Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Rh.A
Hazırlayan: Erkayalar
------------
ORUÇ TUTMADA ÖLÇÜ
Bismillâhir-rahmânir-rahîm.
Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultànih... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmid-dîn... Emmâ ba'd:
a. Dâvud AS'ın Orucu
(An abdillâhibni amribnil-âsî radıyallàhu anhümâ kàle: Kàle lî rasûlüllah SAS: İnneke letesùmüd-dehre ve tekùmül-leyl? Kultü: Neam.
Kàle: İnneke izâ fealte zâlike hecemet lehül-aynü, ve nefihet lehün-nefs. Lâ sàme men sàmel-ebed. Savmü selâseti eyyâmin mineş-şehri savmiş-şehri küllihî. Kultü: Feinnî utîku eksera min zâlik?
Kàle: Fesum savme dâvude aleyhis-selâm, kâne yesùmü yevmen ve yüftıru yevmen, ve lâ yufirru izâ lâkà.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Abdullah ibn-i Amr ibnil-Àsî RA'dan. Babası da sahabi, kendisi de sahabi. Babası Mısır'ı fetheden Amr ibnül-As, Mısır fatihi. Oğlu da Abâdile-i Erbaa'dan, meşhur dört Abdullah'tan bir tanesi. Dedi ki:
(Kàle lî rasûlüllah SAS) Rasûlüllah SAS Efendimiz bana buyurdu ki: (İnneke letesùmüd-dehre ve tekùmül-leyl?) "Sen bütün günler oruç mu tutuyorsun? Gecenin bütün saatlerinde kalkıp namaz mı kılıyormuşsun?.. (Kultü: Neam.) "Evet, öyle yâ Rasûlallah, öyle yapıyorum."
(Kàle: İnneke izâ fealte zâlike hecemet lehül-ayn) "Sen böyle yaparsan, gözlerin çukura kaçar, zayıflarsın. (Ve nefihet lehün-nefs.) Beden de yorulur, ruhun da yorulur. Böyle yaparsan; göz buna dayanamaz, beden dayanamaz. Gözler çukura kaçar, vücud zayıflar." Yâni, böyle yapma demek istiyor.
(Lâ sàme men sàmel-ebed.) "Ebedî olarak, daîmâ, yılın her günü oruç tutan, oruç tutumuş değildir." İlginç! Her gün oruç tutan, oruç tutmuş değildir. Yâni makbul değil... Kamerî takvime göre bir yıl 354 gün; yılda 350 gün oruç tutan, her gün oruç tutan makbul değil.
(Savmü selâseti eyyâmin mineş-şehri savmiş-şehri küllihî.) "Her ayın içinde üç gün oruç tutmak, insanı bütün sene oruç tutmak sevabına eriştirir." Bunu nasıl yaparlardı?.. Ayında bir tutarlardı, ortasında bir tutarlardı, sonunda bir tutarlardı; üç gün... Ya da ayın ortasında, mehtaplı gecelerin gündüzlerine ayyâm-ı biyz denilir. Arabî ayların 13'ü, 14'ü, 15'i eder. O zaman tutarlardı. Her ayda üç gün oruç tuttu mu, bütün ay oruç tutmuş gibi olur, bütün seneyi tutmuş gibi olur. Onun için bunu tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz.
(Kultü: Feinnî utîku eksera min zâlike?) "Ben güçlüyüm, hiç şüphesiz ki bundan daha fazlasına tâkat getirebilirim, daha çok oruç tutabilirim yâ Rasûlallah?" dedi Abdullah ibn-i Amr ibnil-As RA.
(Kàle: Fesum savme dâvude aleyhis-selâm) "Mâdem o kadar çok istiyorsun, güç yetirebileceğim diyorsun, o zaman Dâvud AS'ın orucu gibi oruç tut! (Kâne yesùmü yevmen ve yüftıru yevmen) O bir gün oruç tutardı, bir gün de tutmazdı. (Ve lâ yufirru izâ lâkà.) Ve düşmanla karşılaştığı zaman da, Dâvud AS kaçmazdı geriye, çarpışırdı. Kahramandı, düşmandan geri kaçmazdı, şavaşırdı."
