SEYAHAT İNTİBALARIM
İSLAM NİSAN 89
Şubat 89'un ikinci yarısında İstanbul'dan İsveç'e bir seyahat fırsatı çıktı; karayoluyla Balkanlar-Yugoslavya- Avusturya-Almanya-Danimarka'dan Malmö'ye Stokholm'e kadar uzanan zevkli, ibretli bir yolculuk ve dönüş..
Ege'den Akdeniz'e gemiyle giden bir şairimizin söylediği: İçimize çevirip nemli gözlerimizi.
Geçtik yabancı gibi yakınından Rodos'un mısraları ötedenberi bana çok dokunurdu; bu sefer aynı duyguları ben de hüzünle yaşadım.
Karlı zirveleriyle muhteşem Balkan dağlarını, yeşil, bereketli, uzun ovaları; sarp kayalı, bol tünelli Niş yollarını, tüm yolların birleştiği yerde Belgrad'ı geçerken hep şanlı tarihimizi, 6-7 asır süren köklü maziyi düşündüm. Geçtiğimiz güzergahın güneyinde, kuzeyinde hala nice samimi müslüman toplumlar yaşıyor: Bulgar, Pomak, Arnavut, Türk, Makedon, sırp, Boşnak, Hırvat v.s. çeşitli ırklardan çeşitli diller konuşan kavimler, kardeşler.. Genellikle sırf müslüman oldukları için ikinci plana itilmiş, ezilmiş, mağdur, mazlum, masum, takip ve tazyik altında halklar..
Bilhassa şu son asırda, nedir bu müslümanların başına gelenler? Dünyanın her yerinde onları ezmeğe çalışan organize, gizli güçler var. Kim bunlar? Başları, merkezleri, nerede, bu fitne ve fesadı nasıl canlı tutarlar? Hangi metotları kullanırlar kimleri kendilerine alet ve maşa edinirler? Bunlara karşı mücadele nasıl olmalı?
Bugünkü müslümanlar, genellikle durumun ve hamet ve fecaatinden, habersiz, hala düşmanların oyununa gelir, müslüman kardeşiyle çekişir, çatışır, uğraşır, dostu kan ağlar, düşmanı güldürür ve sevindirir dururlar.
Bu minval, üzere nice asırlar İslam diyarı olarak yaşamış olan Endülüs, Balkanlar, Mora Yarımadası, Ege Akdeniz adaları, Tuna boyları, Romanya, Kırım, kazan, Kafkasya, Hazar Denizi çevreleri, Doğu ve Batı Türkistan illeri, Sibirya ovaları, Meveraünnehir, Hindistan kıtası, güneydoğu Asya bölgesi, Afrika'nın pek çok ülkeleri hep elden çıkmış, düşman boyunduruğuna düşmüş, oralardaki müslümanlar ya katliam edilmiş, ya hürriyetini kaybetmiş, hasılı devamlı zarara uğramış, vermiş, gerilemiş çekilmiş.. İşin en kötüsü idealini, tezini, yönünü, tarihini olayları, dostları, düşmanları unutmuş, gerileme, sebeblerini araştırıp tedbir almıyor.
Dünya üzerinde İslama candan bağlı, müslüman halkların meselesini bilen bu ve bundan çözümler bulmağa çalışan samimi, hür, mali bakımdan güçlü, modern dünyaya ve yüzyılın şartlarına vakıf, etkili, yetenekli, dengeli, irtibatlı merciler, makamlar, enstitüler yok mu? Müslümanların kaybolan haklarını kim arayacak, hukukunu kim savunacak, ezilenleri kim koruyacak; tarih, kültür, folklör hazinelerini kim kurtaracak?
Bu Avrupa halklarında kendi benliklerine, tarihlerine, kültürlerine, milli ve dini meselelerine o kadar kuvvetli bir bağlılık var ki! En küçük bir tarihi eser; hatıra, töre, ümit ve varlık öyle büyük bir titizlikle korunuyor ki! Meşhur alimlerin özel mektupları bile fişlenmiş, müzelerde saklanıyor. Çünkü onlar, milletin, ancak mefakirleri ile yaşadıklarını çok iyi biliyorlar; o sayede birlik ve dirliklerini muhafaza ettiklerinin; yeni başarılara şevkle ve heyecanla atılabildiklerinin derin şuurunda ve farkındalar. Devlet de tüm imkanları, radyosu, televizyonu, eğitim ve öğretim müesseseleriyle milli kültüre destek veriyor.
Ben Türkiye müslümanlarını dış çevreye çok ilgisiz, çok unutkan, çok vefasız, çok pasif, dolayısıyla da çok suçlu ve veballi bulunuyorum. Asırlardır İslam aleminin liderliğini yapmış bir ülkeye bu hal hiç yakışmıyor.
Hele dış ülkelerden Türkiye'ye hicret etmiş kardeşlerimi daha çok ayıplıyorum. Beni afvetsinler, dost acı söyler. Nasıl oldu da çabucak o eski doğum yerlerini, ecdad yurtlarını, oralarda bıraktıkları akrabalarını, dostlarını, hatıralarını, acılarını, hatta kin ve imtihanlarını hemen unutuverdiler. Biliyorum ki çokları Türkiye'de zengin de oldular. Mesela Cumhurbaşkanı bile Balkan kökenli. İçlerinde nice büyük fabrika sahipleri var.
Neden aralarında organize olmamış, zengin ve güçlü kültür ve dostluk dernekleri, araştırma enstitüleri, eğitim müesseseleri hatta hürriyet ve kurtuluş teşkilatları kurmamış, arkada ve geride kalanlara yardım ve destek elini uzatmamışlar? Neden oralarda ve Türkiye'de kendi aralarında, eski hatıralarını, örf ve adetlerini, giyim kuşam ve folklörlerini, ideal ve imanlarını canlı tutacak tedbirleri iyi almamışlar? Neden kitaplar, gazeteler, dergiler, yayınlanmıyor, okullar açmıyor, toplantılar, anma günleri iktifaller, seyahatler, temaslar düzenlenmiyor, sönük, cansız, isteksiz duruyorlar? Neden kayıpları, savaşları, acıları, uğraşları, çileleri, arzuları, dertleri, heyecanları ile etrafı tutuşturmuyor, bizleri sarsıp, uyandırıp, ağlatmıyorlar.
Yoksa kayıplarımız ağlamaya değmeyecek kadar, önemsiz mi?
Bu kafayla devam edersek şimdiki anavatan (!) Türkiyemiz, bile elde kalmaz ki!