DİN ALİMLERİNİ VE MÜRŞİD-İ KAMİLLERİ SEVMENİN ÖNEMİ
Bizler, mü'min ve müslüman kullar olarak, evvelâ, eşsiz emsalsiz, hadsiz hesapsız, başka şeyle hiç ölçülemeyecek şekilde, her şeyden çok, her şeyden önce erhamür-râhimîn Rabbimiz, ekremül-ekremîn Mevlâ'mız, hâlik-ı kâinat, râzik-ı mahlûkat, aliyyül-a'lâ ALLAH-U TAALA Hazretleri'ni severiz. Vücûd-ı ilâhî, hayat bahş-ı kerîm; neyimiz varsa ondan ve onun... Ona sonsuz hamd ü senâlar, nimetlerine sayısız sipâs, şükr-i bî-kıyaslar olsun! Allàhümme lekel-hamdü kemâ yenbağî li-celâli vechike ve azîmi sultanike!
... Sonra Allah'ımızın has kulu, habîb-i edîbi, resûl-i zîşanı, eşref-i verâ ve server-i enbiyası, şefî-i ümmet, nebiyy-i rahmet, MUHAMMED-i Mustafâsını severiz. O, Makàm-ı Mahmûd'un yegâne sahibi, alemlerin sultanı, kâinatın efendisidir. Ona ve onun Âl'ine, Ashab'ına, etbâına, ahbâbına, ihvanına, hulefasına, hakîki vârisleri olan mürşîdîn-i kâmilîn ve meşâyıh-ı vâsılîn ve ulemâ-i muhakkıkîn, ârifîn ü âşıkîn-i sadıkîne salât ü selâmlar, tahiyyat ü ihtirâmlar eyleriz. Rabbimiz bizi onların yollarından, izlerinden ayırmasın; şefaatlerine, himmet ve teveccühlerine mazhar eylesin, cennete onlarla beraber dahil eylesin; orada bizleri cemâliyle, selâmıyla teşrîf ve taltîf eylesin...
Bir müslüman, Resulullah Efendimiz'i, kendisinin evlâdından, ana babasından, bütün diğer insanlardan, sevgili ve dostlarından daha fazla sevememişse --vallàhî-- gerçek mü'min mertebesine ulaşamamış demektir. Önce Resûlüllah, sonra diğer sevgililer... O derecede sevecek, öyle bağlanacak, candan, "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resulullah!" diyebilecek.
... Sonra da mürşid-i kâmilleri, Allah dostlarını, Resûlüllah âşıklarını, evliyâ vü asfiyâyı, ulemâ-i âmilîn ve ârifîn-i vâsılîni sevecek, Peygamber-i zîşânımızı sevdiği gibi...
... Çünkü, âlim-i fâzıl ve mürşid-i kâmiller verese-i Nebî'dirler; peygamberlerin hakîkî vârisleri, müslümanların manevî efendileri, ümmetin emanet edildiği emniyetli sahipleri, hilâfetin gerçek mâlikleri, sâlih salahiyetlileridirler. İbâdullahın irşâdı onlara havale edilmiş, Ümmet-i Muhammed onlara emanet kılınmıştır. Hakîkatte ulül-emr onlardır. Allah-u Taâlâ Kur'an-ı Kerim'de onlara itaati emr etmiştir. Müslümanların onları dinlemesi, onların etrafında toplanıp kenetlenmesi, onların gösterdiği yola gitmesi gerekir; iki cihan saadetine ermelerinin yolu ve çaresi budur. Çünkü onlar Kur'an'ı ve şeriati anlatır, hakkı ve hayrı öğretir; halkı doğru yola çekmeğe, a'mâl-i sâliha işlemeğe teşvik eyler, güzel terbiyeye çalışır; dini yüceltmeğe, yaymaya gayret eder; insanların ellerinden tutar, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına erdirirler.
Şimdi millet, ulemâ-i kiram ve evliyâ-i izâmın mevkî ve makamını hakkıyla bilmiyor; onlara gereken sevgi, saygı ve bağlılıkta hatâ ve kusur işliyor; şeytana, nefse, ehl-i dünyaya, ehl-i hevâ ve hırsa, ehl-i mal ü makama kanıyor, aldanıyor da sonunda pişman ve perişan oluyor, ziyan ve hüsrana uğruyor. İyi bilinsin ki: Âkil olana, şarkı-garbı dolaşıp kendisine bir mürşîd-i kâmil, bir mürebbî-i hakîkî, bir gerçek vâris-i Nebî arayıp bulmak en başta gelen iş, en önemli vazifedir, hastalanınca ülke ülke dolaşıp, Avrupalara Amerikalara gidip tedavi olduğu gibi... Çünkü dinin selâmeti, İslâm'ın hakikatı, imanın kuvveti, gönlün şifâsı, şu fâni bedenin muvakkat sıhhat ve afiyetinden çok daha önemlidir.
Allah cümle Ümmet-i Muhammed'e hakkı hak olarak görüp ona uymayı; bâtılı bâtıl olarak görüp ondan kaçınıp sakınmayı nasib eylesin.
Cümlemize iki cihan saadeti ihsan buyursun, âmin, bi-hürmeti esmâihil-hüsnâ ve bi-câhi habîbihil-Mustafâ...
Bunları, değerli ve sevgili şeyhimiz kutbül-ârifîn ve gavsül-vâsılîn, kıbletül-ârifîn ve kudvetül-âşıkîn, müşidüs-sâlikîn ve mürebbit-tâlibîn tâc-ı serimiz, serverimiz, rehberimiz, önderimiz, gözümüz nuru, gönlümüz sürûru, sultanımız, cân-ı cânânımız ve cânân-ı cânımız eş-şeyh, el-hafız, es-seyyid Muhammed Zâhid KOTKU ibn-i İbrâhim el-Burûsevî Hazretleri'nin mübarek zâtını ve mah cemâlini, mânevî mevkî ve makamını düşünerek yazıyorum.
Mâlûm-ı âlîleri ki kendileri 13 Kasım 1980 tarihinde biz bendegânına vedâ ve irtihâl-i dâr-ı bekà eylemişlerdi. O zamandan beri, sâlihlerin anıldığı zaman o yere rahmet yağar diye, her sene onun için kasım ayında anma törenleri, mevlidler, konferanslar, vaazlar, toplantılar, sempozyumlar, hatim cemiyetleri, zikir meclisleri tertipler; ona olan bağlılık ve ihvanlığımızın, medyûn-u şükranlığımızın, hürmet ve muhabbetimizin gereğini yapmaya çalışırız. Bu kasım ayında da 7-13 Kasım arasında yine onun için çeşitli anma toplantıları düzenlemiş bulunuyoruz. Aziz ve muhterem ihvânımızı, Hocamız'ın bütün ehibbâ ve etbâını ve cümle mü'min kardeşlerimizi bu ihtifal ve toplantılara dâvet eder, sevgi ve selâmlarımızı arz eyleriz.
İslâm, Kasım 1994