İSLÂM'DA İNSÂNÎ İLİŞKİLER

Muhterem kardeşlerim!..

Konuşmayı takib etmek üzere teşrif ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...

Allah'a hamd ü senâlar olsun. Rasûlüne salât ü selâm ederiz. Allah bizi sevdiği kullarından eylesin... Peygamber Efendimiz'in şefaatine nail eylesin...

İnsânî ilişkiler sözleri çok geniş bir alanı kaplıyor. Yâni insanın insanla olan bütün ilişkileri, bu sözlerin içine giriyor, içeriğine, muhtevâsına dahil oluyor.

İnsânî ilişkiler insanın doğduğu aile ortamından başlıyor. Kendisinin anne ve babasıyla ilişkileri, anne ve babanın birbirleriyle ilişkileri ve çocuklarıyla ilişkileri, kardeşlerin birbirleriyle ilişkileri bu işin içine giriyor. En küçük sosyal birim olan, insan topluluklarının en küçüğü olan aile biriminde bu ilişkiler var ve bunlarla ilgili İslâm'ın çok önemli emirleri var... Peygamber SAS Efendimiz'in çok dikkat çekici tavsiyeleri ve davranışları var...

Sonra, anne ve babadan veya evlilikten dolayı ilgi kurulan insanlar var... Anne babadan dolayı olan ilişkilere İslâm'da karâbet denilir. Yâni, kan bağı var aralarında... Evlilikten dolayı olan tanışıklıklara da sıhriyyet deniliyor. Arada kan bağı yok, birisiyle birisi evleniyor. Başka şehirden olabilir, başka ülkeden olabilir, başka milletten olabilir. Ama aralarında bir sıhriyyet, yakınlık meydana geliyor. Hani evlilikten, damatlıktan, gelinlikten doğan bir ilişki... Bunlarla ilgili ve insanın anne babasının dışındaki akrabalarıyla ilişkileriyle ilgili hükümleri var İslâm'ın... Peygamber SAS Efendimiz'in bu konudaki davranışları bahis konusu...

Sonra, müslümanların müslüman olarak birbirleriyle, sizlerin birbirinizle ilişkileriniz gibi ilişkiler var, bunların âdâbı var... Büyüklerin küçüklerle, küçüklerin büyüklerle ilişkileri var...

Sonra, aynı yerde oturmaktan kaynaklanan ilişkiler var... Buna komşuluk ilişkileri diyoruz. Yâni, sizin yanınızda komşu aile duruyor. Aynı katta, karşı kapı bir Alman meselâ... Onlarla ilişkiler... Komşuluk âdâbıyla ilgili var...

Sonra, toplumdaki faaliyetler dolayısıyla meydana gelen ilişkiler var... Meselâ, çalışma hayatı ilişkileri, ticaret ilişkileri, sanat ilişkileri, iş âdâbı, patron işçi ilişkileri var... Bunların her birisi ayrı birer alem... Her birisi için kitap yazılabilir ve çok da iyi olur yazıldığı zaman...

Toplu yaşanılan yerlere ait âdâb var... O yerlerin temizliği, oradaki insanların birbirleriyle münasebetleri... Dünya hayatına bakış, insanların birbirleriyle geçinmelerinin âdâbı... Buna muâşeret âdâbı diyoruz.

Sonra, düşmanlık gösteren topluluklarla ilişkiler var... Sulh veya harb... Görüyorsunuz öyle bir başlıkla, bizi öyle bir konuya itti ki, bu konferansı tertib eden sevgili kardeşlerimiz, sizlerle yıllarca konuşabiliriz bu konularla ilgili olarak... Tabii, kompozisyon ilmi bakımından, yâni konuşma tekniği, yazma tekniği bakımından konuların genişliği, işlenmesini âfâkîleştirir. Yukarıdan bakıyorsunuz çünkü, detayına inemezsiniz. Teknik yönden bir takım sakıncaları vardır geniş konuların... Ama buna rağmen, tabii güzel bir konu seçilmiştir.

