27 Ağustos 1999 AKRA FM Cuma Sohbeti
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
----------------------------------------
HÜKMEN ŞEHİD SAYILANLAR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili Ak Televizyon izleyenleri, Ak Radyo dinleyenleri! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun!..
Hepimiz millî bir âfetle dilhûnuz. İçimiz kan ağlıyor, çok yorgun, üzgün ve perişanız. Cenâb-ı Hak ölenlere rahmet eylesin. Şehid mertebesi ihsân eylesin. Kalanlara sabr-ı cemîl ihsan eylesin. Bize lütfuyla muamele eylesin. Kahrına uğrattığı, gazap ettiği, gazabına uğrayan kullarından olmaktan korusun...
a. Yedi Şekilde Ölen Şehid Hükmündedir
Bu akşamki hadis-i şerifleri şehidler üzerinde vârid olmuş olan, şehidlik konusundaki hadis-i şeriflerden seçmiş bulunuyorum.
Birinci hadis-i şerif, Râmûz el-Ehâdis kitabımızın 216. sayfasında 5. hadis-i şerif olarak yer alıyor. Önce bu mübarek hadis-i şerifin metnini okuyalım. Bu metin, İmam Mâlik tarafından, İmam Ahmed ibn-i Hanbel tarfından --ki bunlar aynı zamanda fıkıh mezheplerinin imamları, meşhur kimseler--, Ebû Dâvud, Neseî ve İbn-i Mâce tarafından rivâyet edilmiş bir hadis-i şerif, Peygamber SAS Hazretleri buyuruyor ki:
RE. 216/5 (Eş-şehâdetü seb'un sivel-katli fî sebîlillâh: El-maktûlü fî sebîlillâhi şehîdün, vel-mat'nu şehîdün, vel-karîku şehîdün, ve sâhibü zâtil-cenbi şehîdün, vel-mebtnu şehîdün ve sâhibül-harîkı şehîdün, vellezî yemûtu tahtel-hedmi şehîdün, vel-mer'etü temûtu bicem'in şehidetün.) Sadaka rasûlüllah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Biliyorsunuz, Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayet-i kerime var, Allah yolunda şehid olanların çok mübarek insanlar olduğu, çok yüksek derecelere erdiği, çok büyük mükâfatlara nâil olduğu kesin, ayet-i kerimelerle... Hattâ Cenâb-ı Hak:
(Ve lâ teklü limen yüktelu fî sebîlillâhi emvât, bel-ahyâun ve lâkin lâ teş'urûn.) (Bakara: 154) "Onlar ölü değillerdir, bir çeşit hayat ile, manevî bir mükemmel, müstesnâ ve yüce ve muazzez kıymetli bir hayatla diridirler de siz onu anlayamıyorsunuz." buyuruluyor.
Ve onların mükâfatları çok büyüktür. Ahirette sorgusuz cennete girecekler. Ölürken kanı daha yere damlarken cennetteki makâmını görecek. Ölümün acısını hissetmeyecek, şöyle küçücük bir ısırıkçık gibi, bir küçük hayvanın ısırması kadar küçük bir acı ile o büyük bâdireyi, başkaları için bin kılıç darbesi yiyerek, parça parça parçalanarak ölmek kadar zor olan ölüm onlar için kolay olacak. Ahirette yakınlarına, ailesine, sevdiklerine şefaat edecek. Yâni şehidliğin makâmı, mertebesi... İnşallah bu konudaki başka hadis-i şerifleri de önümüzdeki sohbetlerimizde bahis konusu ederiz, Kur'an-ı Kerim sohebtlerimizde de o konudaki ayetler gelince, nasib olursa, konuşuruz.
Tabii şehidin, asıl şehid denildiği zaman hatıra geleni, Allah yolunda yapılan bir cihadda, savaşta, müslümanlarla kâfirler arasında dinini korumak için, müslümanları korumak için, kâfirin tecâvüzüne karşı koymak için yapılan bir savaşta öldürülen kimse şehid oluyor, kalan gàzi oluyor. Çok büyük mertebelere eriyor.
