Soru:
--"Bir lokma, bir hırka!" anlayışı hakkında ne dersiniz?
--Biz, "Bir lokma, bir hırka!" demiyoruz. Büyüklerimiz de dememişlerdir. Ama, dervişlerin arasında bu kanaatte olan insanlar olmuştur. Biz tasavvufun esası olarak, "Kur'an-ı Kerim'e ittibâ, sünnet-i seniyyeye ittibâ ve ahlâk-ı hamideyi elde etmek, ibâdet ve taati yapmak..." diyoruz.
Sahabe-i Kiram'ın zengini de vardı, fakiri de vardı; paralısı da vardı, parasızı da vardı. İlle parasız olacak diye bir şey demiyoruz biz... O tasavvufun genel vasfı değildir. Bazı şahısların görüşleri o tarzda olmuş olabilir. Bizim büyüklerimiz o tarzda değildir.
Meselâ, Ebûbekir Sıddîk Efendimiz ki, silsilemizin başıdır, zengindi. Osman-ı Zinnûreyn Efendimiz zengindi. Sahabe-i Kiram'dan zengin kimseler vardı. Tabii bu zenginlik onlarda para ve dünya hırsı tarzında değildi. Allah rızası için çıkartıp hepsini verebiliyorlardı. Kazanç yerleri helâldi ve sarf yerleri olduğu zaman, onu da sarf ediyorlardı.
Meselâ, Aişe-i Sıddîka validemize çok fazla miktarda bir şeyler geliyor. Akşama hepsini dağıtıyor, yiyecek bir şeyleri kalmıyor. Kuru bir kaç şeyle iftar edecek durumda oluyorlar. Hizmetçisi diyor ki: "Yâ mübârek valide! Birazını da eve bıraksaydın da, biz de bir şey yeseydik. Böyle kuru şeyle açmasaydık orucu..." deyince; "Eh önceden söyleseydin, onu da yapardık." diyor. Ama dağıtıyor.
Peygamber Efendimiz de öyle yapmıştı. Bizim yolumuz Peygamber Efendimiz'in yoludur. Herhangi bir ifrat, tefrit ve saplantı yoktur.
Soru:
--Vadeli satışlarda fiat farkı caiz midir?
--Bu hususta fıkıh alimlerine sorduğumuz zaman, söyledikleri şudur ki: Vadeli satışlarda paranın geç gelmesinden dolayı fiatı yüksek söylemek mümkündür. Ama, ilk mecliste pazarlık yapılırken:
"--Kaç ayda ödeyeceksin?"
"--Altı ayda ödeyeceğim."
"--O zaman bu malı ben sana şu kadara satarım." diye bu pazarlık konuşması olmuş oluyor. Akit tamam olduktan sonra,
"--Tamam, aldım."
"--Sattım..." dedikten sonra o fiat değişmez. Altı ay sonra parasını ödeyemese, bir sene sonra ödeyeceğim dese, yine o altı ay sonraki para olur. Yâni, pazarlık yapıp söz kesildikten sonra, fiat değişmez.
Bu şekilde olursa caiz olur dediler.
Soru:
--Yeni alınan bir arabaya kasko sigortası yaptırmak câiz olur mu?
--Olabilir. Çünkü, zaten sigorta yaptırma mecburiyeti vardır. Yaptırmasan, arabayı kullanamıyorsun. Ötekisi --normal sigorta-- bir şarlatanlık, hiç bir işe yaramıyor. Para boşa gidiyor ve o düz sigortayı yapanlar çok büyük kârlar elde ediyorlar. Kasko sigortası, bir zarar olduğu zaman ödenmeye sebep oluyor. Bir yardımlaşma mantığıyla olursa, câiz olur.
Soru:
--Turistlere ve yerli halka nazar boncuğu satmak câiz midir?
--Dinen yasaklanmış bir şey olduğundan, câiz değildir. Yasaklanmış bir şeyin yayılmasını sağlamış oluyor.
Soru:
--Bir Yahudinin işinde çalışmakta mahzur var mı?..
--Hayır! İş meyhane filân gibi haram bir iş değilse, bir Yahudinin veya bir gayrimüslimin işinde bir müslüman çalışabilir.
