13. 11. 1998 CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

---------------------------------------------

Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN ÖZELLİKLERİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah'ın rahmeti ve bereketi, ihsânı ve ikramı üzerinize olsun... Cumanız mübarek olsun... Allah nice mübarek günlere eriştirsin... Mübarek üçaylardayız; üçayların güzel ikramlarından, sevaplarından istifade etmeyi cümlenize, cümlemize nasib eylesin..

Önümüzdeki haftada Peygamber SAS Efendimizin Mi'rac kandili var; o kandillerinizi de tebrik ederiz.

a. Cihad Peygamberi

Ahmed ibn-i Hanbel, İbn-i Abdil-ber, Taberânî vs. kaynaklarda Abdullah ibn-i Ömer RA'dan rivayet edildiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 245/3 (Büistü beyne yedeyis-sâati bis-seyfi hattâ yu'bedallàhu vahdehû lâ şerîke leh, ve cüile rızkî tahte zılli rumhî, ve cuilez-zülli ves-sığàri alâ men hàlefe emrî, ve men teşebbehe bikavmin fehüve minhüm.) Sadaka rasûlüllàh fî mâ kàl ev kemâ kàl.

Buyuruyor ki Efendimiz SAS: (Büistü beyne yedeyis-sâah) "Ben kıyametin öncesi bir zamanda peygamber olarak gönderildim." Yâni ahir zaman peygamberidir. Peygamberimiz'den sonra başka peygamber yok. Ondan sonra, devr-i Muhammedîden sonra artık dünyanın sonu gelecek, kıyamet kopacak. İşte o kıyamete es-sâah diyorlar.

"Kıyametin öncesinde ben peygamber olarak ba'solundum, (bis-seyfi) kılıç ile..." Yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri hakkı tutup, hakkı îfâ ve icrâ etmek ve hakkı hakim kılmak; bâtılı, küfrü, şirki, çirkinliği, kötülüğü, zulmü de def etmek için cihadı farz kılmıştır. Peygamber SAS bunu ifade ediyor; "Ben kılıçla, vazifemi kılıçla yapmak üzere peygamber olarak gönderildim." buyuruyor.

Bu demektir ki, eğer zulüm varsa, kötülük varsa, haksızlık varsa, çirkin şeyler varsa, Allah'ın sevmediği haramlar, günahlar varsa, bunların yapılmaması tavsiye edilecek. "Yapmayın bunları! Bu zulmü işlemeyin, bu adamı öldürmeyin! Bunun malını gasbetmeyin, şu haksızlığı yapmayın!.. Küfrü bırakın, şirki bırakın, müşrikliği terk edin, putlara tapmayı bırakın!.." denilecek. Ama nasihat edildiği halde terketmezlerse, o zaman hakkın güç kullanarak hakim kılınması; batılın, zulmün de def edilmesi lâzım!

Zaten dünya hayatının umûmî kuralı, kaidesi bu... Hayatta da böyle oluyor; bütün devletlerde bütün yönetimler de aynı şekilde hareket ediyorlar. Gerektiği zaman güç kullanmak gerekebildiği için; veyahut haksızlığa uğradıkları zaman toplumlar kendilerini korumak için ordular besliyorlar. Tanklar, uçaklar, savaş gemileri yapılıyor. Bakıyorsunuz Amerika bir başka kıtada ama, Akdenizde... Bakıyorsunuz Kızıldeniz'de, bakıyorsunuz Basra Körfezi'nde, bakıyorsunuz Hint Okyanusu'nda, bakıyorsunuz Japon Denizi'nde, bakıyorsunuz Atlas Okyanusu'nda...

Yâni güç kuvvet hazırlamak gerekiyor. Hani, "Ben peygamberim, söylerim..." Peki dinlenmediği zaman ne olacak?..