Ama bu hadis-i şerifi iki büyük mezhep imamı, aynı zamanda hadis alimidir onlar rivayet ediyor. Ayrıca üç büyük hadis imamı, çok meşhur, sıhah-ı sitteden üçünün müellifleri olan mübarek insanlar rivayet ediyorlar. Diyor ki Peygamber Efendimiz:
(Eş-şehâdetü seb'un) "Şehid olmak yedi türlüdür, yedi tanedir, yedi sınıftır, yedi şekilde ölen kimse şehid hükmüne girer, (sivel-katli fî sebîlillâh) Allah yolunda öldürülmekten ayrı. Şu bizim bildiğimiz, mâruf, mâlûm, düşmanla yapılan savaşta şehid olan kimseden ayrı..." Hani:
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber;
Sana âbuşunu açmış duruyor Peygamber!..
dediği gibi şâirimizin. Yâni biz millet olarak şehidoğlu şehidleriz. Hep Allah'ın dinine hizmet etmeyi, bu yolda her şeyimizi fedâ etmeyi ispatlamışız, ortaya koymuşuz ve fiilen icrâ etmişiz. Dedelerimiz o maksatla yaşamışlar, o amaçla çalışmışlar. Ama Allah yine, insan şehidliği istiyor diye şehidliği herkese her zaman hemen şey yapmıyor. Yine de uzun ömürlerle yaşamışlar, yine öteki insanlar kadar --Allah ne kadar ömür verdiyse-- ömür sürmüşler, rızk yemişler, ondan sonra da şerefli bir şekilde ahirete göçmüşler. Allah şefaatlerine erdirsin...
Allah yolunda öldürülenlerin dışında şehidler yedi tanedir. Kimdir bunlar, o Allah yolunda öldürülenler derecesine çıkacak olanlar?.. (El-maktûlü fî sebîllillâhi şehîdün) Tamam, "Allah yolunda savaşıp öldürülen şehiddir.
1. (Vel-mat'nu şehîdün) Mat'n da şehid sayılır." Mat'n ne demek? Tàn hastalığına mâruz kalmış olan demek. Tàn hastalığı, tàn kelimesi Arapça tı, elif, ayn, vav, nun ile yazılıyor. Yâni iki hecede de sesli harfler uzun, tàn hastalığı...
Bu hastalık bir şehre geldi mi kırıp geçirirmiş, ahâliye salgın, muazzam bulaşıcı bir hastalık. "Vebânın bir çeşidir." diyorlar veyahut "Vebânın ta kendisidir." Doktorlar daha iyi bilir vebânın kaç türlü çeşiti var diye.
İşte, tàndan vefat edeni de Cenâb-ı Hak şehid makamına nâil ediyor, yükseltiyor. O da o ecri, sevabı alıyor.
Tabii şehid olmanın vazgeçilmez ilk şartı nedir? Mü'min olmaktır. Allah'a inanan, peygamberimize inanan, Kur'an'a bağlı mü'min kimse olacak. Mü'min olmayan insan için şehidlik bahis konusu değil. Çünkü onlar, artık Allah'ın varlığını bile anlayamamış, yâni sınıfı geçememiş kimseler oluyor. Sınıfı geçemeyince diploma alıp da diplomanın zevkine, sefâsına ermek tabii mümkün olmaz. Okuldan atılan bir insan için öyle bir şey bahis konusu olmaz. Evet, birisi: Tàn salgınında, tàn hastalığından ölen kimse şehiddir.
Şimdi bu devirde tabii hastalıklarla mücadele çok ciddi götürülüyor. Sağlık tedbirleri çok. İlâçlar, araştırmalar iyi yapılıyor. Hakikaten güzel tedaviler oluyor.
