YÖNETİCİNİN HAYIRLISI
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtüh!..
Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Size bu sefer, dünyanın en güzel şehri olan Mekke-i Mükerreme'den, en mukaddes mahalden telefon ediyorum. Biraz gözünüzü, gönlünüzü şenlendirmek için açıklama yapayım:
Arkadaşlardan Allah râzı olsun... Aslında bizim burada, hacılar geldiği zaman kalsın diye tuttuğumuz bina var; ama arkadaşlarımız bize umreci arkadaşlarla geleceğiz diye, Harem-i Şerif'i gören bir otelden oda ayırtmışlar.
Ben de ömrümde bu kadar güzel manzara görmedim. Harem-i Şerif'e, yâni Mescid-i Haram'a, yâni Kâbe'nin ortasında bulunduğu, o mübarek Mekke'nin mescidine yukarıdan, pencereden bakıyoruz. Kâbe-i Müşerrefe ortasında bir inci gibi duruyor ve karşı tarafında muhteşem dağlar, en arkalarında Hıra Dağı çok haşmetli olarak o kadar güzel görünüyor ki, inşallah fotoğraflarını çekip, sizlere dergide yayınlatıp göstermek isterim. Hıra Dağı'nın başka hiç bir yerden bu kadar haşmetli görünüşü, bu kadar güzel görüntüsü yok. En güzel şekli böyle görünüyor.
Burada umre münasebetiyle ve bazı işlemlerimiz için geldik, bulunuyoruz. Allah ibadetlerimizi kabul etsin... Buraları görmeyen kardeşlerimize, sizlere, dinleyicilere, buralara umre maksadıyla, hac zamanında hac için ziyâretler yapmayı nasib etsin... Nice nice sevablı ecirli ibadetler yapmanızı nasib eylesin...
Bugünkü cuma sohbetimde, halkın idâresiyle ilgili, işlerin başına gelen, getirilen kimselerle ilgili üç hadîs-i şerifi sizlere nakletmek istiyorum.
Birinci hadîs-i şerifi ümmül-mü'minîn, müslümanların vâlidesi, annesi Aişe anamız RA, Peygamber SAS Efendimiz'den rivâyet etmiş. Efendimiz SAS buyurmuş ki:
a. Sâlih Bir Yardımcının Önemi
446/9 (Men vülliye minküm amelen feerâdallahu bihî hayran ceale lehû vezîren sàlihan izâ nesiye zekkerahû ve in zekera eânehû) Sadaka rasûlullah, fî mâ kàl ev kemâ kàl.
Peygamber SAS Efendimiz burada buyuruyor ki: (Men vülliye minküm amelen) "Ey müslümanlar, ey mü'minler! Sizden biriniz, bir resmî işin, hizmetin başına görevli olarak getirilirse..." Bu men'den sonra gelen vülliye kelimesini sülâsi sigasıyla okuyarak (Men veliye minküm amelen) diye de okumak mümkün. Harekesiz olduğu için iki türlü de okuyuşa da imkân ve ihtimal var o zaman: "Kim böyle bir resmî görevi yüklenirse, o görevin başına gelirse..." demek olur. Ama kendi kendine gelmek olmuyor. Birisi tarafından, daha yüksek makam tarafından, en yüksek makam tarafından getirildiği için, benim gözüme (men vülliye) diye tef'il bâbından mechul sigasıyla okumak daha uygun göründü.
"Kim müslümanların başına yönetimle ilgili, onların hizmetleriyle ilgili, devletin herhangi bir bölümündeki bir vazife ile ilgili bir görevin başına tâyin olur, getirilirse; (feerâdallàhû bihî hayran) Allah o kulun hayrını murad ediyorsa, onu seviyorsa, yâni Allah sevmişse..." Allah her şeyini gönlünü fikrini, niyetini, insanın içini dışını, geçmişini, geleceğini, her şeyin önünü sonunu ve her kişinin durumunu biliyor. Tabi içinde güzel duygular, iyi niyetler varsa, Allah o zaman sever, ona hayır ihsan eder. Allah eğer böyle bir işin başına getirilen kimsenin hayrını murad buyurursa ne yapar? (Ceale lehû vezîren sàlihâ) "Ona hâlis bir muavin, arkadaş, sorumlu kişi, nasip eder."
