İMANIN KORUNMASI
Elhamdülillâhi rabbil-àlemîn... Hamden kesîren tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultànih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve tâci ruûsinâ menbaıs-sıdkı ves-sefâ muhammedinil-mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ecmaînet-tayyibînet-tàhirîn... Emmâ ba'd:
Aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Allah cümlenizden razı olsun... Diyar-ı gurbette yaşıyorsunuz, çalışıyorsunuz. Alnınızın teri ile, elinizin emeği ile, ağır işler yaparak kazanç sağlıyorsunuz. Sa'yiniz meşkûr olsun, rızkınız geniş olsun, kazancınız helâl olsun, bol olsun...
a. Allah'ın Sevgisini Kazanmak
Bu dünyanın kazancını parasını, geçimini sağlamak için, binlerce kilometre uzaktaki diyarlara gelmiş kardeşlerimizsiniz. Fakat aslında, bu dünyada her şey fâni... Dünya fâni, dünyanın içindeki bizim peşinde koştuğumuz, seyahat ettiğimiz, uğraştığımız şeylerin hepsi fâni... Fâni olduğu için değersiz ve bütün uğraşmamıza, ter dökmemize rağmen elimizde de kalıcı değil... Çünkü biz burda kalıcı değiliz. Biz burdan kalkıp ahirete göçtüğümüz için, ne kadar kazansak, biz gidiyoruz, o kalıyor, ayrılıyoruz. Ya da biz burda iken elimizden ayrılıyor, gidiyor, yine ayrılıyoruz.
Onun için şeyhimiz, hocamız Muhammed Zâhid Kotku Hazretleri, ömrünün ahirinde, son günlerinde demişti ki:
"--Bu dünyada her şey boş... Her şey boş; mevkî, makam, para, pul, servet, köşk... her şey boş. Bir tek mühim şey var, o da bu dünyada iken imtihanı kazanıp, Allah'ın sevdiği kul olmak!"
Allah'ın sevdiği kul olmak çok önemli ama, Allah'ın yardım ettiği, kolaylaştırdığı kimseler için zor da değil... Allah hepimize yardım eylesin... Tevfikını refîk eylesin...
Bunun şartlarını müslümanların bilmesi lâzım! Yâni Allah bir insanı, o insan ne yaparsa sever, ne yaparsa sevmez?.. Allah kimleri sever, niçin sever, ne sebeple sever, hangi işleri yaparsa sever?.. Kimleri sevmez, neden sevmez?.. Bunları çok iyi bilmek lâzım! Bunları bilmediği zaman;
(Men lem ya'rifiş-şerra yaka' fîh) "Şerri bilmeyen, bilmeden hatayı işler, şerri, günahı, kötülüğü yapar." Şerri bilmek lâzım, korunmak için... Hayrı bilmek lâzım, uygulamak için, yapmak için, elde etmek için...
Ne hayırlı, ne hayırsız?.. Nasıl hareket edersek Allah sever, nasıl hareket edersek Allah sevmez?.. Her şeyden önce bunu düşünmeliyiz.
Tabii, bu çok mühim bir noktadır, çok mühim bir gàyedir, amaçtır. Kısaca söylemek lâzım gelirse, adım adım söylemek gerekirse: Allah mü'minleri sever, mü'min olmayanları sevmez.
Yâni şu etrafımızdaki yüksek binalar, köprüler, muazzam ticarethaneler, şirketler, paralar, pullar, denizdeki gemiler; bizim memleketimizde olmayıp da, burda görüp hayranlık duyduğumuz her şey... Giyimi kuşamı, arabası, evi, keyfi, rahatı yerinde olan her şey... Ne olursa olsun, Allah kâfirleri sevmez, mü'minleri sever. Allah'ın sevgisini kazanmak için ilk şart, ilk esas, temel şart, vaz geçilmez şart, onsuz olmayacak olan şart, insanın mü'min olmasıdır.
Mü'min olmak, bir bakıma çok kolay bir şeydir. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh" dedin mi, işte mü'min oldun. Şu dışarıdaki gayrimüslim dediğimiz bir insan, Allah'ın sevmediği bir insan, böyle der demez mü'min olur ve cenneti hak eder.
(Men kàle lâ ilâhe illallah, muhlisan dehalel-cenneh.) "Kim ihlâsla bu sözü söylerse; 'Allah'tan başka tanrı yoktur. Ben onun varlığını, birliğini, yaradanım olduğunu, alemlerin rabbi olduğunu anladım, inandım, bildim, kabul ettim, idrak ettim.' derse o cennete girer."
Bu kadar kolay, amma bu bir kapı açıyor insana, tevhid yolunu, kapısını açıyor. Peygamber SAS o mübarek Arafat'ta, hutbesinde dedi ki:
(Efdalü mâ kultü ene ven-nebiyyûne min kablî lâ ilâhe illallah.) "Benim de, benden önce Allah'ın şu dünyaya, insanlara yol göstersin diye gönderdiği bütün peygamberlerin de söylediği sözlerin en kıymetlisi, en mühimi, en faziletlisi, en üstünü 'Lâ ilâhe illallah' sözüdür.
Tevhidden ayrılan, tevhide ulaşamamış olan, tevhidi anlayamamış olan, Allah'tan gayri tanrı olmadığını anlayamamış olan herkes mahvolacak, kahrolacak, (hasired-dünyâ vel-âhireh) dünyası, ahireti perişan olacak.
Bir bakıma, "Eşhedü en lâ ilâhe illalah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh" dediğin zaman müslüman oluyorsun ama, o kadar incelikleri var ki bu işin... O kadar dikkat edilecek tarafları var ki... Müşrik olmaması için bir insanın, kazandığı imanı elinden kaybetmemesi için, mü'min olması için, sağlam bir akîdesi olması lâzım! Akàid-i İslâmiyyeyi çok sağlam bir şekilde öğrenmesi lâzım!.. Çünkü hem dünyada daha önceden gelmiş geçmiş bozuk akîdeli insanlar var, hem de şimdi yeni yeni türemiş, yeni bozuk akîdeli insanlar var... Gazetelerde, mecmualarda televizyonlarda o kadar çok laflar söyleniyor ki; insanlar arasında öyle münakaşalar oluyor ki, öyle abuk sabuk, çarpık yamuk laflar söyleniyor ki; bu kadar tehlikeli, insanı küfre düşürecek bozuk akîdelerin arasında insanın, İslâm akîdesini sağlamca öğrenmediği takdirde, bu dalaverecilerin, bu yalancıların, bu aldatıcıların arasında imanını muhafazası çok zor...