Soru:
--Mark ve dolara para yatırmak, Türk parası değer kaybediyor diye onları saklamak sakıncalı mıdır?
--Bir bakıma sakıncalıdır; çünkü, mark ve dolar da değer kaybediyor. Markın değer kaybetmesi, --benim bildiğim-- %5 kadardır. Senede %5 nisbetinde değer kaybediyor. Dolar, %10 nisbetinde değer kaybediyor. Yâni sen mark ve dolar aldığın zaman, her sene biriktirdiğin markın %5'ini Alman hükümetine hediye etmiş oluyorsun; eğer dolar biriktirmişsen, onun %10'unu Amerika'nın kasasına ayırmış oluyorsun. Bu doğru bir şey değildir. Müslüman bunun şuurunda olmalı, başka tedbir almalı!.. Mahzuru budur.
Bu mahzur olmasaydı, hiç değer kaybı olmasaydu, o zaman, "İnsanın kendini zarardan korumak için tedbir alması uygun olur." denilebilirdi.
Bu tedbiri başka türlü alsın kardeşlerimiz... Hayırlı bir yerde çalıştırarak alabilir. Değer kaybetmeyen başka şeylere yatırarak alabilir. Şimdi bizim bildiğimiz değer kaybetmeyen, bil'akis değer kazanan şey arsadır. Mümkünse böyle şeylere yatırım yapsın. Tek başına alamıyorsa, kardeşleriyle birleşsin. Bir araya gelip alabilecek duruma gelirler. Onun da hayrı, bereketi olur.
Müslümanları her yerden fareler tırtıklıyor. Her tarafını fareler istilâ etmiştir. Cebine de girmiş, kesesine de girmiş, dolabına da girmiş, mutfağına da girmiş... Boyna fareler ısırıp, yiyip, koparıp gidiyorlar. Gözünü açsın, fareleri kapana soksun, bir şey yapsın...
Soru:
--Öşür hakkında bilgi verir misiniz?
--Öşür, arazi mahsûlâtının zekâtıdır. Arazinin sulanan arazi olmasına göre, veya hiç sulanmadan mahsûl bitiren, zahmetsizce mahsûl bitiren arazi olmasına göre nisbetleri değişen; ondabir olan, yirmidebir olan bir zekât çeşididir.
(Ve âtû hakkahû yevme hasâdihî) diye, mahsûlün hasadı zamanında fukaraya fakirin hakkı olan zekâtının ayrılıp verilmesi emredildiğinden, o da bir vazifedir. Bunun teferruatını fıkıh kitaplarından, ilmihal kitaplarından detaylı olarak okursunuz. Kitâbüz Zekât bölümünde, Arazi Mahsûlâtının Zekâtı kısmına bakarsınız, ona göre amel edersiniz.
Soru:
--Devlete verilen vergi zekât niyetiyle verilse, zekât yerine geçer mi?
--Bizim Hanefî fıkhına göre olmaz. Camiye bile zekât verilemez. Ölünün kefenlenmesine bile harcanamaz. Ne olacak?.. Fukaraya temlik edilecek. Zekâtın kimlere verileceği bildiriliyor Kur'an-ı Kerim'de; oralara verilmesi lâzım!..
O bakımdan usûlüne uygun olarak vermeye dikkat edin!.. İlmihalden zekât bahsini açın, okuyun!.. Temlik şartı yerine gelmediğinden hükmî şahsiyetlere verilmesi olmuyor. Fukaranın eline verilecek. "Al, senin parandır. Gül gibi ye, iç, harca; ihtiyacını gider!" denilecek.
Soru:
--Borsa ve şirketlerin hisse senetlerini almak caiz midir?
--Borsa ve hisse senedi almak, hisse senedi aldığı kuruluşa ortak olmak demektir. O kuruluşun yaptığı işe göre hüküm kazanır bu... Haram ticaret yapıyorsa, ortaklık haram olur. Haram karışık ticaret yapıyorsa, karışıklı olur. Helâl ticaret yapıyorsa, helâl olur.
Meselâ, bira imal eden bir fabrikanın hisse senedini alsa, külliyen bira haram olduğundan ticaret gayr-i İslâmî olur, İslâmî yönden haram olmuş olur. Faizli işlem yapıyorsa; tehlikeli, bulaşıklı, veballi olmuş olur. Temiz iş yapıyorsa, câiz olur.