Vezir diyor; tabii biz vezir deyince, ille sadrâzamdan daha aşağı mevkide olan, bakanlık durumunda olan kimseleri düşünürüz ama, burada o değil. Herhangi bir görev olabilir. O görevdeki yardımcı, o görevin muavini demek olduğundan, vezir kelimesini muavin, yardımcı diye tercüme etmek burada daha uygun olur. (Vezîren sàlihà) "Onun hayrını murad ediyorsa sâlih bir sorumlu, arkadaş, muavin nasip eder."
(İzâ nesiye) "Bu görevin başına getirilmiş müdür, emir, başkan, bakan veya reisicumhur; yâni bu resmî hizmete, insanlara hizmet, devlet görevini yönetme hizmetine gelen kimse, eğer yapması gereken hayırlı sevaplı işi unutursa; (zekkerahû) bu muavin ona unuttuğunu hatırlatır: 'Efendim şöyle bir durum vardı, şöyle yaparsak daha iyi olur, daha faydalı olur, daha kârlı olur, daha doğru olur, daha sevaplı olur, daha münasip olur.' der.
(Ve in zekkera eânehû) Ama yöneten kişi zatan akıllı, uslu, dirâyetli, bâsîretli, tecrübeli bir kimse olup da hatırına zaten gelmişse o mesele; o zaman da o yardımcı, ona bu işin tahakkuku için, yürütülmesi için, icra edilmesi için, yardımcı olur." Yardımcıyla yapılan iş, tek başına yapılan işten daha zahmetsiz olur, hayırlı olur. Demek ki Allah bir insanın hayrını isterse, sâlih yardımcılar, sâlih arkadaşlar, sâlih muavinler ihsan eder.
O halde, bizim ne yapmamız lâzım?.. Bir işe başladığımız zaman, kalbimize, niyetimize, hâlimize, durumumuza, düşüncemize, fikrimize çok dikkat etmemiz lâzım! Allah'ın seveceği bir durumda olmağa gayret etmeliyiz, kendimizi Allah'ın sevmediği durumlardan korumaya gayret etmeliyiz. Kendi kendimizi teftiş etmeliyiz, kontrol etmeliyiz ki Allah sevsin. Çünkü Allah fâsıkları sevmez, fâcirleri sevmez, zâlimleri sevmez, kötü niyetlileri sevmez, sâlih olmayan, fâsid olan kimseleri sevmez. Sevmeyince de iş ters gidecek olduğu için, Allah'ın sevdiği durumda olmağa gayret etmeliyiz.
Eh, buna mümkün olduğu kadar gayret ettik de, niyetimiz hâlis, dünya menfaâti peşinde değiliz, mevki makam peşinde değiliz, alkış peşinde değiliz, oy peşinde değiliz de; sırf Allah'ın rızâsını düşünüyoruz, Allah'ın rızâsını kazanmak istiyoruz müslümanlara hizmet etmek istiyoruz, insanların duasını almak istiyoruz, bir işin başına geçtik... O zaman da Allah'a yalvarmalıyız, el açıp, göz yaşı döküp "Aman yâ Rabbî! Bana hakkı göster, bana sâlih arkadaşlar, yardımcılar ihsân eyle; ben unutursam bana hatırlatsınlar, hatırlarsam da icraâtında yardımcı olsunlar." diye dua etmeliyiz. Allah görevlilere yardımcı olsun...
b. İyi Yöneticinin Özellikleri
Konumuzun ikinci hadîs-i şerifi, Hakîm ve Deylemî'de İbn-i Abbâs RA'den rivâyet edilmiş bir hadîs-i şerif. Üç hadis de devlet yönetimi ile ilgili olacak. Bugünlerde Türkiye'de yönetimle ilgili, müzâkereler, münakaşalar çok olduğu için bunları seçtim, bunları sevdim, bunları tercih ettim, bunları anlatıyorum.