Bu hadis-i şerifin başka bir rivayetinde, şöyle bildiriliyor:
(Elem uhber enneke tesùmü ve lâ tuftıru) "Benim işittiğim doğru değil mi, bana şöyle söylenmedi mi, haber verilmedi mi ki, sen oruç tutuyormuşsun, hiç oruçsuz gün geçirmiyormuşsun; öyle mi?.. (Ve tüsallil-leyle) Bütün gece kalkıp da namaz kılıyormuşsun, öyle mi?.. Doğru mu, sen böyle mi yapıyorsun?.. (Felâ tef'al!) Böyle yapma!..
(Feinne liaynike hazzan ve linefsike hazzan) Çünkü, gözünün de hakkı var, dinlenmeye hakkı var; nefsinin de, canının da hakkı var. Onun da dinlenmeye hakkı var. (Ve liehlike hazzan) [Ailenin de hakkı var.] (Fesum ve eftır) Binâen aleyh, bazan oruç tut ama, bazen de tutma! (Ve salli ve nem) Gece kalkıp namaz kıl, tamam, sevap ama; uyu bir de, uyumayı da yap!
(Ve sum min külli aşreti eyyâmin yevmen) Her on günde bir gün oruç tut!" Ayda üç gün eder. (Ve leke ecru tis'atin) "Her on günde bir gün oruç tutarsan, diğer dokuz günün sevabı da sana gelir. Sanki on gün oruç tutmuş gibi sevap alırsın." Hani bire on sevap aldığını, başka bir hadis-i şeriften öğrenmiştik.
(Kàle: İnni ecidü akvâ min zâlike yâ nebiyyallah?) "Ey Allah'ın Rasûlü, ben kendimi bunlardan daha fazlasını yapmağa kuvvetli hissediyorsam?.." Yâni, daha fazla yapmak istiyorum demek istiyor.
(Kàle: Fesum sıyâme dâvud aleyhis-selâm) "O zaman Dâvud AS'ın orucuyla oruç tut!"
(Kàle: Ve keyfe kâne yesùmü?) "O nasıl oruç tutardı? Dâvud AS gibi yapayım ama, nasıl tutardı o?.."
(Kàle: Kâne yesùmü yevmen ve yüftıru yevmen ve lâ yufirru izâ lâkà.) "O bir gün oruç tutardı, bir gün de tutmazdı. Düşmanla karşılaştığı zaman da düşmanından dönmezdi." buyurdu.
b. En Efdal Oruç
Başka bir rivayette de Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
(Lâ savme fevka savmi dâvud aleyhisselâm) "Dâvud AS'ın orucunun üstünde oruçlu olmak yoktur. (Şatrad-dehr) Bir gün tutup bir gün tutmayınca, zamanın yarısı oruçlu, yarısı oruçsuz gibi oluyor. (Sum yevmen ve eftır yevmen) Bir gün tut, bir gün tutma, iftar et!" buyurdu.
Bu ve buna benzer hadis-i şeriflerden kesin olarak görülüyor ve Peygamber SAS Efendimiz'in tavsiyelerinden anlaşılıyor ki, aşırılık mabul değil İslâm'da... Haddinden fazla, aşırı, olağanüstü, çok yapmak, daha çok sevap almaya sebep olur mu?.. Hayır!.. Hangisi makbul İslâm'da?.. Dengeli, ölçülü, itidalli, mutedil haraket etmek uygun İslâm'da...
Ve İslâm'da her hak sahibine hakkını vermek önemli! Tam adaletlilik o... Vücudun hakkı nedir?.. Dinlenmek... O zaman ona dinlenmesini de yaptırmak lâzım!..
Gözün hakkı nedir?.. Uyumak... Yorulduğu zaman onun da dinlenmeğe hakkı var. O zaman uykuyu da ihmal etmemek lâzım!..
"Vücudunun hakkı, var, gözünün hakkı var, ailesinin hakkı var..." diyor. Tabii, ailesinin hakkı birkaç çeşit olur. Bir kere bir konuşmak ister.
"--Yâhu, ben seninle evlendim, ne olur böyle her gün her gün?.. Ne yanıma gelirsin, ne konuşursun, ne bir sohbet, ne bir muhabbet; bu ne biçim iş?.."
Olmaz. Bir de çoluk çocuğu ile anne ve baba olarak bir insanın ilgilenmesi lâzım!..
"--Gelin bakalım, oturun bakayım şuraya!.. Derdiniz var mı, anlatın bakalım!.. Dersleriniz nasıl gidiyor, canınızı sıkan bir şey var mı?.. Kur'an-ı Kerim'i öğrendiniz mi?.. Oku bakayım, bir dinleyeyim bakayım..." diye onlara bir vakit ayıracaksın.
