Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

21. ASIRDA MÜSLÜMANLAR NE YAPMALI?

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi hakka hamdihî ves-salâtü ves-selâmü alâ hayra halkıhî seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaîn...

Bana "21. Asra İslâm'ın Mesajı" diye bir konferans ismi teklif edildi. Bütün ilgililere beni davet ettikleri için teşekkür ediyorum. Ben önce ismi düzeltmek istiyorum: Bu edebî bir isim; "21. Asra İslâm'ın Mesajı" yerine "Müslümanlar 21. Asırda ne yapmalı?" diye bir takım bilgiler söylemek durumdayım.

21. Asr'a az bir zaman kaldı. Tabii, şimdiden onun üzerinde konuşmak, bizim için çok güzel bir şey...

Biz müslümanlar için zaman çok kıymetlidir. Bizim Türkçede bir atasözümüz vardır, "Vakit nakittir." derler. Ömrün aziz olduğu ve bir sermaye olduğu dâimâ söylenir. 21. Asır da bizim gelecek sermayemizdir.

Dünya bizim için bir muvakkat alemdir ve biz burada güzel şeyler yaparak Allah'ın rızasını kazanmağa çalışıyoruz. Buradaki bulunuşumuzun sebebi ayet-i kerimede şöyle izah ediliyor:

(Liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) "Hanginiz daha güzel işler yapacak, bunu imtihan etmek için sizi yarattık." buyruluyor. Ve bu hayat bir imtihandır.

Bizim zamana bakışımızda üç durum vardır: Geçen vakte, mâziye muhasebe gözüyle bakarız, hesabını yaparız, değerlendirmesini yaparız. Hazret-i Ömer RA buyurdu ki:

(Hàsibû enfüseküm kable en tühâsebû) Yâni, "Allah sizi ahirette hesaba çekmeden önce, siz burada kendinizin muhasebesini yapın!"

Mâzinin muhasebesini yaparız. Bu hesabın sonunda, mâzide eğer günah işlemişsek tevbe etmemiz lâzım gelir. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

(Accilû bit-tevbeti kablel-mevt!) "Tevbeyi ölmeden evvel, ölüm gelivermeden önce, ölüm sizi aniden yakalamadan önce, çabuk yapınız!"

Eğer mâzide güzel şeyler yapmışsak Allah'a şükrederiz, Allahın kabul etmesini dileriz bu güzel şeyleri... İstikbâl, yâni gelecek zaman için de, iyi niyet taşırız. Çünkü hadis-i şerif var:

(İnnemel-a'mâlü bin-niyyât) "Yapılan işler niyetlerine göre sevap kazanır, değer kazanır." ve;

(Niyyetül-mü'mini hayrun min amelihî) "Mü'minin niyeti icraatından daha kıymetlidir, daha büyüktür, daha sevaplıdır."

Yâni, mâziye tevbe veya şükrediyoruz, istikbâle de iyi niyetle bakıyoruz, iyi şeyler kuruyoruz. Eğer istikbâle ait iyi bir niyetimizi tahakkuk ettiremezsek bile, iyi niyetimizden dolayı Allah bize sevap verir. Onun için istikbâle ait güzel niyetler kurmalı, iyi planlar yapmalıyız

a. Yirminci Yüzyıl'ın Muhasebesi

Şimdi bu girişe göre, müslümanların şimdiye kadarki durumunu kısaca göz önünde bulunduralım ve istikbalde neler yapmamız gerektiğini konuşalım:

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasına kadar Rusya'nın sahib olduğu bir blok vardı ve bu blokun karşısında bir başka blok vardı; Batı Bloku ile Doğu Bloku deniliyordu, Kapitalist blokla Komünist blok deniliyordu. Dünya üzerinde iki büyük güç bunlardı. Bir de bunlara uymayan üçüncü dünya ülkeleri vardı.

Şimdi Rusya'nın Amerika ile rekabeti bırakmasından sonra, Doğu ile Batı yerine, Kuzey ve Güney diye bir cephe değişmesi oldu. Amerika eskiden kendisine Rusya'yı düşman alıyordu, ona karşı çarpışıyordu. Şimdi Rusya ile anlaştı; hepsi belli bir çizginin kuzeyinde gayrimüslim blok teşkil ettiler. Onun güneyinde Cezâyir'den başlayan, Endonezya'ya kadar giden bir İslâmî kuşak var. Şimdi kuzey ve güney kutuplaşmasına dönüyor durum...

