KUR'AN-I KERİM

1. Soru:

--Kur'an-ı Kerim ölülerin ruhlarına hediye edilebilir mi, sevabı onlara ulaşır mı? Yoksa, Kur'an dirilere mi inmiştir?

--Evet, Kur'an dirilere inmiştir amma, Kur'an-ı Kerim'in sevabı ölülere de bağışlanabilir. Neden?.. Peygamber SAS Efendimiz'e sordu birisi, dedi ki:

"--Yâ Rasûlallah! Annem benden bir çeşme istemedi. Ben o istemediği halde bir çeşme yaptırsam, yaptırdığım çeşmenin sevabını anneme bağışlasam, gider mi sevabı?.."

Peygamber Efendimiz de:

"--Gider." dedi.

O da annesinin hayrına çeşme yaptırdı, üstüne de annesinin ismini yazdırdı.

Demek ki, ahiretteki bir insana gönderilebiliyor. Kur'an-ı kerim okumanın da sevabı vardır, onun sevabı da gönderilebilir. Tabii asıl maksat, bizim okuyup Allah'ın sevgili kulu olmamızdır.

2. Soru:

--Kur'an-ı Kerim'in Türkçe meali abdestsiz okunabilir mi? Okunursa feyz ü bereketi ne kadar olur? Radikal arkadaşlar, "Abdestsiz okunur!" diye telkinde bulunuyorlar.

--Radikal arkadaşlar fakih değildir. Bu iş radikallikle, kendi kafasından hüküm vermekle hiç olmaz. Dînî emirlerin bir ciddiyeti vardır.

Hazret-i Ömer bu hususta diyor ki: "Eğer ben aklımla, mantığımı yürüterek meshetmek düşünseydim, ayağımın üstünü değil altını meshederdim. Çünkü, tozlanan altıdır. Ama Peygamber Efendimiz üstünü meshetmeyi tarif etmiş; o tarzda yapılıyor."

Dînî ahkâmda, hele fakih olmayan bir insanın ictihada kalkması çok büyük edepsizliktir. Hatta alimin birisi diyor:

(Men tefakkaha bigayri fıkhin fehüve hımârun) "Fıkıh bilgisi olmadan ahkâm kesmeğe kalkan eşektir." diyor. Öyle şey olmaz! Din oyuncak değildir. İlmihali açsın; büyükler ne demişse ona göre hareket etsin herkes...

Ömer Nasuhî Hocamız diyor ki: "Meal bile olsa, abdestsiz tutulmaz!" Dînî kitaplara hürmet edilmesi lâzım!.. İçinde ayet hadis bulunan kitapların abdestli tutulması lâzım!.. Tarikat da bir insanın abdestli gezmesini tavsiye ediyor.

(Lâ yemessehû illel mutahherûn) "Bu Kur'an-ı Kerim'e temiz olmayanlar el süremezler!" diye ayet-i kerime var... Gerçi bu ayet-i kerimenin çeşitli tefsirleri olabilir ama, fıkıh alimlerimiz abdestsiz tutulamayacağı kanaatine varmışlar.

Ötekisine ne oluyor?.. Arapça bilmez, Kur'an-ı Kerim'i bilmez, tefsir bilmez, hadis bilmez; radikal İslâm'cı... Ben öyle çok radikal İslâmcı kimseleri biliyorum. Olmaz böyle şey, bu iş oyuncak değildir. Din ilmi hiç oyuncak değildir. "Kendi re'yi ile Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden, cehennemde yerini hazırlasın!" diye hadis-i şerif var... Kendi fikriyle olmaz bu işler... Bir şer'î delile, fıkhî bir mezhebe dayanması lâzımdır ictihadın... Bu da, bu işi bilen aklıbaşında insanların işidir.

Bizim Mehmed Emin Er Hoca, Mısır'a uğramış. Kendisi fakih... Orda alimlerle sohbet etmiş. Diyor ki: "Orda mesele soruyoruz, 'Kanaatiniz nedir?' diye... 'Şöyledir.' diye atıyorlar." diyor. Yâni, delil getirmeyi gerekli görmüyor. Adam düşünüyor kafasından, "Şöyledir." diyor. Bizim radikaller de öyle...

Bak, ömrünü fıkıh ilmine vermiş olan Mehmed Emin Er Hoca, ayıplıyor. "Delilsiz konuşuyorlar. 'Peki niçin?..' diyorum; sebep söyleyemiyorlar." diyor. Sebep söylenmeden olmaz ki!.. Kaynak gösterilecek, ayet ve hadisten mesned gösterilecek. O olmadan olmaz.

3. Soru:

--Kasetten Kur'an dinlemek caiz mi?..

--Caizdir. Dinlersin, nasıl telâffuz ettiğini öğrenirsin. Öyle hafızlar biliyorum ki, hafızlığa çalışıyor; kendisi sayfası okuyor, bir taraftan teyipten dinliyor. Yine okuyor, yine teyipten dinliyor... Böylece iyi telâffuz eden bir ağızdan Kur'an-ı Kerim'in telâffuzunu öğrenmiş oluyor. Faydası vardır, tavsiye ederiz.

İyi bir hafızın, çok üstad olduğu mâlûm ve müsellem olan bir kimsenin kasetlerini alın, dinleyin!.. Güzel öğrenin, güzel okuyun!..

4. Soru:

--Duvarında ayet asılı bir odada ayak uzatmak veya uyumak uygun mudur?

--Çok büyük bir mahzuru yok!.. Biz burda edebimizden böyle şeyleri yapmıyoruz ama, Suud'da adamlar başının altına Kur'an-ı kerim'i koyup yatıyorlar bile... Öyle yapmak câiz değil tabii...

Osman-ı Gazi Hazretleri Şeyh Edebâli Hazretleri'nin evine gittiği zaman, duvarda asılı bir şey görmüş. "Bu nedir?" demiş. "Kur'an-ı Kerim..." demişler. O da hürmetinden sabaha kadar ayakta durmuş. Tabii, biz bu edeble, Osmanlı terbiyesiyle yetişmişiz yâni...

5. Soru:

--Kur'an okurken, zikir yaparken bir türlü gözümden yaş gelmiyor; ne tavsiye edersiniz?

--Bunun olması için bazı şartların yerine getirilmesi lâzım!.. Meselâ, oruçlu iken rikkatlidir insan... Oruç tutuyorsunuz, ikindi de gayet rikkatlenirsiniz. Çünkü mide boşaldı, kalb feyizlendi; o zaman göz de rikkatlenir.

Tok karınla, binbir meşgale ile, ağırlıkla o duygular o kadar incelmiyor; o bakımdan olmuyor. Allah yardımcı olsun, güzel haller nasîb eylesin...

Allah isteyene, istediğini verir. Ben kendim hayatımda şahidim ki, Allah kullarına neyi isterlerse veriyor, her istediğini veriyor. Siz Amerika'yı fethetmeyi isteyin, Amerika'yı fethi de verir Allah... Ama, istemiyor kimse... Çalışmıyor, gayret etmiyor, vazifesini yapmıyor; ondan olmuyor.