Allah sana bir emanet vermiş. Allah'ın CC, bize verdiği emanetler var ve bu emanetleri, bayağı para emanetini, parayı veren kimsenin sorduğu gibi Allah bize soracak.
Emanetlerin bir tanesi bizim vücudumuzdur, bize emanettir. Bu el ayak, ciğer dalak, böbrek mide, kafa, göz, kulak, ağız... bunların hepsi birer emanettir. Biz bunları kullanıyoruz. Bu bir kuş kafesi gibi bir şey, içinde bizim ruhumuz var. Bu kafesten bu kuş uçup gidecek, bu vücut bir emanet... Biz vücudu almışız, kullanıyoruzb Arabaya binip buraya geldiğimiz gibi, vücudu da dünya hayatında kullanıyoruz.
Asıl bu vücudun içindeki ruhumuz esas olan. Bu vücut bize emanet... Bu arabayı, bineği, yâni bu vücudumuzu güzel kullanmamız lâzım! Bu emanet güzel kullanılmadığı zaman, Allah sorar.
Onun için ben sigara içen kardeşlerime kesin olarak ihtar ediyorum: Bu vücut bir emanettir,Êbu ciğeri sigara dumanıyla doldurmağa hakkı yoktur bir müslümanın... Ve Allah sorar: "Benin emanetimi niye iyi korumadın, niye bu vücuda bakmadın?" diye sorar. Kesin bu, ciddi bir şey, latîfe değil...
c. Ailemiz Bize Emanet
Sonra başka; hanım bize emanettir. Düğün oluyor, dernek oluyor. Gül gibi yetiştirilmiş bir kızcağızı alıyorlar, anası babası, rızasıyla:
"--Şimdiye kadar biz bakıyorduk, hadi bakalım bundan sonra buna sen bak!" diyorlar.
Sen bunu nasıl anlayabilirsin?... Kendi çoluk çocuğun olduğu zaman anlayabilirsin. O kızcağız sana emanet... Bir de sen de ona emanetsin! Senin anan baban da sana gayet güzel bakıyordu; "A evlâdım, bir tanem... Üşürsün yavrucuğum, şunu sırtına al yavrucuğum, ayakta kalma yavrucuğum..." diyorlardı. Anne şefkati... O da gelinine havale ediyor, diyor ki:
"--Ben bu aslan gibi yiğidi, servi boylu oğlumu yetiştirdim. Kolay kolay vermezdim ama, ne yapalım kural kaide böyle... Bunu ben sana veriyorum, güzel bak!" diyor.
Yâni adam da geline emanet... Kız da adama emanet... Şimdi bunların birbirlerine iyi bakması lâzım! Karşılıklı görevlerini yapması lâzım!..
Dinimiz bunu istiyor, emrediyor. Peygamber Efendimiz bunu açıkça belirtiyor. Karısını ihmal eden kimselere söylüyor: "Ailenin senin üzerinde hakkı var!" diyor. Yâni, "Hanımlık hakkı var, koca olarak ona hanım muamelesi yapacaksın, hakkı var!" diye söylüyor. Tabii aynı şekilde erkeğin de hakkı var.
İslâm'da bunlar yazılıdır, hadis-i şeriflerde geçer. Kadının kocasına karşı görevleri... Erkeğin hanımına karşı görevleri... Kadının hakları... Neleri isteyebilir?..
Öyle isteyebiliyorki kadın, kendi dünyaya getirdiği çocuğunu emzirmek zorunda değil! Hani almış kucağına bebeği; tabii seviyor, okşuyor, kokluyor, öpüyor, bağrına basıyor, severek emziriyor ama, aslında doyurmak vazifesi babanın... Aileyi yedirmek, içirmek, barındırmak, giydirmek, korumak, İslâm'ı öğretmek babanın vazifesi...
O tarafına hiç kimse dikkat etmiyor. Yedirmeyi içirmeyi yapıyor da; tamam dükkân açıyor, lokanta açıyor, çalışıyor fabrikada, bilmem nerde... Ama öteki vazifeleri tam yapmıyor. Herkes kendi görevlerini bilmeli, haklarını da bilmeli!..
