YÜKSEK İLMİ VARDI

İsmail TURAN

Hocaefendi sevdiğimiz bir insandı. Kendisiyle daha Bursa'da iken karşılaşmıştım. Üftâde Camii'ne gittim. Gezerken baktım güzel simalı birisi oradan çıktı. İşte o idi. Ben onu daha önce bilmiyordum. İlk karşılaşmamız böyle oldu.

Abdül'aziz Efendi vardı. Biz üniversitedeydik o zamanlar, Teknik Üniversite diyorlar şimdi... Ben arasıra uğrardım Abdül'aziz Efendi'ye... Nihayet orada biz üniversiteyi bitirdik, 1949'da... Kendisi vefat etmeden önce, Mehmed Efendi var çevresinde o günlerde... Ama kimse bilmiyor, Abdül'aziz Efendi'nin yerine ondan sonra kim gelecek diye. Derken Mehmet Efendi posta oturdu. Abdül'aziz Efendi onu uygun görmüş.

Mehmed Efendi gelince cemaatte bir sarsıntı oldu. O sarsıntı sırasında bazıları ayrıldı. Fakat, Mehmed Efendi etrafında daha çok toplanma oldu. Bilhassa mühendisler toplandı.

Ben Mehmed Efendi'ye giderdim. Tabii sonra, "Zeyrek'teki cami yıkılacak, imar edilecek." dediler. Bunun üzerine ordan İskenderpaşa Camii'ne geldiler. İskenderpaşa Camiii Yeniçerilerin kazan kaldırdıkları, ayaklanıp, saraya yürüydükleri bir yerdir. Orada karar verirlerdi. Fakat acaib bir şey; Mehmed Efendi gelince camiye bir feyz geldi, o eski asîliğini kaybetti.

Mehmed Efendi hem bir ilim sahibi, hem de amel sahibi... Yani ilim, amel ve ahlâk onda mevcut... Ve onun için Mehmed Efendi hakikaten sevilen birisiydi ve severdik. Yüksek ilmi vardı, ameli vardı, inancı tamdı.

Sabahlara kadar zikirler yapar... Sabah namazından tâ güneş doğana kadar hadis-i şeriflerden aldığı zikirleri yapar; buna kimse dayanamaz. Onu yapar, işrak namazını kılar, ondan sonra evine çekilecek; arkasında bir sürü kuyruk var... O gelir, bu gelir... Mehmed Efendi o bakımdan farklıydı. Üstelik de her şeyi bir formaliteye, zorluğa sokmadan...

Mehmed Efendi'nin etrafında olan bu kimseler ilerde de bu devlette önemli makamlara geldiler ve faydalı oldular. Çalıştılar yani, hizmetleri oldu, o inkâr edilemez. Hem İslamiyet'e hem de memlekete faydalı oldular. Mehmed Efendi bunları yetiştirdi.

Yalnız burda bir hareket vardı, ona ben katılamadım, katılmam zaten... O da şu: Mehmed Efendi'nin yanına gidip de, onu bir takım yerlere doğru yönlendirmek isteyenler vardı. Ve Mehmed Efendi bundan şikayetkârdı ve bana anlatırdı onları... Kimseye söylemezdi başka... Mehmed Efendi üzüntülüydü. Bana:

"--Bunlar artık laf da dinlemiyor!" derdi.

Kasdettiği mevkî sahibi dervişlerdi; profesörler filân... Ve hattâ bunların yüzünden Mehmed Efendi'ye bir çok sıkıntılar geldi. 1960 seneleri olduğu için çok kritik dönemler... Bunlar, Mehmed Efendi'yi sıkıntıya sokuyorlardı: "Acaba ilerde biz de politikaya girer de, bir şeyler koparabilir miyiz?" diye.

Medine'de Menâha Meydanı var, projesini ve tatbikatını, açılışını ben yapmıştım. Ben Ankara'dayken, bir gece kendimi o meydanda gördüm; kazanlar kaynatıyoruz ve her çeşit insana yemek dağıtıyoruz. O sıralarda Mehmed Efendi Ankara'ya gelmişti. (Mayıs 1973) Herkes ister, bize gelsin diye; fakat vakti yok... Ben de o arada Mehmed Efendi'ye haber gönderdim:

"--Eğer imkânı olursa, bir gün misafir olsunlar!" diye...

"--Yarın akşam geliyoruz!" demiş.

Bunun üzerine benim ve Hocaefendi'nin bütün tanıdıklarını çağırdık. Yiyecek olarak iki koyun ve yanına da muhallebi gibi şeyler hazırladık. Bizim ev 40-50 kişi ancak alıyor, dar biraz...

Mehmed Efendi geldi, konuşuyoruz, yemekler geldi, koyduk. Tabii gelen çok fazla, papuçları saydık, 150-170 tane... Oraya nasıl sığdı hayret ettik, yer sanki büyüdü.

Yiyin diyoruz; yediler yediler, herkes doydu. Tamam dediler artık yiyemeyeceğiz. Baktık ki, yenen bir şey yok, onları aldık eve götürdük; aylarca gelene gidene yedirdik. İşte Menâha Meydanı'nda gördüğüm rüya gerçekleşti.

1974'ün son ayları, iş nedeniyle Libya'ya yerleştik. İşte 1980 yılıydı. Bir anlık rüyada Mehmet Efendi'yi görüyorum. Namazda secde halinde öyle... Bu arada da elinde de Esad Efendi var; ona da çok açık olarak, bir emânet teslim ediyor. Ve ben uyandım.

Ertesi sabah hanıma: "Ben gidemiyorum, izin yok... Ama sen gidersen git!" dedim. Hanım buraya geldi. Benim o rüyayı gördüğüm günde Mehmet Efendi ruhunu teslim ediyor, vazife Es'ad Efendi'ye intikal ediyor. Hanım yanıma döndü, şu günde şu saat vefat etmiş dedi.

Bundan sonra Esad Efendi'den hoşlanmayan ve ayrılanları gördüm. Demek ki o zaman da bir dağılma oldu.

Nihayet; Beş kişiyi rüyada --rüya ile amel edilmez ama bunlar bir işarettir-- kendilerine Arş-ı A'la'da makamlar gösterilirken gördüm. Onların kendileri değil beyinleri gösteriliyor. Bu filan, bu filan, bu filan... diye. Bunlardan birisi Mehmed Efendi, öbürü Sâmi Efendi, öbürü Behçet Babamız oldu üç... Nihayet bizim deli imamımız vardı, Zekâi Efendi... Beşincisi de belki hayattadır, söylemeyeyim.

Kadın ve Aile, 15 Ekim 1990