Eskiden Amerika'nın karşısında, Batı'nın karşısında Moskova vardı bir düşman şehir olarak; şimdi Amerika, İngiltere, Moskova hepsi birden söylüyor ki, hepsinin karşısında düşman şehir olarak Mekke var. Sadece Amerika'nın değil Avrupa'nın da, Rusya'nın da genel stratejisi, karşılarında İslâm'ı bir düşman blok olarak görmek... Kendileri anlaşıyorlar, ama karşılarına İslâm'ı alıyorlar. Şimdi artık onların karşısında Moskova değil Mekke var... Böyle düşünüyorlar.

Dünyada süper güç olarak Amerika'nın, Avrupa'nın ve Rusya'nın İslâm ülkelerine bakışı şöyle: Kendisinin emrinde hareket etmiyorsa, o devlet anarşist bir devlet olarak nitelendiriliyor.

Bazı İslâm ülkelerinde yöneticiler ile halk arasında ayrılık var ve çatışma var... Ayrıca dünya üzerinde, müslümanların ezilen azınlık olarak bulunduğu gayrimüslim ülkeler var... Müslüman azınlıklar eziyet görüyor, zulüm görüyor. Bir de bazı demokratik ülkelerde, --meselâ İngiltere'de olduğu gibi--müslümanların yaşadığı ve nisbeten o ülkelerin halklarının sahib olduğu haklara ve hürriyetlere sahib olan yerler var...

Maalesef, gönül huzuru ile İslâm'ı tam mânâsıyla, halkı ve devletiyle tam mânâsıyla tutup da, İslâm'ı savunmayı esas almış olan ve bunun bayraktarlığını yapan bir devlet, belirgin olarak ortada yok... Hem hükümeti, hem halkı ile İslâm'a hizmet etmeyi esas almış olan, tam mânâsıyla gönlümüzü bağladığımız, arzu ettiğimiz, temenni ettiğimiz ideal bir devlet mevcut değil...

Şimdi, 20. Yüzyıl'ı değerlendirelim. Hilâfete sahib olan bir Osmanlı Devleti vardı ve dünyanın her yerindeki müslümanlara sahib çıkıp yardım etmeğe çalışıyordu. Birinci Cihan Harbi'yle o çöktü ve bir çok İslâm ülkeleri büyük sıkıntıların içine girdiler. Bir kısmı sömürülmek, bir kısmı da esir olmak durumuna düştüler.

İlerleyen yıllarında müslümanlar esaretten kurtulmağa ve bağımsızlıklarını elde etmeğe başladılar. Bir ara 19. Yüzyıl'ın sonunda ve 20. Yüzyıl'ın başında, "Artık İslâm bütün kuvvetini kaybetti, dünya üzerinden silinecek; onun izi, eseri kalmadı diye düşünen insanlar zuhur etmeğe başlamıştı. Ama görüldü ki, İslâm yok olmamıştır, mevcuttur ve gelişmesini göstermeğe başlamıştır.

Bir münevverin müslüman olabileceği veya müslümanlığını göğsünü gere gere söyleyebileceği çok zor olan yıllar geçti ve onun yerine İslâm, dünya üzerinde kapitalizmin, komünizmin ve diğer beşerî sistemlerin karşısında en kuvvetli sistem olarak kendisini savunmaya ve kabul ettirmeğe başladı. İslâm'ın fikrî planda savunması yapıldı ve İslâm'ın öteki beşeri sistemlerden daha üstün olduğu, neşredilen yüzlerce, binlerce kitapla isbat edilmeğe başlandı.

Böylece Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin vaadi var Kur'an-ı Kerim'de:

(Yürîdûne liyutfi nûrallâhi biefvâhihim vallàhu mütimmü nûrihî velev kerihel-kâfirûn) "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmeğe çalışıyorlar ama, Allah nurunu tamamlayacaktır, söndürmeyecektir."