Ben Boğaziçi'nde bir eve gittim, çok lüks bir ev, boğazın en güzel yerinde... Çok güzel bir villa... En alt katında havuz var, şâhâne bir şey, Boğazın manzarasına doyum olumyor, bilmem ne... Dedim:
"--Ben abdest alacağım!"
Abdest almağa beni aşağıdaki bir yere götürdüler. Her şey düzenli, duvara talimatnâme yazmışlar. "Bu yüznumaranın kullanışı şöyledir." diye İngilizce talimatnâme yazmış evin sahibi. İsmini söylemiyorum. Girildiği zaman şöyle yapılacak, böyle yapılacak; çıkarken su çekilecek... vs. sekiz dokuz madde talimatnâme yazmış. Ben öyle ev görmedim, ilk defa orda gördüm. Her şeyin kuralı var.
Hanımlar, beyler birbirlerine emanet, tamam mı?.. Koruyacak, kollayacak, himaye edecek; bırakamaz! Hem dünyasını koruyacak... Özellikle beyler... Beyler evin reisidir İslâm'a göre:
(Erricâlü kavvâmûne alen-nisâ) [Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.] (Nisâ: 34) Evi yönetmek de korumak da onun vazifesidir. Hem dünyada koruyacak; düşman saldırmasın, hırsız gelmesin, arsız gelmesin diye böyle maddî bakımdan koruyacak; hem de mânevî hayatını koruyacak... Günaha girmemesi için, harama sapmaması için, cehenneme düşmemesi için koruyacak. Vazife bu...
Allah-u Teàlâ Hazretleri emrediyor ki:
(Kù enfüseküm ve ehlîküm nârâ) "Hem kendinizi, hem de aile fertlerinizi cehennem ateşinden koruyun!" (Tahrim: 6)
Çok sorumluluk var sizlerde, tabii bende de... Ben de sizlerden olduğum için çok sorumluluk var... Yâni biz hanımımızı korumak zorundayız, ahiretini de...
--Bırak dansa gitsin...
Gidemez!
--Bırak istediğini yapsın gündüz...
Yapamaz!..
--Neden?..
Ben onun koruyucusuyum. Ben onu korumak zorundayım.
--Bırak eğlensin...
Yok, günah olan hiçbir şeyi yaptırtmam!.. Öyle şey olmaz.
Onun için ahiretini korumağa dikkat edeceğiz.
Başka neler bize emanettir?.. Şu çocuklar bize emanettir. Allah bize bunları çıkartıyor, veriyor. Al sana bir evlât... Bir de bakıyorsun, kız, oğlan çocuklar... Bir tane, iki tane, üç tane... Tamam, iyi seviniyorsun ama, şimdi bunların hepsinin sorumluluğu senin üzerinde...
Bunların eğitimi çok önemli!.. Bunları en iyi şekilde yetiştireceksin, en müslüman şekilde yetiştireceksin ve Allah'ın dinini öğreteceksin, takvâyı öğreteceksin, Allah'tan korkmayı öğreteceksin, haramı helâli öğreteceksin... Sen olmadığın zaman, sen öldüğün zaman, o müslüman olarak yaşayacak. O hale getireceksin!
Yetiştiremezsen, hapı yuttun. O emaneti iyi müslüman yetiştiremedin diye, Allah hesabı sorar. Kesin bunlar, ciddî sorumluluklar... Pek çok kimse bu işlerin önemini anlayıp da, çoluk çocuğuna, hanımına, aile fertlerine ciddî bir şekilde görevlerini yapmak için, kara kara düşünmüyor, bir gayret sarf etmiyor.
İslâm'da aşırı ibadet tavsiye edilmiyor. Neden?.. Görevler çok da ondan. Yhani şöyle anlatalım: Bütün gün uyusan; gece uyudun da gündüz de uyuyorsun. Ne derler?.. "Yâhu, biraz da çalış! Bu kadar da yatıp uyumak olmaz." derler.
Bütün gün çalışsan, o da makbul değil. Çünkü bütün gün bir gün çalışırsın, bir gün daha, bir gün daha, bir hafta daha... Dayanıklıysan, bir ay daha... Ondan sonra bir yerden patlar bu cihaz, bir yerinde bir arıza olur, hastaneye düşersin.
--Niye böyle oldu?..
Neden olacak, makinayı aşırı çalıştırdı.