Soru:
--Dolar, mark vs. haram mı, helâl mi?
--Hayır. Onlar birer kıymet birimidir. Yâni, o doları, markı eline aldın mı gidip Amerika'nın, Almanya'nın kasasından şu kadar para almağa hak kazanıyorsun. Malındır yâni senin... Bunların hepsi helâldir. "Aman el sürmeyelim, haramdır." diye bir şey yoktur.
Para bir değeri ifade eden bir kâğıttır. Bu para meselesinde çok oyunlar dönüyor. Hele kâğıt para, kapitalizmin bir aldatmacasıdır. İnsanları sömürme vasıtalarından birisidir. Kâğıt para ile cahil millet çok aldatılıyor ve çok değerleri cebinden sessiz sedâsız çalınmış oluyor. Yâni, adam, "Ben yanımda yüz milyon lira saklıyorum." diye düşünüyor. Senenin sonunda, enflasyon, vs. dolayısıyla elli milyonluk bir şey kalıyor. Bu kâğıt para olmasaydı da, doğru düzgün bir kıymet birimi olsaydı aynen kalacaktı. Kâğıt olduğu için, enflasyonlarla, çeşitli oyunlarla çeşitli istismarlar oluyor.
O bakımdan bazıları banknotu câiz görmemiş. Câiz görmemiş ama, şu anda mer'î olan bu... Ne yapalım, bunlarla alınıyor, veriliyor. O zaman normaldir. Bu bir kıymet birimidir. Adı dolar olmuş, mark olmuş; haramlığı yoktur. Geliş yeri helâlse, o para sana helâldir; istediğin yerde harcayabilirsin.
Soru:
--Bir malı satarken ne kadar kâr alınabilir? Bir yıl önce alınan malın fiatı nasıl tesbit edilir?
--Bu ticari bir meseledir. Fıkıhta doğrudan doğruya, "Bir mala şu kadar kâr konulur, bundan fazla kâr konulmaz." diye bir şey söylenmiyor. Piyasanın rayicine göre, bir insan getirdiği malı satabilir. Karşısındakini aldatmamak, piyasadan çok üstün bir fiat isteyip de, onun gafletinden istifade etmemek suretiyle normal bir satışla, arz ve talebe göre malın, metaın o zamanki piyasasına göre malını satabilir.
Bir de bugün için bir mesele vardır, bu soruyla ilgili... Bugün bakıyoruz, "Bir malın fiatı 100 liraydı; aaa, 150 lira olmuş!" diyoruz. "Aaa, ikiyüz lira olmuş!" diyoruz. Burada bizi şaşırtan bir şey var muhterem kardeşlerim!.. 100 lira dediğimiz, 150 lira dediğimiz, birim olarak kullandığımız şey, lira, kâğıt paradır, nihayet bir kâğıttır. Bu kâğıdın bir hükmî değeri vardır, nominal kıymeti vardır; bir de hakîkî kıymeti, reel değeri vardır.
Şimdi bu reel kıymetle, nominal kıymet arasında, üzerinde yazan rakamla iş görme kabiliyeti arasında fark oluyor. Para olduğu yerde durmuyor. Enflasyon dolayısıyla yüzde yüz değer kaybediyor, yüzde doksan, yüzde yetmiş, yüzde altmış değer kaybediyor. Aslında bir mal, incelendiği zaman geçen senekiyle aynı oluyor ama, birimde kayma olduğu için, paranın değeri sabit olmadığından, gittikçe enflasyonla eridiğinden dolayı değişmiş gibi oluyor.
Bu değişmeye karşı tüccar kendisini korumak zorundadır. Tüccarın hakkı, malını sattıktan sonra geriye o malın yenisini koyabilmesi ve biraz da kâr etmesidir. Yoksa, "Dostlar alışverişte görsün!" diye, Nasreddin Hoca gibi on paraya yumurta alıp da, dokuz paraya satmaz. Kâr etmek için satar. Halbuki enflasyondan dolayı malın üzerine bu zammı yapmazsa, kâr olmuyor. Böylece on tane buzdolabı satacakken, bir dahaki sene dokuz tane satacak kapasiteye düşüyor. Sekiz, yedi, altı... sermaye azalıyor.