6. Soru:

--Yalnız Kur'an-ı Kerim'in mealini esas alarak hüküm vermek, ne derece doğrudur?

--Son derece yanlıştır. Kur'an-ı Kerim'in mealinden hüküm çıkmaz. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'den hüküm çıkartacak babayiğit yoktur. Kur'an-ı Kerim'in açıklaması mahiyetinde hadis-i şerifler vardır; alimlerin, fakihlerin beyanları vardır. Kur'an-ı Kerim'in mânâları incedir. Kur'an-ı Kerim'in esrârı çoktur. Kur'an-ı Kerim'in ifadesi vecizdir. Oradan ahkâm çıkartmak için, İmam-ı Azam gibi olmak lâzım, İmâm-ı Şâfiî gibi olmak lâzım!..

Mealden ahkâm çıkartan kimse, çıkartırsa da yanlış olur. Çünkü, o konudaki hadis-i şerifleri de bilmesi lâzım gelir. Çok yanlış bir şey yapar. "Kur'an-ı Kerim'i kendi re'yiyle te'vile, tefsire kalkan, cehennemdeki yerini hazırlasın!" diye hadis-i şerif vardır.

Kur'an-ı Kerim oyuncak değildir. Kur'an-ı Kerim'deki hatâ başka şeye benzemez. Elektrik şebekesi yapan insan, yüksek voltajla çalışan usta, elektriği bağlarken yanlış bir şey yapsa, iki tarafı tutsa, elektrik hatâyı affeder mi?.. Affetmez; çarpılır, kömür olur. Kartal bile uçarken, bir kanadı oraya değiyor, bir kanadı öbür tarafa değiyor; çarpılıp aşağıya düşüyor. Neden?.. Elektriğin şakası yoktur, oyuncak değildir.

Kur'an-ı Kerim'in hiç şakası yoktur!.. Kur'an-ı Kerim çocuk oyuncağı değildir. Zibidilerin oyuncağı da değildir. Kur'an-ı Kerim, çok büyük alimlerin üzerinde konuşabileceği bir şeydir. Öyle mealcilikle, yarım yamalak bilgi ile bu iş olmaz; müctehid olmak lâzım!..

Müctehid olmadan, öyle Kur'an-ı Kerim'i okuyacak da, anlayacak... Sen gel bakalım, ben sana Kur'an-ı Kerim'i harekesiz yazayım, harekesiz doğru okuyabilecekmisin bakalım?.. Kur'an-ı Kerim'i harekesi olmadan doğru okuyamayan bir insan, Kur'an-ı Kerim üzerinde hiç konuşmağa kalkmasın, haddini bilsin!.. Okuyabilecek misin doğru düzgün?..

Ben nice insanlar gördüm, üniversitede doçentlik imtihanına girdiler tefsir kürsüsünde; önünde yazılı Kur'an-ı Kerim ayetlerini, harekesiz doğru düzgün okuyamıyorlar. Öyle profesörlükle, doçentlikle de olacak değil, bayağı büyüktür bu iş... Ateşle oynuyorlar. Yanlış bir hüküm verirsin, kendini de mahvedersin, başkasını da...

"Allah-u Teâlâ Hazretleri insanlara ilmi verdikten sonra, çekip almaz; alimleri alır, geriye cahiller kalır." buyuruyor Peygamber Efendimiz... İmam Buhârî'nin Sahih-i Buhârî'sinde vardır bu hadis-i şerif... "Millet de onları adam sanar, mesele sorar. Onlar da kafalarından cevap verirler. Hem kendileri dalâlete düşerler, hem de kendilerine soru soranları dalâlete düşürürler." diyor.

Onun için, din ahkâmı şakaya gelmez! Bu işin şakası yoktur. Meal ile iş olmaz!.. Meal ile iş olmadığı gibi, derin Arapça bilgisi olacak, tefsirleri okuyacak, hadisleri okuyacak... O da yetmez; o konudaki bütün ahkâmı inceleyecek. Yine de edeple, hürmetle konuşacak, "Allahu a'lem bis savab" diyecek.

7. Soru:

--Hangi tefsiri okumamızı tavsiye edersiniz?

--Ben Said Havva'nın El-Esas fit Tefsir'ini beğendim. O okunabilir. Ayrıca İbn-i Kesir'in Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri isimli kitabı okunabilir.

8. Soru:

--Hangi tefsir kitaplarını okumamızı tavsiye edersiniz?

--Elmalılı'nın tefsirini okuyun! Kendisi büyük bir alimdir. Tefsiri, selâhiyetle yazılmış güzel bir tefsir kitabıdır.

Eğer Arapçasından okuyabilirseniz Kurtubî Tefsiri'ni tavsiye ederim. Çok geniş, çok metodlu, çok sağlam malzeme ihtivâ eden bir tefsirdir.

İbn-i Kesîr'in tefsirini tercüme ettiler ama, çok ilâveler koymuşlar. Bazı yerleri sıkıcı... Almış jeoloji kitabından; ayet-i kerimede arzdan bahsediyor diye jeoloji kitabının sekiz sayfa, on sayfa mâlûmatını yazmış. İbn-i Kesîr yazmadı ki bunu; sen İbn-i Kesîr Tefsiri'ni tercüme ediyorsun, ne diye bunu koyuyorsun?.. "Bak filânca yerde!" diyecek yerde, oraya bakması zahmet olmasın diye jeoloji kitabının, biyoloji kitabının malzemesini araya eklemiş. Tabii o zaman İbn-i Kesîr Tefsiri olmuyor, İbn-i Kesîr Tefsiri'nden mülhem olarak yazdığımız bizim tefsirimiz demek oluyor.

İbn-i Kesîr'in tefsiri hadislerle ayetleri izah eden, metod olarak hadisleri tefsirde kullanan güzel bir tefsirdir. Onun da açık seçik bir Türkçe ile yazılmış tercümesi var... O da bulunabilir, okunabilir.

9. Soru:

--Bazı kimseler Kur'an'ı makamla; rast, sabâ, hicaz makamlarıyla okuyorlar. Bu makamlar mûsikî makamları değil midir, caiz olur mu?..

--İnsan bilse de bilmese de, bir kıraat tutturdu mu, o bir makama girer.

(Ve rettilil kur'âne tertîlâ) buyrulmuş; Kur'an'ı tertil ile, makam ile okumak lâzımdır.

(Zeyyinül kur'âne biasvâtiküm) "Kıraatinizi güzel sesinizle zînetlendirin de, tesirli olsun!" buyrulmuş. Onun için Kur'an-ı Kerim'i böyle bir ahenk ile okumak lâzım. Düz, konuşur gibi, hitab eder gibi bir tarzda değil de; ilâhî okur gibi, --tabiri caizse-- melodi ile, makam ile okumak vardır. Peygamber Efendimiz'in emridir.