Biz doktora yaparken, bir projeksiyon cihazı kullanıyorduk. Yarım saat kullanıp 15 dakika dinlendirmek gerekiyordu. İstersen dinlendirme... Dinlendirmediğin zaman, pat diye ampulü patlıyordu, al başına belâyı... Gidiyorsun, yeni ampul alacaksın, parası pulu çok...
Duvara aksettiriyordum. El yazması eserin sayfalarını duvara aksettiriyordum, karanlıkta çalışıyordum. Yarım saat sonra hemen dinlendiriyordum.
Dinlendirmik önemli, herkese hakkını vermek önemli... Etrafında sende hakkı olan insanlar var; hakkını vereceksin... çocuğun, hakkını vereceksen. Vücudun, hakkını vereceksin. Göz, hakkını vereceksin... Müslümanlık böyle gidiyor.
d. Kur'an Okumada Ölçü
Onun için Peygamber SAS Efendimiz, aşırı aşırı iş yapanları hizaya getirmiştir. İşte çok aşırı ibadet edenlerden birisi de Abdullah ibn-i Amr ibnil-As RA idi. Hep geceleri namaz kılıyordu. Onu da uygun görmedi. Onun rivayetinde de şöyle geliyor. Orasını da okuyalım!
Kur'an-ı Kerim okumasında meselâ, nasıl okurmuş... Bu konuda da Peygamber Efendimiz şöyle tavsiyede bulunuyor aynı Abdullah'a:
(İkrail-kur'âne fî külli şehrin) "Her ayda bir defa hatim yap, Kur'an'ı oku!" Ne demek bu?.. Otuza bölersin Kur'an-ı Kerim'i, her gün bir parçasını okursun... Bölmüşler dedelerimiz, Allah razı olsun... Kur'an-ı Kerim'i yazmışlar, düzenlemişler, süslemişler, kenarlarına işaret koymuşlar, otuza da bölmüşler. Otuzda bir parçasına cüz diyorlar, Kur'an-ı Kerim otuz cüz.
--Niye otuz cüz?..
Otuza bölünmesini tavsiye etmiş Peygamber Efendimiz de, ondan bölmüşler. Düzenlemişler bunları, mushaf haline getirmişler. O zaman hiçbir şeyi yoktu böyle, kenarında işareti, cüzü ve sâiresi yoktu. Efendimiz otuz günde bir hatim indirilsin diye tavsiye ettiği için otuz parçaya bölmüşler ki, bir günde ne kadar okuyacağını bilsin diye.
Tamam mı, işin nerden çıktığını anlıyorsunuz şimdi.
(Kultü: Yâ rasûlallah, innî utîku efdale min zâlike) Abdullah RA genç, canlı, samîmî ve gayretli. Dedi ki: "Yâ Rasûlallah, ben bundan daha fazlasını okumaya tâkat getirebilim!" dedi. Yâni, "Otuz günden daha çabuk okuyabilirim." dedi.
(Kàle: Fakra'hû fî külli ışrîn) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "O zaman yirmi günde oku!" O zaman, günde birbuçuk cüz okuyacak.
(Kultü: Yâ nebiyyallah, innî utîku efdale min zâlike) "Yâ Rasûlallah, ben bundan da hızlı, daha çabuk okumaya tâkat getirebilirim!"
(Kàle: Fakra'hu fî külli aşeretin) "O zaman on günde oku!" Demek ki, bir günde üç cüz okuyacak.
(Kultü: Yâ nebiyyallah, innî utîku efdale min zâlike) "Yâ Rasûlallah, daha da çabuk okuyabilirim!"
(Kàle: Fakra'hu fî külli seb'in) "Yedi günde oku o zaman! (Ve lâ tezîd alâ zâlike) Bundan da daha hızlı okumağa kalkışma!.."
O zaman haftada bir hatim olacak.
Bu yedi defa okumanın taksimatı nasıl olacak?.. Pakistanlılar bizden daha iyi müslüman, haberiniz olsun... Pakistanlılar iyi müslüman... Eskiden, şimdiki Pakistan'ın olduğu yerde yaşayan mübarekler bizden daha iyi müslüman... Pakistan'ın Kur'an-ı Kerimlerinde yedili bölüm de var.
Her bölüme menzil derler. Yedi menzil... Yâni, birinci menzil bir günde bitecek kısım... İkinci menzil, ikinci gün bitecek kısım... Yedinci menzilde bir haftada hatim olacak şekilde bölümlenmiş.