Bunların bir kısmının maksadı da müslümanı İslâm'dan saptırmak, çıkartmak... Müslümanın imanına kasdediyorlar. Müslümanın müslüman olmasından rahatsız oldukları için, onu İslâm'dan koparmağa çalışıyorlar. Müslümanların adedini azaltmağa çalışıyorlar. Müslümanları yeryüzünden yok etmeğe çalışıyorlar. Onun için kurdukları televizyonlarla, çok gelişmiş iletişim araçlarıyla, okullarla, kolejlerle, tahsillerle, terbiyelerle insanları yoldan çıkartmağa çalışıyorlar.
Dün akşam bir yerde şöyle bir müzakere açtık, konuştuk: "Üzerinde inceleme yaptığım üçyüz çocuktan, üç tanesi istediğimiz gibi müslüman oldu." dedi bir arkadaşımız. Yâni, "Bu diyarlarda haliniz nicedir? Çalışıyorsunuz, para kazanıyorsunuz ama, çocuklarınız ne oluyor?.. Burada yaşayan çocukların akıbeti ne?.. Vardıkları sonuç ne?" diye sorduğum zaman, üçyüz çocuktan üç tanesi, yüzde biri istediğimiz gibi oluyor. Ötekilerin hepsi İslâm'a uzak, İslâm'ı bilmeyen, İslâm'ı uygulamayan, kaybolmuş çocuklar, acıdığımız çocuklar oluyor.
Bir de bunların çocukları olacak. Yâni, anası babası camiye giden insanların çocukları böyle olursa, zâten camiye gitmeyen, anası babası zâten bu işlerden haberdar olmayan, bu tarakta bezi olmayan insanların öteki çocukları ne olacak?..
Bir zaman gelecek, onlar belki müslümanlıktan bile başka bir yere gidecekler. Allah saklasın... Allah bizi ve kıyamete kadar nesillerimizi İslâm'dan ayırmasın, ayaklarını kaydırmasın, sevdiği kul eylesin... Bizim neslimizden fâsık, fâcir, müşrik, zâlim getirmesin... Evlâtlarımızın hepsi abid, zâhid, alim, fâzıl, sâlih, muslih kullar olsun...
Şimdi bu büyük bir rakam... Demek ki, onların hakîkî müslüman olması için çok gayret sarfetmemiz lâzım!.. Sessiz sedâsız çoluk çocuğumuz elimizden gidiyor.
b. İmanın Kuvvetli Olması
Tamam, İslâm'ı öğrettik, İslâm akîdesini de doğru öğrettik; "Evlâdım bak, sapık inançlara düşme! Temiz, pırıl pırıl, hakîkî iman budur." dedik. Başka?.. Allah kimleri seviyor, biraz hadis-i şeriflerden okuyalım. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
230/11 (Elmü'minül-kaviyyü hayrun ve ehabbü ilallàhi minel-mü'minid-daîfi ve fî küllin hayr.) Mü'minlerin hepsi hayırlı, mü'min oldu mu Allah seviyor. İhlâsla "Lâ ilâhe illallah" dedi mi, cennete girecek ama, hepsi hayırlı ama; kuvvetli müslüman zayıf müslümandan hem daha hayırlıdır, hem daha sevgilidir Allah'a... Daha hayırlıdır; çünkü kuvvetli olduğu için İslâm'a daha güzel hizmet eder. Ama (ehabbü ilallàh) Allah'ın daha çok sevdiği kuldur. Allah zayıf müslümandan kuvvetli müslümanı daha çok seviyor.
O halde mü'min olduğumuz zaman ikinci bir şeye dikkat etmemiz lâzım: Kuvvetli müslüman olmaya çalışmamız lâzım!.. Bizim kelimelerimizle sağlam müslüman olmamız lâzım!
Kuvvetli müslüman olmak hangi yönden olur?.. Birincisi, imanı kuvvetli olur. Yâni kimse onu aldatamaz, kimse onun kafasını çelemez, kimse onu alıp, kötü bir yola çekemez, götüremez, bulaştıramaz... filân. Tamam, imanı kuvvetli olacak.
Bu imanın kuvveti nerden olur?.. İmanın kuvveti sırf kitaplardan okumaktan olsaydı, bu camiye gelen babalar, namazlı niyazlı anneler çocuklarına bunları öğrettiler. Öğrettiler ama, sadece bilmek yetmiyor.
İmanın kuvvetli olması için, Peygamber SAS Efendimiz'in bir sözünü hatırlatmak istiyorum size:
(Ceddidû imâneküm bikavli lâ ilâhe illallah) diyor Peygamber Efendimiz. İman da elbise gibi insanın içinde eskir, feri sönen bir kandil gibi ışığı azalır. "İmanınızı 'Lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah...' diye diye kuvvetlendirin!" diyor Peygamber Efendimiz.
Hocamız (Rh.A)'i yine yad edelim... Bizim memleketimizde bir küfür fırtınası esti, herkes sarsıldı. İmanında devam etmek isteyenler büyük zararlara uğradılar. Büyük bir kısmı da değişti. Camiler kapatıldı, satıldı, vakıf malları satıldı. Kur'an-ı Kerim'ler toplatıldı. Gazetelerde dinî yazı yazmak yasaklandı. Çeşit çeşit zulümler oldu. Eski devrin mâcerâlarını kitaplardan okumuşsunuzdur, biliyorsunuzdur.
Hocamız dedi ki: "Elhamdü lillâh Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi zikre sarılmak bereketiyle korudu." dedi. Yâni, zikrullah insanı koruyor. Çünkü, bir insan Allah'ı zikretti mi, çok büyük sevap kazanıyor.
