Gülçocuk-03 CENNETİN ANAHTARLARI

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Size gerçek bir hatıra ve meraklı bir bilmece anlatayım sevgili çocuklar:

Ankara'da havadar, manzaralı, düzenli, geniş asfalt sokakları, güzel bahçeli evleri, villaları olan yeni bir mahallede oturuyorduk. Burada okul, çocuk bahçesi, dinlenme parkı, açık hava sineması, yeraltı sığınağı, çarşı dükkanlar, su deposu... Her şey vardı ama bir camii yoktu; koca mahalle için bir ibadethane düşünülmemiş planda yeri ayrılmamıştı.

Güzel bir yaz günü semtimize, uzun kumral sakallı, güler yüzlü, sempatik, zeki bir hoca efendi geldi. Diyanet teşkilatında resmen görevli değilmiş, ülke ülke, şehir şehir gezip her türlü topluluğa İslâm'ı anlatıyormuş. Çok değişik fikirleri, orjinal bir kişiliği vardı; görgülü ve tecrübeliydi. Çok girişken ve çalışkandı; güçlüklerden yılmıyor, yolundan dönmüyordu. Tatlı konuşuyor, zevkle dinleniyor, karşısındakinin hemen ilgisini ve sevgisini kazanıyordu.

Sabah namazımızı onunla birlikte, aşağıdaki eski köye yapılmış camide kılmış, avluya çıkmıştık. O misafir hoca efendi bize sordu:

-Sizin mahallede cami yok mu?

-Maalesef yok, her türlü sosyal ihtiyaç düşünülmüş, ama planda cami yeri ayrılmamış, diye cevap verdik.

Hoca efendi gayet sakin ve kararlı:

-O halde hemen bugün yapalım, deyiverdi.

Biz şaşırdık, tebessüm ettik, bu iş o kadar basit ve kolay mıydı! Mahallede hiç boş arsa olmadığını izah ettik, o diretti:

- Madem ki evleriniz bahçeli imiş o takdirde biz de camiyi sizin bahçelerinizden birine kurarız dedi.

Belediye elbet böyle plansız, düzensiz bir yapıya izin veremezdi; ama o buna aldırmıyor,

-Siz bana bir bahçe gösterin, gerisi gelir, diyordu.

Ben düşündüm, güzel bir fikirdi. Bizim hiç hatırımıza gelmemişti.

-Pekala, bizim evin bahçesine gelin, yapalım, dedim.

Rahmetli bir dost itiraz etti:

-Sizin ev aşağıda ve kenarda, biraz daha ortalarda olmalı, dedi.

Sonunda değerli bir komşunun evi uygun bulundu; bahçe müsait değildi, ama evin altında mescit olabilecek geniş bir bodrumu vardı, orası boşaltılıp sıvanır düzenlenebilirdi. Biz "olur inşallah önümüzdeki günlerde hazır ederiz" diye düşünürken, hoca efendi:

-Hayır hemen şimdi yapmalıyız, hayırlı iş tehir edilmez, demesin mi!

Uzatmayayım herkes battaniyeler getirdi, sararmış otların üzerinde sokak kenarındaki düz ön bahçeye serdi. Orası yazlık açıkhava mescidimiz oluverdi. Hoca efendi elini kulağına koydu, çok tatlı bir eda ve seda ile öğle ezanını okudu. yakın evlerin pencereleri açılıyor, herkes hayretle bizlere bakıyordu. Önümüze mahallenin küçüklü büyüklü çocukları da birikmiş merakla bizleri seyrediyorlardı. Belki içlerinde hiç cami, cemaat görmemiş, ezan, Kur'an duymamış, olanları vardı. Hoca efendi onlarla ahbablık kurmağa başlamıştı:

-Uzak durmayın, haydi abdest alın siz de gelin, diyordu.

Çekinip tereddüt edenlere:

-Cennette kuşlar gibi pır pır havalarda uçabileceksiniz, ne hoş değil mi, istemez misiniz?

Haydi nazlanmayın gelin, diyor; iltifatlar ediyor, onları güldürüp, kendisine ısındırıyordu. Onlar herhalde şimdiye kadar hiç böyle bir hoca efendi görmemişlerdir.

Kısa zaman açık hava mescidimiz, bir bayram yerine dönmüş, çocuklar için bir açık hava okulu haline gelivermişti. Hoca efendi akşama kadar onlara Cennet'in anahtarını ve kendileri için Cennet içinde dört duvarlı, çatılı, sevimli bir ev yapmayı öğretmiş bulunuyordu.

Çocuklar akşam eve dönerken onlara şöyle tenbih ediyordu:

-Çocuklar, bu cennet anahtarlarını alınız, ceplerinize doldurunuz; anne, baba, kardeş ve daha başka sevdiklerinize de bu anahtarlardan birer tane veriniz ki onlar da Cennet'in kapalı kapılarını açsın, sonsuz güzellikteki Cennet bahçelerine girsin..

Şimdi bilin bakalım, bu Cennet'in anahtarı nedir? Cennet içindeki o köşkler neyle, nasıl yapılır?

Eğer doğru cevapları gönderirseniz, hepinize birer küçük hediye...