Pakistan'daki Kur'an-ı Kerim baskılarında, kenarında menzil işaretleri de vardır. Bizde yok... Bizimkiler vidaları o kadar sıkıştırmamışlar, biraz gevşek kalmış. Otuz güne göre ayarlamışlar.
Ama biz de öyle bir laçkalaştırmışız ki işi, otuz günü de bırakmışız, ömür geçiyor bir hatim indirmiyor, yıl geçiyor bir hatim yapmıyor şimdiki zamâne müslümanları...
Neden?.. Kem küm ediyor, okuyamıyor Kur'an-ı Kerim'i... Okuyamayınca da, bir ayda Kur'an'ı tamamlayamıyor. Yâni şöyle camileri dolaşın, "Bir ayda Kur'an-ı Kerim'i hatmeden kaç kişi varsa mükâfât vereceğim!" diye ilan edin; bakalım çıkar mı, çıkmaz mı?.. Ya çıkar, çıkmaz yerine göre...
Meselâ Bayezid Camii'ni gidersen, belki orda çıkar. Fatih Camii'ne gidersen çıkar ama, öyle her şehirde, her camide kolay kolay çıkmaz.
Demek ki yediden aşağıya indirmeyi uygun görmemiş. Pakistanlılar onu yapıyorlar. Ama benim şeyhimin şeyhi, Mehmed Zâhid Hocamız'ın şeyhi, ilk tarikata girerken eline yapışıp da ders aldığı Ömer Ziyâeddin Efendi, altı saatte hatim indirirmiş. Öyle babayiğitler de var... Altı küsür saatte Kur'an-ı Kerim'i Fâtiha'dan başlar, Kul eùzü birabbin-nâs'tan çıkarmış. Sahîh-i Buhàrî de ezberindeymiş. Kale gibi sağlam şeyh...
Oğlu, profesör Yusuf Ziya Binatlı, o da "Geri geri okurum!" diyordu. Babam sordu:
"--Yâhu, nasıl okuyorsun üstad?" diye.
"--Hacı ağabey, sayfa gözümün önüne geliveriyor." diyor.
Allah rahmet eylesin... Sayfa gözünün önüne geliyormuş, geri geri okuyor o zaman.
Geri geri okumak zor... Arabayı meselâ, öne doğru hızlı sürerken kaçla sürebilirsin?.. Basarsın 120, 140, 160, 180, 200... İkiyüzü geçtiğin zaman, biraz yüreğin hoplamaya başlar. Geri geriye ikiyüz km. hızla giden bir babayiğit gördün mü dünyada?.. Yok...
Geri geriye insan 10 gider, 20 gider, 30 gider, 40 gider... Fazla gidilmez, geriye gitmek kolay değil. Kur'an-ı Kerim'i geriye geriye okumak çok zor... Kulhuvallàh'ı bile okuyamazsınız, Fâtiha'yı okuyamazsınız.
--O kadar ezbere bildiğin Fatiha'yı oku bakalım geri geri!..
Okuyamazsın... Ama, "Ben okurum!" diyordu o. Babadan gelmiş, miras... Babası şeyh, oğlan da küçücük yaşta hafız olmuş. Ezan okumağa kalkmış minarede; aşağıdan şeyh efendi:
"--Sen àkıl bâliğ oldun mu da öyle ezan okuyorsun?" demiş.
"--Oldum efendim." demiş.
"--Tamam, o zaman devam et!" demiş.
Herkes şaşarmış hafızasına.
Hocamız hakkında da çok hatıraları vardı. Mehmed Zâhid Hocamız sessiz, otururmuş tekkeye geldiği zaman. "Bir oturdu mu hiç değiştirmezdi ayağını" diyorlar. Sohbet bitinceye kadar dizüstü otururmuş, sohbet bitince kalkar gidermiş.
Çok zayıfmış, otuz küsür kilo geliyormuş. Ona acıdığı için tekkenin aşçısı, pilav tepsisinin içine et saklarmış, pilavı örtermiş üstüne... Tepsiyi götüren insana da dermiş ki:
"--Bu tepsinin şurasını Mehmedimin önüne koy!