Allah yolunda masraf etmek ne kadar kıymetli... Zaman zaman siz de belki Çeçenistan'a yardım ettiniz, Bosna-Hersek'e yardım ettiniz. Kendi kendinize, toplu halde, çeşitli şekillerde yardım ettiniz.
(Nafakatüke fî sebîlillâh, biseb'imieti dereceh) "Allah yolunda yardımın sevabı bire yediyüzdür." Yediyüz misli sevap var... Çeçenistan'a yardım ettiniz. Bosna-Herseğe bir ambulans gönderdiniz. Koyun gönderdiniz kurbanda, açlık çekmesinler diye orda kestirdiniz... Allah yolunda bir hayır yaptınız mı, yediyüz misli. Fakat;
(Zikrullàhi teâlâ efdalü indallàhi minen-nafakati fî sebîlillâh bimieti dereceh) "Zikretmek, Allah yolunda para vermekten de yüz kat daha sevap..." Etti yediyüzün yüz katı, yetmişbin... Zikrullahın mükâfatı yetmişbin...
Eğer zikrullahı kendi kendine, kalbinden yaparsa, zikr-i kalbî derler. Kalbinden zikrederse; dudağı kıpırdamıyor, kimse anlamıyor, kalbinden "Allah... Allah..." diyor. O da dili ile sesli yaptığı zikirden yetmiş kat daha sevaplı... Yetmişbinin yetmiş katı, dörtmilyon dokuzyüzbin eder.
Yâni, insan kalbinden şöyle bir Allah dese, bir "Lâ ilâhe illallah" dese, Allah dörtmilyon dokuzyüzbin defa demiş gibi mükâfatını bol verecek. Şimdi bu dörtmilyon dokuzyüzbin defa olan sevap insana bir geldi mi, ihyâ eder... Bir daha geldi mi, daha ihyâ eder... İçi dışı pırıl pırıl nur olur, Allah'ın sevgili kulu olur.
Onun için, zikrullah imanı koruyan, insanın sağlam müslüman kalması, şeytana uymaması, günahlara sapmaması için çok kıymetli bir koruyucu, çok kıymetli bir destek ve kaynak oluyor.
Peygamber Efendimiz başka bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "Müslümanın mânevî düşmanlarına karşı sığınacağı üç tane kale var:
1. Kur'an-ı Kerim. Kur'an-ı Kerim'i okuyan, Kur'an-ı Kerim'i ezberleyen, Kur'an-ı Kerim'e sarılan, Kur'an-ı Kerim'i kendisine rehber edinen, bağrına basan, başına tac edinen, kaleye girmiş gibi kötülüklerden kurtulur.
2. Mescidler. Almanya'da gezdik, buraya geldik. Şu mescide bak, dışarıdaki buranın ahalisinin ibadethanelerine bak!.. Allah'ın sevdiği ibadetin yapıldığı, sevdiği kullarının toplandığı yer ne kadar gariban, öteki yerler --kiliseleri bırakalım insanların keyif yerlerini düşünelim-- ne kadar ışıklı, ne kadar geniş, ne kadar ferah...
Bakın, siz bu garibanlığa rağmen kalkıp geliyorsunuz. Alnınızda boncuk boncuk terler beliriyor, ensenizden terler akıyor ama, sevap kazanalım diye oturuyorsunuz. Tamam, burası da bir kaledir. Buraya sığınan da mânevî bakımdan korunur.
--İyi ama camiyi sırtımızda taşıyamayız. Kur'an-ı Kerim de herkesin harcı değil...
3. Herkesin üçüncü kalesi zikrullah'tır. Zikrullaha sarılan, kalenin içine girmiş gibi olur, kurtulur. Siz burada şeytanların arasında, mânevî tehlikelerin içinde yaşadığınız için, bu çok önemli bir şey... İmanınızın kuvvetli olması için zikre sarılacaksınız, Kur'an'a sarılacaksınız, camiye sarılacaksınız.
Dışarıda camiyi peşinizden götüremiyorsunuz, yanınızda Kur'an kalıyor, zikrullah kalıyor. Elinizde tesbih olursa, dilinizde zikrullah olursa, korunursunuz. Olmazsa, büyük tehlikeler var...
Mü'minin bir kuvveti iman yönündendir. Bu önemli bir kuvvettir. İman yönünden kuvvetli oldu mu, insan Allah'a dayanmış olur. Allah'a dayananın da sırtını kimse yere getiremez, dünyanın en kuvvetli insanı olur. Tek başına bir topluma karşı çıkar ve toplumu yener. Tarihte misali var, İbrâhim AS... Tek başına bir topluma, Nemrud'uyla, ordusuyla, ahalisiyle bir şehre karşı çıkmış, meydan okumuş. Sonunda Allah'a dayandığı için, halîlullah olduğundan, Allah'ın dostu olduğundan, Allah yolunda hakkı söylediğinden, Allah korumuş, kurtarmış. ötekiler helâk olmuş, o kurtulmuş.
Mûsâ AS... Yapabilir misiniz siz?.. Saraya gidip de, "Ben tanrıyım, bana tapının!" diyen, kendisine tapındıran, azılı, azgın bir herife hak sözü söyleyebilir misiniz?.. Ucunda kellenin gitmesi var, ölüm var... Ne ölümü göze alıyor millet, ne hapsi göze alıyor, ne rahatının elinden kaçmasını göze alıyor.
Kolay bir şey mi, şöyle bir düşünün! Mûsâ AS'ın yerine Allah size bu vazifeyi vermiş olsaydı. "Git oraya, git o zalime şunları söyle!" deseydi, ne kadar zor, kolay değil... Zâten kolay da olmadı. Mûsâ AS'ı öldürmek istediler. Sıkıntılar oldu ama, Allah yine Firavun'u, ordusunu ve kavmini helâk etti. Mûsâ AS'ı ve mü'minleri korudu, kurtardı.
Her zaman böyledir.
(Ve kâne hakkan aleynâ nasrul-mü'minîn) Allah mü'minleri korur, kurtarır; müslümanlara nusret eder, yardım eder. Kavmi helâk olur, mü'minler kurtulur. Lût kavmi helâk oldu, Lût AS kurtuldu. Nuh kavmi helâk oldu, puta taptıklarından, putları ilâh edindiklerinden, müşrik olduklarından, tüm kavim helâk oldu, Nuh AS kurtuldu.