Çünkü, bizim Peygamber SAS Efendimiz'in davranışından, hayatından, ahlâkından bugünkü hayatımıza köprü kurulması lâzım ve bizim ondan öğreneceğimiz çok şeyler var... Her şeyi ondan öğreniyoruz. Onun için güzel bir bağlantı kurulmuştur. Peygamber SAS Efendimiz'in ahlâkı ve insânî ilişkilerimiz diye iki şey arasında alâka kurulmuştur. Güzel bir konu seçilmiş oluyor. Bu bakımdan konuyu tesbit etmiş kardeşlerimize teşekkür ediyorum.

İslâm'ın genel yapısına eğilecek olursak; incelemek maksadıyla, mikroskopla inceler gibi, bir bilim adamı titizliğiyle eğildiğimiz zaman, İslâm'ın sosyal meselelere, toplumsal meselelere çok büyük, hayret edilecek kadar büyük önem veren bir din olduğunu görürüz. Bu bakımdan bütün öbür inanç sistemlerinden çok büyük bir farklılık arzeder İslâm dini... Âdetâ İslâm topluluk için, topluluk dini gibidir bir bakıma... Toplu yaşamayı bir kere teşvik etmiştir İslâm...

--Acaba ben dağ başında mı yaşayayım, münzevî bir hayat mı süreyim; uzlet hayatı mı yaşayayım, yoksa toplumun içinde mi yaşayayım?..

Toplumun içinde yaşamayı tercih etmiştir İslâm ve teşvik etmiştir; "Toplum içinde yaşayın!" demiştir. Halbuki eski ümmetlerde toplumdan kaçış vardır, toplumdan kaçışı teşvik vardır. Onun için, dağbaşlarında adamlar ibadethaneler yapmışlardır. Toplumdan kaçarak yaşayıp ferdî olgunluklarını sağlamaya çalışmışlardır. Bunlara ruhbanlık deniliyor.

(Lâ rehbâniyyete fil islâm) diye bu yasaklanmıştır. İslâm'da öyle toplum kaçkınlığı yok...

"Toplum içine girdiği zaman da bir insanın bir takım dertlere, belâlara bulaşması, sataşması var ama, toplumun içine girip orada bunlara sabretmek, toplumun dışında kalmaktan daha iyidir." prensibi var İslâm'da... Tabii, sevimli bazı şeyler... "Şehirde yaşayan insanlar, aynı kalitede köyde yaşayan veya uzlette yaşayan insanlara göre beşyüz yıl önce cennete girecek." diye hadis-i şerifler var...

Bunun sebebi, şehirde ilim var, cemaat var, dostluk var... Onun için şehirdeki amele daha fazla prim veriyor Allah-u Teâlâ Hazretleri, şehrin sevabı fazla... Bu insanları bedevîyetten, bedevîlikten, toplum dışılıktan medeniyete, medineliliğe, şehirliliğe teşvik etmiştir. İslâm'ın önemli bir farklı yönüdür. Daha önceki inanç sistemlerinden bir hayli farklı bir mantığı var İslâm'ın...

Sonra, İslâm'ın sevap/günah ahkâmı incelendiği zaman, net olarak görülür ki, İslâm toplum yaşamını güzelleştiren, insanların topluca rahat ve huzurlu yaşamalarını sağlayan her türlü detay işi, küçük işi, teferruatı sevapla mükâfatlandırmıştır. Çok büyük sevap vermiştir, şaşılacak kadar büyük sevap vermiştir. Toplumu fesada uğratacak, toplumun huzurunu, rahatını kaçırtacakşeyleri de çok büyük günah saymıştır. yapılmamasını sağlamağa çalışmıştır.

Misâl: Selâm... Nihâyet "Esselâmü aleyküm!" diyorsunuz, selâmlaşıyorsunuz. Selâm çok sevaplı bir şeydir. Hayret edilecek kadar önem vermiştir Efendimiz, teşvik etmiştir, "Bildiğinize, bilmediğinize selâm verin!" buyurmuştur.