Allah'ın vaadi yerine geldi, Allah'ın vaadinin hak olduğunu herkes gördü. İslâm yok olmuyor, hepsinden daha kuvvetli olarak, bütün beşerî sistemlerin üstünde yaşamaya devam ediyor.

Muhtelif ülkelerde bir çok İslâm münevveri yetişti, bir çok İslâm lideri yetişti. Mısır'da, Pakistan'da, Hindistan'da, Türkiye'de, dünyanın bir çok ülkelerinde büyük liderler yetişti, İslâm münevverleri çoğaldı. Ve işin en güzel tarafı, İslâm gençler tarafından, üniversiteliler tarafından, münevverler tarafından, alimler tarafından benimsenmeye başladı. Birtakım insanlar müslüman olmaya başladı. Meselâ bizim ülkemizde, başını örten kızlar, mücadele vererek, İslâmiyetini yaşayarak yüksel tahsil yapan insanlar, İslâm için fedâkârca çalışan gençler yetişti.

Avrupada ve Amerika'da kuvvetli organizasyonlar kuruldu. Kuvvetli neşriyat yapılıyor, dünyanın her diline de bunlar çevriliyor, müslümanlar bunlardan istifade ediyor.

Müslümanlar bu Amerika ve Avrupa ülkelerinde bile seçimlere tesir edecek güce eriştiler. İsveç gibi, Almanya gibi bazı ülkelerde belediye başkanlıkları kazanan müslümanlar var, milletvekili olan müslümanlar var. Almanya'da, İngiltere'de, Amerika'da, bir çok ülkelerde müslümanların nüfusu milyonları geçiyor.

Bütün bunlar Yirminci Yüzyıl'ın muhasebesinin, incelenmesinin sonucudur. Esaretten hürriyete, İslâm'ın horlanmasından sevilmesine, hayat dışına itilmesinden hayatın içine gelmesine, baş tacı edilmesine doğru bir gelişme var, zayıflıktan kuvvetliliğe doru bir gelişme var 20. Yüzyıl'ın içinde... Bunların hepsi bizim için Allah'a hamd edilecek, şükredilecek güzel gelişmelerdir.

Bunun karşısında İslâm'a karşı mücadele eden, İslâm'ı yok etmeye çalışan birtakım hareketler de var. Fakat bu hareketler, İslâm'ın gücünü bir bakıma isbat ediyor. Yâni, İslâm güçlü ki, onun karşısında bu kadar büyük reaksiyoner hareketler oluyor.

Düşmanlarının olması da tabiidir. Çünkü rakib dinler var ve müslümanların uyanmasından korkan bazı sömürgeciler var... Fakat bütün çırpınmalara rağmen, İslâmiyet gelişmeye devam ediyor.

Bir misâlle söyleyeyim:

Roma'nın belediye başkanı veya İtalya'nın bir yetkili şahsiyeti, "Mekke'de bir kilise inşâ edilmedikçe, Roma'da bir cami açılamaz!" dediği halde, birkaç hafta önce Roma'da, bir camiyi müslümanlar inşâ ettiler. Peygamber SAS Efendimiz'in de İstanbul'un fethedileceğine dair bir müjdesi olduğu gibi, Roma'nın da fethedileceğine dair bir müjdesi var; bu onun bir adımı olmalı... Ama bu fetih silâhla değil, "Lâ ilâhe illallah" yoluyla olacak.

Şimdi dünyanın bir teknolojik gelişmesi var ve dünya üzerinde birtakım ekonomik gruplaşmalar var; onu da bahis konu edelim. Devletlerin üçü beşi bir araya geliyor, ekonomik gruplar teşkil ediyor. Meselâ Avrupa'da AT, Avrupa Topluluğu; Amerika'da NAFTA, Kuzey Amerika Ekonomik Birliği ve Pasifikte Pasifik Ekonomik Birliği gibi...

Devletler bir araya geliyor, büyük grup teşkil ediyor: Kanada, Amerika, Meksika birleşiyor, büyük bir pazar teşkil ediyor. Avrupa'da küçük ülkeler birleşiyor, Avrupa Topluluğu haline geliyor, büyük gruplar teşkil ediyorlar.