Biz de bu tedaviler olsun diye, hizmet edelim milletimize, kardeşlerimize, ihvânımıza diye her yerde kardeşlerimiz ilk önce hemen hastaneler açtılar. Özelllikle hanımların doğumları önemli olaylar olduğu için onlara hizmet verecek güzel doğumevleri açtılar. Bunlar belki bina olarak böyle başka görkemli görünüşlü binalar kadar dış görünüşü büyük muazzam olmasa bile içindeki aletler ve uzmanlar bakımından bir hayli yüzümü ağarttı. Epeyce takdir kazandırdı, sevindirdi bize. Hattâ büyük hastaneler müracaat edip de, "Biz de o âletler yok. Falanca hastaneye gidin" diye bizim hastaneye bazı böyle zor doğumlarda gönderildiği zaman hastalar veyahut yaşama ihtimali zayıf çocukları bize gönderip, biz de âletlerle, şeylerle, Allah'ın izniyle kendi hastanelerimizde onları tedavi edince tabii elhamdü lillâh diyoruz, şükrediyoruz, iyi oluyor...
Şimdi tabii bu salgın hastalıklar gene olabilir, dikkat edilmezse. Sıhhat, sağlık çok önemli. Sağlığımızı, sıhhatimizi korumak bir emanete riâyet meselesidir. Çünkü vücudumuz bize Allah'ın emanetidir. "Al bu vücudu hayatın boyunca kullan, ama yıpratma, ama iyi bak!" denmiş gibi oluyor bize. Onun için biz vücudumuz yıpratmaya hakkımız yok! Zehirlemeye hakkımız yok! Hor kullanmaya hakkımız yok! Yâni emânete riâyet eden, emânete riâyet ehli insanlar güzel bakar.
Onun için sağlığımızı korumaya çok dikkat etmemiz lâzım diye düşünüyorum ve kendim de buna riâyet ettiğim gibi kardeşlerimin de riâyet etmesini istiyorum. Özellikle hastalığa tutulmadan önce; yâni hıfzıs-sıhha denilirdi eskiden, yâni koruyucu hekimlik, daha hasta olmayan insanların hasta olmamasını sağlamak. Bu gıdaları nasıl hazırlayacağız, nasıl yiyeceğiz, nasıl temizleyeceğiz, bedenimizi nasıl temizleyeceğiz, mikroplardan nasıl korunacağız, dişlerimizi nasıl koruyacağız? Gözümüzü, kalbimizi, damarlarımızı, derimizi, ciğerlerimizi... Bunların önceden öğrenip, tedbirleri alıp, hattâ her sene sağlamken bir muayeneden geçip, "Acaba bir şeyim var mı?" diye. "Elhamdü lillâh, bir şey yokmuş. Ama şurada şu tedbir alınırsa iyi olur." diye böyle bir --şimdi check-up diyorlar-- tepeden tırnağa muayene de tavsiye ederim, iyi olur. Hastanelerimiz var, iyi doktorlarımız var.
Yâni bu tàn salgını, şimdi eskileri kadar çok olmuyor, eski asırlardaki kadar. Ve tedavi de güzel yapılabiliyor. Bu bir. Tàndan ölenler şehid sayılıyor İslâm'da, müslümanlar için tabii bunlar.
2. (Vel-ğarîku şehîdün) "Suya gark olmuş, boğulmuş." Deniz veya dere veya göl veya nehir veya kuyu... "Boğulmuş olan..." Garîk, gark olmuş demek. "Suda boğulmuş olan da şehiddir."
Çünkü bu da içler acısı bir vefat şeklidir. İnsanın yüreği dağlanıyor. Yâni ateşle böyle yanmış gibi oluyor. Allah da bu acı durumdan dolayı mükâfâtını büyük veriyor. Ahirette ona şehid muamelesi yapıyor. Elhamdü lillâh.
Tabii hepimizin sıhhatli afiyetli yaşamasını isteriz. Sıhhat ve afiyet üzere huzur içinde vefat etmeyi, iman-ı kâmil ile vefat etmeyi temenni ederiz ama insanoğlunun başına herşey geliyor. Sonra tabii harp darp var, iyi kötü insanlar var, kazalar var... Öyle şeyler olabiliyor. Allah, elem, keder, kaza belâ, musîbet, fitne, fesad vermesin. İkinci: (Vel-ğarîku şehîdün) "Suda boğulan kişi de şehiddir."