Peygamber SAS görevlendi. Görevlendiği zaman müşrikler kabul etmediler. Başladılar inanç hürriyetini çiğneyerek müslümanları ezâ, cefâ altında tutmağa... Hattâ işkence edip öldürmeğe başladılar. Sözleri geçen, hakkını arayamayacak olan köleleri, zayıfları, cariyeleri çöllerde öldürmeğe başladılar. Ne olacak?.. Tabii onların korunması gerekecek.

(Hattâ yu'bedallàhu vahdehû lâ şerîke leh) "Allah-u Teàlâ Hazretlerine tek başına, onun hiç şerîki olmadığını bilerek Allah'tan gayri ilâh olmadığını bilerek ibadet edilmeyi sağlayıncaya kadar. İnsanlara Allah'a, şerîki nazîri olmayan, alemleri yaratan Rabbül-àlemîn Allah'a ibadet etsinler diye onu sağlayıncaya kadar, o amacın tahakkukuna kadar, icabında cihad ederek bu vazifeyi sağlamakla görevlendirildim."

(Ve cüile rızkî tahte zılli rumhî) "Benim rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı." Yâni müslüman Allah rızası icin cihad eder. O zaman kendisinin ilk tavsiyesini, teklifini kabul etmeyen düşman; karşısına çıkan zalim, müşrik veya kâfir kabul etmediği zaman; ya İslâm'ın hakimiyetini kabul edecek, İslâmî kurallarını, Kur'an-ı Kerim'in emrini, Allah'ın emirlerinin uygulanmasını kabul edecek, tâbî olacak... Ya müslüman olacak... Üçüncü şekilde, yâni karşı çıktığı zaman cihad olacak. Cihad olduğu zaman da, karşı tarafın malı müslümana, İslâm ordularına ganîmet olacak.

(Ve cuilez-zülli ves-sığàri alâ men hàlefe emrî) "Ve Allah tarafından zillet ve aşağılık, küçüklük, benim işime, benim bu peygamberlik görevime, benim tebliğle vazifeli olduğum ilâhî kurallara muhalefet edenlere yazılmıştır Allah tarafından... Onlar zelil ve sağîr olarak, hor ve hakir olarak dünyada, ahirette cezalarını çekeceklerdir."

(Ve men teşebbehe bikavmin fehüve minhüm) "Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, kendisini ona benzetmeye uğraşırsa, onlardan sayılır."

Tabii bu iki taraflı olur: Kim Peygamber Efendimiz'e, ve onun etrafındaki ashabına, mü'minlere, mücahidlere benzemeye çalışırsa; Allah onlardan haşreder. Kim de Allah'ın varlığına, birliğine karşı çıkarsa, müşrik ve kâfir olarak yaşamayı tercih ederse, Allah'la, Allah'ın peygamberi ile mücadeleye cür'et ederse; onlara benzemek durumunda olanlar da onların tarafında haşrolur.

Mü'minler tarafındansa, mü'minlere benzemeye çalışıyorsa, o yolu tutturuyorsa, ona özeniyorsa, mü'minlerden, mücâhidlerden sayılır. Kâfirlere özeniyorsa, onlara benzemeye çalışıyorsa, kâfirler grubundan, zümresinden sayılır.

Bu çok önemli umûmî bir kaidedir. Kimi taklid ettiği, kimin yolunda gittiği, kimin sözünü dinlediği, hangi fikri benimsediği çok önemlidir bir insanın... Eğer kâfirin, zalimin fikrini benimsiyorsa, onun yanında yer alıyorsa, o da zalimdir. Mü'mini, Peygamber Efendimiz'i evliyâullahı seviyor, onlara benzemeğe çalışıyorsa, onların yanındadır. Umûmî kaide böyle...

Yâni demek istiyor ki Peygamber SAS Hazretleri'nin bu hadis-i şerifinin son cümlesi, sözün akışına göre: "Benim yaptığım gibi yapanlar benden olurlar, sevapları kazanırlar. Kâfirlerin yaptığını yapmak isteyenler, onlara benzemeğe çalışanlar da belâlarını, cezalarını bulurlar. " diye bildiriyor.