Durum bu... 20. Yüzyıl'a baktığımız zaman, geriye doğru mâzinin değerlendirmesine baktığımız zaman, iyi taraflarıyla, kötü taraflarıyla 20. Yüzyıl'ın durumu bu...

b. Şimdi Ne Yapmamız Gerekiyor?

Şimdi biz bu durum karşısında ne yapmalıyız; onları kısaca açıklamak istiyorum:

Dünya üzerindeki bu gruplaşmalara dikkat etmezsek olmaz. Dünyadaki büyük gruplaşmaları nazar-ı dikkate almamız gerekiyor. Hem onları hedef alan çalışmalar yapmalıyız, hem de biz müslümanlar olarak kendimizi geliştirmeğe çalışmalıyız.

Çünkü Şeyh Sa'dî'nin Farsça güzel bir şiiri var, diyor ki:

Şemşîr-i nik zi âhen-i bed çün küned kesî

"Bir insan kötü bir demirden iyi bir kılıç nasıl yapabilir?" Kötü demirden iyi kılıç yapılamaz. Malzeme iyi olmalı ki, müslümanların şahısları iyi olmalı ki, İslâm toplumu kaliteli olsun. Biz kendimiz iyi müslüman olduğumuz zaman, başka insanlara da müslümanın güzel bir örneğini göstermiş olacağız. Böylece öteki insanların İslâm'a gelmesinde güzel bir ortam hazırlamış olacağız.

Şimdi bizim asıl vazifemiz, Peygamber SAS Efendimiz'in asıl vazifesi ve sahabe-i kiramın da ondan öğrenerek yaptığı asıl hizmet, İslâm'ı başkalarına anlatmaktır. Hayatlarındaki en mühim çalışmaları bu idi. Bu çalışmayı bizim bütün kuvvetiyle canlandırılması lâzım!.. Bunu durdurduğumuz için İslâm alemi geriledi.

Bunu bir misâlle açıklamak istiyorum:

Pakistan'dan bir grup müslüman Amerika'ya gidiyorlar, Washington Camii'nde konuşmalar yapıyorlar ve bir Amerikalı mühendisin müslüman olmasını sözleriyle temin ediyorlar. O Amerikalı müslüman onlara diyor ki:

"--Allah sizden razı olsun!.. Amerika'ya geldiniz, beni İslâm'la tanıştırdınız, küfürden kurtardınız, şirkten kurtardınız, ahiret hayatımı bana sağladınız. Siz de yetişmiş bir elemanı bir anda kazandınız. Yâni ben mühendisim; şimdi kalbimle müslüman olduktan sonra, bütün müktesebâtımla İslâm'a hizmet edeceğim."

Siz bu İslâmî çalışmanıza devam edin! Bakın, bir küçük sözle, bir insanın hem ahiretini kurtarıyorsunuz, müslüman ediyorsunuz; hem de bir küçük sözle bir eleman kazanıyorsunuz. Bu çalışmayı çok yaptığınız zaman, bir çok insanı kolayca kazanacaksınız, İslâm kuvvetlenecek.

Benim incaelemelerime ve incelemelerimin sonundaki şahsî kanaatime göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesinin sebebi, tebliğ çalışmasının zayıflamasıdır. Bir de ilk başta Anadolu'ya ve Balkanlar'a sırf İslâm'ı tebliğ için gittiler. Çalıştılar ve çok büyük başarılar elde ettiler. Sonra bu çalışmaları yavaşlatınca, başarıları geriledi. Öteki insanların müslüman olmaması, düşman olması devam ettiği için aleyhlerine döndü .

Daha önce İslâm'ı tebliğ çalışması yapınca, Arnavutlar gibi, Boşnaklar gibi birçok Avrupa kavimlerini müslüman etmişlerdi. Bu çalışmayı durdurunca, müslüman olmayan kavimler toplanıp kendilerine düşmanlık ettiler. Onların karşısında duramadılar. Tebliğ çalışması durduğu için, kendileri yıkıldı.

Osmanlılar tebliği tam mânâsıyla durdurmadılar ama, çalışmalarının ana fikri olmaktan kenara aldıkları için böyle oldu. İlk baştaki gibi, sırf Allah'ın dinini yayma çalışması yapsalardı, bütün Avrupa müslüman olurdu.