Birisi topluluğa girdiği zaman, "Esselâmü aleyküm!" deyince; "On sevap kazandı." demiştir. Arkasından birisi gelmiştir, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" demiştir; "Yirmi sevap kazandı." demiştir. Arkasından birisi daha gelip, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû!" deyince; "Otuz sevap kazandı." demiştir.

Topluma girerken de selâm verilir, toplumdan kalkarken de selâm verilir. Kalkarken selâmı millet bilmiyor veya yadırgıyor alışmadığı için... Halbuki kalkarken de, "Esselâmü aleyküm!" deyip kalkıp gitmek vardır.

Selâm sözü ne "Gutun abınt"a benzer, ne "Gutun morgın"a benzer, ne "Gutun tak"a benzer; çünkü, selâmın inançla ilgili birmânâsı vardır. Yâni, "Esselâmü aleyküm!" dediğimiz zaman biz bir insana, "Sen cennetlik ol!" demiş oluyoruz. Oraya kadar gidiyor. "Hem dünyada esen kal, başın dert görmesin, vücudun elem, keder, hastalık görmesin; hem de Allah seni dârüs selâm olan cennete soksun!" diye ahirete kadar uzanan bir mânâsı vardır.

İslâm, insanların nasıl eğitileceğini biliyor. sözlerden öze geçildiğini, şekilden ruha doğru, dıştan içe doğru gelindiğini biliyor. Onun için İslâm şekle önem vermiştir. O şekli yapa yapa otomatikman o şeklin sonucu olan güzel şeyler sağlanır. Selâm verile verile muhabbet olur. Muhabbeti teşvik ediyor, muhabbetin çok sevabı vardır. Kardeşliğin çok büyük sevabı vardır.

Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki --İmam Gazâlî İhyâ'sında yazmıştır: "Bazı işler ibadet şeklinde değildir ama, çok büyük sevabı vardır." Meselâ, namaz form olarak bir ibadet tarzıdır. Abdest alıp kıbleye dönüyorsunuz, "Allahu ekber" diyorsunuz. Rukûsu var, secdesi var... vs. Ama bazı şeyler var ki, böyle bir ibadet formu göstermiyor, dışardan bakan bir insan böyle bir şey düşünmez. Fakat ibadettir, sevaptır. Meselâ bunlardan birisi, toplumda kişinin öteki kişilerle dostluk, arkadaşlık yapması, --uhuvvet diyoruz bunu, din kardeşliği diyoruz-- kardeş olması çok sevaptır. Muazzam sevaptır, en büyük sevaplardan birisidir ve büyük bir ibadettir.

"İnsan yeni bir dost kazandıkça, --meselâ, bugün birisiyle tanıştınız; merhaba, nerelisin, vs.-- Allah yeni bir dost kazanan müslümanın cennette derecesini, bir derece daha yükseltecek." duye buyruluyor. Böylece dost kazanmağa, dostluk yapmaya teşvik vardır. Dostluğu sağlamlaştıracak şeylere teşvik vardır. Meselâ; ziyafet çekmek, hediye vermek, ziyaret etmek... Hasta iken iyâdette bulunmak, yâni hasta ziyareti yapmak... vs. Bunların hepsini geniş geniş Peygamber SAS Efendimiz teşvik etmiştir ve sevaplarından bahsetmiştir.

Şimdi, sizi ilgilendiren bir hatırayı, canlı, olmuş bir olayı size nakletmek istiyorum: Kazzàfî propaganda maksadıyla, çok çeşitli ülkelerden gazetecileri Libya'ya, Trablus'a çağırmış. Bizim Türkiye'den de solcu, sağcı, tanınmış gazetecileri çağırmış. Trablus'ta lüks bir otele yerleştirmiş. Abdurranman Dilipak anlattı bunu bana, o da sağcı bir gazeteci olarak oraya gitmiş. Otelin aşağısındaki lobisinde demiş ki:

"--Biliyormusunuz, Fransız filozofi Roce Garudi müslüman oldu?"