Şimdi bu hadis-i şerif şu bakımdan çok önemli aziz ve muhterem kardeşlerim! Biliyorsunuz bir insanın haklı olması önemli, bu güzel bir şey... Haklı olunca rahatlıyor insan, vicdânen müsterih oluyor. Fakat herkesin terbiyesi haklı olanın hakkını vermek tarzında değil. Bazısı haklı olanın haklı olduğunu bile bile onun hakkını yemek istiyor, gasbetmek istiyor, mahsulünü almak istiyor, parasını çalmak istiyor, ezmek istiyor... Ülkesini bölmek istiyor, parçalamak istiyor, devletini yıkmak istiyor. "Burası benimdir, ben burayı istiyorum!" diye geliyor, efelik yapmağa, kabadayılık yapmağa, zorbalık yapmağa kalkışıyor. O zaman acaba ne yapacak?..

Böyle İslâm'ın sulh ve sükûn dini olduğunu, huzur dini, ahlâk dini, mâneviyat dini olduğunu düşününce insan, sanır ki:

"--Canım sesini çıkartmasın; esir olarak, mazlum olarak dursun!"

Hayır!.. Bir insan malını korumak için, canını korumak için, namusunu korumak için, haksızın karşısında mücadele ederken zarar görse, ölse bile şehid sayılıyor. Yâni haksızlığa taviz vermek, prim vermek, müsaade vermek, yol vermek olmuyor. Haksızlığın karşısına çıkacak...

En basiti haksız olduğunu söyleyecek, nasihat edecek. Eğer nasihat kâr etmiyorsa, o zaman fiilyen o haksızlığın olmamasını sağlayacak icraata geçecek. Bizzat onun ortadan kalkmasını, hükmünün ilgà olmasını sağlamağa çalışacak.

İslâm'ın terbiyesi, modern çağın da insan anlayışı, yönetim anlayışı da böyle... Yâni kötülüğe, haksızlığa, zulme müsaade olmuyor. İnsan bütün meşrû yollardan, demokratik yollardan hakkını korumağa çalışacak.

Birinci hadis-i şerif bu...

b. Hidâyet Allah'tandır

Okumak istediğim üç hadis-i şeriften ikincisi: Peygamber SAS Efendimiz Deylemî'nin, İbn-i Asâkir'in ve diğer kaynakların Hazret-i Ömer RA'den rivayet ettiğine göre buyurmuş ki:

RE. 245/4 (Buistü dâiyen ve mübelliğan ve leyse ileyye minel-hüdâ şey'ün ve hulika iblîsü müzeyyinen ve leyse ileyhi mined-dalâleti şey'ün) Sadaka rasûlüllah.

Buda yine bir başka konuda, Peygamber SAS yine kendisini anlatıyor: (Buistü) "Ben peygamber olarak gönderildim, (dâiyen ve mübelliğan) insanları hak yola dâvet edici olarak ve tebliğ edici olarak... 'Allah'ın emri şudur, haram şeyler şunlardır, helâl olan şeyler şunlardır.' diye tebliğ etmekle ve insanları cennete, hak yola, Allah'ın rızası yoluna çağırmakla peygamber tâyin olundum.

(Leyse ileyye minel-hüdâ şey'ün) İnsanların hidayete ermesinde benim bir dahlim yok; hidayeti veren, nasib eden Allah... Ben dâvet ederim, tebliğ ederim; karşı tarafın nasibi varsa, tebliğ edilenin, dâvet olunanın aklı varsa, nasihati dinler, hidayete erer, Allah'ın sevdiği zümreye geçer. Ama ben zorla bir insanı hidayet verecek vazifede değilim, hidayet Allah'tandır.