Mehmed, bizim Hocamız Mehmed Zâhid Kotku. "Onun önüne koy!" dermiş, etli kısım Hocamız'ın önüne gelecek şekilde tepsiyi usturuplu koydururmuş. Mutfağın camından da böyle bakarlarmış. Sofrada herkes beraber yiyor ya... Kaşığı alıyorlar, beraber yiyorlar. Belki yanında hoşaf varsa, ayran varsa, beraber kaşıklıyorlar.
Bakarlarmış. "O zayıf Mehmedcik pilavla beraber o eti de yesin de, biraz şişmanlasın!" derlermiş. Canları öyle istiyor yâni. Aşçı Hocamız'ı seviyor.
Hocamız bir kaşık alırmış, bir daha alırmış... Derken, pilavın altından et çıkınca, Hocamız eti kaydırıverirmiş yandaki arkadaşına... İtiverirmiş. "Hay Allah, yine yemedi..." filân diye mutfakta birbirlerine söylerlermiş. Fedâkârmış Hocamız Rh. A.
Demek ki, böyle en aşağı yedi günde; haydi yedi günü geçtik ayda bir inşaallah hatim indirmeğe alıştıralım ama, burda ben onu yapacak kimse de az görüyorum. Çünkü aydabir hatim indirmek için günde bir cüz okumak lâzım!.. Günde bir cüz okumak için de, bayağı hızlı okuyabilmek lâzım!.. Öyle kem küm edince, bir cüz de kolay okunmaz. İnşaallah kendimizi biraz kuvvetlendirelim!..
Devam etmiş Peygamber Efendimiz, buyurmuş ki: (Ve lizevcike aleyke hakkan) "Eşinin senin üzerinde hakkı var!" demiş. Çünkü, kalkıp namaza gittiği zaman, eşinin yanından kalkıp gidiyor. "Eşinin de senin üzerinde hakkı var!" demiş.
Şimdi bunu pek çok kimse anlamaz. Ama İslâm'ın fıtrat dini olması dolayısıyla; insanın hilkatına, yapılışına, yaratılışına uygun din olduğu için, her şeyi dengeli, ölçülü tavsiye ediyor. Onun için, "Evlilikte, evliliğin de görevleri var, hanımın da hakkı var." diye, onu da beyan ediyor.
(Ve lizevrike aleyke hakkan) "Ziyaretçilerinin de senin üzerinde hakkı var!" Aaa, gördün mü, eve misafir gelecek tabii...
--Selâmün aleyküm!..
--Ve aleyküm selâm...
--Nasılsın, iyi misin? Özledim kardeşim seni...
Tabii gelecek. Misafir gelmesi güzel, sevap. Misafir geldiği zaman, eve çok bereketler geliyor. çok sevaplar, mükâfâtlar kazanıyor insan... Onun da hakkı var.
--Kardeşim kusura bakma, benim namazlarım, vazifelerim var... Sen burda otur, ben onları yapayım!..
Olmaz! Ev sahibi misafire ikram da edecek, yanında da bulunacak. Hattâ misafire ev sahibinin böyle güzel kıyafetle çıkması bile, ikramın bir çeşidi imiş. Ev sahibi güzel kıyafetiyle çıkacak misafirin karşısına; o da bir ikrammış.
Bir çıkıyor; saç dağınık, baş dağınık, pijama ile... Olmaz; güzel kıyafetle çıkacak.
Camiye geliyor, abuk sabuk kıyafetle... Olmaz!
(Huzû zîneteküm inde külli mescidin) (A'raf: 31) buyruluyor. Her mescide geldiği zaman, güzel kıyafetle gelecek. Allah'ın huzuruna geliyor, Allah'ın evine geliyor. Başka insanlar var. Başka insanların da gözleri rahatsız olmasın. Pejmürde, perişan, berbat kıyafetli olduğu zaman, rahatsız olur.
Geçen gün televizyonları seyrediyordum. Bir gariban buldular Ankara'da; saçı başı darmadağın, üstü başı perişan... Bir taraftan resmini çekiyorlar. Sordular; kimsesi yok, sokakta yatıyor yâni... Soğuklar da başladı artık Ankara'da... Neyse, Keçiören'in düşkünler yurduna getirdiler. Adamı bir tıraştan geçirdiler, bir hamama soktular. Bir üst baş, kıyafet giydirdiler. Sonra oturttular karyolanın üstüne...
Adamın hali değişti, tanınmayacak hale geldi. "Ben bir zamanlar şöyleydim, böyleydim. İmkânlarım kalmayınca, akrabalarım da dirsek çevirdi, böyle sokaklara düştük." filân dedi. Yazık yâni... Bayağı adam oldu. Sokakta görseydin konuşmazdın, kaçardın...