Tabii, ciddiye almamışlar. Bizim öteki solcu gazeteciler:

"--Yâhu, artık herkes müslüman oldu diyorsunuz! Astronot müslüman oldu, Kaptan Güsto müslüman oldu, şu müslüman oldu, bu müslüman oldu... Roce Garudi müslüman olmaz!" demişler. "Herkesi müslüman oldu diye iddia ediyorsunuz ama, o adam büyük filozof, solcu, çok büyük adam... Kitaplar yazmış, kitapları Moskova'da ders kitabı olarak okunuyor. Müslüman olmaz o!.." demişler.

Allah'ın işine bakın ki, ertesi gün Roce Garudi de gelmiş oraya... Davet edilmiş, o da gelmiş ertesi gün, aynı otelde... Tabii, herkes merakta, "Acaba, hakîkaten Roce Garudi müslüman mı?" filân diye... Sormuşlar:

"--Müslüman mısınız?"

"--Evet müslümanım, müslüman oldum!"

"--Üstad ne diye müslüman oldun?.." demiş bizim solcu gazetecilerden bir tanesi...

Anlamış onun sitemini, edasını, kafasındaki sözünü... Demiş ki --çok hoşuma gidiyor da bunu her yerde söylüyorum:

"--Bak evlât! Kapitalizm insanı sermayeye ve patrona esir etti."

Vahşi kapitalizm sonunda komünizmi doğurdu biliyorsunuz. Kapitalizmin sert uygulamaları reaksiyonlar meydana getirdi, komünizm meydana geldi.

"--Komünizm ise insanı topluma fedâ etmiştir."

Orda da insanın hiç değeri yok... Hapse atılır, öldürülür... vs. Mühim olan toplumdur. Orda da toplum öne geçirilmiş, insan fert olarak ihmal edilmiş. Kapitalizmde de insan eziliyor, istismar ediliyor, çalıştırılıyor, işçinin emeği sömürülüyor. Sermayedarlar gittikçe daha zengin oluyor... vs. Emperyalizm ve sömürü... Kapitalizm patrona esir etmiştir insanı... Komünizm cemiyete feda etmiştir.

"--İnsana insan olma değerini veren İslâm'dır. Onun için müslüman oldum." demiş.

Çok kısa bir özet tabii bu... Ama bütün ekonomik sistemleri gayet güzel bitirmiş oluyor, bu işleri çok iyi bilen bir insan olarak...

İslâm her konuda çok muhteşem, çok hayret edilecek, hayran kalınacak dengeler kuruyor. Aşırılıkları bertaraf ediyor, denge kuruyor. Hem ferde önem veriyor İslâm, hem de topluma önem veriyor. Hiç birisini ötekisine ezdirtmiyor. İslâm'da fert de çok mutlu, toplum da çok düzenli... Başka sistemlerde bu yok...

Onun için, İslâm hakkıyla yaşandığı zaman insan rûhen mutlu oluyor, çok rahat oluyor, içi huzurlu oluyor. Bedenen sıhhatli oluyor. Aklen de sıhhatli oluyor; çünkü İslâm aklı da korumayı esas almış. Ailevî yönden düzenli oluyor; çünkü kocaya da bazı şeyleri emretmiş, hanıma da emretmiş. Cinsel yönden de düzen koymuş. İctimâî düzeni ve saadeti de sağlamış. Bunların hepsi İslâm'da bir düzene girmiş oluyor ve İslâm'da tahakkuk ediyor. Şeksiz şüphesiz en güzel nizam, Garudi'nin dediği gibi İslâm olmuş oluyor.

Biliyorsunuz, ibadetler bile ferdîdir. Netice itibariyle kulla rabbi arasındadır. Ama onların bile toplumsal olanlarının sevabı çoktur. Meselâ insan evde bir namaz kılar, bir birim sevap alır. Ama camide kıldığı zaman yirmiyedi kat sevap alır. Cuma namazı kılınan büyük camide kıldığı zaman elli kat büyük sevap alır. Yirmiyedi kat da az değil...