Onun için piyasa rayicine göre, arz ve talep kanununa göre, bir gabn-i fahiş ile aldatma yapmadan, normal bir ticari usülle istediği fiatı koyup satabilir.
Soru:
--Ticaretle uğraşıyorum ama, bugünkü şartlara göre ne kadar bir kârla satış yapacağımı tam bilemiyorum; anlatır mısınız?
--İslâm'da maktû bir kâr haddi yoktur. Kâr piyasanın durumuna göre, arza talebe göre olur. Mal sahibi ticareti elbette kâr etmek için yapıyor. Yalnız ğamn-ı fâhiş denilen çok kötü bir şekilde aldatmaca olmaz. Yâni, üç kuruşluk şeyi, üçyüzbin liraya satmak, adamın bu meseleyi bilmemesinden faydalanıp aldatmak, bu tarzda fahiş bir fiyat söylemek olmaz. Ötekiler piyasanın durumuna kalmıştır.
"Nasıl bir kâr gerekir?" diye sorulduğunda cevap olarak benim düşündüğüm şudur: Enflasyondan fazla kâr etmelidir ki, enflasyona sermayenin bir kısmı gittikten sonra da, yine dükkânı ilerlemeye devam etsin. Aksi takdirde, enflâsyonun altında kâr ediyorsa, zarar ediyor demektir, gizli zarar ediyor demektir. Sermaye sonunda tükenir, kardeşimiz de işsiz güçsüz kalır, sermayesiz kalır. Bu şimdi önemli bir noktadır.
Halil Günenç Hoca da kitabında yazıyor ki: Bir kimse bir kimseye borç verdi, borcu alacak. Ama enflasyondan dolayı, borcu geç verdiğin zaman borcun değeri düştü. Asıl aldığı zamana göre verilen para az... "Aradaki zararı telâfi edecek kadar fazla vermesi fâiz değildir." diye fetvâ vermiş. Mühim olan mağduriyetin olmamasıdır. Mağdur olmayacak kadar mala da fark koymalı ve öyle satmalı; aksi takdirde aldatmaca olur.
Bu işi bilenler, büyük firmalar, fabrikalar, bankalar bu işin şeytanlığını bilip, kârlarını ona göre her ay muntazaman zamlarını yaparak ayarlıyorlar. O bizim zavallı tüccar kardeşlerimiz korkularından, "Acaba günah mı olur?" diye bilmediklerinden, sermayeleri gittikçe azalıyor. Bu duruma düşmesinler diye bunu hatırlatmak istedim.
Dikkat etsinler, enflasyonun üzerinde kâr koysunlar mallarına!.. Kâr etmiyorlarsa, o işi bıraksınlar, başka iş yapsınlar. Yoksa, Nasreddin Hoca'nın işi gibi olur. "Dostlar alışverişte görsün!" derken aslında zarar eder.
Soru:
--Yaptığı iş helâl olan, ama işlemlerine faiz bulaşan bir şirkete ortak olmak caîz midir?
--Ortak olmak, aynen o mes'ûliyete aynen katılmak demek oluyor. O bakımdan, yöneticilere daha büyük günah da olsa, faizin bir takım zararı ortak olana bulaşmış oluyor.
Yalnız ben bir hususu size söyleyeyim: Birisi, "Devlet Yatırım Bankası DESİYAB'dan --enflasyonun altında-- düşük faizli kredi alabilir miyiz?" diye sordu. "Ben kendim fetvâ vermiyorum. Seni bir takvâ ehli müftüye götüreceğim, konuyu soracağız, onun cevabına göre hareket et!" dedim.
O müftü, bir Kur'an kursunda ders yapıyormuş. Gittik oraya, derse girmişken dersten çıkardık, anlattık: "Faiz miktarı enflasyon oranından aşağıda... Bu bankadan kredi alabilir mi şirketimiz?.. İşçi şirketidir, bu krediyi almağa hakkı var... Alabilir mi?" diye sorduk. Dedi ki o: "Faizin enflasyonla alâkasına bakılmaz. Cins aynı olduğu zaman, alınandan fazla verilen miktar faizdir, enflasyon tesiri bahis konusu değildir. Amma..." dedi o müftü efendi... İsmini de söyleyebilirim, takva ehli, ehl-i tarik; bizim dergâhımıza bağlı değil ama Mısır'da filân okumuş, müftülük yapmış bir kimse... Dedi ki: "Böyle sebeplerle çekile çekile çekile, müslümanların hiç bir müessesi kalmıyor ortada ve müslümanlar genel bir kötü duruma gidiyorlar. Ben bu yönden, bunun alınmasına fetvâ veriyorum." dedi. Yâni "Müslümanların genel durumunun bir beldede kötüye gitmesi sebebiyle veriyorum." dedi. Bunu hatırlatırım. Başka bir şey demiyorum.