Onun için ne yapacağız?.. İmanlı olacağız, imanımızın korunması için Kur'an-ı Kerim'e, camiye ve zikrullaha sımsıkı sarılacağız.
c. Kur'an-ı Kerim'in Şefaati
Bu arada ağzınızın tadı gelsin diye, keyfiniz artsın diye, Peygamber SAS Efendimiz'in bir hadis-i şerifini size nakletmek istiyorum. Hadis-i şerif nakli bereket olduğundan, sohbetimize rahmet-i ilâhi insin diye, feyzimiz çok olsun diye, Ebû Hüreyre RA'den rivayet edilmiş bir hadis-i şerifi okuyacağım, aziz ve muhterem kardeşlerim:
453/2 (Ni'meş-şefîül-kur'ân, lisàhibihî yevmel-kıyâmeh) "Sahibi için, Kur'an-ı Kerim ne kadar güzel bir şefaatçidir kıyamet gününde..."
Sahib, bir şeye mâlik olan mânâsına gelir. Meselâ, bu kitabın sahibi benim, şu deri ceketin sahibi sensin....
İnsan Kur'an-ı Kerim'e nasıl sahib oluyor?.. Kur'an-ı Kerim'i okuyor, ezberliyor, mânâsını öğreniyor, tefsirini öğreniyor, ahkâmını uyguluyor.
--Niye Ramazanda oruç tuttunuz?..
--Kur'an-ı Kerim'de ayet var hocam...
--Niye zekât verdiniz?..
--Zekât ayetleri için hocam...
--Niye namaz kılıyorsunuz?..
--Namaz kılın diye Kur'an'da emir var hocam...
Kur'an-ı Kerim'in böyle sahibi olabilirsiniz. Ezberleyerek, öğrenerek, ahkâmını uygulayarak, insan Kur'an-ı Kerim'e sahib olur.
Sahibin bir mânâsı daha var, arkadaş demek. Peygamber Efendimiz'in sohbetinde bulunan kimselere ne deniyordu?.. Sâhib, sahâbe, ashab... Sahâbet, arkadaş olmak... "Kur'an-ı Kerim arkadaşı için kıyamet gününde ne güzel şefaatçidir." Bu mânâ da olur. Çünkü, insan Kur'an'ı sevdi mi, arkadaş, dost edindi mi, en vefalı dosttur Kur'an-ı Kerim...
(Yeklü) Der ki: (Yâ rabbi ekrimhu) "Yâ Rabbi, şu benim sahibime ikram et!.. Yâni ya beni okuyan insan, ya da arkadaşım, dostuma ikram et yâ Rabbi!" der. Şefaat ediyor, senin lehinde Allah'ın huzurunda şefaatte bulunuyor, senin için Allah'tan bir şey istiyor. "Yâ Rabbi, buna ikramda bulun, hediye ver buna... Bunun gönlünü hoş et yâ Rabbi!" der. (Ve yülbesü tâcül-kerâmeh) Kur'an'ın sahibi olan, Kur'an okuyan ya da Kur'an'la dost olan kimsenin başına cennet tacı, keramet tacı giydirilir. Öteki insanlarda olmayan bir muhteşem taç... Yâni filânca ülkenin hükümdarına veya kraliçesine taç giydiriliyor da, başkası giymiyor. Taç bu, az bir şey değil...
Taç giydiriliyor. (Sümme yeklü yâ rabbi zidhü) Sonra der ki: "Yâ Rabbi arttır buna ikramını, daha çok hediye ver buna!.." (Feyüksâ kisvetül-kerâmeh) Kur'an'ın dostu olan, aşığı olan kimsenin üzerine cennet hulleleri, libasları giydirilir.
(Sümme yeklü yâ rabbi zidhü) Kur'an-ı Kerim devam eder: "Yâ Rabbi ikramını arttır, daha daha ikram ver yâ Rabbi!" der. Ne istiyor? (irda anhü) "Şu kulunu sev, şu kulundan razı ol yâ Rabbi! Rızanı ver buna, razı olduğun kullardan eyle bunu..." der. (feleyse ba'de rıdallàhi şey') Allah bir kuldan razı oldu mu, bundan daha ötede bir şey yoktur.
Bakın, arkadaşlar elbisenin üstüne yazmışlar:
(İlâhi ente maksdî ve rıdàke matlûbî) "Yâ Rabbi, benim maksudum, gàyem, amacım sensin! Benim maksudum, gàyem para, pul, dünya, mevkî, makam, zevk, keyif, mutluluk, ıvır zıvır değil... Ben senin rızanı istiyorum. Benim peşinden koştuğum bir tek şey var, o da senin rızan!.."
Bak, Hocamız da ne demişti: "Dünyada her şey boş, sadece Allah'ın sevdiği, razı olduğu kul olmak önemli!"
...........
Beni dinleyen müslüman kardeşlerime bu diyarda, --dünyanın her yeri için geçerli ama, özellikle bu diyarda-- üç şeyi tavsiye ediyorum:
1. Camiden kopmayın, cami kaledir. Camiye bağlılıktan gàfil olmayın, camiye gelmekten uzak durmayın, camiden geride kalmayın!.. Beş kişi bir yerde oturuyorsa, caminiz yoksa; diyelim ki burada değil de, başka bir şehir, daha başka bir kasaba, daha başka bir köy... Peygamber SAS diyor ki:
"--Bir yerde beş tane müslüman hanesi oldu mu, orada ezan okumak lâzım, kamet getirmek lâzım, o beş kişinin namazı cemaatle kılması lâzım!.. Eğer böyle yapmazlarsa, şeytan onlara hakim olur, şeytan orayı istilâ eder, şeytanın hükmüne girerler."
Düşünün, hür olduğunuz bir ülkede iken, düşman gelse, ülkeyi istilâ etse, esir alsa sizi ne yaparsınız?.. Size kötülük yapacak, malınızı alacak, paranızı alacak, hürriyetinizi alacak, ezâ cefâ edecek...