Bunu ustalar şu makamdan okuyabiliyor, bu makamdan okuyabiliyor; mûsikî niyetine okumuyorlar. Uygun olanı Arap lâhnine uygun olarak okumaktır ama, ötekiler de câizdir.


İLİM

1. Soru:

--Fakültede bir hoca, İslâm'ın sadece erkeklerin ilim öğrenmesine müsaade ettiğini, kadınların bundan mahrum bırakıldığını; ilimle ilgili hadislerde kadın ibaresinin bulunmadığını söyledi. Ayrıca, İslâm tarihinde kadınların ilim öğrenmesini yasaklayan misaller olduğunu söyledi. Bu konuda ne dersiniz?

--Yalan söylemiş, yanlış söylemiş; öyle değil!..

(Talebül ilmi faridatün alâ külli müslimin ve müslimetin) "İlim taleb etmek, kadın ve erkek bütün müslümanlara farzdır." Herkesin bildiği bir hadis-i şeriftir. Sonra Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde hem müennes hem müzekker sîgali bazı emirler vardır.

Peygamber Efendimiz'in mübarek zevcesi Hazret-i Aişe Validemiz'den başlayarak en büyük alimler yetişegelmiştir. Hazret-i Aişe Validemiz bayağı alim ve fakih bir kimsedir. Kadın alimlerin en başta gelen misâlidir.

İslâm tarihinde kadın kadılar vardır. Kadın olduğu halde, fıkıhta fetva verecek kimseler vardır. Peygamber Efendimiz, kendi zevcelerine Kur'an-ı Kerim'i öğrettirmiştir.

Onun için, bu bilgi yanlıştır, eksiktir veya kasıtlıdır. İslâm, kadın erkek ayırımı yapmaksızın herkesin ilim öğrenmesini emrediyor, tavsiye ediyor. Hattâ ilmihal bilgileri, her müslümanın mutlaka bilmesi gereken şeylerdir, farzdır. Onları bilmezse ibadetini yapamayacağı için, kadına da namaz kılmak gerektiğinden, kadına da zekât vermek gerektiğinden, kadınların da öğrenmesi lâzımdır.

Herhalde müsteşrikleri filân okuyorlar, yalan yanlış şeyler söylüyorlar. Veyahut İslâm'ı yarım biliyorlar. Yarım hoca insanı dinden eder ya, işte üniversite hocalarının bir kısmı böyle... Ben de üniversite hocasıyım, bir kısmı diyorum, hepsi demiyorum. Dini güzel öğrendikleri zaman, hadis-i şerifleri okudukları zaman; hadis kitaplarının indekslerine bakarlarsa görecekler, dedikleri doğru değildir, yanlıştır.

2. Soru:

--"İlim Çin'de de olsa, gidip alınız!" diye bir hadis-i şerif var mı?..Varsa, burada kasdedilen hangi ilimdir, açıklar mısınız?

--Böyle bir hadis-i şerif var ve bu rivayet hakkında çeşitli görüşler var... Hadis alimleri bir takım araştırmalar yapmışlar ve rivâyet yönünden zayıf bulmuşlardır. Ama, mânâ yönünden öbür hadis-i şeriflerin gösterdiği ana istikamete uygundur. Yâni ilim nerede olursa olsun alınır.

İlim bilmek demektir. Her şeyin bilgisi onun ilmidir.

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?

Bunlar da Yunus'un mısraları...

Her şeyin bir ilmi vardır. Marangozun ilmi, ağacı güzel işlemektir O bakımdan bu ibarede ilim sözü mutlak bilgi mânâsıyla değil, geniş mânâsıyla kullanılmıştır.

Bilgi nerede olursa olsun, insan o bilgiyi elde etmek için oraya seyahat edebilir. Gayr-i müslim bir hocadan okuyabilir. Gayr-i müslim bir diyara gidip, oradan o bilgileri alabilir. İslâm fıkhının hükmü budur. Burdaki ilim bizim tebcîl ettiğimiz yüksek ilim mânâsına değildir, genel bilgi mânâsınadır.

İlimler ikiye ayrılır:

1. Alet ilimleri

2. Yüksek ilimler

Yüksek ilimler, İslâm ile ilgili ilimlerdir. Öteki ilimler, alet ilimleri; Arapça, Farsça, nahiv, edebiyat, belâğat, bedi', beyan, tarih, coğrafya, fizik, kimya... vs. Bunlar da ilimdir. İslâm bunlara ilim değildir demiyor. Ama, ilimlerin taksimatında fazîlet dereceleri farklıdır. En yüksek ilim, konusu itibâriyle en şerefli olduğu için ma'rifetullah, Allah'ı bilme ilmidir. Ama, öteki ilimler de ilimdir.

3. Soru:

--Gençlere ne gibi çalışmalarda bulunmalarını tavsiye edersiniz?

--Bir kere gençlerin İslâm'ı iyi öğrenmesi lâzım!.. Farzları, sünnetleri iyi öğrenmesi lâzım!.. Farzlara, sünnetlere, dinin ahkâmına hürmet edilmesini öğrenmesini lâzım!..

Dini bilmeyen insan, cihadı da berbad edebilir, yanlış iş yapabilir. İyi müslüman olması lâzım! Kendi başına olunca belki hatalı işler yapabilir diye, iyi insanlarla bütünleşerek çalışması lâzım!..

4. Soru:

--Bize en uygun olan tefsir ve fıkıh kitabını tavsiye eder misiniz?

--Tabii, çok kitaplar var... Benim çok beğendiklerimden bir tanesi merhum Said Havvâ'nın tefsiri... Çok güzel anlatmış, mekânı cennet olsun...

Fıkıh kitabı olarak yeni kitaplar içinde Selâmet Yolları (Bülûğul Meram) güzel bir fıkıh kitabıdır. Fikri Yavuz Hocaefendi'nin Muamelâtlı İslâm Fıkhı ve Hukuku güzel bir fıkıh kitabıdır. Ömer Nasuhî Hocamız'ın kitabı güzel bir kitaptır. Artık bir tanesini seçersiniz.

Eski kitaplardan El-İhtiyâr çok seviliyor, okunuyor. Mültekâ el-Ebhûr vardır, Hidâye vardır... Daha başka kitaplar vardır. Kişilerin bilgi seviyesine göre çeşitli kitaplar tavsiye edilebilir.

5. Soru:

--Allah-u Teâlâ Hazretleri, Fâtır Sûresi, 28. ayette:

(İnnemâ yahşallàhe min ibâdihil ulemâ') "Allah'tan ancak alim olan kulları korkarlar." buyurmuş. Bunu açıklar mısınız?

