek ifade edecek, hediye vererek ifade edecek. Bunların çok faydaları var.

Bazı kimseleri görüyorum, hediyeyi kabul etmiyorlar:

"--Minnet altında kalmak istemiyorum, teşekkür ederim, alamam!" filân diyorlar.

Bu da doğru değil... Hediyeyi almak lâzım, mümkünse karşılığını münasip bir zamanda vermek lâzım. Eğer parası yetmiyorsa, hediye verecek imkânı yoksa, karşı tarafa dua eder, o da hediyedir. Duası da karşı tarafa fayda sağlar.

Peygamber SAS Efendimiz hediyenin alınmasını, verilmesini uygun görmüş ve bir ifadesinde de şöyle geçiyor. Enes RA'den bu hadis-i şerif... Dikkatle dinleyin, hatırınızda kalsın, önemli:

RE. 408/10 (Men ekramehû ehhül-müslim) "Her kime ki, müslüman kardeşi bir ikramda bulunmuşsa (Felyakbel kerâmetehû) o arkadaşının kendisine yaptığı ikramı, hediyeyi kabul etsin." Yâni reddetmesin, almamazlık yapmasın, demek. (Feinnemâ hiye kerâmetullàhi) "Çünkü verdiren Allah... O hediye, o ikram, o kerâmet Allah'tandır. (Felâ teruddû allellàhi kerâmetehû.) Allah'ın size o kulu vasıtasıyla gönderdiği ikramı redetmeyin!" diyor Peygamber Efendimiz.

Demek ki, "Söyleyene değil, söyletene bak!" dedikleri gibi, verene değil, verdirene hürmeten hediyeyi almak lâzım! Hadis-i şeriften böyle anlaşılıyor. Hattâ ibn-i Ömer RA'den başka bir hadis-i şerifte de açıkça beyan edilmiş:

RE. 408/9 (Men ekrame ehàhu feinnemâ yukrimullàh.) "Kim kardeşine ikram ederse, bir hediye, bir şey ikramda bulunursa, Allah'a ikram etmiş olur." Yâni kardeşine ikramda bulunduğu zaman, Allah'ın hoşuna gidecek bir şey yapmış oluyor, Allah'a ikramda bulunmuş gibi oluyor.

Meselâ, diyelim ki bir elma ikram etti. Yâni o hediye, o ikram Allah'a ikram edilmiş gibi çok muazzam, kıymetli bir şey oluyor. Ötekisi de elmayı alacak; çünkü o elmayı da Allah verdirtiyor, Allah'tan ona bir hediye... Alınan hediye de, Allah'ın ona bir ikramı oluyor. Bu iki yönlü önemli.

O bakımdan müslümanlar hediyeleri, birbirlerine karşı ikramları almalı, ama karşılığında da mümkünse münasib bir zamanda karşılığını vermeli! Çünkü tehadev demek, "Karşılıklı bu işi yapın!" demek. Bu işteşlik fiilidir, müşareket fiilidir. Yâni o sana versin, sen ona ver ki karşılıklı olsun. Tek taraflı olup da, bizim eskilerin tekerlemesi var, "Rabbenâ, hep bana!" diye. O tarzda tek yönlü olursa, istismar olur. Birisinin ötekileri sömürmesi gibi olmaması lâzım, dikkat etmek lâzım! İkramı almalı, mümkünse karşılığını vermeğe çalışmalı.

Dinimizin emirleri ne kadar güzel. Çok şükür Rabbimiz'e, bize İslâm'ı nasip etmiş. Birisinden bir ikram gelirse Allah'ın ikramı, Allah bize ikram etmiş gibi oluyor. Biz birisine bir şey ikram edersek, Allah bize ikramda bulunuyor, Allah'a yapılmış bir ikram oluyor. Her yönden güzel...

Kerâmet kelimesinin kullanılışına dikkatinizi çekmek istiyorum: (Men ekramehû ehûhül-müslim) "Her kime ki müslüman bir kardeşi ikramda bulunursa, (felyakbel kerâmetehû) onun ikramını kabul etsin!"

Biz kerâmeti, evliyaullahın olağanüstü yaptığı bir iş, şaşılacak bir iş mânâsına kullanırız. Yâni peygamberlerin yaptığına mucize diyoruz, evliyaullahın olağanüstü işlerine de kerâmet diyoruz. Bakın burada kerâmeti ne mânâya kullanıyor?.. "Her kime ki bir müslüman kardeşi ikramda bulunursa, onun o ikram ettiği ikramını, ikram ettiği eşyayı, yâni kerâmeti kabul etsin!" diyor.