Peygamber SAS bazı kimselerin, özellikle amcası Ebû Tàlib'in müslüman olması için çok samîmî istekte bulunmuştu, çok arzu etmişti ama, Allah nasıl nasib ederse öyle oluyor. Hidâyetin nasibini Allah veriyor veya vermiyor. Her şeyi en iyi o bildiği için, hakkı yoksa, istihkàkı yoksa, hidâyete lâyık değilse Allah nasib etmiyor. Peygamber Efendimiz rahmetinden, raufluğundan, re'fetinden, merhametinden, güzel duygularla dolu olmasından, insanların hepsinin iyiliğini istediğinden hepsinin hidâyete ermesini istiyor. Ama onun bizzat alıp hidâyete sokmak, hidâyeti bizzat ona vermek gibi bir vazifesi yok; hidâyet Allah'tan... Sadece tebliğ ediyor Peygamber Efendimiz.

Peygamberimiz hak yola çağırıyor ve hakkı tebliğ ediyor. Sadece bir davetçi, hidayet Allah'tan...

Bunun gibi, bunun karşı tarafı da yine Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde devam ediyor: (Ve hulika iblîsü müzeyyinen) "Şeytan da, iblis de kötü işleri süslü püslü, cazip gösterecek şekilde yaratıldı." Yâni, şeytanın vazifesi de günahları, aslında çirkin ve köü olan şeyleri allayıp, pullayıp, süsleyip insanlara yutturmak...

Müzeyyin, zînetlendirici demek. Neyi zînetlendiriyor?.. Kötü işleri kişinin gözünde cazip gösteriyor: "Aman şu içkiyi içsem, ne kadar keyif yapacağım... Şu afyonu çeksem, ne kadar güzel hayaller göreceğim, ne kadar güzel gece geçireceğim... Falanca yere gitsem, şu işreti, şu îyş ü nûşu yapsam, bu gecem ne kadar keyifli olacak..." diye şeytan ona tatlı gösteriyor, zinetli gösteriyor, yapacağı şeyi hoş gösteriyor, güzel gösteriyor.

(Ve leyse ileyhi mined-dalâleti şey'ün) "İnsanı dalâlete düşürmekte onun bir rolü yok. Hidâyet veren Allah olduğu gibi, kişiyi dalâlete düşüren de yine Allah... Şeytan sadece allayıp, pullayıp tezgâhtarlık yapıyor.

Hani tezgâhtar malı istediği kadar medhetsin; müşteri isterse alır, istemezse almaz. Dükkânın önünden geçerken tezgâhtar, "Buyurun efendim, güzel mallarımız var!" diye içeriye çağırıyor. Ama siz istemezseniz gitmiyorsunuz. Şeytan da kötü yola insanları çağırıyor, giderse gider, gitmezse gitmez.Yâni dalâlet şeytanın işi değil, hidâyet Peygamber Efendimiz'in işi değil... Hidâyet ve dalâlet Allah tarafından kula takdir ediliyor.

O da kulun davranışlarından dolayı meydana geliyor. Kur'an-ı Kerim'in ayet-i kerimelerinden biliyoruz ki: (Vallàhu lâ yehdil-kavmez-zàlimîn.) Meselâ adam zalimse, Allah hidayeti vermiyor. (Vallàhu lâ yehdil-kavmel-fâsıkîn.) Eğer fısk u fücûra devam ediyorsa, günahtayken hidayeti Allah nasib etmiyor. Neden?.. Bir kere edebini takınsın, şu kötülüğü bir bıraksın da, ondan sonra Allah'tan lütfunu istesin de, Allah en kıymetli hediyesi olan, en büyük lütfu olan hidâyeti o zaman ona versin. O kötü yoldan vazgeçmeyince, Allah hidayet vermiyor.

Demek ki hidayeti veren de Allah, dalâlete düşüren de Allah... Dalâlete çağıran İblis'in dalâlete düşürmekte bir rolü yok... Sorumlu olan insan, dalâleti veren de Allah... Hidâyet yoluna sokmakta da Peygamber Efendimiz'in bir dahli yok; bütün gayretine rağmen hidayete girmemiş insanlar vardı. Hidayeti veren Allah... Kişi hakkederse, Allah-u Teàlâ Hazretleri hidayeti nasib ediyor. O da o hak edişinden dolayı, irâde-i cüz'iyyesinden sevabı kazanıyor, mükâfâta nâil oluyor.