Şeytan orayı istilâ eder. Demek ki, beş tane ev oldu mu, bir evin bir odasını mescid yapacaksınız, ezan okuyacaksınız. Mutlaka bir caminiz olacak. Camisiz müslüman olmaz. Olur, dağbaşında da insan ezan okusa, tarla da cami olur ama; devamlı durdu mu, beş hane bir yerde oldu mu camisi olacak. Onun için camiden kopmayın, camide birleşin, camide tanışın, camide konuşun! Allah'ın rızasının kazanıldığı yer burası!..
2. Kur'an-ı Kerim'e sarılın!.. Kur'an-ı Kerim'e sarılmak konusunda hepimiz son derece kusurluyuz. Camiye gelen müslümanlar dahil, hattâ hocalar, müftüler, diyanet işleri başkanları dahil... Sadece Türkiye'yi de kasdetmiyorum, herkes kusurlu...
Kur'an-ı Kerim'in ehli oldu mu bir insan ne yapacak?.. Kur'an-ı Kerim'i hem okumasını bilecek, hem anlamını bilecek; Kur'an-ı Kerim'de ne yazdığını bilecek, mânâsını anlayacak. Sonra, bildiğini uygulayacak. Ne yazdığını biliyor, yapmıyor; o daha büyük felâket...
Sadece kuru kuruya okudu.
--Ne okudun?..
--İzâ câe'yi okudum.
--Ne dedin?..
--Bilmem...
--Ved-Duhâ?..
--Bilmem...
--Vel-âdiyâtü dabhan...
--Onun hiçbir kelimesini anlayamıyorum hocam!..
--Olmadı. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın insanlara gönderdiği emirleri yazılı olduğu için, yirmiüç senede Peygamber Efendimiz'e inen ayetlerin meydana getirdiği bir kitap olduğundan, Kur'an-ı Kerim'in ahkâmını öğreneceksin!..
--Hocamız yok!.. Hocamız bize bunu anlatacak durumda değil; çok güzel kıraati var, çok güzel okuyor ama, tefsir hususunda yetkili değil, yetenekli değil, kâfi gelmiyor.
--O zaman Kur'an-ı Kerim'i anlatacak insanı bulacaksın!
Ne yapıp yapıp Kur'an-ı Kerim'i başından sonuna, her ayetini anlayacaksınız. Eskiler onar onar ayetleri okurlarmış, anlarlarmış; siz de öyle yapın!.. Zor gelir birden; koca Kur'an-ı Kerim'i anlaması, öğrenmesi zor gelir. On ayet on ayet, beş ayet beş ayet, her gün her gün, okuya okuya bunu anlayacaksınız. Anladığınızı da uygulayacaksınız.
3. Zikrullaha müdâvim olacaksınız.
d. Bilgi Bakımından Kuvvetli Olmak
Kuvvetli müslümanı Allah daha çok seviyor. İman bakımından kuvvetli oldu, bir... Başka ne bakımından kuvvetli olması düşünülebilir?.. Bilgi bakımından...
Şimdi bu bulunduğumuz ülkede, bizim gezdiğimiz ülkelerdeki insanlar, bilgi bakımından bizden daha ileriye gjttiler; bizim memleketlerimize geldiler, bizlerle savaştılar, bizleri yendiler. Devlet-i Aliyye-yi Osmâniye'yi parçaladılar. İşte Sırplar çıktı, Bulgarlar çıktı, Yunanlılar çıktı, parça parça elimizden gitti. Neden gitti?.. Tabii hikmeti var, sebebi var, suçlar var, ihmaller var; amma, bilgi eksik...
Bu insanlar ise burdan gemilere bindiler. Gemiciydi bu adamlar... Diyarında bulunduğumuz millet, gemici bir milletti. Buralardan Endonezya'lara kadar gemilerle gittiler, Afrikalara kadar gemilerle gittiler. Hâlâ oralardan buraya gelmiş esmer renkli kimseler var, bugün gördüm. Dünyayı öğrendiler. Yaptıkları binalardan, kurdukları müesseselerden, ürettikleri metâlardan biliyoruz ki, bilgileri bizden yüksek...
Biz de buraya geliyoruz, gelmişsiniz. Şimdi ben kardeşlerime soruyorum:
"--Nasılsın? İki sene oldu geleli buraya, ne yapıyorsun?.."
"--Lisan öğreniyorum, kursa gidiyorum, bilgimi arttırmağa çalışıyorum."
Halbuki bilgi en büyük kuvvetti, bilgide geri kalmışız.
Eskiden, biliyormusunuz, bu milletlerden değil, tâ İsveç'ten kral oğlunu Endülüs'e talebe gönderiyordu. Fransa'dan, İngiltere'den talebeler gidiyordu. Yalvarıyorlardı, torpil arıyorlardı. İsveç kralı Endülüs hükümdarına mektup yazıyor. diyor ki:
"--Oğlumu size gönderiyorum, lütfen kabul edin! Eti sizin kemiği benim, ne yaparsanız yapın; iyi yetiştirin!"
Neden?.. İlim Endülüs'teydi, müslümanların elindeydi. Bilgi onlardaydı, bunlar bilmiyorlardı. Müslümanlar daha çok biliyorlardı. Daha çok bildikleri için bak, Endülüs'e kadar gelmişlerdi. İspanya'yı geçmişlerdi, Pireneleri aşmışlardı, Fransa'nın ortasına gelmişlerdi. Şimdi biz bilgi bakımından geri kalmışız. Şimdi aslında bunların İstanbul'a, Türkiye'ye, Ankara'ya gelip bizden bilgi öğrenmesi lâzım gelirken, biz buralarda bunlardan bazı hünerleri, bilgileri öğrenmeğe çalışıyoruz.
Bilgi en büyük kuvvettir, mânevî bir kuvvettir. İnsan bildi mi işin usûlünü, nasıl yapacağını; karşısındakini yener.
Ben küçük bir çocuktum. Bizim köyde koca babayiğit, burma bıyıklı birisi bana bir şey yaptı. Ben de öğrendiğim bir ters çelme takma usülünü bir uyguladım; pat yere yıkıldı. Fırt, kaçtım tabii... O benim üçüm kadar, ben onun dizine kadar geliyorum. Bir tane daha benim gibi bir adam koysalar, göğsüne kadar gelecek. Bir tane daha koysalar, üç tane ben ancak onun gibi olur. Ama o köylü olduğundan, bu çelmenin nasıl olduğunu bilmiyor; bir hamle yaptım, attım. İşin usülünü bildi mi insan, yeniyor. Bilgi kuvvettir.