Kerâmet, ikram mânâsına geliyor, ikram olarak verilen bir şey mânâsına geliyor. Burada kerâmetin ne demek olduğunu kardeşlerimiz iyice anlamış olsun diye, kelimenin kullanılışına da dikkatinizi çektim. Kerâmet aslında ikram edilen şey demek. O olağanüstü haller de Allah'ın sevgisinden dolayı, evliyâullaha bir ikramı olduğundan, ona kerâmet deniliyor. Yâni dikkat edilirse, büyükler o olağanüstü olayı o kişinin kendi zatına bağlamamışlar, Allah'ın ikramı olarak görmüşler. Alah o kulu seviyor, Allah o kula ikram ediyor. O da olağanüstü bir şeyi izhar ediyor, bir ikram olarak yapıyor. Onun için Allah'ın o ikramına kerâmet denilmiş oluyor. Kerametin anlamının doğru anlaşılması için önemli.

Bir konuşmamda demiştim, her şeyi yapan Allah-u Teàlâ Hazretleridir. Tabii bu çok doğru bir söz... Çünkü, (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh) "Allah'dan başka güç, kuvvet sahibi yok; her şeyi yapan Allah!" Evliyaullahın da kerâmeti Allah'ın ona bir ikramı... Allah onu nasip ediyor da, ondan böyle oluyor. İşin kökünü bilmek ve her şeyin Allah'tan olduğunu anlamak bakımından önemli...

Aziz ve sevgili kardeşlerimiz! Sevgiden, muhabbetten, musafahadan ikrama derken, güzel güzel şeyler konuşmuş olduk. Müslümanın, müslümana karşı sevgi arttırıcı şeyler yapması gerekirken, aksinin çok yanlış olduğunu gösteren hadis-i şerifler var. Onlardan bir tanesini okumak istiyorum:

e. Yalan Yeminle Haksızlık Etmek

Bu hadis-i şerif Ebû Ümame Hazretleri'nden ve başka ravîlerden rivâyet edilmiş. Çok kaynakları var; Nesei, İbn-i Mâce, Taberâni, Müslim, İmam Mâlik, Ahmed ibn-i Hanbel rivâyet etmiş:

RE. 408/1 (Men ektatea hakkan imree müslimin biyemînihî, fekad evceballàhu lehün-nâr, ve harrame aleyhil-cenneh; fekàle racülün: Yâ rasûlallah ve in kâne şey'en yesîrâ? Kàle: Ve in kâne kadîben min erâk) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu hadis-i şerif tehditli, korkulu bir durumu bize anlatıyor. Yapmamamız gereken bir şeyi öğrenmiş olacağız. Onun için dikkatle dinleyelim:

"Kim bir müslüman kişinin hakkını yalan yere yemin ederek kesip alırsa, hakkını elinden alırsa..." Basıyor yemini yalan olarak, karşı tarafın hakkını gasbediyor, hırsızlık yapıyor. Birisinin malını, mülkünü, hakkını, yeminle elde etmiş oluyor. "Kim bir müslüman kişinin hakkını yalan yeminle koparıp, elinden çekip alırsa, (Fekad evceballàhu lehün-nâr) Allah ona cehennemde yanmayı vacib kılar."

Yâni o adam cehenneme gidecek, neden? Yalan yere yemin etti, birinin hakkını yedi, hakkını gasbetti, hakkını çiğnedi, haksızlık yaptı. Cehenneme gidecek, (Ve harrama aleyhil-cennete) "Ve Allah o kula cenneti haram kılar." Cehenneme sokar, cenneti de ona haram kılar, cenneti nasip etmez.

Bu tabii yalan yere yeminin ne kadar kötü olduğunu gösteriyor. Şimdi maalesef duyuyoruz, mahkemelerin önümde gezen insanlar varmış. Birileri geldiği zaman:

--İçerde şahit lâzım oldu, şahitlik yapar mısın?

Hemen çıkıyormuş; tanımadığı, görmediği halde, "Şu şöyledir, bu böyledir..." diye yalancı şahitlik yapıyormuş. "Dünyada biraz para alıyorlar, adaleti şaşırtıyorlar amma ahirette bu yaptıklarından dolayı, müslüman olsalar bile cehenneme mutlaka girecekler, cennet kendilerine haram olacak!" diye Peygamber Efendimiz bildiriyor. Demek ki, haksızlık etmemek lâzım! Yeminle haksızlığı sağlamamak lâzım!

Böyle bir durumda birisi sordu, dedi ki:

"--Yâ Rasûlallah, (Ve in kâne şey'en yesîrâ) az bir şey olsa da mı? Yâni küçük bir yeminle, küçük bir haksızlık yaptı, azıcık birşey aldı."

"--(Kàle ve in kâne kadìben min erâk) Eğer misvaktan bir dal parçası bile olsa..." buyurdu.

