İSLAM'IN MESAJINI İYİ KAVRAMAK
İSLAM, ARALIK 87
İslâm dinini, dünyadaki pekçok insan bilmiyor veya değerlendiriyor, yanlış yorumluyor. Din düşmanlarının, inatları, kinleri, hasedleri,suiniyetleri veya menfaatleri sebebiyle kasden yaptıkları saptırma, şaşırtma, yanıtma, tevkil ve iftiralarını bir yana bırakalım; güneş balçıkla sıvanmaz; yalancının mumu yatsıya kadar yanar; hakikat ergeç anlaşılır.
Asıl şaşılacak, esef edilecek olan, gayrimüslimlerin değil, bazı müslümanların bile dinlerinin ahkâmını doğru bilmemesi, özünü tam ve iyi kavrayamamış olması. Avamdan veya aydından birçok kimse din namına bazı vehimler ve hayallere sahip, bâtıl ve hurafelerle oyalanıyor.
Meselâ güzel ahlâkı, kimsenin işine gücüne, etlisine, sütlüsüne karışmamak, her tip insanla iyi geçinmek sanıyor. Halbuki İslâm, "hubb-i fillah, bugz-ı fillah": Allah için sevmek ve Allah için kızmak, "emr-i maruf, nehy-i münker: iyiliği emr ve teşvik etmek, kötülüğü engellemek", "mazluma yardım, zalimle mücadele" gibi ana prensiplere sahiptir.
Meselâ ibadeti sadece namazdan, oruçtan, hacdan ibaret sanıyor; halbuki insanlara faydalı olacak çeşitli faaliyetlere katılması, aktif hizmetlere koşusması da kendisine çok sevaplar kazandırabilir.
Meselâ diğer ehl-i dünya materyalistler gibi hayat ve faaliyetlerini, bu dünyada rahat etmek, kolay kazanmak, keyif çatmak, zevkince yaşamak esasına göre ayarlamağa çalışıyor. Halbuki İslâm, bu dünyanın rahat yeri olmadığını, çalışıp ter dökmesi gerektiğini, mihnet ve meşakkatleri göze almasının şart olduğunu; müslümanın, kardeşlerinin dertleriyle dertlenmesi, ideal uğrunda mücadele etmesi, gerektiğinde malını ve canını feda eylemesi... icap ettiğini bildiriyor.
Bu gibi yanlış anlayışlardan müslümanlar çok zarar gördüler; hâlâ da nice acılar çekmekteler. Lütfen artık kendimize gelelim, gerçekleri görelim, gerçek İslâm'a sarılalım.
İslâm kâinatı yaratan Allahu taalâ'nın mahzâ lûtfu ve rahmeti sebebiyle bize gönderdiği bir prospektüsdür; hayatı en doğru, en olumlu biçimde yaşamamız için, bize bahşedilen her türlü nimet ve imkânı en uygun ve en verilmi tarzda kullanmamız için sunulmuş bir "kullanma talimatnamesi'dir". O fırsat dinidir, hayat şartlarına uygundur. Ona inanmadan, sımsıkı sarılmadan hayatın manası tam anlaşılamaz; çevre, tabiat ve kainatta uyum sağlanamaz, bahşedilen fırsatlar iyi değerlendirilemez; ömrün sonunda hem maddeten, hem de mânen pişman ve perişan olunur.
Ahiret saadetinin olduğu kadar, dünya huzur ve asayişinin; ferdî ve içtimaî, millî ve beynelmilel terakkî ve başarının anahtar ve prensipleri İslâm'dadır.
O sadece manevî, huhanî ve uhrevî bir âyinler ve ibadetler sisteminden ibaret değildir; aynı zamanda maddî, sıhhî, ailevî, içtimaî, beşerî, evrensel, iktisadî, ticarî, askerî, terbiyevî, ilmî ve kültürel... ahkâma sahip, gediksiz, eksiksiz, kusursuz bir sistemdir. Hayattan kopmuş, dünyayla, çevreyle, insanlarla, beşerî faaliyetlerle ilgiyi kesmiş, içine kapanmış bir manastır dini değil; aksine: Hayata, insana, cemiyete, devlete, beynelmilel'e yönelmiş, onlar arasındaki münasebetleri tanzime yönelmiş aktif ve dinamik bir nizamdır; tüm hayatı, Allah'ın istediği tarzda yaşama biçimidir; yüce ve asîl ilâhî yoldur.
İslâm'a göre insan, zikirden, namazdan, oruçdan... sevap aldığı gibi; dişini misvaklamaktan, bedenini yıkamaktan, evlilikten, ailesine güzel muameleden, ticaretteki dürüstlükten, memuriyetteki hüsniyet ve gayretten, mahkemedeki doğru şahitlikten, hükmündeki adaletten, idareciliğindeki faziletten, din yolundaki mücadelelerindeki ihlasdan, cihaddaki şecaat ve cesaretten... de yüksek sevaplar kazanabilir.
(Ve meselâ seçimde yaptığı yanlış bir tercihden kıyamete kadar sürecek veballer yüklenebildiği gibi, attığı isabetli bir oydan da sonsuz ecirler edebilir.)
O halde hepimiz her işimizi İslâm'ın belirttiği yüce prensipleri, şeriatin temiz ve âdil hükümlerini dikkate alarak, ilâhî bir vecb ile ve bir ibadet zevk ve şevkiyle yapalım ki fert ve cemiyet olarak mutluluğu ulaşmamız mümkün olabilsin.