--İnsanın dünyayı tanıması, dini anlaması, ahireti anlaması, cenneti tanıması, cehennemi tanıması hep bilgiye dayandığından, herkesin ilme gayret etmesi gerekiyor. O bilgiler olmadan insanın kavrayışı eksik oluyor. Cenneti bilmiyor ki, rağbet etsin... Cehennemin şiddetini okumamış ki, durumun ne kadar kötü olduğunu bilsin ve ondan korksun... Dini konularda bilgisi zayıf; ayet bilmez, hadis bilmez. O zaman, (Elcâhilü cesûrun) cahil cesur olduğu için, yalan yanlış işleri yapıyor. "Allah affeder!" diyor.

"Allah bu gibi durumlarda affetmez, cezâsı şöyle şiddetlidir. Bak, şu kavmi şöyle helâk etmiş, bu kavmi böyle helâk etmiş..." diyecek ki, korkması mümkün olsun. O bakımdan, Allah'tan ancak ilmi olanlar korkar.

6. Soru:

--Evliyâullahın hepsi alim midir? Alim olan her kişi evliyâullah mıdır?

--Evliyâullahın hepsi mektep medresede okumuş, mürekkep yalamış değildir. Kimisi Allah-u Teâlâ tarafından yine bilgilendirilmiştir ama, mektep yoluyla değil, Allah'ın özel lütuflarıyla yetişmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz de hadis-i şerifinde buyuruyor ki:

(Eddebenî rabbî ve ahsene te'dîbî) "Beni Rabbim terbiye eyledi ve çok güzel yaptı terbiyemi..." Hakîkaten Peygamber Efendimiz üniversitede ve sâirede okumadı ama, en güzel şekilde Allah onu yetiştirdi.

Demek ki, netice itibariyle bilgili bir kimse yapar onu ama, bu ille mektepten diploma almak tarzında olmaz. Neticede arif olur, uyanık olur, bilgili olur, çoban da olsa... Çünkü, Allah bildirince bir çok şeyleri bilir.

Her alim evliyaullah olamaz! Kuru alim olur, zâhir alimi olur, zâhir ilmini bilir... Ezberi vardır, bilgisi vardır ama, ahlâkı, kalbi gönlü geridir. O bakımdan, evliyâullah olamaz. Bilginin çokluğu insanı evliyâ mertebesine yükseltmez. Kalbin temizliği ve sâfîliği, ibadetlerdeki ihlâsı ile insan yükselir. İhlâsı yoksa, olmaz!

Dünya için ilim öğrenmişse, mâneviyâtın bir koklamını koklayamaz. Allah rızâsı için ilim öğrenmişse, Allah alime evliyâlık yolunu da açar. Ama her alim evliya olamaz. Çoğu yanlış yollara da sapıyor. Çünkü ilim bazı kimselere de kibir verir, mütekebbir olur. O zaman, Allah'ın hiç sevmediği bir insan olur. Tamamen sapık bir insan olur. Olmadık laflar söylemeğe başlar, iyice sapıtır.

7. Soru:

--Tasavvufta bilgi kaynağı sezgilerdir. Meşhur mutasavvıflar bunu ifade ediyor. Eğer böyle ise; yâni, sezgilerle ulaşılan batınî alem, mânâ aleminin bilgisi ile Kur'an ve sünnete dayanan rivâyet ilminin çatışması ehl-i sünnet tarikatları için de geçerli midir? Geçerli değilse, ehl-i sünnet tasavvufunun kelam-fıkıh-hadis ekolünden farkı nedir?

--Bilginin kaynağı hakkında İmam-ı Gazâlî'nin İhyâ'sında güzel bilgi veriliyor; ordan okuyabilirsiniz.

Bilginin kaynaklarından bir tanesi keşif yoludur. Sezgi sözü bu mânâyı tam olarak ifade etmeye yetmiyor. İnsan bir şeyi seziyor. Şimdi ben dışarıda bir şey olacak gibi sezdim. Bu tasavvufî bir şey değil... At da meselâ, zelzele olacağını seziyor. Kuşlar da ormandan kaçıyor, yanardağ patlayacak filân diye seziyor. Bu tasavvufî bir sezgi değil...

Keşif ilmi, sezgiden başka bir şey... O Allah-u Teâlâ Hazretleri'ne ermekden hâsıl olan bir müşâhede, başkasının görmediği şeyi gönül gözüyle görme meselesidir. Bunda Kur'an ve hadisle bir çatışma yoktur. Sırf sezgiye kalmış bir şey, Kur'an-ı Kerim'le de çatışır, her şeyle de çatışır.

Geçenlerde Denizli'den bir arkadaş anlattı bana... Orda birisi: "Allah'la konuştum. 'Sabah namazını kılmayabilirsiniz!' dedi bana..." diyormuş. Böyle bir sezginin, böyle bir ilhamın, böyle bir konuşmanın hakîkatle ilgisi yok...

Gerçekten bir kişinin gönül gözü açılmışsa, bazı şeyleri görüyor ve biliyor. Bunun böyle olduğuna ben şahidim. İnsan olacağı bile bilebiliyor yâni... Olabilir. Ama böyle bir insan, ancak Allah'ın sevgili kulu olduğu zaman, böyle bir makama eriyor. Allah'ın sevgili kulu da Allah'ın kelâmına, Rasûlüne ters düşmüyor. Böyle bir şey bahis konusu değil...

8. Soru:

--Mezhebi reddedenlerin durumu ve fıkhî hükmü nedir?

Mezhebleri reddeden de fıkıh ilmini bilmiyor demektir. Fıkıh mezheblerindeki ihtilâfı anlatan bir kitap var, güzel bir kitap... Onu okusun!

Mutlaka insanlar arasında fikir farkı olur. beş kardeşin beşi bir olmaz, beş parmağın beşi bir olmadığı gibi... Onun için, ihtilâfların bir kısmı Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinin anlaşılmasıyla ilgilidir. Bir kısmı hadis-i şeriflerin anlaşılması ve yorumuyla ilgilidir. Bir kısmı başka prensiplerle ilgilidir. Bu kanaatler mezhebleri teşkil etmiştir. Bilimsel bir olaydır. Bunu reddeden cahilliğini isbat etmiş olur.

Mezhebi reddedince ne yapacak? Bir yola gidecek. O zaman kendisi bir mezheb kurmuş olur, yeni yol açmış olur. Tabii, ötekiler kadar alim olmadığından, hatâ eder. Allah islah eylesin...

9. Soru:

--Kafamıza takılan bir sorunun cevabını ilmihalde bulamazsak, nasıl davranmalıyız? Kendimiz kıyas yaparak karar verebilir miyiz?

--Veremezsiniz! Çünkü, kendi reyiyle fetvâ vermek çok veballidir, çok günahtır ve çok da tehlikelidir. Müftülere sormak lâzım!.. Müftülerin takvâ ehli, bilgili olanlarına sormak lâzım!.

10. Soru:

--Hiç bir şey bilmez oldum, hatırlayamıyorum. Benim için dua eder misiniz?