3. (Ve sâhibü zâtil-cenbi şehîdün) "Zâtil-cenb sahibi de şehiddir." Yâni ciğerinde su toplama, böylece şiddetli, ateşli, hastalığa tutulup ölme durumunda olanlar, belki verem gibi, böyle ince hastalık demişler eskiler. Tabii biraz yoksulluktan kaynaklanıyor, hassaslıktan, fedâkârlıktan kaynaklanıyor... Eski devirde böyle çok olurmuş.
Ona da bir Verem Savaş Derneği var, veremle savaşlar yapılmış, tedbirler daha çok alınıyor. Ne ise, yâni ciğerini korumak ve ciğer hastalığına tutulmamak tedbirleri de bir hayli iyi. Yâni terliyken su içmemek, cereyanlı yerde durmamak vs. gibi ecdâdımızın, büyük annelerimizn, teyzelerimizin güzel tavsiyeleri vardır. Sabahleyin kalkınca namaza, veya teheccüde, hemen sırtına bir hırka almak. Hırka güzel bir kelime, güzel bir giyim. Şöyle giyimi kolay, bol. Sırtına alıveriyor insan, "Ohhh" o zaman yatağın sıcaklığından dışarı soğukluğuna geçişte vücut korunmuş oluyor.
Tabii birara herşey Fransızlardan alınmış. Oradan da dilimize geçmiş, rob dö şambır filân diyorlar. Rob elbise demek, işte gece elbisesi demektir. Fransızca bilmiyorum ama, olsa olsa gece kalkınca giyilen elbise... Bizim hırka sözünün bir de şöyle manevî, tatlı, tarihî, örfî tarafı var. Şöyle bir hırkası olursa insanın, hele bir kapütoneli veya yün hırkası olursa...
Orta Asya'da bize de giydirdiler hırka. Orayı ziyaret ettiğimiz zaman Özbekli kardeşlerimiz. Sonra oraya giden devlet büyüklerine filân da bazen merasimle hırka giydirme âdeti var. Şöyle, onların kaftanları, hırkaları da böyle içi pamuklu oluyor, iki taraflı oluyor. Yâni sağlam, güzel oluyor. Onları hatıra olarak saklıyoruz. Bir de Kazakistan'dan bir mübarek dostumuz, hacı amca da bize böyle bir kazak hırkası hediye etmişti, kuşağıyla beraber. Onunla da tatlı hatıralarımız var.
Yâni bunları niçin anlatıyoruz? Şu öksürük, aksırık, ciğerin üşümesi vs.yi ilerletip de sonradan böyle bir göğüs hastalığına tutulmamak için tedbirler lâzım ve tedbirler alınmalı. Böyle korunmalı.
Ama buna rağmen bir salgında, veyahut istenmeyen bir durumda. Hani meselâ dağda bir kaza oluyor da insan ıslanıyor da, uzun zaman bulunamıyor da, o arada üşümüş oluyor, şifâyı kapmış oluyor, hastalanmış oluyor... Yâni elde olmayan şeyler olabilir. Öyle zâtil-cenbten ölenler, yâni ciğer hastalığından, göğüs hastalığından ölenler de şehid sayılıyor.
Sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, Cenâb-ı Hakk'ın zâten hastalara çok ikramları var. Hastanın uykusu ibadet sayılıyor. İniltisi tesbih, zikir sayılıyor. Yapamadığı ibadetler yapmış gibi yazılıyor defterine. Duası makbul. Gelenlere dua ettikçe duası kabul oluyor. Günahları mağfur. Defteri tertemiz siliniyor. Günahlar kalkıyor filân... Yâni hastanın mükâfatları çok. İşte böyle bazı hastalıklara da, Cenâb-ı Mevlâmız, Erhamür-rahimîn Rabbimiz, şehid sevabı veriyor.