Peygamber SAS bu ikinci hadîs-i şerifte buyurmuş ki:
446/10 (Men vülliye min umûril-müslimîne şey'â) veyahut deminki hadîs-i şerifte söylediğim gibi (Men veliye min umûril-müslimîne şey'en) diye de okunabilir. Bir mânâ şöyle olur: "Bir kimse müslümanların işlerinden birisinin başına tâyin olunursa..." veyâhut öteki okuyuşa göre "Müslümanların işlerinden birisinin başına gelirse..." Ama ikisi de aynı kapıya çıkıyor, çok fark yok, telâşa lüzûm yok.
"Müslümanların işlerinden birisinin başına, devlet vazifesine, ümmet vazifesine, hizmete birisi tâyin olursa, böyle bir hizmet kendisine gelirse, bir kimse böyle bir hizmeti alırsa, yüklenirse; (fehasünet serîretehû) eğer içi iyi olursa..."
Serîre, insanın gizli iç âlemi demek. Dışarıdan bakıldığı zaman görünen kısmına âlâniye denir; biz alenen de diyoruz, aleni olan kısmı diyoruz. Bir de görünmeyen kısmı var, kalbi var, içi var, orası da serîresi...
Yâni, "Eğer gizli tarafı, içi güzel olursa, kalbi temiz, niyeti hâlis, muhlis, maddî menfaât peşinde değil, rüşvet almak istemiyor, haksızlık hırsızlık yapmak istemiyor, hâlis temiz bir niyete sahip ise; (ruzikàl-heybeh) Allah onun dış tarafına, bir heybet nasib eder, heybetli olur, başkaları onun karşısına geçtiği zaman, ona saygı duyar, heybetinin tesiri altında kalır. Yâni o alçak, hor olmaz, saygılı olur." Neden? Kalbi temiz olduğu için Allah onu nasib ediyor. (Ruzikàl-heybete min kulûbihim) "Yönetilen halkın gönüllerinden ona bir heybet duygusu takılır, yönelinir. Yâni herkes onu sayar."
Bunu kim yapıyor? Allah yapıyor. Neden yapıyor? Yönetim durumuna, yönetici durumuna getirilmiş kişinin içi güzelse, kalbi temizse, niyeti ışıl ışılsa, hâlisse, o zaman heybet ihsân olunuyor kendisine, heybetli oluyor, izzetli îtîbarlı oluyor.
(Ve izâ beseta yedehû lehüm bil-ma'rûfi ruzikal-muhabbete) "Eğer elini iyi işler konusunda, iyilik yapmak konusunda, bu ahâliye, yönetilen kimselere açarsa; yâni cömert davranırsa, onlara iyilik yapmaya çok dikkat ederse, fukaranın imdadına yetişirse, herkese yardımcı olursa, destekçi olursa; o zaman, (ruzikal-muhabbete minhüm) yönetilenler onu severler."
Bazı insanlara karşı heybet duyulur da sevilmez. "Ay, çok korkunç bir adam, heybetli bir adam..." filân diye herkes sevmez. Burada bir kimseye karşı hem heybet duyulması var, hem de muhabbet duyulması var. Eğer iyilik yaparsa halkın muhabbetine de mazhar olur, aynı zaman da halk onu sever.
(Ve izâ veffera aleyhim emvâlehüm vefferallàhu aleyhi mâlehû) "Eğer yönettiği devlet dairesini, işletmeyi, müdürlüğü, bakanlığı, herhangi bir müesseseyi, iyi çalıştırır da kâra geçirirse, halkın mallarını zenginliklerini artırırsa... " Bakın dinimiz bunu da şart koşuyor, halkın malî durumunu düzeltmek tarafına da işaret buyuruyor. "O zaman, (vefferallàhu aleyhi mâlehû) Allah bu yöneticinin malına da bereket verir, onun da malını mülkünü arttırır." Çünkü halkın maddî menfaâtını sağlamağa çalıştı, Allah da onun kendi maddî imkânlarını arttırıyor.