Onun için İslâmî bakımdan, Allah'ın rızasını kazanmak için kuvvetli müslüman olacağız ya, bilgiye var gücünüzle çalışacaksınız. Çocuklarınıza aşk vereceksiniz, şevk vereceksiniz. "Aman evlâdım çalış; biz müslümanız, bizim çok bilgili olmamız lâzım! Sınıfta birinci olman lâzım!" diyeceksiniz.
Ben karneyi götürürdüm babama; böyle bakardı, "Bu niye sekiz, bu niye dokuz, niye on değil?" diye kızardı bana... Siz de öyle yetiştireceksiniz, bilgi bakımından kuvvetli olacağız.
Başka hangi yönden kuvvetli olur insanlar?.. Birbirleriyle birlik ve beraberlik içinde olurlarsa kuvvetli olurlar. Bak boğazın bir yakasından öbür yakasına köprü yaptılar; buralarda da öyle köprüler çok... Kamyonlar, otomobiller, otobüsler, tırlar geçiyor.
Nasıl yapılmış bu köprü?.. İki taraftaki iki direğin üstünden, o direkten bu direğe bir çelik tel götürüyorlar. İnce bir çelik tel... Ondan sonra onun üstünden örerek bir kat daha bu tarafa getiriyorlar. Tekrar o tarafa, tekrar bu tarafa... Çelikten bir halat ördüler bir tarafına, öbür tarafına da bir halat ördüler. Yolu bu çelik halata muhtelif yerlerinden dikey olarak bağladılar, köprü oldu orası... Üstünden yüzlerce araç geçiyor, bir şey olmuyor.
Küçücük çelik teller birbirleriyle birleşti de büyük bir kuvvet oldu. Onun için, müslümanların birlik ve beraberliği çok önemlidir.
İnsanın evinde kıldığı namaz bir sevap kazandırıyor, camide kıldığı namaz yirmiyedi kat sevap kazandırıyor. Cuma namazı kılınan camide kıldığı namaz, elli misli sevap kazandırıyor. Neden?.. Birlik önemli olduğundan, cemaatle namaz kılmak daha sevap oluyor.
Bu bakımdan ilgisiz kalmayacaksınız, ayrı kalmayacaksınız, kenarda kalmayacaksınız; birlik beraberlik içinde olacaksınız. (Ve men şezze, şezze fin-nâr) Kim ayrılık yaparsa, tek başına kalırsa, erir gider. İmanı da gider, dünyası ahireti de gider, cehenneme düşer.
Onun için bir başka bir hadis-i şerif daha var:
(Men kessera sevâde kavmin fehüve minhüm) "Kim bir topluluğun sayısını arttırıyorsa, onlardan sayılır." Camiye geliyorsa, camideki kalabalığa bir kişi daha katıyorsa; onlardan sayılır. Camiye gelmiyor da, filancaların arasında duruyorsa; onlardan sayılır. Onların amelini işlemese bile onlarla beraber haşrolunur, onların ameliyle hesabı görülür, ahirette onların aldığı cezaya uğratılır.
Onun için, hangi zümrenin arasında olduğunuza dikkat edin!.. Kötü zümrenin arasında olmayın, mutlaka birlik ve beraberlik içinde iyi bir yerde olmaya çalışın!
Birlik ve beraberlik kuvvet olduğu için, İslâm'da birlik ve beraberlik çok önemli olduğundan, kavî müslüman olmak için buna da husûsî olarak dikkat etmeni lâzım!..
Tabii, bunun dışında iktisâden kuvvetli olmak var. Zâten onun için elinizden geldiği kadar çalışıyorsunuz. Siyâsî yönden kuvvetli olmak var; bizim hiç yapamadığımız bir şey... Parça parça darmadağın olduğumuzdan, dünyada bir siyâsî güç olarak kendimizi gösteremiyoruz. İslâm ülkeleri birleşip de istediğini yaptıramıyor; İslâm ülkelerinin içindeki müslümanlar birleşip de, ülkenin içinde istediğini yaptıramıyor. Neden?.. Birlik ve beraberlik içinde olmadıklarından, siyâsî bir güç teşkil edemiyorlar.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizleri her yönden kuvvetli müslüman eylesin...
e. Samîmî Müslüman Olmak
Bir hadis-i şerif daha okuyarak, sözümü bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:
415/6 (Men câe yevmil-kıyâmeti bihamsin lem yesuddü vechühû anil-cenneh) "Kıyamet gününde, şu beş şeyi sağlamış olarak mahşer yerine gelen bir insanın, yüzü cennetten döndürülmez, cennete gitmekten engellenmez; o kimse cennete gider."
Çünkü, bazı insanlar Peygamber SAS Efendimiz'in havz-ı kevserine doğru gidecekler, ama döndürülecekler. Peygamber Efendimiz'in tanıdığı kimseler.
--Peygamber Efendimiz asrında olmayan kimseleri tanır mı?..
Tanır. Peygamber SAS Efendimiz, kendisine salât ü selâm getiren kimsenin salât ü selâmını melekler kendisine bildirince; o salât ü selâm getiren kimsenin ismini, baba adını, memleketini, her şeyini bilir, tanır. Zamanındaki ashabını da tanır, ötekileri de Allah'ın bildirmesiyle tanır.
Havz-ı Kevser'e doğru gelirken engellenecek bazı insanlar:
"--Sen oraya gidemezsin!" denilecek, engellenecek, döndürülecek, cehenneme atılacak.
Peygamber Efendimiz diyecek ki:
"--Yâ Rabbi bunlar müslümandı, benim ümmetimdendi..."
Allah-u Teàlâ Hazretleri diyecek ki:
"--Onlar neler yaptılar neler! Ne suçlar işlediler!.."
Yâni bazı insanlar böyle Havz-ı Kevser'e gitmek isterken, yüzü döndürülecek ve gidemeyecek.