--Bir insanın hafızasının zayıflamasının bir sebebi günahlardır, haramlardır. İnsan haramlara baktı mı, hafızası zayıflar. Belirgin vasfı budur. Harama bakmak hafızayı zayıflatır. O bakımdan haramlara bakmamak lâzım!..

Haramlara bakmayan babayiğit var mı?.. Çok az!.. Televizyon seyrediyor musunuz?.. Ediyoruz. Tamam, yandınız. Çünkü, televizyonda şarkıcı var, televizyonda dansöz var, televizyonda film var... Televizyonda --affedersiniz-- aile hayatının sahneleri var... Televizyonda her şey var... Evin içine her şey giriyor. Evin içi meyhane oluyor, evin içi umumhane oluyor... Evin içi kumarhane oluyor... Evin içi her şey oluyor.

Onun için insanın hafızası da gider, feyzi de gider... Allah saklasın, imanı da gidebilir. Allah bizi korusun... Vakit de telef olmasın diye, mümkünse eve sokmamak en iyisidir. Vakti kitap okuyarak geçirmek, gençleri hayırlı ilimli meşguliyetlerle meşgul etmek daha iyidir. Onu yapabilirse, kurtulur. Onu yapamadığı zaman, hafızam zayıf der, feyzim gelmiyor der, şu der, bu der...


ÖĞRENCİ MESELELERİ

1. Soru:

--İmam-hatip lisesinde okuyorum. Okulda iken hafızlık yapmayı düşünüyorum. Ne tavsiye edersiniz?

--Allah râzı olsun, çok güzel düşüncesi var... Böyle genç yaşta başlarsa insan, metodlu çalışırsa, hem de kuvvetli hafız olur. Senelere yayınca rahatlıkla olur inşaallah...

Tabii, hafızlık konsantre çalışmak ister. Evine bile gitmeyip Kur'an Kursu'nda devamlı çalışıp, kısa zamanda bitirmek en doğrusudur. Ama, onu yapamayacak, okula devam ediyor; tamam... Devam ederken yapacak; tamam... Yazları çalışacak, akşamları çalışacak; tamam... Bir yolla ilgisini devam ettirip, bu işi başarmağa çalışsın!..

2. Soru:

--Üniversiteye hazırlanıyoruz, hangi okulları tavsiye edersiniz?

--Biz çeşitliliği tavsiye ediyoruz. Kardeşlerimiz muhtelif yerlere girsinler, girdikleri yerlerde İslâm'a hizmeti düşünsünler; çeşitlilik olsun... Elhamdü lillâh, müslümanlar içinde her dalda yetişmiş elemanlar var... En küçük kasabaya bile gidiyorum, böyle kalabalık toplantılar oluyor camide veya evlerde; çeşitli mesleklerden çok kıymetli kimseler var... Bu iyi bir şeydir.

Çeşitlilik iyidir. Yalnız, herkes kendi mesleğinde İslâm'a nasıl hizmet edeceğim diye düşünecek ve hizmete çalışacak!.. Meselâ, adam elektronikçidir; gelsin radyolarımızda çalışsın, hizmeti öyle yapsın!.. Doktordur; tıp konusunda hizmet etsin!..

3. Soru:

--Üniversite imtihanında hukuk fakültesini tercih etmekte tereddütlüyüm. Hukuk fakültesini yazmam ve okumam câiz midir? Başka bir fakülteyi tavsiye eder misiniz?

--Bana kalsa, ben ilâhiyatı tercih ederim. Çünkü, insanın dinini öğrenmesi, Kur'an-ı Kerim'i öğrenmesi bu yolla olacaktır. Onu tavsiye ederim.

Ama, hukuk fakültesine giden insanlar da İslâm'a hizmet edebilir. Çünkü, öyle insanlara da ihtiyaç var...

4. Soru:

--Bir bekâr hanımın üniversitede okuması câiz midir?

--Eğer İslâm'ın emirlerini çiğnemeden okuyabiliyorsa, okusun; İslâm'a faydalı bir meslek edinsin. Sonra ordan İslâm'a hizmet eder. Allah'ın emirlerini çiğneyerek, ona aykırı olarak olmaz.

5. Soru:

--Liseli bir gencim. Tesettürlü bir kızla arkadaşlık yapmamın mahzuru var mıdır?

--Vardır! Onun için de, kendisi için de mahzuru vardır. İnsanın iffetli, namuslu ve İslâm'ın emirlerine riâyetkâr olması lâzım!.. Bu gibi arkadaşlıklar, flört vs. modern insanların işleridir. Bunlar ancak nikâhtan sonra meşrû olan şeylerdir. Onun dışında ötekilere benzemek oluyor.

6. Soru:

--Ders çalışırken bazı hallerde dikkatimi toplayıp derse çalışamıyorum; çaresini söyler misiniz?

--Dikkati dağıtan sebepler vardır. Dikkati toplamanın bir eğitim işi olduğunu, birtakım şartları olduğunu bilmeniz lâzım!.. Bazı kitaplar bunları yazarlar. İlim ve Sanat dergisini ilk çıkarttığımız zaman, hediye olarak bir broşürümüzü vermiştik; ben de orada "Dikkati toplamanın usülleri nelerdir?" filân diye yazmıştım. (Sonradan Başarının Prensipleri diye kitap haline getirildi.)

Zihninde başka bir şey olursa, insan zihnini toparlayamaz. O işi yapacak, ondan sonra ders çalışmaya oturacak. Etrafında kendisinin dikkatini dağıtacak mûsikî, kalabalık gibi sesler, konuşmalar olmayacak. Bir meseleyle meşgul olacak, çeşit çeşit meseleleri zihnine takmayacak. Bir anda sadece bir mesele üzerine eğilecek. Bunun gibi hususlar var... O kitabı okusun, onlara gayret etsin!..

7. Soru:

--Ben hâlis muhlis tenbel bir öğrenciyim. Bu tenbellikten ve vurdumduymazlıktan nasıl kurtulabilirim; çareleri nelerdir?

--İmam-ı Gazâlî'nin (4 ciltlik) İhyâ'sının 3. ve 4. cildini güzelce okusun, bitirsin.

8. Soru:

--İmam-hatip lisesi talebesiyim. Hıfzım pek sağlam değil, hıfzımı nasıl kuvvetlendirebilirim. Her şey hıfzıma kolay girmiyor ve bana verilen zekâyı pek kullanamıyorum. Bunun çaresi nedir?

--Bunun çaresi, günahlardan kesilmektir. İnsan günahlara bulaştıkça, haramlara baktıkça, yasak işleri yaptıkça hafızası zayıflar ve çeşitli sıkıntılara düşer. Çaresi takvâdır, günahlardan kesilmektir, haramlardan elini eteğini çekmektir. O zaman düzelir.

Yolu güzel yoldur, çünkü ilim öğrenme yoluna girmiştir. Gençtir, düzelme ihtimali vardır. Ağaç yaşken eğildiği için, işin başından düzeltilmesi sonradan yapılmasından daha kolaydır. Allah gayret versin, iyi olur inşallah...