(Ve izâ ensafed-daîfe minel-kaviy) "Kavînin karşısında, kuvvetli, zorlu, güçlü, makamlı, etrafı, âyânı, ensârı, kabilesi olan kimsenin karşısında, zayıfa insafla, adaletle arka çıkabiliyorsa..." Yâni öteki zengin, güçlü, kuvveti, kavmi, kabilesi kalabalık, itibarlı ama haksız; bu zayıf ama haklı... "O karşı tarafa iltifat etmeyip de zayıfa yardım ediyor ve haklı olduğu için zayıfın tarafını tutuyorsa; (kavvallàhu sultànehû) Allah bu işin başına getirilmiş olan yöneticiye, saltanatı verir, saltanatını kuvvetlendirir." Yâni yönetimi kuvvetlenir, zayıf olmaz, tesirli olur, kuvvetli olur, güçlü olur.
Zayıf bile olsa haklıyı tutuyor, kuvvetli bile olsa haksıza karşı çıkabiliyor. Yâni tam adalet sahibi...
(Ve izâ adele fihim müdde fî umrihî) "Eğer yönettiği insanlara adaletle muamele ederse, haksızlık yapmazsa, âdil olursa, haklıya hakkını verip adaletle hareket ederse; o zaman ömrü arttırılır, uzun ömürlü olur."
Efendimiz SAS böylece bu hadîs-i şerifte bir takım müjdeler ifâde buyurmuşlar.
Burdan ne gibi dersler çıkar diye düşünelim: Evet, bir insan herhangi bir yere, bir göreve tâyin olursa; olabilir, getirilebilir, uygun bulunur, bir vazifenin başına getirilir. Bu küçük bir müdürlükten başlar, çok yüksek bakanlıklara kadar olaabilir, hepsi mümkün... Belki bu şey devlet başkanlığına, belki ümmetin başkanlığına kadar gidebilir. Böyle bir duruma gelen bir insanın ne yapması lâzım? Bu hadîs-i şerifte sırayla onları görüyoruz. O güzel şeyleri yaptığı zaman da, ne gibi mükâfaâtlara ereceğini yine bu hadîs-i şeriften anlıyoruz.
Bir kere kalbi temiz olacak, içi, niyeti güzel olacak; o zaman heybetli olur... Ondan sonra iyilik yapacak, iyiliği çok olacak, elini açacak, kesesinin ağzını açacak, herkese iyilik yapacak; o zaman sevgi kazanır... Millete faydalı olacak, onların mallarını zâyî etmeyecek, onların mallarını arttıracak, hazineyi çalıp çırpmayacak, hazineyi biriktirecek, kalabalıklaştıracak, dolduracak; o zaman Allah da onun malını, mülkünü arttırır... Kavînin karşısında, kuvvetlinin, zorbanın karşısında haklı olan zayıfı tutursa; o zaman Allah onun saltanatını, yâni yönetim kuvvetini arttırır... Eğer adalet yaparsa, ömrünü uzun eder.
Demek ki bu mükâfâtlara nail olmak için, bu hadîs-i şerifte işaret edilen şekilde kendimizi ve hareketlerimizi düzenlemeğe çalışmalıyız. Yönetici olanlar da hareketlerini böyle yapmağa gayret etmeli!..
Tabii yönetim çok sorumlu bir görev, yöneticilik insanını fevkalâde sorumluluklar altına girmesine sebep oluyor. İslâm'a göre yöneticilik istenmez; ancak birisi tarafından, daha yukardan birisi uygun görür veya ümmet uygun görür veya şûrâ uygun görür, bir heyet uygun görür, öyle verilir. O zaman yapılırsa bereketli olur, kendisi tâlip olursa bereketi kaçar. Ama kendisi matlub, istenen olursa; "Ne olur şu işin başına geç de, çalış!" filân diye rica edilen kimse olursa, aranan, istenen kimse olursa; o zaman bereketli olur. Bu bir...