4. (Vel-mebtnu şehîdün) Yâni, "Batın hastalığından..." Batın, karın demek. "Karın illetinden ölenler de şehiddir."
Tabii karında olan illet, bu batn illeti denilen illet acaba Peyamber Efendimiz'in zamanında kastedilen neydi? O da meselâ şimdi Kolera dediğimiz bir hastalık var ki; Kolera, insanın karnında şey durmuyor, devamlı bir ishal... O ishalden dolayı, durdurulamadığı için, vücut susuz kalmaktan ölüyor. Ciddî bir hastalık. Çok çabuk ölüyor mikrobu ve çok kişiyi telef ediyor. Veyahut daha başka hastalıklar da kastedilmiş olabilir... O da şehid.
Karın illetinden ölen de şehid, göğüs illetinden ölen de şehid;
5. (Ve sâhibül-harîkı şehîdün) Harîk yangın demek. Haraka-ahraka-ihrâk yakmak mânâsına geliyor. Harîk yangın mânâsına geliyor.
Biz birara İstanbul'da Harikzedeler ceddesinde oturmuştuk, böyle Beyazıd'ın yakınında, Çarşıkapı'da bir şey vardı. Oralarda oturmuştuk. Yâni oralarda büyük bir İstanbul yangını olmuş. Oranın güzelim, ahşap, nakışlı, kimbilir içinde neler neler vardı, ne kadar güzel şeyler... Onlar yakılmış, yıkılmış, yanmış. Harikzede, yâni yangına mâruz kalmış, yangının darbesine uğramış insanlar, Harikzedeler caddesi filân diye bir yerde oturmuştur. Harik yangın demek. Sâhibül-harik, yâni yangına uğramış, yangından boğulmuş veya yanmış, ölmüş olan da şehiddir.
Biliyorsunuz yangında bazen dumandan boğuluyor. Bizim --dileriz ki Allah ona da şehidlik mertebesi vermiştir-- Cemal Can kardeşimiz; apartmanda yangın oluyor, hanımıyla aşağı inerken, Almanya'nın Lübek şehrinde, yolda bisiklet görüyor, hanımına diyor ki: "Şu bisiklet yukardan inenlerin ayağına takılır. Şunu kenara çekiveriyim. Ortada yatıyor. Paldır küldür yuvarlanırlar..." diye gidiyor. O, gittiği sırada işte ordaki dumandan vâdesi yetmiş, vefat ediyor. Fakülteden talebem. Almanya'da çok hizmetler yapmış kimseydi. Tabii bizim için çok üzücü bir şey ama şehid olmak da çok büyük teselli, çok büyük bir mükâfât. Yâni böyle yangında yanmadı ama dumandan boğulduğu için vefat etti.
Bazen dumandan boğulur. Kapalı kapıyı birden açarsınız, koridordaki duman birden yüzünüze çarpar, alev çarpar. Onun için yüzünüzü ıslatacaksınız. Kapıları birden açmayacaksınız. Kapıların önünde dik durmayacaksınız, emekleyerek şey yapacaksınız. Çünkü hava, alevler üst taraftan çalışır. Alt taraf biraz daha sakin olur. Bunları hep öğretmemiz lâzım çocuklarımıza, çeşitli vesilelerle.
Biz şimdi gittiğimiz yerde kardeşlerimize diyoruz ki: "Aman izci teşkilâtları kurun. Aman çocuklarınız derli, toplu yeştirin. Hattâ idman dernekleri kurun --yâni spor klübü demek-- şöyle kötü alışkanlıklara kayacaklarına çeşitli idmanlarla..." İdmanların pek çeşiti var, ata binmek, koşmak, dağa tırmanmak, yüzmek vs. vs. Yâni bedenleri gelişsin. Kötü saplantılara saplanmasınlar. Hem de topluca dernek halinde çalışmayı öğrensinler. Muhabbeti öğrensinler. Birbirlerine ilgiyi, yardımı öğrensinler, sevgiyi öğrensinler diye teşvik ediyoruz.