Soru:
--Tasarruf için dolar ve mark olarak gibi yabancı paralar biriktirilmesi olabilir mi?
--Fıkıh bakımından olabilir, mümkün; o da bir kıymet ifade eden bir şeydir.Yalnız şunu bilmek lâzım ki, insan mark ve dolar aldığı zaman o paraların sahibi olan ülkelere yardımcı oluyor, onlara destek oluyor.
Onlar matbaa mürekkebini alıyorlar, bir top kâğıt alıyorlar; merkez bankalarında parayı basıyorlar. Renkli bir kâğıdı sana gönderiyorlar. Sen de ona mal veriyorsun, para veriyorsun, her şeyi veriyorsun; onları kredilendirmiş oluyorsun. Halbuki onların kendilerinin ne kıymeti var, paralarının pullarının ne kıymeti var?.. Malını almasan, parasına itibar etmesen hiç bir şey olmaz. Nasıl onlar bizim paramıza itibar etmeyince, bizim paramız pula dönüyor... İtibarı yok, konvertıbl olmuyor. Tasarrufları onların paralarına dayanarak değil de, başka şekillerde yapmağa gayret etmek, akıllı müslümanın işidir.
Ekonomiyi bilenler, paranın ne kadar fasa-fiso, eften-püften bir aldatma aleti olduğunu çok iyi bilirler. Para çok büyük bir istismar aletidir, uydurmaca bir şeydir. Öylece bir düzen kurulmuş, millet de kapılmış gidiyor rüzgâra... Halbuki büyük bir istismar dönüyor, çok büyük oyunlar dönüyor. Paranızın bir gerçek değeri var, bir nominal değeri var... Bu sene bu para ile şu kadar mal alabilirken, önümüzdeki sene o kadar alamıyorsun. Daha az alıyorsun, daha az alıyorsun, daha bir acaib duruma düşüyor insan... Alım gücünün azalmasına enflasyon diyoruz. Bu enflasyon da böyle, tasarruf sahibinin, fukaranın cebinden paranın gizlice tırtıklanma vasıtasıdır. Sessizce alıverirler. Polise de intikal etmez. Millet durduğu yerde fakirleşir. Benzin deposunun kapağı açık kalmış da, uçmuş gitmiş gibi olur.
Onun için, bu para oyununa gelmeyin! Biriktirdiğiniz şeyleri daha akıllıca şeylere, yenilir içilen, işe yarayan şeylere yatırın!.. Ben ne yaptım şahsen kendim: Ben bir üniversite hocasıydım. Biriktirdiğim parayı "Toprak çürümez, eskimez, küflenmez." diye toprağa yatırdım. Ankara'da arsa aldım, Yalova'da arsa aldım. Ucuz yerlerden aldım, kolay yerlerden aldım. Şöyle düşündüm: "Bir gün beni memuriyetten atarlarsa, giderim tarlama... Tenekeden bir kulübe yaparım. Ön tarafını kazmayla eşerim; domates, maydonoz yetiştirir satarım, geçinirim. Toprak benim. Kimse burdan çık diyemez ki!" diye düşündüm. Bu olabilir, başka şeyler olabilir.
Ben ekonomist değilim, ama bu konuda dergilerdeyazı yazdırmak istiyorum arkadaşlarıma; oralardan okuyun! Yâni mümkünse, --bunu da yazacağım inşallah-- ne paralarını alın, ne mallarını alın!.. Mümkün olsa da hiç bir şeylerini almasak... Çünkü biz onların parasını almadığımız zaman, malını almadığımız zaman, zenginlik bizde kalıyor. Kendi mallarımızı alsak, kendi kardeşlerimizin mallarını alsak, zenginlik bizde kalıyor.