Misvak, Arap ülkesinde bir çalının köküdür. Çölde olur, bağda, bahçede olmaz. Kökünü çıkarttığın zaman kesersin, ıslak bir kök. Ama güzel, tel tel, tertemiz oluyor. Dişlerin, diş fırçası gibi tabii bir şekilde fırçalanmasına yol açıyor. Fırçalanmakta kullanılmış Peygamber Efendimiz'in zamanından beri... Ve çok güzel temizliyor, fırçadan daha sıhhatli olarak temizliyor. Ayrıca içinde asitleri söndüren bir madde, antiseptik, mikropları öldüren madde olduğundan, onu kullanan insanın diş etleri sıhhatli oluyor, pırıl pırıl oluyor. Yâni tâ bindörtyüz yıl önceden ağız temiği ve ağız güzelliği için kullanılan bir şey...

Ama çok ucuz olduğundan, çölde, her yerde bulunan bir dal veya bir kök olduğundan Peygamber Efendimiz onu misal veriyor. Yâni, "Misvaktan bir dal parçası bile olsa, ne kadar az olursa olsun, haksız yere yemin ederek bir insan birisinin misvak parçasını bile almış olsa, ona cehennem vacib olur, gerekli olur. Allah onu cehenneme sokar, cehennemi vacib kılar. Cenneti de ona haram kılar, cennete giremez." diyor.

Demek ki, müslümanı üzmemek lâzım. Hakkını yememek lâzım. Haksızlık yapmamak lâzım, mahkemelerde yalan yere yeminler etmemek lâzım. Bunlar çıkıyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi her türlü hatadan, kusurdan, günahtan, ahirette felâkete uğramağa sebep olacak işlerden, amellerden, icraattan korusun, uzak eylesin... Güzel şeyleri yapmak nasib eylesin...

f. İstiğfarın Faydaları

Tabii, önceden hatalı bir şeyler yapılmışsa ne yapmak lâzım? Tevbe ve istiğfar etmek lâzım. Abdullah ibn-i Abbas RA'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte:

RE. 408/6 (Men eksera minel-istiğfâri) "Kim istiğfârı çok yaparsa, "Estağfirullahel-azîm ve etûbü ileyh... Allahümmağfirlî verhamnî..." filân gibi tevbe ve istiğfar sözlerini çok söylerse; (cealallàhu azze ve celle lehû min külli hemmin feracâ) Allah onu her türlü sıkıntısından sevince, ferahlığa çıkartır. (Ve min külli dìkin mahracâ) Her türlü sıkışıklıktan bir kurtuluş yerine ulaştırır, tasasını dağıtır, üzüntüsünü feraha çevirir, sıkıntıdan ferahlığa çıkartır; (Ve razekahû min haysü lâ yahtesib.) ve ummadığı yerden onu rızıklandırır." diye buyuruyor Efendimiz... Ahmed ibn-i Hanbel ve diğer kaynaklar rivâyet etmiş.

Demek ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne çok tevbe ve istiğfar edeceğiz. Evvelce yaptığı hatalar hatırına geldikçe, bu hadisler okundukça, bu vaazlar dinlendikçe, Ramazan geldikçe, Kur'an okundukça, insan kendi kendisini hesaba çekiyor; iyi insanların ne kadar iyi şeyler yaptıklarını, Peygamber Efendimiz'in ne kadar güzel şeyler tavsiye buyurduğunu öğrenince, "Ah, ben ömrümü boşa geçirmişim, nice hatalar etmişim!" diye üzülüyor. Tabii tevbe ve istiğfar etmesi lâzım!..

Tevbe ve istiğfar ederse, Allah üzüntüsünü sevince değiştirir, sıkıntısı ferahlığa değiştirir, genişliğe çıkartır, ummadığı yerden rızıklandırır. Günahlarını da bağışlar, sevdiği kul eder. Tevbe istiğfar kurtarıyor kulu... Onun için tevbe istiğfarı çokça yapalım, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

Her zaman da söylüyorum, bakın bu hadis-i şeriflerin hepsi dervişliği takviye ediyor, dervişliğin doğru olduğunu gösteriyor. Bazıları çıkıp bunları inkâr ediyorlar ama, hadis-i şerifler öyle değil. Ya hadis-i şerifleri bilmiyorlar, ya dinin özünü anlamıyorlar.

g. Zikri Çok Yapmak

Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifi de, Ebû Hüreyre RA'den... Gümüşhanevî Hocamız Rahmetullàhi Aleyh, "Bütün râvileri çok güvenilir insanlardır." diye özel olarak arkasına yazmış:

RE. 408/7 (Men eksera zikrallah, fekad berie minen-nifâk.) "Kim Allah'ın zikrini çok yaparsa, münafıklıktan beraat eder, münafıklık onun üzerinden izâle olmuş olur." Yâni o kimse artık, münafık olma durumuna asla sokulamaz, o durumda düşünülemez; münafıklıktan kurtulmuş olur.