Onların Avrupa'ya tesiri, Katolikliğin karşısında Protestanlığı, Uniteryanizm'i ve diğer mezhepleri meydana getirmişti. Onlar meselâ, heykellere tapılmaması gerektiğini söylemeğe başlamışlardı. Macaristan'da ve sâirede Uniterian mezhebi gibi, Allah'ın bir olduğunu kabul eden hristiyan mezhebleri ortaya çıkmıştı. O çalışmalara devam etselerdi, bu tesir Avrupa'nın müslüman olmasına yol açabilecekti.

Avrupa'nın rönesans ve reform denilen hareketleri, hem ilimdeki hamleleri hem dindeki değişmeleri, müslümanların onlara tesiriyle olmuştur. Bu tesirin kuvvetle devam ettirilmesi mümkün olsaydı, sonuç başka türlü olabilecekti. Ordaki kusurları dolayısıyla başarısızlık oldu. Biz şimdi bu hatayı anlayıp, bundan vaz geçmeli, İslâm'ı anlatmayı en büyük gaye edinmeliyiz.

Kendimizin iyi müslüman olması; bir... İslâm'ı başkalarına anlatma çalışması yapmayı çok kuvvetle devam ettirmemiz; iki...

c. Kuvvetli Müslüman Olmalıyız!

Peygamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifini söylemek istiyorum. Kuvvetli müslüman olmamız gerekiyor. Kuvvetli müslümanlık hakkında şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz:

(Elmü'minül-kaviyyü hayrun ve ehabbü ilallàhi minel-mü'minid-daîfi ve fî küllin hayr) "Kuvvetli müslüman zayıf müslümandan Allah'a daha sevgilidir ve insanlar için daha hayırlıdır. Bütün müslümanlar hayırlı olduğu halde, kuvvetli müslüman daha hayırlıdır."

Bu hadis-i şerifin gösterdiği hedef, müslümanın kuvvetli müslüman olmasıdır. Kuvvetli müslüman nasıl olacak:

1. İlkönce bedenen kuvvetli müslüman olacağız. Kuvvetli müslüman öteki müslümanlara her yönden daha rahatlıkla, sıhhatle hizmet edebilir. Onun için sıhhatimizi korumağa çok dikkat edeceğiz.

Bu neyi gösterir?.. Meselâ, sigara içmememiz lâzım, içki içmememiz lâzım, vücudumuzun hakkını vermemiz lâzım, vücuda ihtimam etmemiz lâzım, vücudu kuvvetlendirmek için gerekli her şeyi yapmamız lâzım!

(Nefsüke matıyyetüke, ferfak bihâ) "Senin senin kullandığın bir bineğindir, ona yumuşak davran! Yâni bineğini hor kullanma, bu vücudunla, bu nefsinle ömür boyu bir yere gideceksin; onu iyi kullan!"

Bu bedenen kuvvetli olmamız için bir takım çalışmalar yapmamız gerektiğini gösteriyor. Gençlerimizin sıhhatli bir vücuda sahib olması yönünde birtakım müesseseler kurmamız gerektiğini gösteriyor.

2. Kuvvetli olmanın diğer bir şekli rûhen kuvvetli olmaktır. Bunun için de gençleri derleyen toplayan, insanları derleyen toplayan cemiyetler, cemaatler kurmak lâzım!..

Ruhen kuvvetlenmek tasavvuf önemli bir vazifedir. Tasavvufî rûhî bir terbiye gereklidir.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'de buyruluyor ki:

(Kad efleha men zekkâhâ.) "Kim kendisini rûhen kuvvetlendirirse felâh bulacak."

3. Ayrıca ahlâken sağlam bir ahlâka sahib olmamız lâzım! Bu da yine tasavvufî bir eğitimle olur. Meselâ ihlâs, yaptığı şeyi Allah rızası için yapması; meselâ, sıkıntıların karşısında sabır; meselâ, başka insanlara merhamet etmek; meselâ, müslümanları sevmek... Bunların hepsi birer ahlâkî vasıftır ve bir eğitimle sağlanması gerekir.