Hacca bile gittiğimiz zaman, Çekoslavakya'dan gelen tesbihi alıyoruz, Çin'den gelmiş takkeyi alıyoruz, Japon'dan gelmiş bilmem neyi alıyoruz; paracıklar onlara gidiyor. Onlar da kâfir, müşrik, putperest... Onlar zenginliyor. Ya lüzumsuz eşya almayalım, ya aldığımız insanın bizim kardeşimiz olmasına dikkat edelim!..
Başkasının parasını almayalım! "Ne bu para?" diye yüzüne çat diye çarpalım, almayalım!.. Biz alıyoruz; adam gidiyor matbaada basıyor. Basıyor parayı... Gönderiyor bize deste deste... Üstünde yüz yazıyor, bin yazıyor, on yazıyor. "Haa, iyi!" diyorsun, malını veriyorsun, buğdayını veriyorsun, pamuğunu veriyorsun... Ne cesaret... Verilip gidiyor. Ekonomi çok ince bir ilim, önemli bir ilim; inşallah ona göre hareket edin!..
Tabii şimdi diyorlar ki: "Türk parasının değeri çok kayboluyor; dolar alırsak, mark alırsak pirim yapıyor." Pirim yapması filân yok... Onların da enflasyonu var ama, onların enflasyonu %7, %10 civarında olduğundan, bizimkinden daha az olduğundan, bizimkine göre pirim yapıyor gibi oluyor. Hepsi aldatmaca...
Soru:
--Yerli-yabancı sigara ticareti, alım satımı hakkında bilgi verir misiniz?
--Sigara mekruhtur. Bazı alimler, haramdır demişler. İsraf olduğu için haram, sıhhati bozduğu için haram, duman olduğu için haram diyenler de var. Ama bizim insaflı alimlerimiz, "Kerahat-i tahrimiye ile mekruhtur." demişlerdir. Onun için kullanılmasını da tavsiye etmiyoruz, satılması da tavsiye edilmez.
Yerlisi ile yabancı arasında mekruhluk bakımından fark yok... Yabancı olunca, paranın büyük bir kısmı da ayrıca yabancıya gittiği için, bir de ordan zarardır. Katmerli zarar olmuş oluyor.
Soru:
--Hileli malı alıp ucuz satan kişi, helâlllik alacak mı? Müşterileri bulamazsa ne yapması lâzım?..
--Bir mal, haliyle satılırsa... Bu mal bu haliyle satılıyor; sakat olabilir, eksikli olabilir. Bak işte, beğenirsen şu fiata!.. O zaman bir şey olmaz. Ama, başka türlü gösterilip öyle olmayan bir şey satılırsa, o zaman hile olur. Tabii helâlliğin alınması lâzım!.. Eğer helâllik bulunamıyorsa, yâni mümkün değilse; o zaman zor tabii... Onlar namına hayır yapacak, hasenat yapacak; sevabını onlara bağışlayacak... Allah'a dua edecek.
Hac yapıldığı zaman, böyle ödenmesi mümkün olmayan borçların da affedileceğini Allah bildiriyor. Yâni aradı sahibini, bulamadı; uğraştı, çırpındı, çaresi yok... İşte böyle hakların, sahibi bilinemeyen, bulunamayan hakların, hac yapıldığı zaman affedileceğine dair müjde de vardır. Hacceder, inşallah Allah affeder.
Soru:
--Bir bakkal veresiye defterine, vermiş olduğu malın fiatını yazmadan sadece cinsini yazabilir mi?
--Mal alındığı zaman fiatının belli olması lâzım! Fiatı mübhem kalırsa alışveriş olmaz. Ya da bu malı sana verdim, bu kadar malı senden alırım demesi lâzım. Meselâ, bir kilo pirince bir kilo pirinç... Fiat belli olmadan şu kadar şey demek olmuyor, alışveriş tamamlanmamış oluyor. Senin aldığın malın fiatı şudur diyecek ve defterine yazacak. Hem onun defterine yazacak, hem kendi defterine yazacak. Fiatı fazla söyleyebilir. Adam bir ay sonra, iki ay sonra ödeyecek diye, isterse sana şu kadar fiata satıyorum diyebilir; ama, fiatı mübhem bırakamaz.