Burada da bir kaç tane böyle dernekler kurduk. İdman derneği, gençlik derneği... Birinci üye de beni yazın, dedim teşvik olsun diye. Evet, bunları öğretmemiz lâzım. İşte öyle yerlerde öğretiyorlar.
Bir yaz tatilinde Eğirdir'e gitmiştik. Kovada gölünün kenarında çok tatlı, güzel günler geçirmiştik, çadırlı böyle bir tatil yapmıştık. Oraya bir izci oymak başkanı kardeşimiz de geldi, çağırdık. Dersler verdi. Ben de gittim, sakalımla, oturdum önüne, dersleri gençlerle beraber dinledim. Çok faydalı şeyler! Bunları öğrenmemiz lâzım. Öğrenmesi lâzım çocukların. Yâni hayata alışması lâzım. Ciddiyeti öğrenmesi lâzım. Askerliğe alışması lâzım. Hayatını korumayı, başkasına yardımcı olmayı öğrenmesi lâzım. Dağda, bayırda, tabiat şartlarına, vahşî hayvanlara karşı ne yapacağını bilmesi lâzım. Bu da çok güzel. Sizede tavsiye ederim. Belki gecikmiş bir tavsiye. bu çalışmaları yapın, çocuklar bunları öğrensinler.
Evet, yangına maruz olan, yangında ölen de de şehiddir.
6. (Vellezî yemûtü tahtel-hedmi şehîdün) "Yıkılan bir binanın, duvarın, hedm olan bir şeyin altında kalan da şehiddir."
Biliyorsunuz, mâil-i inhidam deniliyor, bina böyle çatlamış, yanî yıkılmaya meyletmiş bir bina, az kalsın yıkılacak mânâsına filân yâni. İnhidam bu hedeme kökünden geliyor, yıkılmak demek. (Tahtel-hedmi) "Yıkıntının altında kalan da şehiddir."
Tabii ciğerimiz hepimizin yakın ama özellikle eşi veya çocuğu vefat etmiş kardeşlerimiz var. Onların ciğer yanıklığının, üzüntülerinin ne kadar çok olduğunu biliyorum ama bir şeyi de söylemek isterim ki işte böyle bir duvar altında kalan bir mü'minin de vefatı üzücü bir şey de olsa sonuç itibariyle derecesi şehidlik oluyor. Allah onu da şehidler zümresine katıyor. Küçükse anne babasına şefaatçi oluyor. Yâni küçük bir çocuk böyle bir duruma uğramışsa o zaman onlar da anne ve babalarına ahirette şefaatçi oluyorlar, olacaklar.
Yâni dünya hayatında nasıl olsa bir gün hepimiz öleceğiz. Bilmiyoruz, kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında olacak vefatımız? Allah hüsn-ü hâtime ile, yâni güzel bir sonuçla hayatın bitişini, böyle rızasına uygun ve ağrısız, elemsiz, kedersiz, şairin dediği gibi, "Bir gül bahçesine girercesine" şöyle ahirete geçmeyi nasib eylesin... Tabii bazıları çok acı oluyor.
Yine çok seneler önce kardeşlerimizden denizaltıda çalışan bazı kimseler vardı. Çanakkale boğazında denizaltı su üstüne çıkmışken, Naboralt isimli bir İsveç gemisi görmeden onlara çarpmıştı. Denizin altına gitmişlerdi, doksan metre derinliğe. İrtibat kuruldu, konuşuldu, bilmem şamandıra attılar... İrtibat kuruldu ama, tabii o denizaltıyı o derinlikten çıkarmak mümkün olmadı. Konuşa konuşa derken orda şehid oldular. Yâni zor bir şey ama Allah yardımcısı olsun hepimizin.
Daha beterin de beteri var. Bu Sırbistan'da, Kosova'da, dünyanın başka yerlerinde bazı zâlimlerin bazı hunharca vahşetleri var. Tabii onlara mâruz olarak ölmek de çok zor şeyler.