Sabırlı olmak, merhametli olmak, ihlâslı olmak, azimli olmak, meşakkatlerin karşısında yılmamak... Bunların hepsi bir eğitim gerektiriyor. Bu eğitimin yapıldığı müesseseler, bugünkü modern toplumlarda yok... Tasavvuf bir tarafa bırakılırsa, bu eğitimin verildiği müesseseler yok!.. Böyle bir çalışma da yapmak lâzım!

4. Ayrıca dördüncüsü mâlî ve ekonomik yönden de müslümanın kuvvetli olması lâzım!..

Peygamber SAS Efendimiz de, ashabının zenginlerinin cömertliği ile müslümanlara çok şeyler kazandırdı. O devirde İslâm'ın gelişmesinde ve müslümanların hizmetlerinde onların yardımlarını kullandı.

Meselâ Hazret-i Ebûbekir RA, meselâ Hazret-i Osman RA, ordu techiz ettiler, fakirlere yardım ettiler. İslâm'a her yönden hizmet ettiler.

Meselâ böyle bir kolejin, meselâ kaldığımız o İslamic Center gibi yerlerin sağlanması ve işlemesi de hep para ile, mâlî desteklerle oluyor.

Evet biz müslüman olarak dünya ehli değiliz, maddenin esiri değiliz, maddeyi sevmiyoruz ama; madde İslâm'ın ve müslümanların hizmetinde büyük faydalar sağladığı için, ona önem vermeliyiz.

Biz dünyayı sevmiyoruz.

(Hubbüd-dünyâ re'sü külli hatîeh) "Dünyayı sevmek her türlü yanlış işin başlangıcıdır, kaynağıdır." Biz dünyayı sevmiyoruz, ahireti seviyoruz ama, İslâmî hizmetler için dünyalık, para ve diğer mâlî imkânlar gerekli olduğu için, onları da sağlamak lâzım!..

Biz Türkiye'de --misâl olsun diye söylüyorum-- maddî imkânlarımızı bir araya getirdik, radyo yayınları, televizyon yayınları kurduk. Kolejler kurduk, dergiler çıkartıyoruz, kitap yayınları yapıyoruz,

Bizim radyo yayınlarımız,Türkiye'de en önde gelen yayınlardan... Şimdiye kadar 20 ilde yayın yapıyorduk, şimdi uydudan yayın yapmaya geçiyoruz.

Bütün bunlar maddenin ve mâlî, ekonomik meselelerin önemli olduğunu gösteriyor. Bu bizim için fertler olarak, cemaatler olarak önemli olduğu gibi, müslmüman devletler için de önemli. Çünkü onlar kuvvetli olduğu zaman, yardıma muhtaç diğer İslâm ülkelerine rahatlıkla yardım gönderebiliyorlar.

Avrupalıların AT'yi kurduğu gibi, Amerikalıların NAFTA'yı kurduğu gibi, Pasifik'te Okean Ekonomik Birliği kurdukları gibi, müslümanların da bu 21. Asır'da, kendi aralarında ekonomik birlikler kurmaları lâzım!..

5. Ayrıca siyâsî yönden kuvvetli olmamız gerekiyor. Hem kendi ülkemizde siyâsî yönden devletin yönetiminde söz sahibi olmalıyız, isteklerimizi yerine getirmek için çalışma yapmalıyız; hem de dünya üzerindeki müslümanlarla ilgili beynel-milel meselelerde yaptırım gücü olan grup teşkil etmeliyiz. Müslüman ülkeler de kendi aralarında, müslümanların menfaatlerini korumak için, siyâsî bir grup teşkil etmeli

Meselâ, 20. Yüzyıl'da müslümanlar bu anladığım mânâda kuvvetini sağlamış olsaydı, Bosna'da bu zulmü durdurabilirdik. Çeçenistan'da, Keşmir'de, Kıbrıs'ta, dünyanın her yerinde müslümanların aleyhine çifte standartlar kulanılarak yapılan zulümleri durdurabilirdik.

6. Bundan sonra, ilim ve teknoloji yönünden de güçlü olmamız lâzım! Biz Pakistanlı kardeşlerimizin de atom bombası teknolojisine sahib olduğunu duyuyoruz, bundan memnunluk hissediyoruz.