O halde aziz ve muhterem kardeşlerim, cehenneme düşenler şeytanı suçlamasınlar, kendilerini kınasınlar; çünkü kabahat kendilerinde...

Peygamber SAS bütün insanlara hakkı söyledi, dâvet etti, tebliğ etti, ayırım yapmadı. Hattâ Medine-i Münevvere'deki başka din mensuplarının ibadethanelerine gitti, onlara bile tebliğ etti. Yahudilerin havrasına gitti: "Ben Tevrat'ta geleceği bildirilen ahir zaman peygamberiyim, o Tevrat'ta bahsedilen kişi benim. Benim hakkımda Allah Tevrat'ta şöyle şöyle buyurdu. Bana iman edin!" dedi. İçlerinden Abdullah ibn-i Selâm, "Doğru söylüyorsun yâ Rasûlalah!" dedi, iman etti.

Hristiyanlara mektuplar gönderdi. Bizans imparatoruna, Mısır hükümdarına, Bahreyn'e, muhtelif yerlere, Sâsânî imparatorluğuna elçiler gönderdi, davet etti. Kabul eden saadete erdi; etmeyen hesabını verecek.

Meselâ, o zamanın Habeş imparatoru Peygamber Efendimiz'in peygamberliğini kabul etti, mü'min oldu. Peygamber Efendimiz onun mü'min olduğunu bildirdi. Hattâ vefat ettiğini haber verdiği zaman, ashabına: "Kardeşiniz Necâşi vefat etti, gelin şuna cenaze namazı kılalım!" diye, ta Arabistan'dan Habeşistan'da vefat etmiş olan hükümdar için cenaze namazı kıldırdı. Bu da onun müslüman olduğunun en âşikâr delili...

Demek ki, ne mutlu o müslüman olmuş. Ötekilere de ne yazık ki, Peygamber Efendimiz'in çağına yetiştiler, hitâbına mazhar oldular, mektubunu aldılar, elçisini gördüler de, bir adım daha atıp imana gelemediler.

Allah bizlere de, burdan çıkacak dersleri almayı nasîb eylesin... Peygamber Efendimiz'in hayatını okuyacağız, hadis-i şeriflerini okuyacağız, tebligatını anlayacağız, tâbî olacağız. Dâvetini anlayacağız, dâvetine icabet edeceğiz. Şeytanı tanıyacağız, şeytanın oyunlarını bileceğiz, şeytanın insanları nasıl kandırdığını bileceğiz, şeytana kanmamağa direnç göstereceğiz, gayret göstereceğiz. Allah'a sığınacağız ve elimizden geldiğince iyi işleri yapmağa çalışacağız.

c. İçkiyi Terkedenin Mükâfâtı

Ebû Naîm, İbnün-Neccâr ve daha başka kaynakların Enes RA'dan rivayet ettiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 245/8 (Beaseniyallàhu hüden ve rahmeten lil-àlemîn, ve beasenî liemhakal-mezâmîra vel-meâzife ve emrel-câhiliyyeh, vel-evsân, ve halefe rabbî biizzetihî lâ yeşrabü abdün min abîdihil-hamra fid-dünyâ illâ harramehâ aleyhi yevmel-kıyâmeh, velâ yetrukühâ abdin min abîdihî fid-dünyâ illâ sekàhullàhu iyyâhâ fî hazîratil-kuds.) Sadaka rasûlüllah, ve nataka habîbullah.