Soru:
--Bir sanayici ürettiği malı ikibuçuk ay ödeme ile satıyor. Nakit para da verseler, fiat aynı... Nakit verenin hakkı yeniliyor diyorlar; mahzuru var mı?
--Muhterem kardeşlerim, hiç mahzuru yoktur. Bir insan bir malı, müşterisiyle karşılıklı konuşarak istediği şartla satar. Müşteri kabul ederse alır. Bunda faiz söz konusu değil...
Bir borç aldığın zaman, aldığın borçtan fazlasını verirsen; bir mal aldığın zaman aldığın maldan fazlasını verirsen, fazlası faiz olur. Şu anlatılan muamele faiz değildir.
Bir insanın malını taksitle satması mahzurlu değildir. Fıkıh kitaplarımızda taksite müsaade edildiği yazılıdır ve Peygamber Efendimiz'in taksitle bazı şeyler aldığı tarihte mevcuttur. Onun için, taksitle satış haram değildir. Taksitten dolayı fiatın yüksek olması da mahzur teşkil etmez.
Hattâ bir satıcı müşterisine dese ki: Şu buz dolabını peşin para ile alacaksan, bir milyon lira; altı ay taksitle alacaksan birbuçuk milyon lira dese, bunun da mahzuru yoktur. Çünkü teklif ediyor, henüz daha alışveriş tahakkuk etmedi. Alışveriş bir tanesi üzerine tahakkuk edecek, bir şartla tahakkuk edecek.
Meselâ, peşin aldı; trak ödeyecek, bitecek. Peşin aldı, parayı yarın getireyim dedi, getirmedi. Altı ay sonraya geldi. Altı ay sonra birbuçuk milyon liraya veremez. Neden?.. Peşin üzerinden o fiata sattı, satış fiatı belli oldu. Onun üzerine değiştirdiği, eklediği her ilâve faiz olur. Çünkü satış bitmiştir.
Ama satış bitmeden, "Şöyle yaparsan, şöyle olur, böyle yaparsan böyle olur..." deyip de; müşteri de bir tanesini kabul edip, "Tamam, şu şekilde satın aldım." derse, o şart üzere taksitle fiat olur. Taksitten dolayı da fiatı arttırması faize girmez. Çünkü o, alışverişin bir şartıdır.
Bu benim sözüm değildir. Ulemamızın bu meselede oturup, toplandıkları zaman, konuşup müzakere ettikten sonra, vardıkları sonuç budur.
Soru:
--Arsa alım-satımında aracı olan emlâkçi kişilerin aldıkları paranın faizle bir ilgisi var mı? Komisyonculuk nasıl bir iş?
--Şimdi o faiz değil... Faiz, bir paranın veya bir şeyin fazlasıyla alınması veya ondan bir fazlalık istenmesi mânâsına geliyor. Bu, aracı bir müessese... Müşteriyi buluyor, ev sahibiyle buluşturuyor, satışı sağlıyor, işlemleri yapıyor. Bunun karşılığında bir para alıyor. Normal ölçüler içinde, iki tarafın da rızasıyla olmak şartıyla olabilir.
Soru:
--İçki satan bir bakkal veya marketten alışveriş yapmak câiz midir?
--İçki satılmayanı bulabilirsen, ondan al; tabii doğru olanı o... Veyahut içki satan kimse laf anlayacak bir kimse ise, "Satma bunu, haram!" de. Veya hiç kimseyi bulamadıysan, sen kendin bir market kur, müslümanları bu belâda kurtar.
Aslında içki satmak onun günahıdır ama, ona karşı da bizim bir zorlayıcı davranışımızın olması lâzım!.. Karşı taraf o kadar şuurlu ki, adam içki satmayan bakkala gelip diyormuş: "Yâ sen içki koymuyorsun, onun için ben senden alışveriş yapmıyorum! Koysana içki!.." diyormuş. Bakkal da gelip bana dert yanıyor: "Hocam bütün müşteriler öbür bakkallara kaçıyor, ben ne yapayım?" "Sabret! Allah helâlinden verir, rızkını kimse engelleyemez!" diyorum. Yâni, bak karşı taraf ne kadar şuurlu, ne kadar titiz...