Bu hedm altında, yıkılan duvar altında kalanlar da şehid olunca, bu son âfetteki yıkıntılar altında kalıp da vefat eden binlerce kardeşimiz de tabii Allah tarafından bu makamlara eriştirilsin. Allah-u Teàlâ Hazretleri ahiretlerini güzel eylesin. Yakınlarına onları şefaatçi eylesin...
Biliyorsunuz, şehidler şehid olduktan sonra dünyadakilere bir korkulu durum olmadığnı müjdelemek isterler ve ahirette şehidlere Allah'ın çok nimetler verdiğini söyleyip müjdelemek isterler diye Kur'an-ı Kerim'de bilgiler var. İnşaallah bu dünyada böyle bir acı, görülmemiş asırlarda, yâni tek tük görülen böyle büyük bir âfete mâruz kaldık. İnşaallah kardeşlerimiz, ölen öldü, ahirette o makamlara ermişlerdir de mânevî bakımdan dünyadakilere: "Anlıyoruz, bizim için üzülüyorsunuz ama üzülmeyin. Burada Allah'ın çok nimetlerine mazharız." inşaallah diyorlardır. İnşaallah duyanlar da onları duyuyordur diye temenni ediyorum.
Bu hadis-i şerifi zâten onun için seçtim. Biraz Peygamber Efendimiz'in lisânından, kardeşlerime bir su serpmesi yürek yangınlarına olsun, bir teselli olsun diye.
Ve son şey:
7. (Vel-mer'etü temûtu bicem'in şehîdetün) "Kadın da doğum esnâsında, lohusalıkta vefat etmişse, o da şehiddir."
Biliyorsunuz, kadınlar hakkında Peygamber SAS Efendimiz'in çok medihleri var. Yâni böyle çocuğunu iyi terbiye eden, İslâm terbiyesi veren hanımlar; o çocuğunun hâmileliğine sevgiyle tahammül eden, ondan sonra çocuğuna sevgiyle bakan, emziren, onun kahrını çeken, hastayken gece sabahlara kadar baş ucunda bekleyen, anlını okşayan, o mübarek şefkatli annelere Allah çok sevaplar veriyor tabii. Kesin. Onlara büyük mertebeler veriyor. Ve kadının cihadı doğumdur, hamileliktir ve bu çocuğa bakmak da zor bir iştir. O da öyle şehid sevapları kazanmasına sebep oluyor.
Bir de vefat edince, yâni çocuğu doğdu. Tabii büyük bir olay, çocuğun doğması olayı kadınlar için çok büyük bir olay ve çok şerefli bir olay, çok büyük bir fedâkârlık numûnesi. Annelerin hakları onun için ödenmiyor. Allah razı olsun annelerimizden. Yaşayanlara Allah ömür versin, ahirete intikal edenlere yüksek makamlar ihsân eylesin...
Böyle bir durumda, çocuğunu dünyaya getirmiş, yatakta yatıyorken, kendisini toparlayamayıp ölenler oluyor. Bazen çocuğuyla ölenler oluyor. Çocuğu da vefat ediyor, anne de vefat ediyor. Bazen anne vefat ediyor, çocuğu kalıyor, öksüz, anasız... Tabii bunlar hep hayatın cilveleri. O da şehid oluyor. O kadıncağız da şehid oluyor.
Bir acıklı şeyi hatırlarım. Ankara'dayken çok sevdiğimiz bir tandığımızın, çok sevdiğimiz kızı doğum esnâsında vefat etmişti. Çocukda vefat etmişti. Vazifeleri yaptık. Namazları kılındı. Kabre anneyi koyduk. Yanına da o bebeği kefenli olarak koyduk. Yâni yürekler dayanamadı, gözlerden yaşlar boşaldı. Tabii acı şey. Çok acı bir olay.
Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle acı durumlarda vefat edenleri ahirette böyle mükâfatlar ihsan ediyor.
b. Şehid Ölümün Acısını Duymaz
Şehidlerle ilgili bir hadis-i şerif bu. Bu da aynı sayfadan. Daha başka iki hadis-i şerif daha okuyarak sohbetimizi tamamlayalım. Hadislerin sayısı da üç olsun. Ebû Hüreyre RA'den Beyhakì rivâyet eylemiş ki:
RE. 216/10 (Eş-şehîdü lâ yecidü messel-katli illâ kemâ yecidü ehadüküm el-kursata yakrusuhâ) "Şehid, öldürülmesinin acısını duymaz; öldürülüşünün acısını ancak bir ısırılış kadar, bir bit ısırığı, pire ısırması kadar, küçük bir şeyin ısırması kadar, ancak o kadar duyar."
Halbuki, şehidin kanları akıyor, bir yerleri kesiliyor veya bağrı deliniyor kurşunla veya mızrakla veya kılıçla... Devirlere göre değişmiş. Ama Allah ona onun acısını duyurmuyor.
c. Şehidin Şefaati
Bu konuda daha başka aynı mânâyı ifade eden hadis-i şerifler var aynı sayfada. Ebud-Derdâ RA'den ibn-i Hibbân'ın rivâyet ettiği bir müjdeli hadis-i şerifle tamamlayalım, buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
RE. 216/12 (Eş-şehîdü yeşfeu fî seb'ìne min ehli beytihî) "Şehid ehl-i beytinden yetmiş kişiye şefaat eyler." Yâni şehidin kendisini kurtuluyor bir kere. Kendisi kurtulduktan ayrı bir de ailesinden, ehl-i beyti, yâni evinin ahâlisinden, evine bağlı, kendisiyle akrabalık bağları olan kimselerden yetmiş kişiye de şefaat ediyor. Bu da büyük bir şey.
Yâni şimdi, bir kere göçenlere büyük teselli, büyük mükâfat bekliyoruz Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan ki onları Allah şehid mertebesine eriştirsin ve türlü türlü, şehidlere mahsus, müstesnâ, mükemmel, yüce nimetlerle onları mütena'im eylesin, bir çeşit şehid hayatıyla hayy eylesin, canlı eylesin, bir... İkincisi: Şehid geride kalan ailesi, efrâdından yetmiş kişiye de şefaat edebiliyor.
Biliyorsunuz şefaat haktır. Peygamberlerin şefaati haktır. Peygamber Efendimiz'in müteaddid şefaatleri vardır ve haktır. Ehl-i sünnet mezhebi haklı olarak bunu ayet ve hadislere dayalı olarak beyan eder, gösterir. Meselâ ayetel-kürsüde ve daha başak ayetlerde var şefaatin hak olduğuna dair...
Peygamberlerin şefaati vardır. Peygamber Efendimiz'in bütün Benî Âdeme şefaati vardır. Ondan sonra alimlerin şefaati vardır, mürşid-i kâmillerin, evliyâullahın, ilmiyle âmil, Allah'ın sevdiği alimlerin şefaati vardır. Şehidlerin şefaati vardır. Böyle bu hadis-i şerifte o müjdeyi nakletmiş oluyorum sizlere: "Ailesi, ahâlisinden, ailesine mensup akrabalarından, yakınlarından yetmiş kişiye bir şehid şefaat edecek."
Allah-u Teàlâ Hazretleri ölenlerimize rahmet eylesin. Onların şehidlik mertebesine vâsıl eylesin. Geride kalanlara da o şehidlerin şefaatine ermeyi nasib eylesin. Bundan başka elem, keder göstermesin. Nice nice yıllar uzun ömürle yaşayıp İslâm'a güzel hizmetler yapmayı nasib eylesin. Hüsn-ü hâtimeler ile, âsân bir vechile şöylece, Allah'ın sevgili kulu olarak bu hayat imtihanını tamamlayıp, huzûr-u Rabbül-izzete sevdiği, râzı olduğu kullar olarak, yüzü ak, anlı açık kullar olarak varmayı cümlemize nasib eylesin...
Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri, esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
27. 08. 1999 - Avustralya