Türkiye'nin ve diğer İslâm ülkelerinin teknolojik gelişmesinden ve standartlarının yükselmesinden de mutluluk duyuyoruz.

Şu anda yetişmiş pek çok kaliteli ilim adamımız var, profesörler var; Türkiyede, Mısır'da, Pakistan'da, Arabistan'da... İnşaallah yakın bir gelecekte, kendi kendimize ilmî ve teknolojik araştımalarımızı ve çalışmalarımızı geliştirecek bir seviyeye ulaşacağız.

Şu anda biz Türkiye'de, dînî bir grup olmamıza rağmen bir çok teknolojik atılımların içerisindeyiz. Eğer hükümet müsaade ederse, üniversite kuracak durumdayız.

7. Bundan sonra bu 21. Yüzyıl'da müslümanların yapması gereken önemli işlerden birisi de, müslüman milletler arasında; fertler arasında ve devletler arasındaki alâkaların kuvvetlendirilmesidir.

Biz bunun için, Türkiye'de bir dostluk vakfı kurduk: Hakyol Eğitim Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı...

Bir çok öğrencilerimi de tahsil yapmaları için İslâm ülkelerine gönderiyorum. Türkiye'de tahsil yapabilecekleri halde, oraya gitsinler, orayla alâkalarımız kuvvetlensin diye... Hattâ biraz özel bir şey, alâkaların sağlam temellere oturması için, dış ülkelerden evlenme yapmalarını dahi tavsiye ediyorum.

(Elküfrü milletün vâhideh) Küfür tek bir millet olduğu gibi, müslümanlar da tek bir ümmettir. Böylece her yönden yardımlaşma, sağlam, tabiî temellere oturacak. Çünkü, birbirini tanıyacak müslümanlar...

Biz tabii bir takım önemli müesseselerin mutlaka müslümanların elinde olmasını istiyoruz. Bu önemli müesseselerden birisi basın-yayındır, bir diğeri de tahsil müesseseleridir. Biz onun için radyo, televizyon ve diğer çalışmaları yapıyoruz. Onun için bir çok kolejler açıyoruz Türkiye'de...

8. Bir sonuncu şey de, müslüman ülkelerin birisinde herhangi bir şekilde bir problem, bir zulüm, müslümanlara karşı bir baskı olursa; öteki ülkelerden onu koruyacak bir mekanizmanın geliştirilmesi lâzım geldiğine inanıyoruz 21. Yüzyıl'da...

Meselâ, Cezâyir'de halk birilerini seçti ama, o seçilenlerle birtakım güçlerin mücadelesi var... Bunları durduracak bir mekanizmayı kurmak lâzım!

Nasıl batılılar veya İslâm düşmanları, İslâm ülkelerinde böyle oyunları yapabilecek mekanizmalar kurmuşlarsa; biz de bu mekanizmaları tesirsiz hale getirecek İslâmî bir karşı mekanizma kurmalıyız.

Yâni, bir İslâm ülkesinde İslâm düşmanları bir takım oyunlar yapmak için gizli mekanizmalara sahipler... Orda iktidarla oynuyorlar, iktidarı kazanana zorluk çıkartıyorlar, böyle bir gizli mekanizmaları var. Keşmir'de bunu yapıyorlar, Cezâyir'de yapıyorlar, Çeçenistan'da, başka yerlerde yapıyorlar. Onların bu mekanizmaları gibi, İslâm'ı koruyacak bir karşı mekanizmayı müslümanların kurması lâzım! Çünkü İslâm'ın selâmeti, bekàsı buna bağlı...

Böyle yapar, kendimizi korursak ve bu şekilde çalışırsak... Ki, çalışmaların hepsine karınca kararınca Türkiye'de başladık, kendimiz yapmağa çalışıyoruz. Bu çalışmalar bütün İslâm ülkelerinde yapıldığı zaman, 21. Yüzyıl inşaalah müslümanlar için olacak ve zafer müslümanların olacak!..

(Vel-àkıbetü lil-müttakîn) [Güzel sonuç müttakîler içindir.]

Hepinize çok çok teşekkür ederim.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Temmuz 1995 / İNGİLTERE