Bu üçüncü ve sohbetimizin en sonuncu hadis-i şerifinde Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki: (Beaseniyallàhu hüden ve rahmeten lil-àlemîn) "Allah beni hidayet güneşi olarak, hidâyet rehberi olarak ve alemlere rahmet olarak ba'setti, peygamber gönderdi. (Ve beasenî liemhakal-mezâmîra vel-meâzife ve emrel-câhiliyyeh) Ve beni çalgıları, eğlenceleri, cahiliye işlerini ve putları silip yok edeyim diye gönderdi." Yâni böyle sorumsuzca çalgı, eğlence, zevk ü sefâ, fuhşiyat, cahiliye devrinin kötü adetleri, inanç hususunda veyahut halkın arasındaki yaygın kötü adetler olarak ve putlar; bunların hepsini silmekle Allah beni görevlendirip gönderdi.

(Ve halefe rabbî biizzetihî) "Ve Rabbim kendi izzet ve celâline yemin ederek kullarına bildirdi ki; (lâ yeşrabü abdin min abîdihî elhamra fid-dünyâ, illâ harramehâ aleyhi yevmel-kıyâmeh.) kullarından bir kul içkiyi dünyada içerse, Allah ona kıyamette, ahiret aleminde, cennette cennet meşrubatını, şaraplarını içmeyi haram kılacak diye yemin etti. 'Dünyada içerse, ben de onu ahirette cennete sokmam, cennet şarabını içirmem!' diye izzet ve celâline Allah yemin etti.

(Velâ yetrukühâ abdin min abîdihî fid-dünyâ) Bir kul da içiyorken, Allah rızası için, dünyada iken içki kötüdür, zararlıdır, aklı baştan alıyor, arabalara çarptırtıyor, rezillik, rüsvaylık oluyor diye kim tevbekâr olup içkiyi terkederse; (illâ sekàhullàhu iyyâhâ fî hazîratil-kuds.) Allah da ona hazire-i kudsünde, kutsal yüce makamında, huzur-u izzetinde cennet şarabını ikram edecek. (Ve sekàhüm rabbühüm şerâben tahûrâ.) ayetinde belirtildiği gibi, cennet şarabını içireceğini izzetine, celâline yemin ederek vaad eyledi." diye Peygamber SAS buyuruyor.

Biliyorsunuz Peygamber SAS peygamber olduğu zaman, o devirde içki çok yaygındı. Arabistan'a çeşitli yerlerden içkiler gelirdi. O zaman zaten dünyada şarap içme fevkalâde yaygındı. Bütün ülkelerde --iklimi müsaitse-- asmalar, üzüm kütükleri, çok yaygındı. Üzümleri sıkarlar, şarap yaparlar, küplere doldururlardı. Biliyorsunuz eski putperest Yunanlıların şarap tanrıları bile vardı. Şarap bayramları vardı.

Bütün milletler öyleydi, içkiyi yaygın bir şekilde kullanıyorlardı. Araplar da çeşitli başka tatlı meyvalardan içki yaparlardı. Meselâ hurmayı da suyun içine atıp, sulandırıp, şerbetini tahammur ettirtip, içki haline getirtip hurma şarabı içerlerdi. Arpadan, daha başka şeylerden de şarap yapıp içerlerdi. Yaygındı, hattâ öğünürlerdi; şarap satan çadırın bütün şarapları bittiği zaman bir bayrak çekermiş üst tarafına, teslim bayrağı gibi; "Artık gelmeyin, burda satılacak mal kalmadı, şarapların hepsi bitti, içkilerin hepsi bitti." diye

"Ben içki çadırının tepesine bitti bayrağını çektirmiş adamım. Ben o kadar içki tükettim, kendim de içtim, başkalarına da ikram ettim." diye öğünürlerdi.

İslâm'ın ilk geldiği zamanlarda bu alışkanlık devam ediyorken, Peygamber Efendimiz bunun doğru olmadığını, içkinin zararları olduğunu bildirdi. Namaza gelirken içilmesin! Gelindiği zaman, sarhoşlukla ne söylediğini bilmiyor; imamlık yapan şaşırıyor diye ikàz eyledi. Ondan sonra da içkinin haram olduğuna dair ayet-i kerime inince, "İçki içmeyeceksiniz, haramdır!" dedi. Herkes küplerini boşalttı. Sokaklardan şaldır şuldur dökülmüş şarapların selleri aktı. Ondan sonra içmediler.