Demek ki, Allah'ın zikrini çok yapacağız. "Allah" diyeceğiz, "Lâ ilâhe illallah" diyeceğiz. "Sübhanallàh... Elhamdü lillâh..." diyeceğiz, daima zikirle vakit geçireceğiz. Yunus Emre (Rh.A) ne güzel söylüyor:

Yunus, sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz hakkı zikretsin dilin,
Evliyaya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan kaldın dağlar başında...

diye zikretmeyi övüyor. Yunus'u seviyoruz, sözlerini de sevelim, çünkü hadis-i şerife uygun. Mevlâna'yı seviyoruz, sözlerini ve yolunu da sevelim, çünkü hadis-i şerife uygun. Peygamber Efendimiz'i seviyoruz, bunlar hadis-i şerifleri...

O halde bazı insanlar kendi kafasından İslâm'ı yanlış yorumlamasınlar, hadislere aykırı şeyler söylemesinler, halkı şaşırtmasınlar! Dinin özü Kur'an-ı Kerim'den ve hadis-i şeriflerden anlaşılır. Hadis-i şerifleri ihmal eden, göz ardı eden kimse dinin özünü anlayamaz, şaşırır, sapıtır. Modernist olacağım derken, anarşist olur. Dinî bakımdan anarşist olur. Dini anarşiye sürükleyen, müslümanların kafasını karıştıran, eski alimlerin sözlerine aykırı abuk sabuk şeyler söyleyen kimse durumuna düşer.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi zikrinden, şükründen, tevbesinden, istiğfarından, onların faydalarından istifade edenlerden eylesin... Böyle inkâr edip de yanlış yollara sapanlardan eylemesin aziz ve sevgili kardeşlerim!..

h. İyiliğin En Mükemmeli

Peygamber Efendimiz'in bir hadis-i şerifini söyleyerek, dinimizin ne kadar güzel olduğunu yine gösteren hadis-i şeriflerden bir tanesini, yâni duydukça dinimizin ne kadar çağlar üstü olduğunu herkes anlasın diye, bu son hadis-i şerifi de okuyup bitirmek istiyorum:

RE. 257/1 (Tamâmül-birri en ta'mele fis-sirri amelel-alâniyyeh.) Peygamber Efendimiz kısaca böyle buyurmuş.

Birr ne demek?.. İki 'r' harfi ile el-birr, iyilik demek. (Tamâmül-birr) İyiliğin en olgun, en mükemmel şekli demek. En mükemmel iyilik, iyiliğin en yüksek derecesi neymiş? (En ta'mele fissirri amelel-alâniyyeh) "Tenhada hiç kimse yokken, gizlide, herkesin karşısındaykenki gibi, kendine çeki düzen verip yaptığın gibi hareket etmendir."

Alâniyye, alenî olarak demek. Yâni alenî olarak insanların karşısında yürürken, otururken, konuşurken, yemek yerken herkes nasıl dikkat ediyor yemesine, içmesine... İnsanlar ayıplar diye, insanlara önem verdiği için, "Yanlış bir şey yaparsam, kınanırım, ayıp olur." filân diye çekiniyor, insanları sayıyor. Şimdi bu herkesin karşısında böyle yapıyor. Yalnız kaldığı zaman ne yapıyor, önemli olan o... Bizim dinimiz diyor ki:

"Eğer yalnız kaldığın zaman gizlide de, alenî olan zamanda değil de, halktan uzakta olduğun zamanda da iyilik yapabiliyorsan, asıl iyilik odur. İyiliğin en kâmil şekli öyledir." diye buyruluyor.

Onun için, aziz ve sevgili kardeşlerim! Her zaman Allah'ın bizi gördüğünü hatırda tutalım, hatırdan çıkartmayalım! Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin huzurundayız, Allah-u Teàlâ Hazretleri her yerde hâzır ve nâzırdır. Yaptıklarımızı görüyor, söylediklerimizi duyuyor, kalbimizden geçenleri biliyor, niyetimizi biliyor. İyi insan olalım; yalnızken de, polis varken de, müfettiş varken de, halk varken de, hiç kimse yokken de, hiç kimse göremeyecekken de, geceleyin de, tenhadayken de halimiz daima güzel olsun. Kötü şeyler yapmayalım, iyi şeyler yapalım. Her zaman sevap kazanalım, ömrümüz hayırla, sevapla geçsin. Rabbimiz'in huzuruna şu dünya imtihanını başarmış olarak, sevdiği, razı olduğu kullar olarak varalım...

Mevlâmız bizi cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Allah hepinizden razı olsun, cumanız mübarek olsun... İbadetlerinizi yapın, cumalarınızı kılın, Yâsinlerinizi okuyun, tesbihlerinizi çekin, bizi de duadan unutmayın!.. Hepinize gönüller dolusu sevgiler, selâmlar, dualar ve temennîler...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

10. 03. 1997 - AMERİKA