Şu beş şeyi sağlayan insanların yüzü cennetten döndürülmeyecek, cennete gidecekler, yâni cennetlik olacaklar. Bunu sağlamamız lâzım:
1. (Ennushu lillâh) "Allah'a karşı içten ve samîmî duygular besleyen insan..."
Şimdi hepimiz Allah'a inanmışız, Allah'ı seveceğiz, Allah'a bağlanacağız. Çok samîmî, içten müslüman olacağız. "Rabbim bana şunu emretti, benim bunu yapmam lâzım! Rabbim bunu bana yasakladı, bunu benim yapmam kat'iyyen mümkün değil..." Allah'a karşı böyle bir samîmî, içten, senli benli, candan kul olacağız.
Bu da zikirle olur. Bu sevgi, bu güzel durum durup dururken olmaz, zikr ede ede olur. Zikredince aşık olur insan... Yunus Emre gibi olur, Mevlânâ gibi olur, Eşrefoğlu Rûmî gibi olur, İbrâhim Hakkı Erzurûmî gibi olur. Zikirden muhabbet hasıl olur, ondan sonra itaat hasıl olur.
2. (Ve lidînihî) Allah'ın dinine karşı içten sevgi besleyip samîmî olacağız. İslâm'ın her hükmünü seveceğiz, İslâm'ı öğreneceğiz, ahkâmını uygulayacağız.
3. (Ve likitâbihî) Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'i seveceğiz, ona karşı samîmî olacağız, içten olacağız ve ahkâmını uygulayacağız.
4. (Ve lirasûlihî) Rasûlünü seveceğiz, bağlanacağız ve Rasûlünün emrettiği şeyleri yapacağız, yasakladığı şeylerden kaçacağız. Bu nedir?.. Sünnet-i seniyyeyi öğrenmek ve uygulamaktır.
--Sen niye sakal bıraktın?..
--Peygamber Efendimiz öyle buyurumuş da ondan... "Bıyıkları kısaltın, sakalı uzatın!" buyurmuş.
--Sen niye şu dört rekâtı kıldın?..
--Peygamber Efendimiz, bu namazdan önce bu dört rekâtı kılarmış da ondan...
--Sen niye şöyle yaptın, böyle yaptın?..
--Peygamber Efendimiz'in sünneti böyle de ondan...
Rasûlüllah'ı seveceğiz, sünnetini seveceğiz, ona içten bağlı olacağız.
5. (Ve licemâatil-müslimîn) Bir de müslümanların tamamını, müslümandır diyeceğiz, seveceğiz ve onların iyiliği için çalışacağız.
Müslümanlar bugün yardıma çok muhtaç durumda... Kimisi cahil olduğundan, bilgilendirme yönünden yardımcı olmak lâzım; kimisi fakir olduğundan, aç olduğundan, açık olduğundan, mazlum olduğundan, mağdur olduğundan maddeten yardımcı olmak lâzım!.. Hepimizin ateş parçası gibi olması lâzım, çalışması lâzım!
f. Allah'ın Dinine Hizmet Etmek
Şimdi Allah'ın dinine sarılmak, müslüman cemaatine hizmet etmek üç kademede oluyor:
1. İnsan böyle sağlıklı iken, zamanı müsaitken, keyfi yerinde iken hizmet etmek.
Bugün meselâ, "Allah için, müslümanlar için, dinimin yayılması için, gelişmesi için, müslüman kardeşlerimin saadeti selâmeti için ne yapabilirim?" diye düşünürsünüz, taşınırsınız, araştırırsınız, yaparsınız. Sağlıklı, afiyetli, huzurlu bir şekilde... Eviniz var, barkınız var, işiniz var, maaşınız var.... Hiç olmazsa cumartesi pazar gelirsiniz, çalışırsınız; hiç olmazsa işten sonraki saatlerde gider çalışırsınız. İşte böyle şiş de, kebap da yanmadan rahat bir şekilde İslâm'a hizmet edersiniz.
2. Bu hizmetler yapılmazsa, böyle rahat bir şekilde, şiş kebap yanmadan, insan tehlikeye düşmeden yapılmazsa; Allah vazifelerini yapmayan müslümanları sıkıştırır. O zaman mecburen çalışmak gerekir ve çok masraf etmek gerekir. Malını vermesi lâzım gelir insanların...
Ötekisi zekâtını verecekti ilk merhalede, işte hayrını hasenâtını yapacaktı, yetecekti. Fakat, zekâtı verilmeyen mallar, yapılmayan hizmetler birikince, bu sefer malın tümü gitmeğe başladı.
Gitmesi gerekir, daha büyük masraflar yapmak gerekir, delik büyük çünkü...
3. O hususta da çalışmadığı zaman, bu sefer cana gelir sıra... Allah-u Teàlâ Hazretleri öyle belâlar musallat eder ki, o zaman tüm malımı vereyim deseniz de yetmez artık... O zaman Allah böyle harb darp gibi bir şey çıkarttırır. Bu tembellik yapan, malını vermeyen insanların bu sefer canı da sıkıntıya girer.
Dün akşam bir şey söyledi kardeşlerim, rahmetli bir kardeşimiz söylemiş; düşündüm, üzüldüm: Bizim İstiklâl harbi yaptığımız sırada, Balkanlardaki, Bulgaristan'daki, Yugoslavya'daki kardeşlerimize çok mâlî imkânlar verilmiş, güleç yüzlü, tatlı muameleler yapılmış ki, "Anadolu'ya yardım etmesinler, otursunlar oturdukları yerde!" diye... Onlar da oturmuşlar. "Şimdi başlarına sıkıntı ondan geldi. İşin hikmeti budur." diyor. O arkadaşın düşüncesi...
Afganistan'da eskiden durum çok iyi idi, şeriatla idare ediliyordu Afganistan... Müslümanlar vazifelerini yapmadılar; ictimâî vazifelerini yapmadılar, eğitim vazifelerini yapmadılar. Çocukları Rusya'ya gitti, eğitim gördü, komünist oldu. Ondan sonra, hükümeti de devirdi, idareyi de devirdi, Rusların hakimiyetini de getirdi. Yâni, kolay yapılacak iş yapılmayınca belâ büyüyor. Arkasından, "Belâ büyüdü çare arayayım." filân dediğin zaman da çare kâr etmiyor, bu sefer harb çıkıyor, darb çıkıyor.