Tabii ayyaşlıktan, alışkanlıktan kurtulmak kolay değil. Bazıları bırakamıyorlar, içmeye devam ediyorlar. Uyuşturucular, sarhoşluk verici şeyler böyle oluyor. Alışkanlık yaptığı için kurtulmak kolay olmuyor. Peygamber Efendimiz böyle bildiriyor burada...

Kim onu Allah rızası için terkederse, Allah cennette, kendi huzur-u izzetinde cennet şaraplarını ona ikram edecek Dünyada içki içmeyene devam edene de, yâni haramdır diye duyduğu halde kendisini tutamayıp içki içmeye devam edene de, Allah izzetine yemin etti ki, aslâ cennet şarabı içirmeyecek. Cennete giremeyecek mânâsına geliyor.

Bir tarafı tehdit, öbür yanı da müjde... İçerse felâket olacak; içmez, tevbekâr olur, vaz geçerse de büyük mükâfatlara erecek diye bildiren bir hadis-i şerif...

Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimize hep bize; ben düşünüyorum hattâ arkadaşlarla konuştuğumuz zaman, yediğimiz helâl gıdaların bile içinde zararlı maddeler olanları oluyor, hormonlu olanları oluyor, üstü ilaçlı, zehirli olanları oluyor, iyice yıkamak gerekiyor. Veyahut pis sularla sulanmış olanları oluyor, suyun içine çeşitli maddeler atıp permanganatlı vs. sularla yıkamak lâzım diye çeşitli şeyler söyleniyor.

Her şeyin temizini yemeye, vücuda faydalı olanını almağa özen göstermemiz lâzım, gayret etmemiz lâzım! Helâl gıdaları bile böyle temizleyerek yememiz lâzım, ölçülü yememiz lâzım, aşırı yemememiz lâzım! Sıhhatimizi korumağa çok dikkat etmemiz lâzım! Tabii haramların hepsinden de derhal vazgeçmemiz lâzım!

Nasıl şeytan övüp, medhedip tatlyı gösterirse göstersin, canı insanın ne kadar çekerse çeksin, ne kadar alışkın olursa olsun, Allah'a sığınıp o kötü huylarından, alışkanlıklarından, itiyatlarından, ibtilâlarından Allah rızası için vaz geçmeye çalışmamız lâzım, aziz ve sevgili kardeşlerim!..

Bu dış ülkelerin halklarına bakıyorum, ömürlerini nasıl geçidiklerine, sıhhatlerine nasıl dikkat ettiklerine bakıyorum, hayret içinde kalıyorum. O kadar sıhhatlerine düşkünler ki, o kadar idmana önem veriyorlar ki; ben sabah namazına camiye gidiyorum, onlar köpeklerini almışlar yanlarına, ihtiyarlar bile kadın, erkek temiz havada yürüyüşe çıkıyorlar. Hani ciğerleri temiz hava alsın, adaleleri, ayakları kuvvetlensin, fazla yağlar erisin idmana, yarışlara, müsabakalara çok önem veriyorlar. Devlet de önem veriyor.

Bunlar için geniş yerler yapmışlar. Buralarada bunları görüp baktığım zaman, kendi ülkemi düşündükçe, acıyorum gençlere... Çok geniş idman sahaları, yeşil sahalar, parklar, halkın oturup temiz hava alabileceği yerler burada belediyeler tarafından hazırlanmış, halka sunulmuş. İstiyorum ki bizim ülkemizde de bu imkânlar olsun, halkımızını sıhhati için, böyle idman yapması için, gençliğin sıhhati için belediyeler geniş yerler ayırsın.