İkincisi: Eğer bu vazifeye tâyin olduğu zaman, vazifesini güzel yapmazsa, dünyası âhireti mahvolur.
c. Kötü Yönetici
Onun için bunu anlatan üçüncü hadîs-i şerifi de bu arada okumak istiyorum. Bu üçüncü hadîs-i şerif de yine aynı şekilde başlıyor:
446/8 (Men vülliye min emrin-nasî şey'en feağleka bâbehu dûnel-miskîni evil-mazlûmi ev zevil-haceh, ağlekallàhu dûnehû ebvâbe rahmetihî inde hàcetihî ve fakrihî efkara mâ yekûnü ileyh) Sadaka rasûlullah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Müjdeli hadîs-i şerifi önce okuduk da, şimdi tehditli olan tarafı... İşin ters, aksi tarafını da en sonuncu hadîs-i şerifte okumak ve anlatmak icâb ediyor, sıralama öyle oldu. "İnsanların yönetim işlerinden birinin başına getirilen bir kimse, bir vâlî, bir müdür, bir âmir, bir vezir bir bakan, bir başkan; eğer bu işin başına getirildikten sonra, (fe ağleka bâbehû dûnel-miskini evil-mazlûmi ev zevil-hàceh) miskine karşı, zulme uğrayan kimseye karşı, ihtiyaç sahibi kimseye karşı kapıları kapatırsa, onların yanına gelmesine imkân sağlamazsa, kulaklarını onların feryatlarına tıkarsa, gözlerini onlardan çevirirse, onlarla ilgilenmezse, ihtiyacı olan kimseyi kapıdan döndürürse..."
--Bugün git, yarın gel!.. Bugün git, yarın gel!.. Müdür evde yok... Müdür bey toplantıda, çok mühim toplantısı var...
Aslında yalan, içerde çay kahve höpürdetiyorlar, dışarda adamlar bekleşiyorlar. Haa, böyle kapılarını kaparsa, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını görmez, mazlumun âhını dinlemez, miskine, fakire yâr ve yardımcı olmazsa; --bu da bir idare çeşidi, böyleleri de yaşamış tarih boyunca, halâ da olabilir-- yâni insan bir işin başına geçtikten sonra, ahlâkı iyi değilse, sorumluluk duygusu zayıfsa...
Tabii böyle şeyler yapan kimseler de olabilir. Mevkiini, makâmını kötüye kullanır, vazifelerini yapmaz, saltanat sürmeğe, keyif çatmağa bakar. Mevkiin, makamın kendisine sağladığı imkânları, yağları, kaymakları, balları, börekleri, çörekleri, yutmağa, kesesini doldurmağa, çalıp çırpmağa, rüşvet almağa kalkışabilir... Dünyanın bir çok yerlerinde böyle kötü yöneticileri gazeteler yazıyor, okuyoruz:
--Falanca ülkede ihtilâl olmuş, falanca adam devrilmiş... Ooo, Amerika'da şu kadar milyar doları bankalarda duruyormuş... vs.
Adam bu kadar parayı, oradaki yöneticiliği zamanında nasıl topladı?.. Çalarak, çırparak, hırsızlıkla, işi kötüye kullanarak... Buna görevini sûistîmal etmek deniliyor, yüklendiği sorumluluğu, makâmın kendisine sağladığı imkânları kötüye kullanmak deniliyor. Böyle yaparsa ne olur?..
(Ağlekallàhu dûnehû ebvâbe rahmetihî) "Allah da ona rahmetinin kapılarını kapatır." Yâni o adama Allah'ın rahmeti yok, Allah'ın rahmetine ermez o kimse... Allah ona kapılarını kapatır, duasını kabul etmez, rahmetine mazhar etmez. İnsan Allah'ın azabına, gazabına, kahrına maruz bir duruma düşer, kötü bir duruma düşer. Ne zaman? (İnde hàcetihî ve fakrihî efkara mâ yekûnü ileyh) "En çok muhtaç olduğu zamandaki muhtaçlığında, en çok ihtiyacı olduğu zamanda Allah ona kapısını kapatır, ihtiyacını görmez, duasını kabul etmez, muradını vermez." Neden? O görevdeyken fakirlere, miskinlere, mazlumlara, ihtiyaç sahiplerine kapısını kapatmıştı da, ceza olarak böyle oluyor.