9. Soru:

--Üniversitede okumaktayım. Derslerime çok çalıştığım halde sınavlarda iyi not alamıyorum. İngilizce çalışıyorum, fakat kelime ezberlemekte güçlük çekiyorum. Ne tavsiye edersiniz?

--Bu kardeşimizin üniversiteye kadar gelmiş olması, aslında bu işleri yapabilecek bir insan olduğunun isbatıdır. İlkokulda olsaydı, diyecektik ki: "Herhalde bu çocuğun ezberleme kabiliyeti zayıf!.." Ama, öyle bir durum olduğunu sanmıyorum. Üniversiteye kadar yükselebilmiş, gelebilmiş; o zaman, çok çalışsın!..

Bir de insan hiç anlayamayacğım, yapamayacağım diye moralini bozduğu zaman başaramıyor. Azmettiği zaman, öğreniyor. Meselâ, bir hafız tanıdığım kendini yerden yere atarmış. Annesi, "Hadi evlâdım, ezberle sayfayı!." dermiş. O da, "Yapamıyorum anne!.." diye üzülürmüş. Sonunda belli bir miktarda sayfa ezberledikten sonra, kendisi söylüyor ki, hafızası açılmış. Ezberleyememe durumu gitmiş, ezberlemeye başlamış. Demek ki, sebat edeceğiz.

Bunu koşulara benzetiyorum ben... İnsan ilk koşmağa başladığı zaman, 70-80 metre koştu mu, nefesine bir tıkanıklık gelirmiş. Ama, buna rağmen koşarsa, o tıkanıklık geçer daha fazla koşabilirmiş. O aldatıcı bir yorgunluk oluyor, gerçek yorgunluk olmuyor. Devam ettiği zaman geçiyor. Bu hafızaya alamama da, aldatıcı bir alamamadır tahminime göre... Gayret eder çalışırsa, alır.

Ben kendim sınıfın notları iyi talebelerinden, önde gelenlerinden idim. Bir hafta hastalandım, okula gidemedim. Matematikten zor bir bölümü anlatmış hoca... Bir hafta gidemedim, okuyorum, hiç bir şey anlamıyorum. Halbuki daha önce her şeyi anlardım, sınıfta iddialı bir öğrenci idim. Okudum anlamadım, bir daha okudum anlamadım, bir daha okudum anlamadım... Yazmağa başladım. Moralim de bozuldu: "Çalışkan bir talebe iken nasıl okuduğumu anlamıyorum?" filân diye... Kitabın o bölümünü deftere aynen yazdım, kelime kelime öğreneyim diye... O inadımla çok iyi öğrendim o konuyu... Çok zor bir konu idi. Sonradan ömrüm boyunca onun faydasını gördüm.

Demek ki, ilk başta insanın karşısına güçlükler çıkıyor ve korkutuyor insanı... İnsan o güçlükten yılarsa, yolundan kalıyor. Güçlüğün üzerine yürürse, bunun sahte bir duvar olduğunu anlıyor, geçebiliyor. Geçtikten sonra da rahat ediyor. Bu kardeşimize de bunu hatırlatırım. Devam etsin, olur.

Lisan öğrenmenin, ezberlemenin teknikleri vardır. Radyoda filân anlatıyorlar: Adam kırk-elli kişiyi diziyormuş da, hepsinin ismini sorduktan sonra, bir defada tekrar ediyormuş. Bunların tekniklerini de öğrensin!.. Hafızayı iyi kullanma teknikleri... Benim âcizâne yazdığım bir kitapta da (Başarının Prensipleri) böyle bir bölüm var; oraları okusun kardeşlerimiz!..

10. Soru:

--Kur'an kursunda okuyorum. Zihnimin açılması için ne tavsiye edersiniz?

--Bal şerbeti içmesini tavsiye ederim. Balı bardağa koysun, karıştırsın. Biraz tatlı geliyorsa içine yarım limon sıksın, içsin!.. Çünkü, bal enerji verir ve hafızasını kuvvetlendirir.

Bir de üzüm yesin. Üzümün de şekeri doğrudan doğruya insanın beynine faydalı olur, onun güçlenmesine sebep olur. Kuru üzüm veya taze üzüm yemek suretiyle, enerjisini arttırsın!..

11. Soru:

--Üniversitede okuyorum. Bir toplum içine çıkınca kekeliyorum, konuşma zorluğu çekiyorum. Bu sıkıntım yedi sekiz yaşında başladı. İki sene sonra okulu bitireceğim ama, içimde bir endişe var... Bu yüzden okulu bile bırakmayı düşündüm. Ne tavsiye edersiniz?

--Hiç lüzum yok! Bu korku normaldir, herkeste olur, hatiplerde bile olur. En hatip insan, meşhur bir hatip bile konuşmaya çıkacağı zaman heyecanlanırmış. Kitaplar böyle yazıyor. Hattâ Amerikan reisicumhurlarından Abraham Lincoln isminde, hitabetiyle tanınmış birisi enteresan bir söz söylemiş:

"Bir topluluğa karşı birkonuşma yapmaktansa, dövülmeyi, pataklanmayı, dayak yemeyi tercih ederim." diyor. "Dövsünler, yeter ki konuşmayayım!" diyor, o kadar çekiniyor. "Ama, konuşmaya başladıktan sonra da, sözü kesmektense pataklanmayı tercih ederim." diyormuş. Başladığı zaman da tatlı geliyor demek ki, o zaman da konuşup duruyor.

Konuşma için hiç endişe etmeyin! Bu bir kusur değildir, normaldir, hayâdan dolayıdır. İnsan, karşımdaki beni ayıplar mı diye ürküyor. O ürküntü kendisine tutukluk veriyor. Normaldir bunlar, anormal bir şey yoktur. Bütün hatiplerin buna benzer sıkıntıları olabiliyor diye düşünüp rahatlayın!..

Tabii, iyi şeyleri öğrenmeye devam edin! O zaman, konuşacak şeyi, söyleyecek şeyi olan nasıl olsa söyler. Köylü kadın da konuşur, cahil de konuşur, herkes konuşur. Konuşacak bir şeyi oldu mu, konuşuyor. Onun için ben diyorum ki: Şuranızda bir defter, bir de kalem bulunsun; güzel şeyleri, beğendiğiniz şeyleri yazın!.. Yazarsınız, birikir, böylece konuşacak şeyler artar.

12. Soru:

--Kopye çekmenin hükmü hakkında bilgi verir misiniz?

--Kopye çekmek doğru bir şey değildir. Doğru olmayınca mekruh olur, günah olur. Çünkü, bir aldatmaca vardır, hak etmediğin şeyi almak vardır. Bir de, tenbelliğe teşvik vardır. Adam dersi çalışmıyor, bütün ömrünü makara hazırlamakla geçiriyor. Bir çeşit sahtekârlık olduğundan, uygun değil...