Ziyaretçilerin de hakkı var. (Ve licesedike aleyke hakkan) "Vücudunun da senin üzerinde hakkı var." Buna da iyi bakacaksın, kaportayı, makinayı iyi koruyacaksın. Bakımı olacak. bakımı olmadığı zaman, onun hesabını Allah-u Teàlâ Hazretleri sorar.
e. Dâvud AS'ın Namazı
Dâvud AS mübarek, bir gün oruç tutar bir gün tutmazmış dedik ya, onun hakkında Efendimiz'in verdiği bilgiyi de okuyalım, tamamlayalım! Konunun hepsi tamam olacak o zaman. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:
(Ehabbüs-sıyâmi ilallàhi sıyâmü dâvud) "Allah'a en sevimli oruç, Dâvud AS'ın orucudur. (Ve ehabbüs-salâti ilallàhi salâtü dâvud) Nâfile namazlardan Allah'ın en sevdiği namaz da Dâvud AS'ın namazıdır."
Dâvud AS'ın orucunu az çok biliyoruz da, bakalım namazı nasılmış?.. Namazını bilen var mı Dâvud AS'ın?.. Bilmiyorsunuz.
(Kâne yenâmü nısfel-leyli) "O gecenin yarısına kadar uyur, (ve yekùmü sülüsehû) üçtebirinde kalkıp namaz kılardı."
.......
Gece ne zaman başlar, ne zaman biter?.. Gece akşam ezanıyla başlar, fecirle, yâni imsakla biter. Şimdi beşbuçukta orucu tutuyoruz ya, akşam ezanıyla beşbuçuk arası gecedir.
--İmsaktan sonra da ben bakıyorum, biraz dışarıda karanlık var...
Sen ona bakma artık!.. Artık o sabahın erken vakitleri sayılır. Sabah namazı kılınıyor çünkü. Gece bitti. Ne zaman bitti?.. Sen o sahur yemeğini yerken, gecenin sonlarındaydın; sahurun vakti bitince, gece de bitiverdi.
Dâvud AS, gecenin yarısına kadar uyurmuş. Sonra üçte biri kadar bir zaman namaz kılarmış. Yâni aşağı yukarı bizim yemek yemeye kalktığımız zamana kadar zikir, tesbih, namaz, niyaz, ibadet edermiş. Sonra, (Ve yenâmü südüsehû) "Altıda bir daha uyurmuş."
Şöyle söyleyelim: Akşam ezanı ile imsak arası altı saatse; üç saat uyurmuş, iki saat uyanık kalırmış, son bir saatte yine uyurmuş.
Peygamber SAS Efendimiz de, teheccüde kalkardı da, teheccüdden sonra biraz uyurdu, şöyle uzanırdı.
Hocamız'ın zamanında bize Almanya'dan dervişler geldi. Hocamız'dan ders almışlar, herbirisi babayiğit babayiğit; sakalları da böyle kocaman kocaman, okkalı sakallar... Bizimkiler gibi böyle kısa boylu değil de, daha uzun, göbeğin hizasına doğru geliyordu. Öyle sakal bırakınca insan çok heybetli oluyor.
Geldiler, ben de ilk defa gördüm. Kafile halinde geldiler, Hocamız'ın elini öptüler vs. Gece teheccüd kılındı. Ondan sonra, herbirisi bir tarafa serildi yattı.
"--Ne yapıyorlar?" dedim.
"--Peygamber Efendimiz teheccüdden sonra biraz uyurmuş da, o sünneti uyguluyor bu kardeşler." dediler.
Ondan sonra yine kalktılar, sabah namazını beraber kıldık.
Demek ki, gecenin yarısına kadar uyuyup, ondan sonra biraz kalkıp namazla, zikirle meşgul olmak, Kur'an okumak, dua etmek, tazarrû niyaz, yalvarma, yakarma... Ondan sonra biraz daha uyuma... Ondan sonra sabah namazına gelme... Geceyi böyle geçirirmiş Dâvud AS.
Allah gece ibadetine kalkmayı seviyor, aziz ve muhterem kardeşlerim!
Ben de lafı uzatmışım, kusura bakmayın...
El-fâtihah!..
04. 12. 2000 - İSVEÇ