Hattâ ben Türkiye'de düşünmüştüm, arkadaşlara da söylemiştim, yâni bir beslenme okulu açalım! Beslenmenin nasıl olması lâzım, sıhhatli bir beslenme nasıl olur? Yemeklerin nasıl hazırlanması lâzım?.. Hangi maddeler faydalı, hangileri zararlı?.. Bunları anlatacak, öğretecek bir okul... Tatlı, böyle onbeş günlük, bir aylık veya bir haftalık bir okul... Hem temiz bir yerde güzel bir tatil yapsınlar, hem de bunları öğrensinler.

Çünkü, dolduruyorlar yağı, yemek zararlı oluyor. Veyahut dolduruyorlar tuzu, vücuda zararlı oluyor. Yiyorlar aşırı derecede tatlıları, karaciğerleri zarar görüyor. İçiyorlar sigarayı akciğerlere zarar veriyor. İçiyorlar içkiyi karaciğerleri tahrib oluyor, perişan oluyor.

Sağlık çok önemli... Vücud Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bizlere bir emaneti... Emaneti güzel kullanmak lâzım, emanete hıyanet etmemek lâzım, sıhhate riayet etmek lâzım diye kurs tarzında bir okul açmayı dahi düşünüyorum. Hem muhabbet olur, belli zamanlarda insanlar toplanır, bir yerde yaşamış olurlar; hem de eğitim olur, böyle yanlış şeylerden vaz geçerler diye düşünüyorum.

Allah-u Teàlâ Hazretleri her işimizi böyle sağlıklı, sıhhatli, güzel yapmaya bizi muvaffak eylesin... Yemek içmek, oturmak, yaşamak, uyumak, eğlenmek, düşünmek, icratta bulunmak, ömrü geçirmek, faydalı alışkanlıklar, yararlı işleri yapmak, hayr ü hasenatı yapmak; bunların hepsine Allah bize kuvvet versin, gayret versin... Peygamber SAS'in yolunda yürümeyi nasi etsin...

O hidayet güneşi olarak, alemlere rahmet olarak gönderildiği gibi; çalgıları, eğlenceleri, cahiliye işlerini, putları silmekle görevli olduğu gibi... Çalgı dediğimiz, eğlence dediğimiz, yâni müstehcen olan, utandırıcı olan, çirkin olan şeyler. Bunların ilâhî olanlarının da tabii, ne ölçüde nasıl kullanılması lâzım geldiği yine hadis kitaplarında, fıkıh kitaplarında hükmü yazılıdır. Orasını da hatırlatarak söylüyoruz. her kötü şeyden uzaklaşıp, her iyi şeyi yaparak, öteki ülkelerde aramızda olan farkı kapatmayı, medeniyet yarışında öne geçmeyi Allah nasib eylesin...

Böylece hem ileri, yüksek bir toplum olalım; hem de Allah'ın rızasını kazanıp hem dünya hem ahiret saadetine erelim diye temenni ediyorum.

Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimize gayret, kuvvet versin, şuur versin, basîret versin... Hakkı hak olarak görüp ona uymayı, bâtılı bâtıl görüp ondan sakınıp korunmayı nasîb eylesin... Peygamber Efendimiz'in yolundan, hadis-i şeriflerinden bizleri ayırmasın...

Bakın her hadis-i şerifi birer hidayet feneri gibi, kutup yıldızı gibi, bir deniz feneri gibi, kayalara çarpmamak için, doğru yolu bulmak için ne kadar faydalı oluyor!..

Allah bizi Peygamber Efendimiz'in sünnetine temessük edip, onu ihyâ eyleyip yüzlerce şehid sevabı kazanan müslümanlardan eylesin... Cumalarınız, kandilleriniz mübarek olsun... Ömrünüz uzun olsun... Amelleriniz makbul, güzel ameller olsun... Akıbetiniz hayr olsun... Allah dünya ve ahiret saadetine cümlenizi erdirsin, aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

13. 11. 1998 - AVUSTRALYA