Verilmeyen mallar bombalandı, evler yıkıldı, tarlalar harab oldu, canlar gitti. Mallar da gitti, canlar da gitti.
Onun için müslümanların rahattayken, huzurdayken, feragat ve ferağ halinde iken, yâni serbestken, vazifelerini düşünüp akıllı akıllı yapması lâzım muhterem kardeşlerim! Bu benim hayat tecrübem, kesin görüşüm bu...
Rahatteyken rahat rahat yapılacak hizmetleri ihmal ederlerse, ceza büyür; o zaman üç kuruş, beş kuruş vermekle olacak işler, daha büyük gayretlerle tüm mallarını verseler düzelmez. Daha da büyür, canlarını vermeleri gerekir.
Onun için, şimdi onun için size soruyorum:
--Burada çocuklarınızı yetiştirecek anaokulu kurdunuz mu?.. Okullar, kolejler kurdunuz mu?.. Burada üçyüz çocuktan üç tanesinin kurtulması büyük bir felâket işareti... Bunları kurtaracak çalışmalar yaptınız mı?..
Yapmadınız. Kim yapacak?
--Bilmem, işte birisi ortaya dökülsün, yapsın; ben tek başıma yapamam.
Onu bunu bilmem, belâ umûmî gelir. Baş başa vereceksiniz, kafa kafaya vereceksiniz, bu işlerin çaresini bulacaksınız. Ne olacak?.. Biraz masraf yapacaksınız, okul kuracaksınız, cami kuracaksınız, gayret edeceksiniz. Neticede çocuklarınız hayırlı evlât yetişecek. Bunu yapmazsanız, kazandığınız paralar da gidecek, evler de gidecek... Onu da yapmazsanız, o zaman canlara gelecek iş...
O bakımdan İslâm için ne yapmak gerektiğini düşünün, taşının, sorun, araştırın, toplanın, birleşin, bu işleri yapın, aziz ve sevgili kardeşlerim!..
Şimdi tabii, sözü burada, bu önemli şeyde bitirmek istiyorum. Ama sorulan sorular da benim konuşmamla ilgili...
Soru:
--Basın-yayında tasavvuf ve tarikatlar aleyhine çeşitli haberler çıkıyor, bizim hareket tarzımız nasıl olmalı?..
Muhterem kardeşlerim! Her yerde hareket tarzınız, hak bildiğiniz şeyi savunmak olacak... Hak bildiğiniz şeyi her yerde söyleyeceksiniz.
--Canım, benim burda söylememden ne olur?..
Tamam, sen şuna söylersin, o ona söyler. Bir günde on kişiye söylersin, yirmi kişiye söylersin. Sonra, "Efkâr-ı umûmiye bu işe kızıyor." derler, kendilerini ona göre ayarlarlar. Neme lâzım dersen, karışmazsan, o zaman, "Tamam, müslümanlar gık demiyor." derler.
Hasan Sağlam diye bir paşa vardı, Milli Eğitim Bakanı oldu. "İmam-hatip okullarında başörtüler açılacak!" diye emir vermiş. Masada beklemiş. Hiç kimse, "Yâhu, bizim kızımızın başını niye açtırıyorsun, açtırma!" filân diye bir telefon, mektup, telgraf vs. bir müracaat yapmamış. Ondan sonra ne demiş:
"--Bak demedim mi ben size, Türk halkı aydındır. Başörtüsünü açın dedim, hiç reaksiyon olmadı." demiş.
Bak, susunca nasıl yorumluyorlar! En ilkel ve en kolay tedbir, doğru bildiğin şeyi söylemektir. Yanlış bildiğin şeyin yanlış olduğunu söylemektir. Yanlışı yapana, "Sen bu işi yanlış yapıyorsun, bu işin doğrusu budur." demektir. Bu cesareti göstereceksiniz.
Soru:
--Çocuklarımızı burda en iyi şekilde yetiştirebilmemiz için tavsiyeleriniz nelerdir?
Çocukların kendisine Allah korkusunu, Kur'an sevgisini, Rasûlüllah sevgisini aşılayacaksınız, öğreteceksiniz. Böyle düğüm düğüm, ilmik ilmik, sanatkârın halı ördüğü gibi; gergef işleyen gelinin, ince ince iğneyi batıra çıkara güzel bir nakış yaptığı gibi, çocuğunuzun kafasını küçükten işleyeceksiniz. Küçükten Rasûlüllah'ı sevecek, Kur'an'ı sevecek, dini sevecek şekilde yetiştireceksiniz. Masraf edeceksiniz, gayret edeceksiniz, hediye alacaksınız; çocuk öyle yetişecek.
Peygamber Efendimiz SAS diyor ki:
"--Çocuklarınızı Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah sevgisiyle yetiştirin!"
Onu ihmal ederseniz; çukulata alır da, hiç ilgilenmez de, akşam geç gelir sabah erken gider de, çocuğu kendi halinde tarlanın kenarında biten ot gibi yetiştirirseniz; o zaman çocuk başkalarının terbiyesini alır, başka yola gider. Ben benim çocuğumu yetiştireceğim diye düşüneceksiniz, çare arayacaksınız, masraf edeceksiniz; hoca yoksa, hoca ithal edeceksiniz. Futbol takımları Brezilya'dan, Yugoslavya'dan antrenör ithal ediyor, oyuncu ithal ediyor. Biz de dinimizi kurtarmak için ne yapmamız gerekiyorsa, onu yapacağız.
Aziz ve sevgili kardelerim! Şimdi rahat zamanınızda iken İslâm için çalışın, rahatız diye rehâvete düşmeyin, gevşemeyin!.. Sonra tehlike büyür, çocuklarınız da elden gider, kendiniz de elden gidersiniz, kendinizi de kaybedersiniz. Çok çalışın, sıkışma yok diye gevşek durmayın! Kendi kendinizi imanınızla sıkıştırın, çalışın!..
22. 03. 1997 - Rotterdam / HOLLANDA