--Efendim, işte adam çok ağlıyor, çok yalvarıp yakarıyor, kurban kesiyor.
Şimdi hemen gidiyorlar Eyup Sultan'a, kurban kesiyorlar, bilmem adak adıyorlar. Bilmem Telli Baba'ya Anadolu'daki, boğazdaki falanca velînin kabrine vs. İyi ama sen o görevi yapmaya ilk başladığın zamanda, görevin gereğini yerine getirmedin, cezayı o zaman hak ettin, ceza kesinleşti. Şimdi cezanı çekeceğin zamanda pişman oluyorsun, iş işten geçtikten sonra kıymeti yok... Neden?.. Vakit geçti, cezayı hak ettin.
Onun için, "Son pişmanlık fayda vermez!" demişler. Tabi son pişmanlık fayda vermez. Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri, en son pişmanlık ne zamandır? Belki daha önceki hadîs-i şeriflerden, sohbetlerden hatırınızda kalmıştır.
(Şerrün-nedâmeti yevmel-kıyâmeti) "En kötü pişmanlık, kıyamet günündeki pişmanlıktır." Çünkü mahşer yerinde bütün mücrimler, bütün kâfirler, bütün müşrikler, bütün dalavereciler, zâlimler, hırsızlar, arsızlar, yüzsüzler, edepsizler, dinsizler, îmansızlar, inaçsızlar ateistler azâbı görünce, Allah'ın kahrını gazabını görünce, cehennemi görünce hepsi çok pişman olacak amma, iş işten geçti.
Çünkü dünya hayatı bitti imtihan kapandı, âhirette ceza devresi başladı. Ceza geldiği sırada artık yalvarıyorlar, yalvaracaklar. Cehenneme atılan da yalvaracak:
"--Yâ Rabbî, bizi buradan çıkar, bizi tekrar hayata döndür, bizi tekrar dünyaya gönder, eğer sana o zaman isyân edersek, ne yaparsan yap! Bizi şimdi affet de, çıkar!"
Ama o zaman Allah-u Teàla Hazretleri onları azarlayacak:
"--Susun benimle konuşmayın!" diyecek, cehennemde konuşamaz hâle getirecek.
Artık feryâd-ı figanları arasında Allah'a da söz söyleyecek halleri kalmayacak. İş işten geçmiş olacak.
Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim! İnsan herhangi bir yerde bir görevle görevlenmişse, hükümette, belediyede, veyahut iktisadî devlet teşekküllerinde veya şurada burada, aklınıza gelen her türlü iş... Yâni, kendi şahsî işi değil de başkalarını da ilgilendiren, halkla ilişkili bir işin, görevin, memuriyetin başına gelmişse, onu güzel yapması lâzım!..
Bunun içine sâdece âmirler girmiyor, memurlar da giriyor. Gidiyorsunuz tapu dairesine, veyahut belediye idaresine, sular idaresine, elektirik idaresine; karşınıza bir muhatap çıkıyor. Hastaneye gidiyorsunuz, postaneye gidiyorsunuz... Oradaki görevli size güleç yüzle cevap veriyorsa, sizin işinizi kolaylaştırıyorsa, arzunuzu yerine getiriyorsa, o da sevap kazanır.
Eğer vazifesini yapmıyorsa... Arka tarafta bacak bacak üstüne atmış, arkadaşlarıyla masada çay içiyorlar. Sen bankın orada bekliyorsun, senin yüzüne bakmıyor. "Bekle!" diyor, bir o arkadaşa havale ediyor, bir öbür arkadaşa havale ediyor: "Üst kata çık, alt kata git!.." Siz merdivenlerden inerken, çıkarken mahvoluyorsunuz, yoruluyorsunuz, kahrediyorsunuz, lânet ediyorsunuz...