13. Soru:

--Sürücü belgesi almak istiyorum. Yazılı imtihanı geçtim. Direksiyon imtihanına iki defa girmeme rağmen aşırı heyecan nedeniyle başaramadım. Dua eder misiniz?

--Allah başarmak nasib etsin... Ben nasib oldu, bir kerede başardım ama, çok çalıştım. İmtihan pistine arkadaşla gittik. O bizi imtihan pisti boşaldıktan sonra, altıdan yediden sonra çok çalıştırdı. Bilen bir kimse ile çalıştım, imtihana girdim. Polis kim olduğumu bilmiyordu. Üniversite hocası olduğum yazmıyordu kâğıtta... Özel bir hürmet de göstermedi. "Sür bakalım!" dedi, vitesleri değiştir dedi, şunu dedi, bunu dedi... Her şeyi böyle tıkır tıkır güzel yapınca, anladı:

"--Sen burda daha önce çalıştın mı?" dedi.

"--Çalıştım!" dedim.

Çalışınca insan, yavaş yavaş düzeltiyor. Yanındaki hocası, arkadaşı da, "Şurda hatâ ettin, burda hatâ ettin, buna dikkat et!.." filân diyor. Öğreniyor insan... Böyle birisiyle çalışsın!..

14. Soru:

--Üniversitede okuyorum, birinci sınıftayım. Okulda çeşitli İslâmî gruplar var; onlara karşı nasıl davranmamı tavsiye edersiniz?

--Grupların bir kısmı, yalan yanlış fikirlere sahiptir. Yalan yanlış fikirlere sahip olanlardan uzak durmağa, onlara kapılmamağa gayret etmek lâzım!.. Cumayı kılmaz, namaz kılmaz, sigara içer, sünnete uymaz, mezhebi kabul etmez... vs. Onlar yanlış yolda...

15. Soru:

--"Radikal dinci; sağlam müslüman, Kur'an-ı Kerim'in emirlerini tam olarak uygulamaya çalışan kimsedir." dediniz. Türkiye'deki radikal İslâmcı denilen gruplar bu tanıma uyuyor mu?..

--Şimdi Cezayir'de, Mısır'da öldürdükleri, orda İslâmî hareketi yapmağa çalışan kimseler... Radikal müslüman diye Avrupalılar onları kötüleyip, halkın nazarında kötü göstermeğe çalışıyorlar.

Bizde o isimdeki şahıslar; tasavvufu reddeden, dînî ahkâmı yanlış yorumlayan kesimler... Bizdekiler hatalı olmuş oluyor.

16. Soru:

--Düz liseden mezun olduğum için İslâmî bilgilerden yoksunum; ne tavsiye edersiniz?

--İslâmî bilgileri öğrenmek çok önemli!.. Hemen boş zamanlarında fırsatları değerlendirip, dinini iyi öğrenmesi lâzım insanın...

İnsan bir konuda mezun olup yetişti mi, başka bir yeni konuya girdiği zaman, o konuya metodlu bakabiliyor ve onu güzel öğrenebiliyor. Onun için bu kardeşlerimiz dini metodlu bir şekilde güzel öğrenebilirler. Ana noktaları yakalayıp işin içine iyi girebilirler. Allah öyle nasib eylesin...

17. Soru:

--İslâm'ı gerçek mânâda üniversiteye gelince tanıdım. Üniversiteye başlayalı dört yıl olmasına rağmen, İslâm'ı öğrenmeye nereden başlayacağımı bilemiyorum. Bazan tefsir okumaya çalışıyorum. İlmihal konusunda eksikliyim. İslâm hukukunu öğrenmek istiyorum. Bu hususta nasıl bir yol izlememi tavsiye edersiniz?

--Bu genel bir meseledir. Asıl mesleği İslâmî ilimler olmayan kimse, bu konularda böyle bir soruyla karşılaşır. İnsan ilkönce, çok büyük üstadların yazmış olduğu, gerçekten alim insanların yazmış olduğu genel mânâdaki kitapları okumalıdır. O genel mânâdaki kitapları okuduktan sonra, bir kitaba konsantre olmalıdır. O kitabı bitirmeli, ondan sonra öteki kitaba geçmelidir. Hepsini okumağa kalkıştı mı, bu acelecilikten dolayı hiç birinde tam bir ilerleme olmaz. Üzerine aldığı, eğildiği konuyu tam olarak okumalıdır.

Ben meselâ ilkönce, Said Havva'nın İslâm isimli iki ciltlik eserini okumasını tavsiye ederim. Ondan sonra Riyâzüs Sâlihîn'i bir okusun, onu bitirsin!.. Ondan sonra Fikri Yavuz'un fıkıh kitabını okusun, bitirsin!.. Ondan sonra İhyâu Ulûmiddîn'i bir okusun, bitirsin!.. Bunları okuduktan sonra yine gelsin, bir daha sorsun!..

18. Soru:

--Tagutî bir ülkede hakim, savcı, avukat olmanın hükmü nedir?

Bunu hukuk fakültesinden mezun hukukçu kardeşlerim bana sormuşlardı. Ben dedim ki:

"--Ben bu meselelerin detayını iyi bilmiyorum. Hakimlik yapmış olan, şimdi emekli olan, müslüman, mütedeyyin, ihvânımızdan bir kardeşimiz var; gidin ona sorun!" dedim.

Kalktılar, gittiler, İstanbul'da ona sordular. O demiş ki:

"--Ben bu mesleğin içinde yaşadım, emekli oldum. Nice nice müslümanlara nice nice faydalar sağladım. Nice nice adaletsizlikleri engelledim. Aman, bu işi yapın!" demiş.

Sonra bir başka misâl: Eyüb'de, sıkıyönetim zamanında, "Vay, siz izinsiz toplantı yaptınız." diye otuz-kırk kişiyi tıkmışlar içeriye, nezarete atmışlar. Savcı almış bunları karşısına... Bakmış; hepsi sakallı, nur yüzlü, mübarek, mâsum insanlar... Şöyle onları kendisine getiren adama bakmış, bir bunlara bakmış. Ona demiş ki:

"--Utanmıyor musun, bunları benim karşıma getirmeğe?.. Bunların hepsi mâsum, karınca ezmez, haram yemez insanlar... Ne istiyorsun bunlardan? Defol karşımdan!.." demiş.

Getiren maiyetinde tabii onun... Onu bir azarlamış. Ondan sonra da ötekilere demiş ki:

"--Beyler! Müslüman çocuklarınızı savcı hakim yetiştirin! Eğer benim yerimde bir başka dinsiz imansız birisi olsaydı, sizin epeyce canınızı yakar, sizi güzel terletirdi. Hadi bakalım gidin!" demiş. Onlara böyle nasihat çekip salıvermiş.

Bu cevap olabilir bu kardeşimize... Yâni hangi meslek olursa olsun, bir insan bulunduğu meslekte müslümanlığa, insanlığa, hayra, adalete hizmet edebilir; sıkı durursa...

