ALMANYA'YA TEŞRİFLERİ

Prof. Dr. Sabahaddin Zâim

Ezü billâhi mineş şeytànir racîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Ves salâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtüh!..

Muhterem Efendim, muhterem hàzırûn!..

Merhum Hocaefendimiz Hazretleri'ni, yetişenler biliyorlar. Es'ad Hocaefendimiz de kendisi konuşmalarında izah ettiler. Bendeniz de size birkaç hatıramı nakledeceğim:

Birincisi: 1957 yılında Amerika'dan dönmüştüm. Geldiğimde babam yoldayken vefat etmişti. Hacı dayım bizi Zeyreğe götürdü. Bizim aile zâten merbuttu. Dedem, rahmetli Hacı Hasib Efendi'nin halifesiydi. Daha çocukluğumda Çarşamba'da halvet yapılırdı, biz de takib ederdik. Babam da aynı yere mensubdu. Dayım götürdü, tanıştırdı.

Hocaefendi'nin bahsettiği Gümüş Motor fabrikası kuruluyormuş. Kuranlar da hep mühendis... Ben de iktisatçıyım. Hocaefendi emrettiler, dediler ki:

"--Sen de katıl!"

Ben de hisse aldım. İdare heyetine girdim. Ve hâlâ o hissemi muhafaza ediyorum, satmadım. Hikâyesini biliyorsunuz Gümüş Motor'un...

İkincisi: Almanya'daydım, profesörlük için gitmiştim. Hocaefendi merhum Almanya'ya teşrif ettiler. Hats fabrikasına gittiler, Hats'dan lisans alınacak. Almanya'nın güneydoğusunda, Çekoslavakya'ya yakın bir yer... Beraber gittik. Fabrikayı ziyaret ettik. Fabrikayı incelediler ve deftere hatırasını yazmasını istediler. O da yazdı:

"--Dünyaları çok güzel ve mâmur; Allah iman nasib etsin!" dedi.

Münih'te gezerken, bir Mercedes geçiyordu. Bir tane de sen böyle araba al inşaallah! dedi. Benim de hiç hatırımda yoktu. O zaman Volks Wagen almak niyetim vardı dönerken... O permi filân meselesi vardı. Permi de denk düştü, bir Mercedes aldım; yıl 1963... Şimdi 1993, hâlâ aynı arabayı kullanıyorum. Başka araba da almadım.

Üçüncüsü: Üçüncü oğlum doğmuştu. Kendilerini ziyaret ettim:

"--İsmini ne koyalım?" diye sordum.

"--Abdülhalim olsun!" dedi.

Ondan önceki ağabeyleri Selim ve Kerim idi.

Sonra büyüdü. Sünnet için götürdük. İçeriye girdik, elini öptü. Salonda bir sürü insan var... Çocuğa verdiği önem; kendisi kalktı şeker ikram etti.

O çocuk büyüdü, üniversiteyi bitirdi, bilgisayar mühendisliğinde asistan oldu şimdi... Aldığı dualarla tabii...

Dördüncü hatıra: Filipinler'de bir İslâm merkezi vardı. Dekanı Sezar Edib Mâşuk... 1955'te Amerika'da doktorasını yaparken tanıştığım bir şahıs... Markos'la Mindenao müslümanlarının muharebesinde de aracılık yapardı. Babası Osmanlı ordusunda subaymış, Suriye asıllı... Sonra bir ihtilâf olmuş, doğuya kaçmış. Orada bir yerli hanımla evlenmiş, bu çocuk doğmuş. Sonra müslümanlığı kazanmış ve İslâm mücahidi olmuştu. Çeşitli kongrelerde bulundu. İstanbul'a geldi birkaç defa, konferanslar da verdi. Son gelişinde bana dedi ki:

"--Çok huzursuzum, huzur bulamıyorum!" dedi. Tasavvufa da meraklıydı. "İntisab etmek istiyorum ama, olmuyor. Ruh alemim çok dalgalı..." dedi.

Hocaefendimiz'e götürdüm, tanıştı. Herkesi kabul etmezdi, hemen görev verdi. İntisab etti, gitti.

Yalnız, bundan önce hikâyesi var: Hocaefendimiz'e bir defa götürmüştüm burdayken... Gitmiştik, huzursuzum filân diyordu. Sonra bir rüya görmüş, bana mektup yazdı: Diyordu ki:

"--Bir rüya gördüm. Rüyamda Hazret-i Peygamberi gördüm, yüzü Hocaefendi'nin yüzüydü. Ne mânâya gelir bu, kendisine soruver lütfen!" diyordu.

Sordum, "İntisab etmesi gerekiyor." dedi. O geldiğinde intisab etti. Sonra bıraktı orasını, Amerika'dan yazışında: "Çok huzurluyum, rahata kavuştum." diyordu.

Son hatıra da, 1980 son haccı sırasında Orhan Batı'nın evinde duruyoruz. Hocaefendi teşrif ettiler. Bir akşam otururken, konuşurken;

"--Allah-u a'lem, bugünlerde kıyamet yakındır her halde!.." dedi.

Biz tabii hep öbür türlü düşündük. Ama döndükten sonra vefatını öğrenince... Hani biraz evvel bahsedildi: Alimin ölümü alemin ölümüdür. Her alemin ölümü de küçük kıyâmet demektir. Kasdedilen kıyâmet o imiş demek diye düşündüm.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

14. 11. 1993 - Hâcegân / İSTANBUL