Tabii, bu memur da sorumlu, bu da bir çeşit işin başına getirilmiş kişi demek... Onun memuriyeti sahasında o da âmir, kendisine yüklenmiş vazifenin sorumlusu, onun da o vazifeyi güzel yapması lâzım!
Aziz ve sevgili dinleyiciler! İşte görüyorsunuz, İslâm çok güzel bir nizam... İslâm'ın bahis konusu etmediği hiç bir konu yok...
Bazıları sanıyorlar ki İslâm sadece bir ibadet sistemidir, ibadet edilince tamam, iş bitiyor... Hayır! İslâm bir hayat nizamıdır, hayatın her yerinde vardır, olmalıdır. İslâm'a göre yaşam hayatın her devresinde vardır. Eğer kişi o anda, o yerde, o zamanda, o çağda o işi İslâm'a göre yapıyorsa, sevap kazanır; yapmıyorsa, günaha girer. İslâm her şeyi tanzim ediyor. İslâm her konuda, her işte güzel olanı öğretiyor.
Bakın Peygamber SAS Efendimiz yönetimle ilgili ne kadar güzel tavsiyelerde bulunmuş da, biz binlerce tavsiyesinden sadece üç tanesini, biraz bu ara, devletin işleri intizama girsin, mü'min insanlar hadîs-i şerifleri duysunlar, onlara göre kendilerine çeki düzen versinler; bu görevler, memurluklar, âmirlikler, mebusluklar, bakanlıklar hepsi birer sorumluluktur, bunları öğrensinler, akıllarını başlarına devşirsinler, Allah'ın rızasını kazanmağa çalışsınlar, haram ve günah işlere yanaşmasınlar, günahı yapmasınlar, vazifelerini ihmal etmesinler diye, Efendimiz'in mübarek tavsiyelerini, hadîs-i şeriflerini okuyoruz ki, nizam-ı âlem İslâm'a göre tertemiz güzel bir şekilde kurulsun; her şey güzel olsun, hiç bir şey yanlış olmasın, ahlâka uygun olsun, âdâba uygun olsun, hakkàniyete uygun olsun; insan hakları çiğnenmesin, insan özgürlükleri engellenmesin, insanlar insanca yaşasın, mutlu yaşasın... Bunu sağlayanlara da hayır dualar etsinler, yaşadığı zamanca hayrını görsün... Bu yönetici heybet sahibi olsun, muhabbet sahibi olsun, malı da çok olsun, gücü kuvveti de çok olsun, ömrü de uzun olsun... Güzel davrandığı takdirde öyle olacak. Böyle yapmadığı zaman da, dünyada âhirette belâsını bulacak, cezasını çekecek.
İki paralık dünya hayatı için ebedi âhiret hayatını berbat etmek, akıllı insana, tahsilli insana yakışmaz diye, güncel olduğu için, önemli olduğu için, hatırlatma olsun diye bu konuları seçtik.
Biliyorsunuz sözün mekâna ve zamana uygun olarak söylenmesi de çok önemli, buna hikmet diyorlar. Her şeyi yerli yerince yapmak, uygun zamanda yapmak, tam zamanında yapmak, gerektiği zaman hakkı söylemek... Bu âlimlerin vazifesidir. Bizden hatırlatmak, dinleyenlere de üzerine düşen görevi yapmak, yaptığı hizmeti de Allah rızâsı için yapmak, bunları kazanmak, mükâfâtlara ermek...
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi rızâsına uygun yaşayanlardan, rızâsına uygun hareket edenlerden, rızâsına uygun güzel huylara sahip olanlardan, ömrünü hayırlı amellerle değerlendirenlerden eylesin... Cümlemize hayırlı uzun ömürler ihsân eylesin... Rabbimiz cümlemizi Peygamber Efendimiz'in yolunda yürütsün, âhirette komşusu eylesin... Rıdvân-ı ekberine vâsıl eylesin... Cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin... Cennetin güzel nimetlerini görüp tatmayı cümlemize nâsib eylesin, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
11. 07. 1997 - Medine