19. Soru:

--Devletten burslu olarak yurtdışında master veya doktora yapmak hususunda ne buyurursunuz?

--Tavsiye ederim; çünkü, ilmini irfanını arttırmış olacak insan... Güzel bir şey... Fakat, yurtdışına bekâr gitmeyi tavsiye etmiyorum. Çünkü, Avrupa'nın kızları kandırıyorlar bizimkileri... Evleniyorlar. Onlar rahat ferah yetişmiş oluyorlar, örfleri adetleri bizim gibi olmuyor, flört etmiş olabiliyorlar, hattâ evlilik öncesi münâsebetler yapmış olabiliyorlar.

Burda gül gibi, imam-hatip okulunu bitirmiş, namuslu, örtülü, mütedeyyin kızlarımız durup dururken, gidip ordan bir kız alıp geliyor. Onun için, oraya bekâr gitmemelerini tavsiye ederim. Çünkü, donanıyorlar, boyanıyorlar, kandırmayı başarıyorlar. Bekâr gitmemeğe çalışmak lâzım!.. Tedbirli gitmeli, çalışmasını yapıp dönmeli...

Sonra, gideceği yeri seçmeli!.. Bazı yerlerde müslümanların cuma namazlarını kıldığı, cemaatlerin olduğu şehirler oluyor. Oralara giderse; orda bozulmadan, ibadetlerini aksatmadan, o cemaatin arasına katılarak rahat yaşayabilir. Böyle yerleri seçmeğe çalışmalı!..


BİD'AT

1. Soru:

--Bid'atleri hasene ve seyyie diye ikiye ayırmak doğru mudur?

--Evet, bazı kitaplarda, bazı büyüklerimiz böyle ayırım yapmışlar. Peygamber Efendimiz'in zamanında olmayan bazı şeyler var ki, dinin icabı olarak düşünülmüş, alimlerimiz karar vermiş, yapmıştır. Evet bid'at gibi bir şey, yeniden çıkmış bir şey ama, o dinin gereği olarak yapıldığı için hasene olarak adlandırılmıştır. Böyle bir taksim kitaplarda vardır. Aslında ona bid'at denilmese, istihsan filân gibi başka isim verilse daha iyi olur.

2. Soru:

--Cuma günü cumadan önce avlanmak, yaş kesmek hakkında çeşitli şeyler söyleniyor; ne dersiniz?

--Cuma günü, cuma namazını tehlikeye düşürmedikten sonra, av yasağı diye bir şey yoktur. Yaş kesmek hakkında da bir şey yoktur. Bunlar hacda yasaklanan şeylerdir. Bazıları "Cuma fukaranın haccıdır." filân diye bunları sıralıyorlar. Aslı yoktur.

3. Soru:

--Hıdrellez günü çamaşır yıkanmaz diyorlar; ne dersiniz?

--Ben böyle bir yasak bilmiyorum, duymadım. Gerekirse yıkanır.

4. Soru:

--Her namazdan sonra musafahayı adet haline getirmek doğru mu, bid'at mi?..

--Her namazın arkasından bir mecburiyet gibi, sıraya dizil, halka ol, salevat getir; böyle bir mecburiyet yoktur. Mecburiyet olmadığına göre, onu böyle dinî bir asılmış, esasmış gibi her zaman yapmamak icab ediyor. Yâni, arada yapmamak lâzım!..

Ama, yeri geldiği zaman, meselâ uzaktan bir kardeş gelmiş; onun elini sıkarsın, musafaha yaparsın, olur.

Her zaman yapmamak uygun... Her zaman yapmayı mecburiyet sanmak, doğru olmaz.

5. Soru:

--Namazlardan sonra topluca çekilen tesbih bid'at mi?..

--Hayır, bid'at değildir, sünnettir. Peygamber SAS Efendimiz'in tavsiyesidir.

6. Soru:

--Camide mikrofon kullanılması bid'at midir?

--Bid'at değildir, zarûrettir. Cemaat çok, ses duyulmuyor. Namazın daha güzel kılınması için zarûrettir. Onun mahzuru yoktur.

7. Soru:

--Bir kişinin kısmeti bağlanırsa, gidip bir hocaya açtırmak olur mu?..

--Olmaz öyle şey!.. Çünkü, kısmetleri Allah tayin ediyor. Kısmetin bağlanması da, Allahın bir takdirinin neticesidir. Onun bunun bunu bağlamaya gücü yetmiz. Allah bir kimseye bir rızık nasib etti mi, kimse engelleyemez; bir rızıktan nasibini kesti mi de, kimse onu ona ulaştıramaz. Onun için, bu yanlış bir düşüncedir. Allah'tan istesin. Allah hayırlı bir kimseyle karşılaştırsın, hayırlı bir yuva kurmasını nasib etsin...

Öyle, onun bağlamasıyla değildir bu... Ama bazıları palavra atıyor. Geliyor:

"--Haa, senin kısmetin bağlanmış!" diyor.

"--E, ne olacak?.."

"--Ben sana bir muska yazacağım, sen benim yan cebime şu kadar para koy!"

Böyle yapıyorlar, istismar ediyorlar bu duyguları... Olmaz!

8. Soru:

--Peygamber Efendimizin zamanında tesbihin olmadığını, tesbihin bid'at olduğunu söylüyorlar; ne dersiniz?

--Tesbih bid'at değildir. Peygamber Efendimiz'in zamanında tesbih vardı. Hurma çekirdekleriyle, çakıl taşlarıyla bunları yapıyorlardı. Ebû Hureyre RA bir ipi düğüm düğüm yapmış, ikibin düğümlü tesbihi vardı.

Bid'at değildir. Bid'at dinde olmayan şeylere derler. Bunlar sahabe-i kirâmın tesbihleri, zikirleri saymak için kullandıkları vasıtalardır. Peygamber Efendimiz'in zamanında da vardır.

Parmaklarıyla yapmışlar, o da bir tesbihtir. Ondört boğum sağ elde var, onbeş boğum da sol elde var... Ondört ondört daha yirmisekiz eder. Beş tane de eklersen 33 olur ama; yüz olursa, bin olursa bu parmaklar karışır. O zaman tesbih kullanılır.

Peygamber Efendimiz Ümmü Hânî Hazretleri'ne, "Günde yüz defa 'Lâ ilâhe illallah' de her gün!" demiş. Ümmetine, "Günde yüz defa 'Estağfirullah' deyin, ben de her gün diyorum." buyurmuş. Şimdi bu yüz defayı karıştırımamak için insanın cebinde yüz boğumlu bir şey olması nedir?.. O sünnetin güzel yapılması için bir vesiledir. Yetmişdokuz oldu, seksen oldu diye rakamla meşgul olacağına, elinde tesbih olunca çeker, mânâyı düşünür. Rakamı kaçırmayayım diye zihnini oyalamakdan, doğruda doğruya mânâyı düşünmek daha iyidir. Onun için bu bid'at değildir.