Dikkati çeken, zihne takılan bir husus... Tamam namaz bir ibadettir. Allah'ın huzurunda duruyoruz, bir şeyler okuyoruz --mânasını bilerek, bilmeyerek-- rükû ediyoruz, secde ediyoruz. Oruç da bir ibadet... Tamam, Allah için kendini tutuyorsun, sabrediyorsun; o da bir ibadet... Ama, zekâtı da bir ibadet yapmış İslâm... Zekât, sonuç itibariyle iktisâdî bir olaydır, ictimâî bir olaydır, ahlâkî bir olaydır. Ama ona büyük önem vermiş ve Peygamber Efendimiz zamanında çok önemli uygulamalar var... Meselâ, Ebûbekr-i Sıddîk RA Efendimiz halife olunca, bazıları demişler ki:

"--Yâ Ebûbekir! Tamam namaz kılacağız, kelime-i şehâdet getireceğiz, ramazanda oruç tutacağız; ama bizden zekâtı isteme!.."

Demiş ki:

"--Rasûlüllah zamanında verdiğiniz zekâtları ya aynen verirsiniz, ya da sizinle savaşırım! Çünkü siz, Allah'ın bir emrini yapmamak istiyorsunuz. Harb ederim sizinle!" demiş.

Halbuki aynı Ebûbekir, Rasûlüllah'ın darılıp da zekât almadığı bir kimse, Peygamber Efendimiz vefat ettikten sonra getiriyor zekâtını:

"--Al yâ Ebûbekir, zekât veriyorum!" diyor.

"--Rasûlüllah'ın almadığı bir zekâtı ben senden nasıl alırım; almam!" diyor.

O olay da çok enteresan... Peygamber SAS Efendimiz'e zekât ayeti indiği zaman, bu şahsa da tebliğ etmişler:

"--Zekât ayeti indi. Şu kadar koyundan bir tanesini zekât olarak vereceksin! Şu kadar deveden şu kadarını zekât olarak vereceksin!" demişler.

Bu kabul etmemiş. Kabul etmeyince, Peygamber Efendimiz de:

"--Bir daha onun yanına gitmeyin, istemeyin!" demiş.

Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz'e geldiği zaman, vermek istediği zaman:

"--Yok! Rasûlüllah senden almadı, ben de almam!" diyor.

Yâni, maksat aç gözlülük, para meselesi değil; Rasûlüllah'ın almadığından almıyor, Rasûlüllah zamanında verilenin de verilmesini istiyor. "Verilmediği zaman, çarpışırım!" diyor.

Biz onların hepsini bir tarafa bırakalım, zekât gibi parasal bir olay, ictimâî fonksiyonu olan bir olay önemli bir farz oluyor ve savaşa sebep olabiliyor. O kadar önemli yâni... "Basit bir şey, canım işte kendisi kazanmış, ne yaparsa yapsın?.. Verirse verir, vermezse Allah'a hesabını kendisi versin." demiyor yâni... Onu bir sisteme bağlamış, katsayısını koymuş. Bu da İslâm'ın ne kadar mükemmel olduğunu gösteriyor.

...............

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizleri de Peygamber SAS Efendimiz'in ahlâkıyla ahlâklanmaya muvaffak eylesin... Hem aile hayatında, hem akrabalarımızla münasebetlerimizde, hem diğer müslüman kardeşlerimizle ilişkilerimizde, komşularımızla ilişkilerimizde; hem ticaretimizde, hem ictimâî hayatımızda, iş hayatımızda bu kaidelere uygun hareket etmemizi, Allah-u Teâlâ Hazretleri bizlere nasib eylesin...

Böylece rızasını kazanmayı, hem dünyada mutlu olmayı, mutlu bir düzen kurmayı, mutlu bir toplum meydana getirmeyi; hem de ahirette sevap kazanmış olarak varıp, Allah'ın rızasına erip, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı cümlenize, cümlemize nasib eylesin...

Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtüh!..

24. 10. 1995 - Hannover / ALMANYA